Yaşar Kaya İle 49’ lar Üzerine Söyleşi.. G.Çapanoğlu

1. November 2015 | Von | Kategorie: Tarih
yasar-kaya_1709

G.Çapanoğlu- Sayın Yaşar kaya, 17 Aralık 1959’da Türk polisi birçok Kürt aydını, iş adamları ve öğrencilerin evlerine baskın düzenleyip tutukluyor. Türk Basını ve Kürt tarihinde 49 (kırkdokuz)’lar olarak geçen bu tutuklamada bulunan Kürtler, birçok işkence, sürgün ve cezaya maruz kaldılar. Siz de bu 49’ların içindeydiniz, tarihi açıdan o dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y. Kaya- O dönem çok enteresan bir dönemdi. Enteresanlığı şurada, bildiğiniz gibi 1938’deki Dersim Katliamı’ndan sonra, Kuzey Kürdistan’da bir ölüm sessizliği hüküm sürmektaydi.

49’ların tutuklanmaları bu sessizliği bozdu. Nitekim, hem 49’lar ve hem de onlardan sonrakiler kendilerini ya mahkemelerin önünde buldular, -askeri ve sivil mahkemelerin-, Örfi İdare (Sıkıyönetim-bizim- ) Mahkemelerinin önünde buldular, yada yer yer gizli örgütler kurmaya, gizli partiler ve legal partiler kurmaya başladılar. Onun için bu dönem tarihimizde çok önemli bir dönemdir. Ama maalesef bugüne kadar bu konuda çok kapsamlı kitaplar yazılmadı, bunun yazılması gerekli. Tabii o dönemi değerlendirirken Türkiye’nin o günkü şartlarını da değerlendirmek gerekli. Biliyorsunuz,1950 seçimlerinde DP (Demokrat Parti) iktidara gelmişti. 1957’ye kadar aşağı yukarı kendi politikasını iyi götürdü. 1957’den sonra CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) çok sert muhalefet yapmaya başladı. Bu sert muhalefet yıllarında, bildiğiniz gibi daha önce 6-7 Eylül Olayları var. Ondan sonra 9 Subayın tutuklanması var..

G. Çapanoğlu- Neydi bu 9 subayın tutuklanması olayı?

Y. Kaya- Bu önemli bir olay, bunlar gizli bir askeri cunta. General Faruk Güventürk’ün, Samet Kuşçu’nun içinde bulunduğu bir askeri cunta. Bunlar, Londra Antlaşmasını imzalamaya giden Menderesi Yeşilköy’de enterne edip, hükümet darbesi yapmayı planlamışlar. Kamuoyuna böyle yansıdı. Bunlar Hilton’da toplantı yapıyorlar. Ondan sonra telaşa kapılan Samet Kuşçu, Celal Bayar’a telefon ederek haber veriyor. Bunun üzerine adı geçen 9 subay tutuklandı. Bunların mahkemesini Elazığlı bir Kürt olan Turgut Lüleci yaptı. Turgut Lüleci bir askeri hakim olarak, parmakla gösteriliyordu halk arasında.Vapurda, gezilerde…

G. Çapanoğlu- Seviliyor muydu yani, onu mu demek istiyorsunuz?

Y. Kaya- Efendim büyük bir şey yapmıştı.O mahkemenin başkanı olarak sükse yaptı. 9 subayı beraat ettirdi, Samet Kuşçu’yu da mahkum etti. Bir muhbir olanı makkum etti. Sonra, Celal Bayar Hacı Ömer Ağanın Bossa fabrikasında, bu Samet Kuşçu’ya iş buldu ve öylece onu da idare etme yoluna gittiler.

G. Çapanoğlu- Dönem böyleydi herhalde?

Y. Kaya- Dönem böyle bir dönemdi.Türkiye çok hareketliydi. Ondan sonra, zaten 55 de İstanbul’da 6-7 Eylül Olayları olmuş. Ben o zaman lise öğrencisiydim. İstanbul’un altı üstüne getirilmiş. Rum mağazaları, Ermeni mağazaları yağmalanmış ve birçok semtlerde rum kızlarının, kadınlarının ırzına geçilmiş. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun da, sonra bu konuda bir söylemi var, ‘’Türkiye’yi dünyaya rezil-rüsva eden olaylar’’ meydana gelmişti. Tabii, sonra 49’ların tutuklanması geliyor 17 Aralık 1959 da.. Ama maalesef, kimse bu 49’lar niçin tutuklandı, onun üzerinde durmuyor. Sanki, bu sadece polisin, işte bir sürü insanı toplayıp biraraya getirmesi gibi algılanıyor. Öyle değil. 49’lar siyasi faaliyet yürütüyorlardı. Mesela ben, 1957’de liseyi bitirdim, 1958 de Üniversitede biz müthiş siyasi faaliyetler yürütüyorduk. 1959’da da zaten tutuklanmalar oldu.

G. Çapanoğlu-Siyasi faaliyetleriniz hangi düzeydeydi, bunu zaten merak ediyoruz?

Y. Kaya- Şimdi Efendim, faaliyetlerin düzeyi şuydu. Türkiye, Kürtleri, Kürt Sorunu’nu inkar ediyordu. Bizlerin, yani 49’ların neler yaptıklarına bakmak lazım. Musa Anter, o dönem Diyarbakır’da, Canip Yıldırım ve Abdurrahman Efem Dolak ile ‘’İleri Yurt Gazetesi’’ni çıkarıyor. O ‘’İleri Yurt Gazetesi’’nde Musa Anter’in yazdığı fıkralar var. Bu halk arasında olay oluyordu. Nitekim, ben 1963’te cezaevinden çıkıp Erzurum, Kars , Ağrı üzerinden Iğdır’a giderken, önümü kesenler bana diyorlardı ki, yahu bi dakika ben sana Musa Abe’nin bir fıkrasını anlatayım. Anlatabiliyor muyum?

G. Çapanoğlu- Evet, okunan bir gazete miydi?

Y. Kaya- Okunan bir gazeteydi. Diyarbakır’da ‘’İleri Yurt’’ diye bağırıp satıyorlardı çocuklar, işte ‘’Anter yazıyor, Anter yazıyor’’.

G. Çapanoğlu- ‘’İleri Yurt Gazetesi’’ ile ilgili siyasi çalışmalardan bahsediyordunuz.

Y. Kaya- Ve tabii Diyarbakır’da müthiş bir faaliyet vardı. Devlet bunu gözaltına almış, izliyordu. Sonra 49’lardan siyasi faaliyet yapan çok şahsiyetler vardı. Mesela İstanbul’da Ziya Şerefhanoğlu bir Avukattı, Şerefhanoğlu’nun yazıhanesine bütün Kürt aydınları gidip geliyorlardı. Ziya Şerefhanoğlu Barzani’nin Güneyde tanındığı kadar Kuzey’de tanınan bir pozisyonda idi. Nitekim 1963’te ikinci sefer cezaevinden çıktıktan sonra, Ziya Şerefhanoğlu Bitlis’ten Senetör adayı oldu. MİT’in bütün karşı gayretine rağmen, tüm partilerden daha fazla oy alarak Senatör seçildi.

G. Çapanoğlu- Ama, bir örgüt var mıydı?

Y. Kaya- Şimdi, bu arada Barzani’nin Irak’a dönmesi var. 14 Temmuz 1958’de General Kasım’ın yaptığı askeri darbe sonrası yapılan Anayasa’nın 2. maddesinde Kürtler için şöyle bir belirleme konulmuştu:’’Irak Kürtlerin ve Arapların ortak yurdudur’’, anlatabiliyor muyum? Barzani’nin dönüşü bütün Ortadoğu’daki Kürtleri hareketlendirdi. Birde çok enteresandı, o sırada Türkiye’de birçok olay oluyordu.. Mesela Asım Eren, işte ‘’Kerkük’teki Şahvar İsyanı’nda Hükümet bir şey düşünüyor mu? Mukabele-i bilmisil, yani karşılık vermek, Kürtleri burada katletmeyi düşünüyor mu?’’ gibi takrirler, önergeler vermişti hükümete. Sırrı Atalay’a hakaretler yapılıyordu. Biz İstanbul’daki Kürt gençleri 102 imza ile bunları protesto ettik. Diyarbakır Belediye Başkanı İhsan Koço’yu da protesto ettik. Menderes’in Amerika ‘ya gitmesi arefesinde, ona Diyarbakır fahri hemşehriliğini verip, işte ‘’bakın Kürtler sizinle birlikte’’ demek istiyordu.. Bizde bunları peyder pey protesto ettik ve protesto mektupları yazdık, telgrafları yazdık..

G. Çapanoğlu- Bunlardan birini siz yazmışsınız galiba?

Y. Kaya- Beraber de yazdık, ben de yazdım, başkaları da yazdı. İstanbul Üniversitesi’nde Kürt gençleri arasında müthiş bir hareketlilik vardı. Devlet tabii bunu izledi. Yani Türk devletinin istihbarat tarihine iyi bakmak lazım. Karakol cemiyetinden MAH’a, yani Milli Emniyet Hizmetleri’ne, oradan MİT’e. Türk devleti bu konularda müthiş denecek derecede becerikli olan, hele Kürtler konusunda becerikli olan bir devlet. Nitekim, bütün bu faaliyet sahalarına birer, ikişer tane ajan sızdırdı.

G. Çapanoğlu- O zaman, oraya geçmeden size Niğde Milletvekili Asım Eren’in protestosu ile ilgili soruyu yönelteyim diyorum. Hazırladığınız, protesto etmek amacıyla Medet Serhat’la birlikte hazırladığınız protesto telgrafı, daha sonra mahkemede delil olarak aleyhinize kullanılmış?

Y. Kaya- Bunların birçoğu delil olarak mahkemeye geldi.

G. Çapanoğlu- Neydi bu Kerkük Olayları, ondan sonra Asım Eren’in meclise verdiği önerge?

Y. Kaya- Kerkük’te General Şavfaf denilen Arap bir general, Irak devlet başkanı general Kasım’a karşı isyan etti. General Kasım’ı da daha sonradan öğrendim, Güneyli Kürtlerinden birisiydi. Ondan sonra, işte Asım Eren de, tam böyle Hitler bozması, Türk ordusunda Faşist olarak tanınan birisi. General Romel ismiyle de anılıyor. O zaman Meclise bir önerge verdi, ‘’orada Kürtler, Arapları, Türkmenleri katlettiler, burada da devlet Kürtlere bir katliam düşünüyor mu?’’

G. Çapanoğlu – Böyle bir olay var mıydı, yoksa?

Y. Kaya- Vardı, vardı..Bunlar olmuş olaylar.

G. Çapanoğlu – Yani, Kürtlerin, Türkmenlere karşı böyle bir şeyi oldu mu ?

Y. Kaya- Türkmenlere değil, Barzani güçleri, Kürtler General Kasım’a bu isyanın bastırılmasında yardım ettiler. Biz de Türkiye’de rehin olmadığımızı belirttik. O telgrafların ben de metinleri var. İnşallah yazacağım kitaba koyacağım. Bu telgraflarla sert bir şamar attığımız biliniyor.Bunlar birikince devlet gözetim altına aldı. Bu üniversitelerde neler dönüyor, neden Kürt gençliği, hiç o güne kadar kimse Kürt gençliği kelimesini kullanmamış, işte 102 imzalı Kürt gençliği ..

G. Çapanoğlu- Bu protestonun metni siz de var mı?

Y. Kaya- Ben de var, ben de bütün o belgeler var.. Onları inşallah 49’lar dosyası ile ilgili kitaba koyacağım.Öyle düşünüyorum.

G. Çapanoğlu- Neden size 49’lar diye bir isim takıldı?

Y. Kaya- Şimdi, efendim zaten bu tutuklama enteresan bir tutuklama, Celal Bayar’ın başkanlığında Köşkte bir toplantı yapılıyor. Milli Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Tevfik İleri ile birlikte bir toplantı yapılıyor. Orada MİT’in Cumhurbaşkanı’na verdiği bir rapor var. İşte Ergun Gökdeniz, sonradan Mardin Valisi olan Ergun Gökdeniz de bu operasyonu hazırlayanlardan bir tanesi.O Raporda deniyorki, ‘’Kürtlerin ileri gelenlerinden 1000 kişiyi toplayalım ve öldürelim’’. Fatin Rüştü Zorlu biliyorsunuz hem Kürttü, hem Bedirhaniler’dendi. Ben bunu çeşitli vesilelerle yazdım. Fatin Rüştü Zorlu diyorki, ‘’biz zaten 6-7 Eylül Olayları’ndan dolayı bütün dünyada rezil olduk, şimdi böyle bir katliama girişemeyiz. Bunların suçu varsa, 50’şer 50’şer tutuklayalım, mahkemelere çıkaralım, hesabını versinler’’. Onun için İstanbul’da eskiden 1. Ordu Merkezi Harbiye semtindeydi. Harbiye’de, orada 1951 tutuklamasında Komünistlerin yattığı, bizim yattığımız o hücrelerden 50 tanesini hazırlıyorlar ve 50 kişiyi tutukladılar. Tabii bir arkadaşımız hücrede donarak öldü. Mardinli Emin Batu, 49’ların ilk şehididir.

G. Çapanoğlu- Donarak mı öldü, hasta mıydı?

Y. Kaya- Donarak öldü, kötü bir kıştı, o hücreler yer altındaydı. Binbaşı Şevket, Sait Elçi , Mühendis Halis Yokuş hastahaneye kaldırıldılar. Ben hastahaneye kaldırıldım. Bu tecrit 129 gün, yani 4,5 ay kadar sürdü. Eğer 10 yada 20 gün daha sürseydi, herhalde 3-5 yada daha fazla kişi şehit olurdu orada. Yani, orada Emin Batu donarak öldü. Tabii ben onun da portresini yazdım, kaybolmasın diye. Benim ‘’Portreler’’ kitabımda Emin Batu ile ilgili malumat var. Onun ölümünden sonra biz 49 kişi kaldık, onun için 49’lar olarak anıldık. 10 kişi kadar da tuutuksuz olarak mahkemeye katılıyordu. Yani, bu yargılamalar bizim siyasi tarihimize de 49’lar olarak, öyle geçti.

G. Çapanoğlu- Hücre yaşamınıza tekrar geleceğim, ben şunu sormak istiyorum. İddianamede sürekli ‘’Kımıl’’ adlı bir şiirden bahsediliyor. Bu şiir neden bu kadar etki yaptı, içeriği neydi?

Y. Kaya- O Musa Anter’in yazdığı bir şiirdi. Daha doğrusu bir Kürt türküsüydü.’’Kımıl hati lo lo Apo..’’ diye. Bu ilk defa biliyorsunuz Kuzey Kürdistan’da Kürtçe’nin mucidi Musa Anter’dir. Böyle Kürtçe ilk başlayarak, azar azar, cümle cümle, satır satır Kürtçeyi kağıda döken Musa Anter’dir. Yani, Dersim Katliamı’ndan sonra, meşrutiyet dönemini hesaba katmıyorum. Bu ‘’Kımıl’’ şiirinden dolayı dava açıldı. Musa Anter o şiirden dolayı mahkum edildi. Sonra biz, o ‘’Kımıl’’ şiirini, bilirkişi raporu, mahkeme ifadesi ve iddianame ile birlikte bir kitap yaptık, o Musa Anter’in bir kitabıdır. Avesta yayınları arasında Musa Anter’in bütün külliyatı yayınlanınca bu kitap da yayınlandı.

G. Çapanoğlu- Bu şiir, Türk Devleti’ni neden bu kadar rahatsız etti?

Y. Kaya- Belki ilk defa Kürtçe bir şiirdi ve bir de siyasi içeriği vardı. O şiirdeki işte, süne yani kımıl enteresan bir şey, buğdayı yiyen bir böcek. Amerikalılar buna bir ilaç yapıyorlar ve Kürtler de ilaçlı buğdayı yedikten sonra bir yara çıkardılar. Musa Anter’in kitabında vardı, ‘’Kara Yara’’, kitaplaştırıldı o. Tabii bu bir başlangıçtı, devletin buna tahammülü olamazdı. Mümkün değildi.

G. Çapanoğlu- İddianamede hemen hemen bütün sanıkların şiir yazdıklarına ve bu şiirlerin de yargılama nedeni olduğunu görüyoruz. O dönem şiir, aydın kesimde çok mu etkiliydi? Yoksa 49’larda şairler çoğunlukta mıydı, şiir çok etkili bir araç mıydı?

Y. Kaya- Ben bu sorunuza şöyle cevap vereyim, bir kere 49’lar arasında şiir yazan çok az insan vardı, onu hemen düzelteyim. Birisi bundan 20 gün kadar önce Diyarbakır’da 104 yaşında ölen 49’ların büyük amcası Esat Cemiloğlu. Onun hücrede yazılmış bir şiiri var. Esmer dergisinin bu sayısında Şeyhmuz Diken o şiiri yayınladı. Diyorki şiirde, ‘’benim hücremden Ağrı, Zilan ve Tekman görülür’’. Anlatabiliyor muyum? Esat amcanın o şiiri meşhurdur. Hücrede yazdığı bir şiirdir. Esat amca, biliyorsunuz Paris’te okumuş, Emanullah Şah’ın kardeşi Zahir Şah’ı, bugün yaşayan Şahı teslim ettiği bir adam. Dünya çapında bir boksör, ziraat mühendisidir. Biz, 49’ların cezaevindeki büyük amcası, büyük antrenörü idi. Bir de Doktor Naci’nin yazdığı şiirler var. Evinde bulunmuş ve ‘’Cezayirli Cemile’ye’’ diye bir şiir yazmış..

G. Çapanoğlu- Ama, hemen hemen hepinizin üstünde bazı dörtlükler, şiirler bulunmuş. Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum?

Y. Kaya- O dörtlükler filan, yani Kürtçe dikkat çeken şeyleri herkes topluyordu. Ya biriktiriyor yada birbirine veriyordu. Doktor Naci de o şiirinde, yani ‘’Cezayirli Cemile’ye’’ de, işte Cezayir Savaşı’nı anlatıyor. Diyor ki,

‘’

rüyalarımda senin bombalı elin

ve miskin kahvede oturan hemşehrinlerinle,

Amerikalılar, tunçtan hürriyet abidesi yaparken,

Sen, Cezayir’in canlı abidesi,

insanlığın ayıbını yüzüne vuran asil Cemile’’.

G. Çapanoğlu- Hemen hepsini hatırlıyorsunuz?

Y. Kaya- Ben sabaha kadar şiir okuyabilirim.

G. Çapanoğlu- Şiire böyle bir sevginiz mi var?

Y. Kaya- Evet sevgim var.

G. Çapanoğlu – Evet, Şairlerle ilgili yan benim ilgimi çok çekmişti. 49’larla ilgili siyasi yana gelirsek. Hem benim araştırmamda dikkatimi çeken bir yan, hem de 49’lardan bazılarının yorumları şöyle; deniyorki, eylemlilikleriniz çoğunlukla piknik toplantıları, protesto telgrafları çekme ve sohbet düzeyleri ile sınırlı kalan bir çalışmaydı.Sizin açınızdan daha farklı bir düzey mi?

Y. Kaya – Bu doğru değil. Anlattım, 49’lar bir sürü siyasi faaliyet yürütüyorlar. Hem Diyarbakır’da, hem İstanbul’da ve hem de Ankara’da. Ankara’daki odak noktası Binbaşı Şevket Turan’dır, rahmetlik. İstanbul’daki odak noktası Ziya Şerefhanoğlu’dur, Örfi Akkoyunlu’dur ve Üniversite gençliğidir. Diyarbakı’da Musa Anter’dir, Canip Yıldırım’dır.

G. Çapanoğlu- Yani tesadüfen yan yana gelmiş 49 insan değil, bir örgütlülük mevcut muydu?

Y. Kaya- Tabii, tesadüfen olur mu.Tesadüfen kimseyi tutuklamazlar. Bütün bu saydıklarım siyasi faaliyet yapıyorlar. Piknik meselesini de ben size anlatayım. İlk defa biz birbirimizin kulağına fısıldayarak ‘’yarın, işte Karaköy Adalar iskelesinde buluşalım’’ dedik. Biz de bir korku vardı, gemiyi batırırlar, batırılır diye.. Bu buluşma ile biz ilk Newroz’u Büyük Ada’da kutladık. Rahmetlik Medet Serhat bir konuşma hazırlamıştı, konuşmasını yaptıktan sonra o kağıdı yaktık ve endişe içinde döndük İstanbul’a, evlerimize gittik..

G. Çapanoğlu- Bu nasıl bir Newrozdu?

Y.Kaya- Bu bizim hayatımızda ilk kutlanan Nevroz’dur. Piknikle bunun ilgisi yok.

G. Çapanoğlu- Biraz anlatır mısınız, çok ilginç gerçekten?

Y. Kaya –Tabii çok ilginç, ben bunu bir yerde yazdım, İlk Newroz diye. İlk Newroz’da, işte böyle korkular içinde Büyük Ada’ya, gözlerden ırak bir yere gidip, o çamların altında bir arkadaşımız konuşma yaptı. Bir çok insanımız Newroz’un ne olduğunu bilmiyordu, yani bir kere Kürtlerin Ulusal Bayramı olduğunu bilmiyordu. Karanlık günlerdi, kitap yoktu, bilgi yoktu.

G. Çapanoğlu- Demokrasinin D’si bile yoktu öylemi ?

Y. Kaya- Yoktu. Aydınlanma yoktu, hiç bir şey yoktu. Ve korkunç bir baskı vardı, Kürtlerin üzerinde de tabii. Bu şartlarda kutlanmış bir Newroz’du. Bugün ki gibi, milyonların geldiği bir Newroz değil. İşte o gün öyle kutlandı. Bir de bu işler hep belgeli , yani sohbet mohbet toplantıları filan değildir. İşte, bir sürü protesto telgrafları yağdırıyor gençler. Olaylara müdahale ediyorlar. Yani, açıkcası biz Kürdüz, burdayız, biz varız. İspatlamaya çalışıyorlar, ki nitekim öyle oldu. Bu bir politik harekettir. Bu politik hareketin, hem sosyolojik yapısını, hem aydın yapısını, hem politik ağırlığını Doktor Naci 49’larla ilgili İsveç’te yazdığı bir uzun makalede açıkladı. Ne kadarının Üniversite öğrencisi, ne kadarının işçi, ne kadarının iş adamı olduğunu belirtiyor..

İşte mesele bundan ibaret. Esasında, Kürt tarihinin faal döneminin başlangıcı olarak, bu meseleyi iyi yazmak, doğru yazmak ve tarihe mal etmek gerekli diye düşünüyorum ben.

G. Çapanoğlu- Gerçekten iyi bir çalışma olurdu. 49’lar davasında dikkat çeken bir olgu daha var. Daha doğrusu benim ilgimi çekti. Sanıyorum okuyucuların da ilgisini çeker. Ajanlık yapanların durumları. Onların verdikleri raporlarla yargılanmışlar 49’lar..İşte bunların arasında Ahmet Muşlu, Yasin Gültaş var, en çok bunlar gözüme çarptı. Aranızda çok rahat dolaşmışlar, konuşmaları, görüşmeleri rapor etmişler. Sizin şüphelendiğiniz başka ajanlar da var mıydı? Bunlar Kürdistanlı’ydılar bunu biliyoruz, Kürt müydüler?

Y. Kaya- Bakın bizim aramızda 6 (altı) tane ajan vardı. 49’lar içindeki ajanlar şunlardı; Ömer Aras, Nezir Bayram, Mustafa Akman, Yasin Gültaş, Ahmet Muşlu, Salih Battalgazi. Tabii bu faaliyetin içine MİT’in adam sızdırması olağan bir durum. Çünkü, o konuda Kürtlerin de bir tecrübeleri yoktu. Mesela, sonraki yıllarda da Kürt partilerine çok ajan sızdırılmıştır. Bunu siz bütün Kürt partileri için düşünebilirsiniz. Taa PKK’nin içine kadar. Evet, şimdi bunu tesbit etmek lazım. Biz mahkemede çok, belki eşi menendi (emsali)bulunmayan bir hakime rastladık. Cemal Kormaz. O zaman Ulus’ta, Askeri/Siyasi Mahkeme vardı. Biz orada yargılandık. Yani, casusların yargılandığı bir mahkemeydi. Özelliği vardı, özelliği de şuydu ; Askeri/Siyasi Mahkemede bir tek üye hukukçuydu, yani bir topçu Albayı ile bir levazım Yarbayı sizi asabilirdi. Askeri Ceza Yasası ve Yargılama Usulü Yasaları değişti, sonra bizim davamızda Genelkurmay’a, Genelkurmay Askeri Mahkemesine devredildi.Mahkeme MİT’e yazı yazarak bunların kimliklerini istedi, getirtti. Mahkeme bunların hepsini huzura davet ederek, yemin ettirdi. Zarfları açtı, ‘’bu rapor sana mı aittir’’ dedi, ‘’evet’’ dediler ve Raporu okuttu onlara. Böylelikle rezil-rüsva oldular,deşifre oldular. Mahkeme bunu başardı ve gerçekten Cemal Korkmaz eşi bulunmayan bir hukuk adamıydı. Sonradan, yıllar sonra ben onun da Kürt olduğunu öğrendim.

G. Çapanoğlu- Bir açıdan da şanslıymışsınız?

Y. Kaya – Asılabilirdik.

G. Çapanoğlu- Evet, bunlar bu ajanlar Kürt müydüler?

Y. Kaya – Hepsi aşağı yukarı Kürt’tü. Yasin Gültaş’ın Mardin’liydi, Arap mı, Kürt mü olduğu belli değil. Zaten Kürtçe bilmiyordu. İşte, bir kısmını İstanbul’daki öğrencilerin, bir kısmını Ankara’daki öğrencilerin, bir tanesini Binbaşı Şevket’in evine sokmaya çalışarak, yani misafiri kim geliyor, kim gidiyor diye kontrol etmek için. Ahmet Muşlu, Ziya Şerefhanoğlu’nun yazıhanesine gelip gidiyordu. Ben de, öğleden sonra fakülte de dersler olmadığı için, ben o zaman iktisat Fakültesi öğrencisiydim, Ziya beye yardım ediyordum. Ziya beye, ‘’bu adamın polis olacağını, ajan olacağını’’söyledim rahmetliye. Bana dediki, ‘’Kastro dedi,olsun bir şey olmaz, o da bilsin davamızı’’..

G. Çapanoğlu- ‘’Kastro Yaşar’’ olarak mı adlandırılıyordunuz?

Y. Kaya- Evet, Yaşar Kaya ismini herkes adeta unutmuştu.

G. Çapanoğlu- Nereden geliyor bu lakabınız?

Y. Kaya- Biz, bir gün Ziya beyin yazıhanesinde toplandık, Kürtlük iddiasında bulunan 102 üniversiteli, bir telgraf yazdık..Aşağı yukarı 15 kişiydik orada, bunu götürüp basına vermek gerekiyordu. Bize şu korkular aşılanmıştı, işte İran’da , Türkiye’de, Ortadoğu’da, başka geri kalmış ülkelerde polis jiple, arabayla vurur, suikastı işler ve öldürür. Ee o zaman bu telgrafı kim götürecek, basına dağıtacak? Ben gönüllü olarak çıktım ve dedimki, ben götürüyorum. Götürdüm, telgrafı dağıttım, kan ter ve korku içinde kaldım. O zaman 17-18 yaşında bir gencim, tecrübem de yok. Babı-ali’de gazetelerin hepsine dağıttım. Çünkü Babı-ali’yi tanıyan birisiydim. Geldim, herkes oturuyor .Yahu ‘’ne oldu’’ dediler? Dedimki, ‘’hepsini dağıttım’’. Sonra dediler ki, ‘’yahu sen Fidel Kastro gibi adamsın’’.

G. Çapanoğlu- Bu artık, sizin lakabınız olarak mı kaldı?

Y. Kaya- Bu artık bana lakap olarak kaldı. Geçenlerde benim oğlum bir kitapta rastlamış, ‘’yahu baba sen hiç söylemedin bunu , sana niye Kastro Yaşar diyorlar’’. Dedim ki, işte öyle diyorlar.

G. Çapanoğlu- Güzel bir lakap ama..

Y. Kaya- Ee ben çok faaldim, çevre biliyor, insanlar biliyor. Ele avuca sığmazdım ..Ben bir yerde yazdım, dedim ki ben ‘’40 sene evvel Kürt davasının bir militanıydım, şimdi de bir düşünen adamıyım’’.. Bunda abartma yok yani, gerçeği söylemeye çalışıyorum. O dönemin en ele avuca sığmaz gençlerinden birisiydim ben.

G. Çapanoğlu- Yine 49’lara dönersek, Diyarbakır belediye başkanı İhsan Koçak’ın Menderes’e fahri hemşehrilik vermesi sizler açısından o dönem protesto edilecek ve telgraf çekilecek kadar önemli bulunmuş. Neden bu kadar sizi rahatsız etti, sonuçta İhsan Koçak’ında yurtsever bir yanı varmıydı, yoksa o Türk sistemi içinde birisi miydi?

Y. Kaya- Yurtsever bir yanı yoktu, Elazığ’lıydı. İşbirlikçiydi. Diyarbakır’da belediye başkanı olmuştu. Zaten, Adnan Menderes, 27 Mayıs Askeri Darbesi olmadan önce Amerika’ya gitme hazırlıkları yapıyordu. Bu da, işte Adnan Menderes’e Diyarbakır fahri hemşehriliğini vererek, Amerika’ya karşı onu güçlendirmek istedi. İşte bakın Kürdistan’ın kalbinden, başşehrinden Kürtler size bağlılık telgrafları çekiyorlar. Sizi fahri hemşehri ilan ediyorlar. Biz de buna karşı çıktık , o telgrafların da metni var bende. İnşallah kitaba koyacağım. Biz İhsan Koçak’ı protesto ettik, bizim bütün bu protesto telgraflarımız mahkemeye delil olarak geldi. O zaman da çok ciddi deliller olarak değerlendiriliyordu.

G. Çapanoğlu- Sizin çalışmalarınız arasında ‘’İleri Yurt Gazetesi’’nin ismi sık sık geçiyor. Bu gazetenin fonksiyonu neydi, yeni bir gazete de düşünüyor muydunuz? Bize o dönemki basın/yayınla ilgili biraz bilgi verir misiniz?

Y. Kaya- Musa Anter Kürtlerin en eski gazetecisidir. Kuzey Kürdistan’da bu işin duayenidir. Musa Anter 1940’lı yıllardan sonra işte İstanbul ‘dadır. Hukuk Fakültesi öğrencisidir. Kendi yurdu vardır. Bir yığın talebeyi parasız okutmaktadır. Parasız okuttuğu talebeler arasında İlhan Selçuk ve Turhan Selçuk da vardır.

G. Çapanoğlu- Musa Anter o kadar zengin miydi?

Y. Kaya- Evet zengindi. Mesela öğrenci yurdunda bir yığın da fakir öğrenci okutuyordu. Dicle talebe yurdu Kürtler için bir ekol olmuştur. Musa Anter o dönemlerde İstanbul’ da ‘’Şark Postası’’ diye bir gazete çıkarıyor . Daha sonra Diyarbakır’a gidip orada ‘’İler Yurt’’u çıkarmaya başlıyorlar. ‘’İler Yurt’’ bir bomba gibiydi. Yani hergün biz de dört gözle bekliyorduk ki, yeni sayısı İstanbul’a gelsin, elimize geçsin diye. Onun 1945’li yıllarda çıkardığı ‘’Dicle Kaynağı’’nın ciltlerini karıştırırsanız, Musa Anter’in o zaman Alman büyük elçisi olan Von Papen’i İstanbul’daki Diyarbakır gecesine çağırdığını, Von Papen’in bir konuşma yaptığını ve iltifat ederek, ‘’siz Kürtlerin amcasısınız’’ diye hitap ettiğini göreceksiniz. Biliyorsunuz Von Papen Hitler’in sağ koluydu. Ben de bunu başka bir şekilde yazdım. O dönemlerdeki Kürt aydınlarının çok büyük bir bölümü, Almanya’nın yükselişine bel bağlıyordu. Nasıl olsa biz aynı ırkdanız, aynı ırk grubundan geliyoruz, belki bize de bir yardımı dokunur. Ben böyle bir eğilimin olduğunu yazdım.

G. Çapanoğlu- 49’lar olarak diğer parçalardan Kürtlerle veya Avrupa’daki Kürtlerle ilişkileriniz var mıydı?

Y. Kaya- Çok karanlık dönemlerdi. O dönemlerde diğer parçalardaki Kürtlerle bağlantı kurmak çok mümkün değildi. Ben Ziya beyin yazıhanesinde olduğum için bazı kişileri tanıdım. İşte o zamanlar, 1958’de, Kadı Muhammed’in oğlu Ali Gazi ve annesi, sonradan ben gördüm ve tabii elini öptüm Mina Gazi’nin, Yeşilköyden Almanya’ya gittiklerini, Medet ile birlikte uğurlamaya gittiklerini biliyorum bu bir. İkincisi, Ziya Şerefhanoğlu tutuklanırken yazıhanesinde Reşit Arif diye bir Kürt iş adamı var. Bu Kürt iş adamı o dönem Kürtlerin Vehbi Koçu’dur ve Barzani Hareketi’ne en büyük silah yardımı yapan adamdır. Polis diyor ki, ‘’Reşit Arif bey , -onun diplomatik pasaportu var- biz sizi tanıyoruz’’. Ben şimdiye kadar bunları yazmadım hiç bir yerde.

G. Çapanoğlu- İlk benim söyleşimde anlatıyorsunuz.Şanslıyım.

Y. Kaya– Evet. Polis ‘’Reşit Arif Bey buyrun gidebilirsiniz’’ dediğinde, Reşit Arif’in Türk polisine söylediği cevap şudur: ‘’Biz bunları Irak’ta çok gördük, neticede anlaşın, bu işler böyle olmaz’’deyip, çıkıp gidiyor. Şimdi bakın, Reşit Arif’i Pera Palas’ta bir grup öğrenci ziyarete gidiyoruz. Ben de dahil olmak üzere.O dönem Türk Devleti dış Kürtlerle buradaki Kürtlerin bağlantılarından müthiş ürküyordu. Bu ürkmeyi sonra, 1963’deki 23 Kürt Aydını’nın

tutuklanmasında da gördük. Çünkü 6 tane Güneyli arkadaşımız da o zaman bizimle birlikteydi. Yani,o dönem çok büyük temaslar yoktu. Tabii geçmiş var, Xoybun’un kurulduğu dönem Türkiye’den gidenler var. Ağrı İsyanı devletin hafızasındadır. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra İstanbul’daki Meşrutiyet dönemi Kürt aydınlarının büyük bölümü Suriye’dedir. Devlet MİT içinde, Milli Emniyet içinde -o zaman MİT değildi- bir Kürtçülük Masası yaşatıyor, kuruyor ve bu Kürtçülük Masası’nın son şeflerinden birisi de Ragıp Karduş diye bir adamdı. Siz belki hatırlamazsınız, televizyonda spiker olarak çalışan sarışın bir kız vardı, neydi adı Mine Karduş muydu ne, işte onun babası. Neyse. Bunlar işin teferruatı. Yani, Kürt Masası her zaman faaldi, Kürt Masası her zaman Kürtleri ve Kürtçüleri tabir caizse takip ediyordu. Bu aktivite vardı.

G. Çapanoğlu- Yani uluslararası bir ilişkiniz de yoktu o dönem?

Y. Kaya- Kolay değildi, o dönemler telefon yoktu, televizyon yoktu, ondan sonra nasıl olacak ilşkiler. Avrupa’ya ancak çok zengin bir adam gidip gelebilirdi. Ben 32 yıl sonra pasaport alıp yurt dışına çıktım, o da gazetenin sahibi olmamdan dolayı. Birinci sahifeden haber yaptılar. Birbirine girdi, Ankara, İçişleri Bakanı.. Ben 32 sene sonra pasaport alabildim. İçişleri Bakanı o zaman şeydi, nedir bu bizim Bitlis müdürü.

G. Çapanoğlu- Bir sorum da şu: Mehmet Bilgin’e açılan bir hesap numarası var. Bu hesap, mahkemede, iddianamede belirtiliyor ama hiç kimse para yatırmamış. Bu ne amaçla açılmıştı. Gerçekten bu amaçla mı açıldı, yoksa başka amaç mı vardı?

Y. Kaya- Bu Mehmet Bilgini hiç tanımıyoruz. O çok sonradan 49’lar davasına dahil edilmiş bir binbaşı. Kimse yüzünü görmemiş, bu hesap açılmış kimse onu da bilmiyor. Bu adam hakkında her zaman 49’larda şüpheler olmuştur. Haklı olarak şüphe uyandırmıştır. Bizim tanımadığımız bir adamdır. Hiç bir tek gün mahkemeye gelmedi. Ve yüzünü de görmedik.Savunmaya gelmedi.

G. Çapanoğlu– Çok ilginç gerçekten.

Y. Kaya- Evet ilginç tabii. Aynı zamanda bu Bilgin Ailesinden biliyorsunuz.

G. Çapanoğlu- Barzani’nin başka ülkelerle ilişkileri gibi, sizlerin de olabildi mi? Hani Rahipler vasıtasıyla .O dönemler bazı ilişkiler oluyordu?

Y. Kaya- O dönem çok rahat bir dönem değildi, korkulu bir dönemdi, karanlık bir dönemdi. Türkiye’de yaşayan bir Kürdün uluslararası teşkilatlarla, partilerle, siyasilerle temas kurma ne imkanı, ne de fırsatı vardı. Dedim ya, çok zengin bir insan ancak Avrupa’ya seyahat yapabilirdi.

G. Çapanoğlu- Türkiye açısından da çok karanlık bir dönemdi yani?

Y. Kaya- Türkiye açısından tabii, Türkiye’nin tarihini iyi bilmek lazım. Kürtler eğer tarih bilincine erişmek istiyorlarsa, Cumhuriyet’ten bugüne bu 80-85 yıllık tarihi, çok iyi bilmek zorundalar. Kürt Sorunu açısından. Ben biraz bu konulara eğildim. Yani, Tek Parti Dönemi, Demokrat Parti Dönemi, Demirel Dönemi, Turgut Özal Dönemi, anlatabiliyor muyum?

G. Çapanoğlu- Şöyle bir konuya girmek istiyorum. Anter ‘’Hatıralarım’’ adlı kitabında 49’lar Davası’nda Siyasi Savunma yapmadıklarını bunu bir cümle ile bir hata olarak değerlendiriyor. Sizce böyle mi, yoksa gerçekten idam edilme tehlikeniz var mıydı?

Y. Kaya- Musa Anter’in hatıralarında..Bu cümleyi ben şu anda hatırlıyamıyorum. Evet, önsözünü ben yazdım o kitabın. Kendisi çok arzu etti. En yakını olarak. 49’lar Davası’nda siyasi savunma vardır. Şöyle vardır. İdamla yargılanmamıza rağmen, hüvviyet tespiti yapılırken, hepimiz ana dilimizin Kürtçe olduğunu ve Kürt olduğumuzu da söylemişiz. O Kuzey Kürtleri tarihinde ilktir. Sonra Kürtlerin Kültürel haklarının olduğunu, birçok arkadaşımız söylemişizdir. Sonra, devletin Kürtlere yaptığı baskıyı anlatmışızdır. Mesela, sizin dikkatinizi çekmiş Yusuf Kaçar diye birisi radikal şeyler söylemiş diyorsunuz. Yusuf Kaçar’ın bizim protestolarımız içinde, Celal Bayar’ın tutumu için mahkemede söylediği bir söz var. Hakime dediki, ‘’efendim Celal bayar Dersim için, ben Dersim’liyim, Dersim İsyanı’nda ‘Zihayat kimseyi bırakmayın’, canlı kimseyi bırakmayın diye General Abdullah Alpdoğan’a telgraf çekmiş bir adamdır. Ben nasıl kendimi emniyette hissedebilirim. Biz bunları yaşamış bir kuşağın çocuklarıyız’’.

G. Çapanoğlu- Siz o dönem genç bir yaştaydınız, bulunduğunuz hücre çok kötüymüş, altından lağım geçiyormuş, yatamıyormuşsunuz. Üstelik 4,5 ay sürmüş bu hücre yaşamınız. O günleri biraz anlatabilir misiniz?

Y. Kaya- Tabii bunlar çok uzun hikayeler. Bizi tutuklayıp, Türkiye’nin dört bir tarafından askerler de dahil olmak üzere, tutuklayıp getirip oradaki hücrelere koydular. Musa Anter’i Diyarbakır’dan, Yavuz Çamlıbel’i Kars’tan, Halil Demirel Yedek Subaydı onları getiriyorlar. Binbaşı Şevket asker Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde, ondan sonra Yüzbaşı Selim Kılıçoğlu Cıbranlı Halıt Bey’in akrabası İstanbul’da oturuyor şimdi.. Sonra, beni de tutukladılar Üniversitede, aldılar götürdüler.Ben birdenbire kendimi, yani bunu bazen şöyle abartıyorum, Abdulhamit’in Sarayı İstanbul’da Boğaziçi’nde okumuşken, karakol nedir bilmezken, kendimi bir hücrede gördüm. Çok dehşet bir şey. Ondan sonra sabah uyandım, Doktor Sait Kırmızıtoprak bağırıyor ‘’Medet, Medet,

bak Kastro’yu da getirmişler’’ diyor. Sait Kırmızıtoprak benim yanımdaki hücredeydi. Musa Anter anlatıyor, ‘’biz 40 kapıyı nasıl kırdık’’. Hücre kapılarını, direnişi, ben de anlatıyorum onu hatıralarımda. Hücrem işte öyleydi, lağım geçiyordu. Bir tahta vardı, karyola filan değildi. O tahtanın üstün de bile oturmak mümkün değildi. Şilte dedikleri şeyi de Musa Anter tarif ediyor, ‘’kömür yığını, ot yığını’’. Ona askeri dilde Hek diyorlar. Diyor ki, ‘’çocuk oturamıyordu bile’’, doğru. Ben o hücrede paratifo oldum. Doktor Naci biliyor, biz hücreden çıktıktan sonra beni askeri hastahaneye kaldırdılar. Ben orada mikrop kapmıştım.

G. Çapanoğlu- Lağımın aşağıdan aktığını görüyordunuz?

Y. Kaya- Tabii, geçiyordu. Bir de mesela bulgur pilavı veriyorlardı. Hastaydım, hem de miğdem hastaydı, ben çok narin yapılıydım, aileden de öyle. Ben o pilavı döküyordum yere, o iki tane büyük kedi gibi fare gelip yiyorlardı, bitiriyorlardı. Benim gözüme bakıyorlardı. Ben de onların gözüne bakıyordum. Pilav bitince yürüyorlardı.

G. Çapanoğlu- Çok zor günler geçirmişsiniz?

Y. Kaya- O hücre anlatılmaz bir olaydır.

G. Çapanoğlu- Onları çıkacak kitabınızda anlatıyor musunuz?

Y. Kaya- Biraz anlatıyorum.

G. Çapanoğlu- Orada en ilginç hatıranız neydi?

Y. Kaya- En ilginç hatıralarımızdan birisi şu; Doktor Sait Kırmızıtoprak o zaman nişanlısı, sonradan hanımı olan İsmet Hanım yiyecek getiriyor. Benim hasta olduğumu biliyor Sait, ben açlıktan ölmeyeyim diye, tuvalete giderken mazgaldan bana ufak bir torba attı. O torbanın içinde baktım iki tane köfte, biraz ekmek, bir tane de yumurta var. Yumurtanın üstüne İsmet Hanım yazmış, ‘’Sait, pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım’’. Bana moral oldu o yiyecekler. Anlatabiliyor muyum. Böyle hatıralarımız var. Bir anı daha, bir gece evvel Sait Kırmızıtoprak anlatıyor, Medet diyor ‘’Ben ve Yaşar Çamlıca Kız Lisesi’nin şiir gecesine gittik. Ertesi gün de birbirimizin yüzüne vurduk’’..Yani enteresan olaylar, enteresan şeyler. Ama, hepsi büyük bir tarih birikimi..

G. Çapanoğlu- Ama bunları okuyacağız sizden, yazdıklarınızdan değil mi?

Y. Kaya- Eğer ömrüm vefa ederse tabi.

G. Çapanoğlu– 49’ları gerçekten yazmak gerekiyor. Çünkü bakıyoruz fazla bir kaynak yok?

Y. Kaya- Kaynak yok, evet. Askeri iddianameleri kitap halinde bastırmanın anlamı yok. Bir defa gerçeği anlatmak gerekli. Tarih ve hatıra yazarken, haksızlık yapmamak gerekli diye düşünüyorum ben.

G. Çapanoğlu- Bazı kişileri sormak istiyorum. Ziya Şerefhanoğlu lider pozisyonunda biri miydi sizin içinizde? Ve yaşantısı çok ilginç, bir kitapta okudum en son 23’lerden sonra terkediyor Tükiye’yi. Sonra Beyrut’ta yaşıyor ve orada ölüyor galiba?

Y. Kaya- Evet, lider pozisyonunda bir adamdı. Ziya beyin kişiliği enteresandı. Onun en yakınlarından bir tanesi de benim. Beni, tabir caizse gözü gibi seviyordu. Ben onun bir çok hayatına da vakıfım. Musa Anter ölmeden evvel bir dergide açıklamada bulundu. İstanbul’da..Dediki, ‘’biz 5-6 kişi; Ziya Şerefhanoğlu, Adil Şerefhanoğlu, Musa Anter, Eczacı Besim, Yusuf Azizoğlu, Mustafa Remzi Bucak, bir araya geldik, 1945’lerde Kürdistan’ı Kurtarma Cemiyeti kurduk’’. Ben akşam evine gittim, dedim ki, ‘’niye bunu açıklama gereği duydun’’. Dediki, ‘’Yaşarcığım, benim bütün arkadaşlarım ölmüş, ben bunu anlatmasam güme gidecek. Gelsinler beni de öldürsünler. Ama yeterki siz bilin ‘’dedi. Musa Anter, bu olayı 1991 de deşifre etti.

G. Çapanoğlu- Kendisi o dönem İstanbul’da mıydı?

Y. Kaya- O dönem İstanbul’da mı değil mi bilemiyorm. Ziya bey, bir Avukat’tı. Çok güzel giyinen biriydi. Devam edelim, işte Ziya beyin böyle bir kişiliği vardı. Bu eski Kürt kuşaklarının özellikleri var. Mesela ben yazdığım bir kitabımın arkasında diyorum ki, ‘’Musa Anter Meşrutiyet dönemi aydınları ile benim kuşağım arasında canlı bir köprüdür. Ve bu köprü tektir.Onların kültürünü bize Musa Anter taşımıştır. Ve Kürt halkının çocuklarının lider olarak yetişmesi için ömrünü vermiştir’’ . Bu gerçeği de ben ilk defa dile getiriyorum. Lider yetiştirme, yani hocalık, mürebbi, ağabey ve baş eğmeyen bir ihtilalciydi Musa Anter.

G. Çapanoğlu- Musa Anter’le ilgili bilgimiz var. O bizim dönemde de yaşadı. Ziya Şerefhanoğlu ve diğerlerini hiç tanımadık. Benim çok ilgimi çekmişti, Yusuf Azizoğlu’nu sormak istiyorum.

Y. Kaya- Evet, onlar Ekrem Alican ile birlikte Yeni Türkiye Partisini kurmuşlardı.YTP seçime girdi ve aşağı yukarı 20-25 milletvekili çıkardı. Yusuf Azizoğlu da o partinin Genel Başkan yardımcısıydı. Ali Karahan o partiden Hakkari Milletvekili olarak seçildi. Kemal Badıllı Urfa’dan milletvekili oldu. Onun için ben bir yazımda, bu Yeni Türkiye Partisi’ni Kürtlerin ilk legal partisi diye nitelendirdim, adlandırdım. Yanıldığımı sanmıyorum.

G. Çapanoğlu- Siz söyleşinin başında diyorsunuz ki, Dersim Katliamı’ndan sonraki sessizlik Kürdistan’da 49’larla bozuldu. Bize bunu değerlendirir misiniz?

Y. Kaya- Bakın 49’ların mahkemesi 10 yıl sürdü. 10 Yıl sonra bizler mahkum olduk. Yattığımız cezayı düştüler, birçoğumuz sürgüne gittik. Ben Konya’ya sürgüne gittim, orada çok değerli Kürtler tanıdım, onlardan bir tanesi de Cemşit Bender’dir. Yani Mehdi Halıcı. Benim çok sevgili ağabeyim, dostum. Evet yargılanmamız 10 sene sürdü. Ve 49’ların içinden çok önemli faaliyetler çıktı. Mesela Sait Kırmızıtoprak bir parti kurarak bu uğurda canını verdi. Sait Elçi parti kurarak bu uğurda canını verdi. Ziya Şerefhanoğlu senatör oldu ve bir sabah kimseye haber vermeden Beyrut’a gitti, sonra orada vefat etti. Yani, Kürt tarihinde iz bırakmadan gitti diyebilirim. 49’ların içinde en küçüğü bendim, benim de İstanbul’da Kürtlerin efsane gazetesinin çıkmasında büyük emeğim var. Kimse inkar edemez. Özgür Gündem bu.

Ben DEP başkanlığı yaptım. Geldim Avrupa’ya Sürgünde Kürdistan Parlamentosu başkanlığı yaptım. 6,5 sene, üç dönem. Yani bu benim 10 yılımı aldı, beni çok yordu.

Ondan sonra, 49’ların içinden çıkan, siyasi parti kuran arkadaşlar kendilerini tekrar mahkemelerin önünde buldular. Sait Elçi’ler Antalya’da yargılandılar. Bunların içinden Musa Anter gibi bir fikir adamı çıktı. Doktor Naci gibi bir cerrah çıktı. Yani bu jenerasyonun devamında 49’ların büyük birikimi var. Bunlar şu anda benim aklıma gelenler.

G. Çapanoğlu- Emin Kotan’dan pek bahsedilmiyor, onu hatırlıyor musunuz ? Hayatı ile ilgili fazla bir bilgi yok?

Y. Kaya- Emin Kotan bizim yaşlı bir amcamızdı. Biz hücreden çıktıktan sonra tanıdık. Namuslu , dürüst, hiç bir zaman of demeden yatan birisiydi. Mahkemede de çok iyi ifadeler verdi. Tahliyeden sonra her birimiz bir tarafa dağıldığımız için, birçok zaman rabıtamız kesildi. Ve kendisini rahmetle anıyorum.Çok mert, çok cesurca ifade verdi, samimi bir Kürttü.

Bütün bu ve benzeri unsurların biyografilerini yazmak için iyi bir araştırma yapmak lazım. Ben Kürt Portrelerini yazdım.

G. Çapanoğlu- Son olarak 49’larla ilgili yeni kuşağa, Kürt gençlerine ve genel Kürt Kamu Oyu’na ne söylemek istersiniz?

Y. Kaya- Ben şu anda 49’ların en yaşlılarından biriyim. Şunu söylemek istiyorum. Politika yapmak niyetinde olanlar için Turgut Özal’ın güzel bir lafı var ; diyorki ‘’politika yaptın mı iki cübben olacak. Birisi idamlık birisi bayramlık’’. Gözönüne alsınlar. İkincisi dürüst olmak lazım. Yani, karınıza, çocuğunuza ve evinize dürüst olduğunuzdan daha fazla ulusunuza, halkınıza karşı dürüst olacaksınız. Yoksa siz yürütemezsiniz. İçimizde bu aşk olmazsa bu işkencelere, bu sürgünlere, bu hücrelere, ben Türkiye’de 18 tane hapishane gördüm, bunlara dayanamazsınız. Bu işe ya başlamıyacaksınız, başladınızmı da bunun neticesini getirmek gerekli.Ulusal Kurtuluş Hareketi mukaddes bir harekettir. Canlı ölmeye hazırsın. Bunda hırsızlık olmaz, aldatmaca olmaz, namussuzluk olmaz, yalan söylemek olmaz, anlatabiliyor muyum? Çocuklarıma da söyledim, babamız bir gazetenin sahibi oldu, parlamento başkanı, parti başkanı oldu diye düşünmeyin.

Evet, Türkiye’de büyük gazete bir sahibi olmak önemli.Parti başkanlığı dönemimde Demirel’le, Cindoruk’la görüşmem önemliydi. Mehmet Sincar’ın cenazesi büyük olaylar.

Bütün bunlar bir kenara, ben yeniden hayata gelirsem kendi yaşamımı, kendi hayatımı yaşamak isterim. Çünkü, ben halkıma karşı yanlış bir şey yapmamaya gayret ettim. Onurumla yaşamaya gayret ettim. Onun için mutluyum, memnunum.Bundan sonra yapacağım şeyler, belki deniz kenarında dostlarımla balık yemek ve bir duble rakı içmektir.

G. Çapanoğlu- Ben bu söyleşiden dolayı size teşekkür ederim

Y. Kaya- Ben teşekkür ederim.

25 Mayıs 2006

Yaşar Kaya’nın Biografisi

1938’de Iğdır’da doğumlu. İlk ve Orta Okulu Iğdır’da bitirdi. Daha sonra İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesinden mezun oldu.

Kürt Siyasal tarihine 49’lar olarak geçen olay nedeniyle 1959’da tutuklandı ve 1961’de cezaevinden çıktı. 49’lar davası 10 yıl sürdü, yargılama sonucu aldığı sürgün cezasını da 8 ay olarak Konya ilinde tamamladı.

1963 yılında İstanbul’da Musa Anter’le birlikte DENG Dergisi’ni çıkardı. Kürtçe ve Türkçe yayınlanan Deng’in Yazı işleri Müdürlüğü’nü yaptı. Bu yayından dolayı da tutuklandı ve İstanbul Sultanahmet Cezaevi’nde bir süre kaldı. Tahliye olduktan sonra aynı yıl 23 Kürt Aydını ile birlikte

yeniden tutuklandı ve 1964’te tahliye oldu.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini 1965 yılında bitirdi ve aynı yıl yedek subay olarak askerliğe gitti, ama ‘’sakıncalı piyade’’ olarak tam 24 ay sürgün alayı’nda askerlik yaptı..

1968 -79 yılları arasında İstanbul’da Siemens firmasında çalıştı. 1984’te kendi firmasını kurdu ve yönetti. 1987’de bir İtalyan şirketinde genel müdürlük yaptı.

1991’de İstanbul’da kurulan Kürt Enstitüsü’nün ve Kürt Kültür Vakfı’nın kurucularındandır.

31 Mayıs 1992’de yayına başlayan ‘’Özgür Gündem’’in imtiyaz sahipliğini üstlendi.

7 Mayıs 1993’te kurulan, Demokrasi Partisi (DEP)’nin kurucu Genel Başkanı’dır. 27 Haziran 1993’teki kongresi’nde 2. kez DEP Genel başkanlığına seçildi.

15 Eylül 1993’te Erbil’de KDP (Irak Kürdistan Demokrat Partisi) Kongresi’nde ve Bonn’da yapılan yürüyüşteki konuşmalarından dolayı tutuklandı. Üç ay tutuklu kaldı ve 7 Aralık1993’te tahliye edildi.

12 Aralık 1993’te yapılan DEP Kurultayı’nda bu kez onursal başkanlığa seçildi.

1994 yılında ise Avrupa’ya çıktı.DEP ile ‘’Uluslararası Dayanışma Bürosu’’ Başkanlığını yaptı.

12 Nisan 1995’te kurulan ve 26 Eylül 1999’da ‘’Ulusal Kongre’’ye katılıncaya kadar varlığını sürdüren ‘’ Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’’nun da Başkanı’dır.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Dünya Gazeteciler Federasyonu (FİJ) üyesi olan Yaşar Kaya, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından 1995’te yılın gazetecisi seçildi. Amerikan Gazeteciler Birliği (ASNA)’nin Teksas’ta yapılan toplantısında ‘’Kürt Sorunu’’nu anlattı.

Birçok Gazete de köşe yazıları yazdı. Halen Avrupa’da yayınlanan ‘’Özgür Politika’’da köşe yazılarına devam etmektedir.

Yayınlanmış, ‘’ 23 Kürt Aydını, Türk Solu ve Siyaseti, Kürt Portreleri 1-2, Polemik Yazıları, Erbil-Venedik hattı, Kürt Bilgesi Musa Anter, Gotin, Özgür Ülke yazıları, Gündem Yazıları’’, adlı kitapları bulunmaktadır.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar