KUZEY KÜRDİSTANLI AYDINLAR, GÜNCEL/SOMUT PROGRAMLAR VE KEMALİST ÜMMETÇİLİK ÜZERİNE Mümtaz Kotan 2004

1. November 2015 | Von | Kategorie: Araştırma, Belgeler

kemü

Türkiye’de, Kuzey Kürdistan ve bir bütün olarak Kürdistan mücadelesinin programatik hedefleri eskisinden daha ustaca karartılmaya ve tarih bilincimizin ise bir daha ayağa kalkmamak üzere köreltilmeye uğraşıldığı zalim bir geçitten geçiyoruz. Anlayacağınız, „Uzun İnce Bir Yoldayız“ söylemi hala anlamını koruyor gibi.. Herkes kafasına estiğini istediği biçimde kullanmaya, açıklamaya çalışıyor.

Bu aşamada ağır bir yenilgi yaşadığımız besbelli. PKK ile özdeşleştirilen son 20 yıl hemen bütün TC yetkililerince yok sayılmaya başlandı. Evet,onun şahsında sürüklendiğimiz bu ağır ve o kadar da haksız, adaletsiz yenilginin en zor yanı da, PKK’nın bu süreci keyfince geride bırakıp, daha net ve TC’yi haklı kılan programlarda tümüyle olmasa bile çoğunlukla onun yanında yer almış olmasıdır. Artık istenilen biçimler de kullanılabilen bir araç haline dönüşmüş durumda. Elbette, PKK’nın bütün militan ve kadrolarını bu belirleme içinde ele alamayız. Her şeye karşın PKK ile özdeşleştirilen bu yenilgi sürecinin de adını mutlaka koymamız gerekiyor. PKK’lı eski/yeni militanlar yada kadrolar insaflı durmak, kendi dışındakilere yıllardır söylediklerinde geri adim atmak,özür dilemek zorundalar. Elbette PKK dışındakilerin eksiklikleri ve yanlışlarının göz ardı edilmesi de gerekmiyor.

Şimdilerde İmralı’da bulunan ve PKK’nın „tapınılan“ lideri resmi söylemlerinde sık sık TC’yi haklı kılan savunmaları ile yenilgiyi tescil de ediyor. Son günlerde daha da ileri giderek “programlar oturdu” diyor, Kürtlere çağrılar yapıyor “eşeklik etmeyin” de diyor. Bu da geldiğimiz yeri ve PKK’nın duruşunu açık gösteriyor. Diğer Kürt hareketlerinin, aydınlarının yapacağı buna seyirci olmak değil karşı koymaktır.Ama bir şey yapmıyorlar,yapamıyorlar, yapamıyoruz. El hak aydınlarımızın büyük bölümü dedikodu ve birbirlerini çekememek ile meşgul. Hele internet kanallarında takma adlarla dolaşan bir iki meddah da oraları panayıra çevirmişler. Oysa aydınlarımız, siyaset biliminin gereklerine uygun bir tavır geliştirmek, bunu yaparken de “kabadayı” kesilmemek, onu yada yirmi yıllık gelişmeleri de küçümsememeyi bilmelidirler.

Yenilgi zor, şartlar kötü ama küçülmüş gruplar ve tek tek aydınlarımız, ulusal kurumlarımız, ulusal bir program etrafında durmak, hiç olmazsa koşulların dayattığı programları gereği gibi savunmak ve bunun mücadelesini vermek zorundalar diye düşünüyorum. Evet, bu mücadele son derece zor ve büyük efor istiyor, bundan önceki dönemden daha ağır olduğu da bir gerçek..

Eğer, Kürt aydınlarında biraz namus varsa ve PKK’ya, Öcalan’a yada başkalarına dönük eleştirilerinde ciddi iseler bu dönemi baştan savamazlar.Çünkü, eleştiri bedavadır, kolaydır ve aydınlarımız eleştiriyi çok severler.Böylesi içinden çıkılmaz geleneği içimize yerleştirmede en büyük günahkar ve pay sahibi de aynı zamanda PKK.(…) Ama, kimse eleştirdiğini düzeltmede, onun yerine gerekli olanı koymada ortada gözükmez..”Eskiden” “illegal” olanlarımız “legal duruş” göstererek her türlü eleştiri özgürlüklerini kullanırlardı.“Evliya cinsi” olan bu tür insanlar bütün sorumlulukları ve çalışmayı da başkalarına yıkmada çok başarılıydılar. Kimse onları görmesin, bilmesin ve hesap soramasın isterlerdi.. Şimdi “imaj değişikliği” oldu, bu kez tersine legal olanlarımız “gizlenmeye” başladılar. Mücadeleyi kancık yöntemlere ve yalan mekanizmasının çağdaş versiyonlarına bağlayarak, her türlü pislik üretmeye çalışıyorlar.. Düşlerini süsleyen Türkiye maceraları, anıları ve bitmek tükenmez “uzun gecelerin” sesli görüntülü Ukrayna dilberleri ile saatlere varan İnternet sohbetlerini ört bas etmenin bir yanı da takma adlarla her önüne gelene veryansın etmede duruyor.(…)Bunlar, mangalda kül bırakmayan aydınlarımız keşke burjuva olabilselerdi.. Ama maalesef azınlık da olsalar bizim küçük burjuvalarımız. Markacı, kaçak dövüşen ,hain, dönek ve de bozguncu takımı. Demokrasi kültüründen uzak, nesilleri tükenmeye yüz tutmuş bu Türk “Solu” patentli takım için Küçük burjuvalar dememek için çok zorlandım, özen gösterdim ama olmadı..

Kürt aydınları arasında eskisine göre programatik mesafelerin çok daraldığını kabul etmeliyiz. Ancak,ulusal bir platforma, programa çıkmamız için daha da yakınlaşma zorunda olduğumuz bu zor boğazdan geçerken, yukarıda sözünü ettiğim bozguncu, kendi dümenine bakan, emir komuta altındaki erat takımına da dikkat etmek gerekiyor.(…)Hepimiz bunlardan bir ikisini tanıyoruz,ama bütün bir KÜRDİSTAN için genelleme yapamayız.Bunlar azınlık da olsalar, aslında bütün çabaları kendilerini tartıştırmamaktır. Bunun için pusulara yatan, saldırgan, teşhirci ve iftiracı olan TC’nin bu yeni gönüllü misyonerlerinin işleri şişiren, abartan yanları da aldatıcıdır. Onların ortak özellikleri hiç bir dönem mücadele içinde gereği gibi olmamaları ve bedel ödememeleridir.. Her dar boğazda sıyırmasını becerdiler.Çok laf etmede ve “bilimsel” görünmede de “başarılarına” diyecek yok.(…)

Buraya bir parantez açarak, konunun anlaşılması için tarihsel süreç bakımından kısa bir belirleme gerekiyor.

Bugün gelinen yer itibariyle, tartışılandan daha ileri olmak kaydıyla Kürt Sorunu’nun çözüm önerileri Türk Burjuvazisi tarafından kendi programı ve çıkarları gereği de olsa her zaman önemsenmiş,ama Kemalizm’i asla aşamamıştı. Gerek Türk Sanayi/İşadamları dernek ve birliklerinin münferit, gerekse bir bütün olarak „Türk Burjuvazisinin“ zaman zaman öneri ve raporları hatırlardadır. Onlar her zaman KÜRDİSTAN’I bir pazar olarak ele aldılar,ama oraya giremediler. Kemalizm kendi bilmişliği ile sınırlı Türkiye dışı sermayeyi alana soktu, ama Türk burjuvazisini sokmadı.Devlet teşebbüsleri ile bölgeyi elde tutmayı, denge sağlamayı yeğledi. Bütün karayolları,hava limanları,demir yolları,orman işletmeleri,eğitim,sağlık alanları vb..’yi de askeri kod ve şifrelere bağlayarak idare etti.

Yeni dönemin projeleri de hep ağırlıklı diğer devlet yatırımlarıdır. Dolayısıyla Kürt Burjuvazisi hiçbir zaman devlet içinde Türk Burjuvazisinin bir parçası bile olmadı, olamadı. Ama, Türk “Solu” ve “Sosyalist” hareketi ve sözcüleri de bunu adlandırmadı,hiç bir zaman Kürt Burjuvazisi demedi,onlara işbirlikçi gözüyle baktı..Kürt demokratlarını,solcularını ve yurtseverlerini de utangaç taklitçiler olarak biçimlendirip, „bilimsel önermelerle” bir tekerlemeyi de onlara dayattı,durdu..Nihayet Kürt burjuvazisi kendi yapısal zorunlulukları yerine devletin Acentelerinin komisyoncuları olarak gelişti, giderek Türk siyasal partilerinin çıkar ilişkileri içinde palazlanarak, esas sorunun çözümü için alternatif ulusal bir sınıf olamadı.Ya Türk siyasal mafyasının yada devletçi geleneğin misyonerleri,dama atları olarak kaldı.. Türk proletaryasının gücü bölünmesin diye Kürt proletaryasına da ad takılmadı,takılmasına müsaade edilmedi. Elbette burjuvazisi olmayan bir proletarya yada emekçi sınıfta olamazdı,olamadı da.

Giderek yerleşen Kürdistan kavramı ve ona bağlı Kürdistan Küçük Burjuvaları, Demokratları, Marksistleri, Proletaryası, Yurtseverleri, Ağaları, Beyleri, Burjuvaları vb.’ de Kürt Ulusunun bütün öğelerini isimlendirmekteydi. Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayini onun egemen ulustan ayrılarak, bütün öğeleriyle birlikte kendi ulusal devletini kurmasının gereğini ifade ediyordu. Tabir caizse Kürt Ulusu “boşanma hakkını” kullanmak, ayrılmak istiyordu. Türk Devletinin “esas sahipleri” Kemalistler onun, “Sosyalistler” de “enternasyonal” görevleri nedeniyle Türk proletaryasının “bölünmesine” müsaade etmeyerek aynı kapıya çıktılar..

Kürt Ulusal Sorunu’nun Burjuva zorunlu çözümü, Marksist öngörüler gereği yapılmasına ve Sovyetlerdeki ulusal sorunun iğdiş edilen pratik yanlış görüntülerini reddetmesine karşın aforoz edildi. Hatırlanırsa 1977’lerde Türk “Solu” ve özellikle Kürt “Solu” süreç içinde bizlere kulp takarak, „burjuva milliyetçiliği, Barzani uşaklığı“ gibi suçlamalarla doğruların karartılmasına çalışmışlardı.

O dönemler 1978’lerde içimizdeki ayrılıklar da bundan olmuştu.Bize dönük 1.Tasfiye Hareketinde, haksız ve adaletsiz bir biçimde, o gün için sorumluları “belli olmayan” yerlere savrulan birçok arkadaş,”solculuklarından” “utanma” ayağına sürecimizi berbat ettiler.(…)Kürt burjuvazisinin gelişmesi için aday olan ağa ve beyler de hedefe konuldu. „Utandığımızdan“ bunlar „hedef değil engeldir“ dediğimiz zaman, bu cesaretimiz nedeniyle üzerimize çullandılar. Aslında engel bile değildi, gerekliydi.Bölgemiz feodal-aşiret toplumu ve Türkiye’nin gelişmemiş bir alanı olarak ele alındı, programlandı. Bugün gelinen yerde yine aynı terane ile Kürdistan bölgesel geri kalmışlık düzeyinde sunuluyor. TC’nin Ümmetçi Başbakanı da buna dayanarak “Türkiye’de Kürt Sorunu olmadığını“ söyleyebiliyor.

Nihayet biz bir ulustuk. Her şeyi ile bir ulus.. Kürt burjuvazisi geliştiği zaman, işlerine geldiğinde söyledikleri genel „yurtsever iş adamları“ türeyince, Kürt sorunu da gündeme dayanacaktı.Buna engel olunamazdı.Sorun pazar sorunuydu, ulusal çözümler gerektiriyordu, buraya burjuvazi Kürtçe ve onun gereği kültürlerle yatırım yapmak zorundaydı. Türk Burjuvazisinin, ötekilerin milliyeti olurda niçin Kürt burjuvazisinin milliyeti olmasın.

İşin içinden çıkılamayınca ulusal soruna soyut ve çözümsüz Sovyet modelleri önerilmeye başlandı.İşin üstünü örtmek için ne gerektiyse yapıldı. İlginç bir gerekçe ortaya çıktı; bu kez, ulusun Kürdistan’da şartları oluşmamış denilmeye başlandı..25 Arap devleti aynı pazar etrafında oluşabiliyor, ama Kürtlerin ortak bir pazar etrafında olmadıkları gibi bir varsayım ve yanlışla ulusal Kürt sorununda çözüm ertelenerek, Türkiye’deki sözüm ona iktidar mücadelesine dönüştürülüyordu. Bunu da daha sonra PKK’nın evini başına yıkan aklı evvel bazı „Teorisyenler“ yapıyordu..

Oysa, Sovyetlerde ulusal sorun hiç bir zaman çözümlenmemişti, ulusal sorunda beyaz-merkezi Rusya’nın “selameti“ için diğer ulusların bütün talepleri Kongre kararları ile ertelenmişti. Stalin bu kararların uygulayıcısıydı..70 yıl sonra bütün diğer ulusların ilk elde ulusal taleplerle ortaya çıkışları bir şeyler anlatıyordu sanırım. Bu teoride olmayan ve gizlenen pratik uygulanışa karşı koyuşumuz,bunu geniş bir metin haline getirişimiz de saldırıya uğradı. Anti-Sovyetik duruşumuz anti-Marksizm ile bir sayıldı. Horlandık, küçümsendik; hem dışarıdan hem de içimizden ateş hattına düşürülerek telef olduk. Giderek Türk proletaryasının iktidar mücadelesi Kürt proletaryasını da görevi olmayan, her nedense yalnız bize önerilen enternasyonal bir varlık olarak ele aldı; burjuvazisi olmayan bir heyula yaratılarak,Türk proletaryasının (Maşallah’ı var) eklentisi olmaya, onun sendikal mücadelesinin içine hapsedilmeye mahkum etti..

Zaten enternasyonalizm ulusal sorunun çözümüne başlı başına engeldi. Enternasyonal anlayış ile ulusal sorun çözülemezdi.. Bu sahte anlayış bizim başımıza yıllar önce nasıl çorap ördüyse, bugün de ona benzer atraksiyonlarla tümden programlarımız ertelenmek isteniyor. Güney ve Doğu Kürdistan da yıllarca böyle bir anlayışın kurbanı olmuştu. Bereket versin ki, Güney Kürdistan’da son dönem meydana gelen durum ve çözümler Kuzeydeki oyunları şimdilik kısmi olarak durdurmuş gözüküyor. Bugün orada burjuva anlamda ve ulusal sorunun çözümünün gereği bütün bir ulus öğeleri en üst düzeyde bir çözüme onay veriyorlar. Kuzeyliler, bizimkiler dışarıdan gelişmeleri bön bön seyrediyorlar.Bir özeleştiri vermeden ve olan biteni de gereği gibi ifade edemeden Güney Kürdistanı dolaylı sahiplenmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Deyim yerinde ise, bütün siyasal yaşamları boyu karşı olanlar „çıkarlarının yeni biçimleri içinde“ kimseye de „parsayı“ kaptırmak istemiyorlar! Bir ayakları Avrupa’da, biri orada sebebi ziyaretlerini de açıklama zahmetine katlanmadan gidip geliyorlar.(…)

Eğer Kuzey Kürdistanlılar açısından,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Marksistlerden Milliyetçilere kadar bir yelpazeyi taşıyacağı, sosyal demokratlardan,liberallere ve sosyalistlere, bütün ulus öğelerini kucaklayacağını öğrenenlerin sayısı çoğalmışsa iyi! Artık geniş bir cephe ve bir o kadar geniş reflekslerle bütün bir KÜRDİSTAN’I kucaklama anlaşılmışsa sevindirici. Değilse,işi idare ediyorlarsa kötü.. Bu strateji gereği kendi coğrafyasında bağımsız demokratik bir Kürdistan için bütün öğelerinin programları işletilebilirdir, buna engel yok. Yeter ki dönemi, içinde bulunulan koşulları ve ulusal çıkarlarımızı bilelim..Evet, Kuzey Kürtleri en çok bu dönem örgütlü durmak zorundalar, bu örgütlülük Güney için de gerekli. Ama, bu biçimsel değil, göstermelik değil gereğine uygun olmalıdır. Bölge dengelerini iyi gözetmelidir.Ama, aşiret toplumu gibi varsayımlarla hala saldırı hattı oluşturmaya, bazı Güneyli ulus öğeleri ile gizli flörtler yapmaya çabalayan bir takım Türk „Solu“ ve Kuzey Kürdistanlı bazı örgüt ve kadroların gerek bize dönük 1978/79 1. ve 1991 2. Tasfiye Eyleminde ve gerekse Kuzey Kürt Hareketine dönük 1998 ve sonrası Genel Tasfiye Hareketi’nde kıymeti harbiyeleri yoktu, şimdi de yok. Şartlar onları ayakta tuttu, onlara yol verdi o kadar. Neylersin “kader” bu. “Yavuz Hırsız” misali her dönemi kendilerine yontabiliyorlar. Bundan utanması gerekenlerin dönüp arkalarına bakmaları gerekiyor. Rantlarını bizim acılı dünyalarımız ve mücadele eforumuz üzerine inşa eden bazı Kuzeyli kadroların birçok koşulu değişen bu süreci de önde geçmeleri mümkün değil.O nedenle terbiyelerini takınmaları en iyisi..

Şunu da ekleyeyim, biraz daha gerilere gidersek, biz daha DDKO döneminde Türk Burjuvazisi önünde Kürt taleplerini o günün koşulları ve örgütün niteliğine uygun belirtirken de bugünlerden ileride legal programlar sunmuşuz.O yapılanmaya Kemalist diyenlerin, kınayanların, küçümseyenlerin özellikle PKK’nın yanlışları ortada.O talepler çok çok ilerideydi ve el yordamı ile de bulunmamıştı. (…)

İyi bilsinler, 20 yada 30 yıl bizden o kadar çok şey götürdü ki, ödediğimiz tamiri mümkün olmayan o kadar büyük bedel var ki, bunun önünde birileri çıkıp bu iş bitti diyemez.Hele hele bize saldırı merkezleri oluşturanlar,ağır yanlışlar yapanlar hiç bir şey diyemezler. Bunu, en azından kişilik haklarımıza ağır bir tasallut ve terbiyesizlik sayarım.Onlar,“bu işi bitirsinler“, mücadelenin rantını toplaya dursunlar,iş bitmedi,bitmez de..

Başa dönersek, eğer Kürtlerle ilgili TC’de bir değişiklik olduğunu öne sürüyorlarsa, bunu alt programlarda ele alıp Kürtler için değişiklik olmadığını, daha çok gerilere götürülmek istenen bir programın gündeme taşındığını görebiliriz. Açık adını koyalım, övülerek sunulan bu değişiklik nedir? Bize ağır acılar veren devletin bütün siyasal süreçlerinde bu değişiklikleri övgülerle savunanlar, ellerine kaynağı belli olmayan bir biçimde geçirdikleri manivelalar ile her şeyi kendi çıkarlarına dönüştüren bazı aydınlarımızdır.Avrupa’dan sağlanan olanaklar yada çalışarak kazanılmış birkaç “kuruşla” yapılmış doğal “yatırımların” hatırı için üzerlerine görev olmayan biçimlerde TC’de değişiklik olduğunu söyleyenlerin ve övüp duranların yolları açık olsun. Onlar “Kürtçülük” de yapabilirler.Hatta telefon ederek bizlere Ege sahillerindeki “villa” tarifleri vererek,karşılarında selamlaştıkları eski dost ve arkadaşlarıyla birbirlerine rakı kadehlerini kaldırdıklarını anlatabilirler. Keşke evleri, barkları, yatırımları Kürdistan’da olsaydı gam yemezdik ve TC’yi övme için, onda değişiklik olduğunu uydurarak, ona demokratik kılıf geçirmelerine bir neden de olmazdı! „Bizimkilerden“ yana bu görüntü benim açımdan esasa ilişkin değil. Ama son derece acı verici. Çünkü ödenen ağır bedeller var.(…)

Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda herkesi kendisine mecbur tutan tarafına gelirsek, burası daha vahim. TC başlı başına Av. Birliği için bir külfet olduğunu unutuyor yada öyle gösteriyor.. Türkiye’nin külfet olacağını Almanya da diğerleri de belirtiyorlar. Bu tür ülkeler verdiklerinin onlarca katını birlikten alıyorlar.TC de alacak.Yani ağır bir külfet. Bu gerçeğe karşın İstanbul’dan yada gelişmiş bazı yörelerden sınırlı görüntüler verip Avrupa’yı kandırmak işe yaramaz. Yunanistan yılda 1,5 milyar dolar vererek Avrupa’dan 4,5 milyar dolar alıyor, bu bile ağır sayılıyor, siz Türkiye’yi düşünün ne büyük bir külfet. Ama kabadayı ağzı ile Avrupa’yı kendilerine mecbur tutmadan da edemiyorlar.

Türkiye’deki Kürt Sorununun Av. Birliği kriterleri içinde çözümü esas olarak TC’nin demokratik-leşmesi, terbiye edilmesi giderek “İşte sizin bir baş ağrınız var onu da halledin, yasal çerçeveye koyun ki birliğe gelebilesiniz”dir. Av. Birliği dışında bölgede başka programlar da var.ABD, Japonya,Rus-ya programları vb..Avrupa Birliği kriterleri dışında uzun vadede diğer parçaları da içine alan bir Kürdistan projesi gündemde duruyor.. Uzun vadede Kafkas petrollerinin körfeze bağlanması böyle bir gündemi sıcak tutuyor. Bölge devletlerinden İran ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bazı projeler bu devletlere müdahaleyi de içinde taşıyor aynı zamanda. Panik bu, bölge devletlerinin telaşı bu.

1.sırada da elbette,geleneksel yöntemleri, Kürdistanı harabeye çeviren, bir mezarlık yapan TC geliyor.Irak müdahalesi’nde de TC, yine alışılmış ve herkesi kandıran, ahmak yerine koyan politikalarını işletmek istedi.Ama başaramadı.Gönlünde, Kıbrıs’ta o günün koşullarını kullanarak yaptığı gibi,hemen alelacele Kuzey Irak’a girip orada da “Kuzey Irak Türk Cumhuriyetini” kurmak vardı.İşin can alıcı yanı bu. Ama, bunu üstü kapalı tutarak, hedef şaşırtarak başka şeyleri bahane ederek durmaya çabaladı, yutturamadı.

Başbakanından Dışişleri bakanına her gün yalanlar sıraladılar. Müdahale sırası ve sonrasında Irak’a asker yollama sorununu “Amerika istemedi, meclisten karar çıkmadı, biz asker göndereceğiz, İslam alemine yardımcı olacağız, vb..” gibi birbirini dışlayan demeçlerle işi idare etmeye çabaladılar. Ama,emellerine nail olamadılar.Bu kez de,yine bildiğimiz Osmanlılık ruhunu galeyana getirip,ucuz politikalarla bölgede provokasyonlara yeltendiler. Velhasıl yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Irkçılığın ilkel versiyonları ve politikanın en alt düzeylerinde kamu oyuna sunulan biçimler sergilediler. Yalnız Kürt düşmanlığı değil, birçok uluslararası kural ve protokol ilişkilerini de ayaklar altına aldılar. Dışişleri Bakanlığı “Irak’ta gelişmeleri izliyoruz, gerekirse müdahale hakkımızı kullanırız” diyerek çok ileri gitti. Bunu da “Amerika buralara kadar gelerek müdahaleler yapıyor, biz niye yapmayalım” demeye bile getirdi. Bundan öte protokol gafları anlatılacak gibi değil. Irak Geçici Hükümeti’nin Kürt Dışişleri Bakanı H.Zebari için söyledikleri utanç verici.Ne zaman ki,ABD Dışişleri Bakanı Powell ve Zebari’nin yan yana duruşuna kadar. O zaman biraz geri adım attı. Bazı Türk TV kanallarının genel yayın yönetmenlerinin emir ve komutası ile “alımlı-çalımlı ve de terbiyesiz spikerlerinin” Zebari’yi sunuşları da azalmış oldu. Diyorlardı ki,“PEŞMERGE ZEBARİ…” Olsun, PEŞMERGELİK her baba yiğidin karı da değil..

Yine, Irak Geçici Hükümeti Dönem Başkanı C. Talabani ve Dışişleri Bakanı H. Zebari’nin Türki- ye’ye gelişlerinde yapılanlar ibret verici. Hükümet ve devlet başkanlığı seviyesindeki bu ziyaret sırasında,Talabani ve Hişyar’a dünyada eşi görülmemiş bir aymazlıkla davrandılar. İtile kakıla polislerin arasında gizli kapaklı bir biçimde karşılandılar. Olayı TV’lerde seyrettiğimde onurum rencide oldu.. Bunun ötesinde Devlet Protokolü gereği yerine getirilmediği gibi, uluslar arası kurallara da riayet edilmedi. Eski DEP Milletvekillerinden bazıları biraz olsun duruma müdahale ederek, sorunun ciddiyetini kamu oyuna göstermeye çalıştılar.

Türk Genel Kurmayı son günlerde yaptığı basın toplantısında işi zıvanadan çıkardı. “Eğer Irak’ta etnik temellere dayalı federasyon olursa çok kanlı sonuçlar oluşur” diyerek kendini gösterdi.

TC’nin yeni atraksiyonu da bölge devletleri ile göstermelik diplomasi trafiği oldu.

Önce Suriye ve ardından da İran ile geliştirilen son görüşmeler ilginç. Yılların diktatörlerinin birbirlerine apar topar koşmaları elbette nedensiz değil.. Babası Hafız Esat’ın ölmeden önce tepeden getirip elle koyduğu ve birçok üst rütbeli subayın, bürokratın ve bizzat kardeşleri Cemil ve Rıfat’ın da tasfiye edilip kenara bırakıldığı bir süreçle Suriye’nin başına miras yolu ile geçmiş Beşar ESAT Türkiye’ye büyük bir şaşaa ile ziyarete geldi. Sanki çok uzaklarda ve yeni keşfedilmiş bazı sorunları görüştükleri medyaya tantana ile yansıdı! Beşar, 20 yıldır kara para olarak mark ve dolarların hesapsız aktığı, uluslar arası uyuşturucu trafiğinin Türkiye’den Suriye’ye yönlendirildiği için merkez haline geldiği MAFYA devletinin yaptıklarını,ilişkilerini ve de sözüm ona mücadele örgütleri liderlerini, militanlarını nasıl pazarladıklarını unutmuş gözüküyor. İzleri daha çok seneler kolay kolay ortadan kaldırılamayacak ağır sorumluluğun hesabını da vermeden gelişigüzel laflar etti. Kürtlerin kanı,canı pahasına ayakta duran ve binlerce genç insanımızın telef olduğu meçhul ülkesinin iyi niyetlerini getirdiğini ve başta “Hatay Sorunu” olmak üzere her şeye nokta koyduklarını belirtti.Ardından topraklarında Türkiye aleyhine“teröristlere” bundan böyle olanak vermeyecekleri sözünü de verdi.

Bu tantananın arkasında ise, asıl önemlisi Güney KÜRDİSTAN konusundaki ortak açıklama oldu.. TC’nin kendisini Atatürk’e benzetmede özel çaba harcayan Cumhurbaşkanı ile tarihin en kötü ve en ilkel açıklamasını yaptılar. Orada, Irak’ta “etnik ayrımcılığın tehlikeli olduğunu ve birlikte buna izim vermeyeceklerini” belirttiler.Niçin bu kadar onları ilgilendirdiği sorgulanması gereken bir konu. Çünkü, böylece esas amaçları ortaya çıkmış olacak.Geçmişe kısa bir göz atın neler görürsünüz neler.. Daha düne kadar birbirlerine yaptıkları olmadık kabadayılıklar, ilişkilerindeki entrikalar,açıklanması zor nice olay ve olgular, istihbarat numaraları, MAFYA bağlantıları kolay ortadan kaldırılamaz. Bunların açılması, tartışılması mutlaka gerekiyor. Keyifleri istediğinde anti-demokratik, ahlaki olmayan, devlet ilişkileri demeye bin şahit isteyen şeyleri “komşuluk” ayağına ortadan kaldırmanın adını da “teröre karşı” bölgesel işbirliği koyarak yapıyorlar..

Ve bu gezinin medya boyutları da utanılacak biçimler içinde sunuldu. Beşar ESAT çok aceleye getirilmiş bir ziyaret gerçekleştirdi. İstanbul’a da gitti.Orada ne yaptığı, kimlerle görüştüğüne Rufailer karar versin, ancak adını İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını ziyaret olarak koydular. Böylesi bir protokolü de ilk defa görmüş olduk.(…)

Türkiye’ye yağ çekerek Kürtleri inkar etmeye çabalayan, Kürtlerin sağladığı olanaklarla devlet olmaya çalıştığı unutan Suriye’nin miras yollu lideri BEŞAR,bu ziyareti hanımı, çocukları,dadıları ve binlerce insanın kanı ellerinde olan El-Muhaberat adıyla “maruf” istihbarat örgütünün irikıyım adamları ile gerçekleştirdi.Gezi neredeyse bir defileye dönüştürüldü. Türkiye de,alışılmış tavrı ile kendini överek olayı şişire bildiği kadar şişirdi. Diplomasinin içine ettiler. Ensesi kalın, kulağı kesik,Kürtleri mahkeme gibi yargılamaya uğraşan birçok gazeteci ibretle ona “sen yıllardır ne yapıyorsun, sen ne zaman ve hangi kurallara göre birden demokrat yada bölge koruyucusu oldun.. Senin altındaki kanlı ve iğrenç dünya ne olacak” demedi. Çünkü devlet törenlerinde Medya kuzu gibidir. En azından “sen önce hesap ver,ceza evlerinizde daha yıllardır mahkemeye çıkmayan insanlar var! Birçok katliam,işkence var. Seni bir yargılayalım sonra” demedi, diyemedi.. Yani, dünya “babalarının malı” olduğu için istediklerini yapıyorlar.

Kanımız ve canımız pahasına yıllardır haraç mezat satılan bedeller üzerinde şimdi Beşar bey Hatay Sorunu’na da “nokta koyuyor” ve böylece Suriye’yi mekan edinen bir Türk “Solu” grubu daha tarihe havale edilmiş oluyor..Herhalde, bu “Komünist hareket” de bir yolunu bulup geçmişle ilgili tek laf etmeden, “küreselleşme” kulvarına girerek, yeni dönemi biraz da böyle idare eder! (…)

Esas önemli olan Suriye dukalığının PKK ile geçmişteki içlidışlı ilişkileri. Bu ne olacak? Hesabı belli olmayan taşınmaz malvarlığı,arşiv ve paranın hemen tümüne el konulmuş. Öcalan “Suriye bir tek kuruşumuzu vermedi, vermeyecek. Mallarımızı satmayı da kabul etmiyor” dedi. Üstelik PKK içindeki yüzlerce Suriyeli ne olacak? İşte, Beşar Esat bu geçmiş ve enkaz üzerinden ziyaretini gerçekleştirdi, Türkiye’nin onu Avrupa Birliğine “komşu ettiğini” ihmal etmeden “değiştiğini” göstermeye çabaladı. “YENİ” TC Hükümetinin inanç özgürlüğü ayağına iyi kullandığı biçimiyle biz de “Allah sonumuzu hayretsin” diyelim.

Gelelim İran’a. O da “sarığı ve pelerini” ile, telaşla “Müslüman kardeşine” koşa koşa geldi. ”Modern Türkiye”yi daha da “ileri” götürmek için ilk elde Irak’ta Kürtlerin federasyon talebine engel olunacağı-nı deklere etti. Ve topraklarında PKK faaliyetlerine izin vermeyeceğini söyledi. Türkiye’ye, Avrupa

Birliğine kendilerini “komşu” ettiği için o da teşekkür etti. Ne yaparsın, Avrupa Birliği’nin sınırları her yere götürülüyor!

Ama, topraklarındaki TC aleyhindeki faaliyetlerin ne olduğu meçhul. Bu “faaliyetlerin” geçmişi de belli değil. İran da Suriye gibi sözüm ona kendini istediği zaman her şeyden arınmış bir devlet olarak sunabiliyor. Çünkü,”Allah hep onların yanında”.Şunu da ekleyelim,Avrupa Birliğine esas komşu olan bu bölge devletlerinin hemen hepsinin sınırlarındaki KÜRDİSTAN’dır. Bundan çok içlendikleri görülüyor.(…)

O İran ki, yüzyıllardır bize hayat hakkı vermemek için her şeyi yapmış, insan haklarının bile tartı-şılması gereken bir devlet.Bölgesel işbirlikleri ve paktlar ile özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, temel insani haklarımızın üstüne tünemiş bir devlet. Hiçbir uluslar arası hukuk ile zarar ve ziyanlarımızın bedellerini de ondan alamadık. Şimdi utanmadan ve “Allah” adına yine bize pusular oluşturuyor. Oysa, biz onun biraz olsun değiştiğini düşünüyorduk! Tabi bütün bu telaş bölgedeki onu da içine alan programlarla ilgili. “Korkunun ecele faydası” olacağını sanmıyorum!

Sanki Kürtler Müslüman değil! Ve son dönem yaptığına bakın. 29 Aralık 2003’te son İran depremi dolayısıyla Türkiye’nin İran Büyükelçisi de “Neden İsrail yardımlarını kabul etmiyorsunuz” sorusunu “Filistinlileri öldürüyorlar” diye cevaplıyor. Siz şu işe bakın! Kürtlere yapılanlar karşısında TC ile yine el ele verebiliyor. Üstelik Filistin Hareketi bir kez olsun bütün hayatında Kürtlere dönük bildiri bile yayınlamamış bir hareket.(…)

Türkiye, İran, Irak ve Suriye bu devletlerin hemen tümü, bölgede cetvelle çizilmiş haksız, adaletsiz devletler.Bizim onlarda ahımız var, son bir kez bile “Allah’a ibadetin gereğini” yerine getirmediler! Hepsi de ellerine hukuksuz verilmiş topraklarda, yaklaşık Suriye 2, Irak 5, İran 7 ve Türkiye 25 milyon Kürt nüfusu tutuyorlar. Bu dört sömürgeci bölge devleti tarihleri boyunca Kürtlere hep haksızlık, katliam, sürgün, vb. politikaları uygulamış hala aynı şeye devam etme kararındalar. 1.Dünya Savaşı sonrası koşulların 4 parçaya böldüğü Kürdistan’ın her bir parçasını kendi toprakları içine alan bu bölge devletlerinin durumu İngilizlerin ve Rusların taraf olmaları ile ortaya çıkmış bir kendiliğinden durum. Şimdi bölgenin yeni haritası yapılıyor. Bunu da kabullenmek gerekmiyor mu? Ama, hala bize karşı adaletsiz ve haksız davranmada beis görmüyorlar.(…)

Doğu Kürdistan’daki hareketin liderini ve yanındakileri açıkça katleden İran’ın devlet başkanı Hatemi efendi de bütün siyasal ve diplomatik kuralları ayaklar altına alarak TC ile “bayram değil seyran değil” misali acele buluştu. İlk elde oradaki Kürtlerin hak ve hukuku yerine, üstüne görev olmayan biçimde Güney Kürdistan’daki gelişmelerin tehlikeli bulduğunu belirtti.. Her dönem Irak’ın toprak bütünlüğünü parçalamak için olmadık savaşlar yürüten İran, şimdi Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuruyor. Hayret bir şey! TC ile birlikte buna müsaade etmeyiz diyor ve gelişmeleri “etnik ayrımcılık” olarak koyuyor. Tarihin tanıklığına çok ihtiyaç var.1514’lerden, 1639’lara ve oralardan 1946 Mehabat’a, Irak-İran Savaşına, bölgedeki Bağdat Paktından Cento’ya ve diğer bölgesel siyasi ve polisiye ilişki ve işbirliklerine kadar hemen tümü ibret verici bir süreci, entrikaları içeriyor. İran bütün hepsini keyfince geride bırakıyor “Allah yolunda” ilerliyor, cihatlar ilan ediyor. Şimdi de birden bire “Reformcu” kesiliyor. Ama, Kürtler olmasın isteniyor. İnsanın bu komediye gülesi geliyor.

Tiyatronun finalini de daha önceki bağlantıları içinde meşhur Perver Müşerref yaptı. Pakistan Cumhurbaşkanı Irak’taki gelişmeleri, onun “bütünlüğü” de dahil aynen diğerleri gibi yorumladı, üstü-ne görev olmayan biçimde Türkiye’yi destekleyeceğini belirtti. 20 Ocak 2004’te Türkiye ziyaretinde “Türkçe konuşmadan” tutun Atatürk’ü göklere çıkaran övgüleriyle İran-Suriye ziyaret üçgenini ta-mamlamış oldu. En sonunda Arap aleminde neredeyse her bölgesel sorunda adet haline gelen “arabu-luculuk görevlisi” Mısır Cumhurbaşkanı ile bir “SON” gala düzenlediler.“Adet üz redir, ekabir sonda gelir meclise her dem”! Mubarak Şubat’ın 2.haftası ekabir ziyareti ile aynı şeyleri tekrarladı.(…) Niçin onları bu kadar ilgilendiriyor anlayamadık, hayret! Tarihin bütün pislikleri gözlerimizin önünden bir anda geçti.(…)Ne diyelim, tarih utansın..

Devam edelim.

Bütün tarihi olgular, bölgedeki değişim, gelişmeler ve gerçeklere karşın, ortalığa bir Deccal gibi salınmış Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan ise, Ümmetçi Kemalizm’in yeni motiflerini bir yerlerin icazeti ile “ustaca” konuşmaya devam ediyor.Detaylı ele alınması gerekir, ancak olanaklarımız bu yazı çerçevesinde buna el vermiyor.. Yine de, konunun anlaşılması bakımından ilginç bazı belirlemelerine kısaca bakmakta yarar var.

Tayip Erdoğan,Türkiye adına çelişkili açıklamalarında diyor ki,“Modern bir Türkiye yaratacağız. Biz her şeyi düzelteceğiz”. “Batı Kültürü ile İslam Kültürünü buluşturuyoruz”.“İslam Kültürü ile demokrasi kültürünü buluşturduk”.“Biz demokrat muhafazakarız”. Bu son belirlemesiyle ideolojik varyantını da koymuş oluyor.Tarihte kendisine atfedildiği gibi Mustafa Kemal’in aynı mealdeki cümlelerinde kelime oyunları ile ufak değişiklikler yapıyor. Ama, İslam’ı onun gibi kullanmıyor, bizzat yeni İslamcılığın resmi temsilciliğini yapıyor. Bu da Kemalizm’in geldiği ÜMMETÇİ duraktır. Atatürk de “Doğu kültürü ile Batı kültürünün ortasında bulunduklarını” söylüyordu. “İleri medeniyetler ya da muasır medeniyetler seviyesine çıkmayı amaçladıklarını” söyleyip durmuştu. Bundan kastı da Batılı olmak olarak yorumlanmıştı. Yani, ileri ve yüzyıla tekabül edenin batı medeniyeti olduğunu söylüyordu. Ama, bir türlü batılı bir toplum olamadılar. Bunun acısını çıkarmak uğruna olsa gerek, bu kez Viyana kapılarına değil, Avrupa Birliğinin kapılarına dayandılar..

Şimdi Türklerin yeni Kemalizm söylemlerinde, “Doğu Kültürü ile Hıristiyan kültürünü bitleştirme” yok. Dolayısıyla “Doğu Kültürü” İslam Kültürü olarak yer alıyor. Türkiye Avrupa Birliği yoluyla sözde “batı medeniyetinin” içine girmeye son ve değişik biçimde girme hazırlığı yapıyor. Ama bu “kültürler birleşmesi” Kürtler ortadan kaldırılarak yapılmak isteniyor.Ve Türk Başbakanı “birleşmenin” dini motiflerle olmayacağını da belirterek, üzerindeki şaibeyi sözde bir yerlere koyuyor. Atatürk Doğu ve Batı medeniyetlerini buluşturmaya çabaladı ve ne o ne de ondan sonrakiler bir türlü bu buluşmayı başaramadılar. TC’nin son atraksiyonları, Irak Operasyonunda rezil rüsva oluşu, yalanlarının ortaya çıkışı hemen hepsi aslında Anti-Kürt siyasetlerinin bir gereği olarak netleşti ve ABD’ye yönelik kontra bir diplomasi ile teşhir oldu. İşte Tayip beyin yürüttüğü hovarda siyasetin tekmili birden ol hikayesi bu.. Yemezler. Boş bir efor..

Tayip Erdoğan “kültürler bileşeni” lafını çok ediyor. Son zamanda 5 Şubat 2004’te Kıbrıs konusundaki yeni atraksiyonları sökmeyince de “Kıbrıs’ta 2 din, 2 dil, 2 toplum var.Egemenlik iki toplumsal yapı üzerinde eşit konumlandırılmalı” demeye başladı. İyi de Türkiye ne olacak?

Tarihten silinmeye uğraşılan Pontus Rumlarını, Ermenileri, Arapları, Gürcüleri, Çerkezleri,ötekilerini Türk sayarak bütün hakları bu yolla Türklere yontmak adaletli ve doğru bir tavır mı? Diğer azınlık yada uluslar da belirlenirse Türkiye’de Kültür bileşeninin en büyük grubunu Kürtlerin oluşturduğu görülecektir. Dil ve kültürü, bölgedeki yerleşikliği ile Kürtler niçin “kültür bileşeni” içinde egemenliğin bölüştürülmesi için gerekli bir toplumsal grup sayılmıyor?

Bu haksızlığı ve yüzyıllardır yaratılmış yalanları bu kez de “Tarihte olanları kitaplarımızdan ayıklayacağız, biz kendimizi ifade edeceğiz” diyerek döneme uyarlamaya çabalıyor.Hadi tarihten bütün haksızlıkları tek taraflı ayıkladınız, kendinizi ifade ettiniz diyelim. O zaman yalanı ortadan kaldırmak ve Kürt Ulusu kabul edilerek bir ”kültürler bileşeninden” söz edilmesi de gerekmiyor mu?

Gerçeği söylemek, Türkiye’deki bileşeni doğru ifade etmek yerine işi bütün bölgeye yayarak daha da katmerli bir inkara başvuruluyor. Hep “din ve etnik temele dayalı” örgütlenmeleri kabul etmeyeceklerini açıklıyorlar, ama Arap Birliği’ne yada İslam Birliği’ne bir şey diyemiyor, demiyorlar.. Üstelik bunun toplantılarını, hatta liderliğini Türkiye’nin alması yolunda her şeyi de yaptılar, yapıyorlar.. Nihayet İslam kültürünü taşıma görevini yerine getiriyorlar. Birliğin en üst düzey toplantılarını Türkiye yönetip yönlendiriyor. Sermayenin önünde boynu kıldan ince.

Son olarak TC başbakanının Irakla ilgili belirlemesi de ilginç, “Irak’ta katılımcı Anayasa ve gözlemcilerin denetleyeceği bir seçim” istiyor. Neden onu bu kadar ilgilendiriyor anlaşılıyor. Örneğin, Türkiye’de katılımcı bir Anayasa mı var? Kürtler yada diğer uluslar ve azınlıklar herhangi bir konuda devlet yönetimine, hayata kendi ulusal kimlikleri ile katılabiliyorlar mı? Irak’ta örgütlü en büyük iki güçten birinin, Kürtlerin hak ve hukukunu, tarihsel süreçlerini hiçe saymak açıklanabilir bir durum mu?Başbakan bu aymazlığı yaparken azınlık olarak Türkmenlerle ilgili gösterdiği telaşını esas amacı ile gizliyor. Diyor ki, “huzurlu ve sağlıklı toplum gerekir Irak’a. Bu bizi, Suriye ve İran’ı rahatlatır”. Kürtler devlet olursa, Irak’ta egemenliğin bölüşüldüğü bir güç olurlarsa bu etnik ayrımcılık olacak, ama Türkmenler hak sahibi olunca iş katılımcılık oluverecek. Kürtler egemen olursa Türkmenlerin haklarını vermezler gibi bir gündem oluşturuluyor. Bu onlar için aslında hiç önemli değil, Kürtlerin bu tür hak gaspı yapmayacağını çok iyi biliyor. Esas sorun bölgede uzun vadede bir Kürdistan olgusudur. Çünkü, Kürt programları yalnız bölge devletlerinin iç bünyelerinin rahatlatıl-ması olayı değildir..Yukarıda değinmiştim, her üç devleti de ilgilendirdiği için şimdiden nasıl“rahatla-

yacaklarını” birlikte planlıyorlar.(…)

2004 sonlarında dağıtıma giren YENILGİNİN İZDÜŞÜMLERİ adlı kitapta, kapsamlı çalışma içerisinde bütün sınırlamaya karşın bölge devletleri ile ilgili bazı konuları tartıştım. Örneğin, elimizdeki belgelere dayalı olarak Suriye’nin durumunu, Kürt hareketi ile ilişkilerini belirlemeye çalıştım. Suriye’yi gün-demden düşüren, ona dokunmayan ve İran ile de flörtleri olan bazı Kürt liderlerinin hiç olmazsa geldiğimiz yerdeki son fotoğraf karşısında ne diyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum..En azın-dan, yanlış yaptık demeleri gerekir diye düşünüyorum.

Geçelim.

„Kürt Sorununu” yatırmak için içimizden çıkan bazılarımızın o ‘meşhur’ TC’ye dizdikleri övgülerin neye tekabül ettiğini belirtmeleri gerekiyor. Değişiklik siyasal mı, Ekonomik mi yoksa sosyal mı, bunu söylesinler. Eski ümmetçi Erbakan’ın dediği gibi bu yeni “toy delikanlılar” aynen geçmişteki “acemi oğlanları” andırıyorlar. Bu yeni nöbetçiler elbette imaj değişikliği de yaptılar. “Allah’ın izniyle” her şeyi hemen her şeyi değiştirecekler.. Yılların birikmiş bütün sorunları onların dışında oluşmuş, hiç haberleri yok ve birden bire Allah onları sorunları bir çırpıda çözmek için gökten “zembille” indiriverdi. Hemen hepsi eski partilerinde görev almış kadrolardan oluşan ‘beyazın beyazı’ yeni partileri, elle konulmuş gibi 3 ayda TC tarihinde ender görülen bir biçimde, üstelik çoğunlukla iktidarı elde etti.Ecevit gibi, Mesut Yılmaz,Tansu Çiller, Bahçeli gibi liderleri azınlık olarak günlerce koruyan devlet, bir anda onları tepe taklak başından attı. Bunlar tesadüf mü, yoksa seçmen çok mu bilinçlenmiş de siyasi tercihlerini hemen terk edip „Allah’ın Yolunu“ tutuveriyor! Sonuçta, Ümmetçi Yeni Kema-lizm Kürtleri de bir potada eriterek Ortadoğu’ya dönük Müslüman kardeşliğinin en‘ilerici’ temsilcileri olarak nöbeti devralmış bulunuyorlar..

Kullanılan tek şey Terörizm. Kürt hareketi de bununla özdeşleştirildiğinden, vatanı için yıllardır vuruşanlar azınlığa düşürülmeye çalışılıyor. Bir kere Kürt hareketi haklı ve meşru taleplerin savunucusudur, terörist değil.Hiç bir zaman terörist olmadı. Ulusal ve demokratik bir harekettir.. Bugün geldiğimiz durakta yine vardır ve her zaman var olacaktır da..Eğer, Ortadoğu’daki çözümü zor çıkar ilişkileri olmasa, şimdi bu dünyanın son sömürgesi de bir devlete tekabül ederek kendini ifade etmişti.. Yine de, bütün Kürdistan parçalarında değişik olmakla birlikte, döneme denk düşen programlarla bulunulan devlete tekabül eden öneri ve çözümler gündemde. Umarım, bu mazlum ulusta kendini ifade eder ve ileri programlara da adım atar.

TC açısından Kürtlerin durumuna bakacak olursak , Misak-ı Milli sınırları içinde çok uluslu toplumsal bir yapı varlığını göstermektedir. Bu zorunlu durum karşısında TC’nin inkarı anlam ifade etmiyor. Alışılmış geleneksel tavrı ile işi olup bittiğe getirmek istiyor.Kürtlerin bu varlıkları onların talep ve buna denk düşen programlarının kabulünü gerektiriyor. Bu aynı zamanda diğer azınlık ve ulusların da tanınması, haklarının, programlarının kabulü demektir.

Bu nedenle demokrasi ve vatandaşlık olguları, terörizm suçlaması yada inkar ile ortadan kaldırılamaz. Geleneksel TC militarizminin, ırkçılığının ve Ümmetçi Kemalist gericiliğin boyutlarını aşan niteliktedir. Bu bağlamda, mevcut koşullara uygun Kürtlerin ciddi bir programla kendilerini ifade etmeleri gerekiyor ve bu program vardır. Programın işletilmesinde, Avrupa Birliğinin TC’nin yedek üyeliğe alınması için deneme safhasında büyük, ama hantal, ilkel işgücüne karşın kapsamlı bir pazarı kapma anlayışı ve ABD ile olan rekabeti de gözden uzak tutulamaz.Bu nedenlerle TC’yi kendi içine çekmek istemesi, demokratik bir ortamın yaratılarak onun terbiye edilmesini,“Kürt Sorununun“ „çözüme ulaştırılmasını“ da dayatıyor. Bu siyasal bir çözüm gerektirdiği gibi, ekonomik entegrasyonu da içeriyor.

Bütün bu söylediklerimiz, illegal yapılanmaların legal düzeye çıkarak kendilerini ifade etmeleri ve amaçlarına ulaşmış olduklarını belirterek ortadan kalkmaları sürecine kadar, onların meşruiyetlerini kabullenmeyi de içinde taşımak koşuluyla, şimdilik ivedi legal bir programın dayatılmasını, somutlaştırılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda bazı program hedefleri tıkanan illegal örgütlerin yukarıdaki mücadelenin geneli açısından zorunlu hakları baki olmak kaydıyla, sürecin önünden aktif ve kabul edilebilir çözümlerle geçici de olsa çekilmeleri zorunludur. Bunu bilmeleri ve varsa dönemi ifade eden legal programlarını gündeme taşımaları için gerekli örgütsel yapıyı hazırlamaları gerekiyor. Bu da en başta ulusal bir program ve yapılanma ile olacaktır. Bunun uzun vadeli bir programa ters olduğu söylenemez. Şunun da altını kalınca çizmek gerekiyor, şu yada bu nedenle kendilerine anadan doğma yada miras yolu ile ulusallık biçenlerinde bu anlatılmak istenen program üzerinden vesayetlerini kaldırmaları gerekir. Gerici/ilkel boyutlara varabilecek eğilim ve davranışların terk edilerek, dönemi ifade edecek ulusal program üzerinde anlaşma sağlanması ivedidir.

Kürtler, sorunlarını sessiz sedasız ve TC’nin istediği biçimde değil, açık ve tartışılır olarak legalize edecekler, bu da vuruşa vuruşa olacaktır.

(…)

Sürecin program hedefleri neler olabilir?

Bunun en önemli belirtisi tavan sınırlarının tayininde pratik uygulamaların yasal çerçevesidir. Bu çerçeve, basta yeni bir Anayasal düzenleme ile Türk motifinin devlet otoritesi üzerinden kaldırılarak, devlet yapısının çok uluslu bir kapsama ulaştırılmasıyla mümkün olacaktır.Olmazsa olmaz bu koşul, diğer bütün uygulamaların ön koşuludur..Bu yapılmadan demokratik ortamdan, Avrupa Birliğinden, şundan bundan söz etmek bir anlam ifade etmeyecektir.Anayasal düzenlemenin zorunlu bu çerçevesi içinde, bütün yasal boyutlarda basta Türk ve Kürt Ulusları olmak üzere diğer azınlık yada uluslarla birlikte ortak vatandaşlık bağları’nın oluşması ile sağlanabilir.

Bu son derece hayati ve önemlidir, ancak zordur.Yani,Türk Ulusu yada daha açık olarak Türk Devleti ve onun yöneticileri, ordu, polis gücü, bürokrasisi, hangi boydan olursa olsun Kemalizm’in bizimle, Kürt ulusu ve ötekilerle egemenliği bölüşmesi gerekiyor.

Bu zorunlu koşulu ve ona tekabül eden programı TC’nin insafına bırakamayız. Yada çekilebildiği kadar aşağılara çekilen, anlamsızlaştırılmaya uğraşılan „haklar“ derekesinde „Demokratik Cumhu-riyet”, diğerleri yada „Kürt Kimlikli Özgür Yurttaş“ gibileriyle bunu karıştırmamak da gereki-yor..

Bugün Kürt yada diğer halkların lafı bile edilmiyor, Türkiye’deki görüntü ancak Türk olanların durumunu açıklıyor. Bu da „İktidar“ ve „Muhalefet“ olarak gözükse de,AK Parti ve CHP arasında devlet yönetimi bölüşülmüş olarak danışıklı sürdürülmektedir.Yani, başta Kürt Sorununun güncel çözümleri ve gerekse diğer konularda biraz dikkatli bakıldığında hemen anlaşılacak ilginç bir ortaklık var. Bu karma meclis takımları, basta Türk Genel Kurmayı’nın emri ve icazeti, istihbarat örgütünün programlamasıyla elle konulmuş gibi yaratıldı. Elbette bu ortaklığın rahat oluşmasının en büyük günahı da HADEP ve diğerlerinindir. Benzer yanlış son mahalli seçimlerde başka biçimlerde DEHAP tarafından yine tekrarlanıyor. Böylece marjinal gruplarla ittifaklar yaratılarak zemin istenilen yerlere kaydırılıyor, birçok Oy boşa yada büyük partilere yönlendirilmeye çalışılıyor. Hem de Kürt oyları ve muhalefetinin üzeri örtülüyor. Bu sorunları dile getirebilecek, programlayabilecek kişi ve kurumların ağır suçlama ve iftira kampanyalarıyla üzerlerinde ambargo yaratılması, tecrit edilmeleri de bütün hızıyla sürüyor. Öcalan’ın “tımar” edilmesi sürecinin kendilerince bitirilmesine kadar da bu tür uygulamalar kaldırılmayacaktır.

(…)

TC hükümetine, üstelik çok kabadayı kesildiği bu süreçte, muhalefetsiz ve geleneksel yöntemleri ile istediği gibi at oynatma fırsatı vermemek bir görev. Avrupa Birliği sürecinde attığı havasını almak ve ona önerilen kriterleri de hesap ederek ciddi bir programla önüne çıkmak gerekiyor. Yine bunun gibi, TC’nin, gerek Avrupa’da ve gerekse Orta Doğu’da oynamak istediği oyun da deşifre edilmelidir. Kendisi hem Avrupa da, hem de Rusya çevresinde olmadık hak talepleri ile, Türk azınlığın bütün haklarını istiyor, bu konuda olmadık dayatmalar peşinde koşuyor.Kıbrıs’ta trajedi oynuyor.. Kamuoyunu yalan yanlış bilgilerle donatıyor. Ama, kendi devlet yapısı içindeki Kürtlerin adlarından bile bahsetmeden, onların hak ve sorunlarını „lele ve lololar“ la TV Show programlarında boğmak istiyor. Eskisinden biraz değişik olsun da istiyor, inkarı daha da rasyonelleştiriyor.

Bazı demokrat görünümlü, ilerici vb…sanatçı ve müzikçiler de Türkiye’ye pop star seçilirken bile üzücü şeyler söylediler. Anlayacağınız müzik gibi evrensel boyutlarda da her şey TÜRK..Ruhlarına işlemiş ırkçılığın sulu sepken ağıtlarını adları ‘iyi görülen’ insanlar TV ekranlarında ağlamaklı gözlerle sergilediler. 25 milyon Kürt ve onun zengin folkloru, müziği, kültürü, değerleri hiç mi hiç söz konusu edilmiyor. İşte şu da Kürtçe bir müzik ya da şu Kürtlerin bir değeri demiyorlar, diyemiyorlar. Türkiye böyle bir “kültür bileşeni” ile Avrupa’ya girecek, TÜRK girecek.(…)

Şubat 2004 ün ilk haftasında Almanya’nın Dusseldorf kentinde “Çok kültürlü hafta” toplantısında “GÖÇ” konulu bir konferans veren Avrupa Birliği’nin Genişlemeden sorumlu Komiseri Gunter VERHEUGEN Kürtlere şöyle seslendi;

Türkiye AB sürecinde bütün reformları kabul edip başarıyla uyguladıktan sonra eğer Kürtler hala Türkiye’nin toprak bütünlüğünü kabul etmeyecek olurlar ve bir Kürdistan kurmak isterlerse, o zaman büyük bir sorun yaşarız. Buradan Kürtlere çağrı yaparak, Türkiye’nin çok sayıda etnik kökene dayalı sistemini kabul etmelerini istemek gerekir. Ayrılıkçı Kürtlerin yeniden bir Kürdistan kurma teşebbüsleri Türkiye’nin kaydettiği bütün olumlu gelişmeleri tehlikeye düşürecektir.”

Tabi bu alıntı Türk medyası kaynaklı. Biz doğruluğunu varsayarak, açıklamaya yönelik bir iki belir-leme yapalım.

Bir kere TC etnik çok sayıda kökene dayalı bir sistemi kendisi kabul etmiyor ve herkes Türk olarak kendini ifade edebilir diyor..Aşağıda aldığım Radyo ve TV yayınları için çıkardıkları yönetmelik bile yalnız bu anlayışlarını göstermeye yeter.

Ve TC, ilerleme kaydetmedi, bu onların ters ve uydurulmuş enformasyonlarına dayalı. TV görüntülerini de gelişmiş bölgelerinden vererek aldatıyor. Reform sorununa gelince, Kürtlerle ilgili bir reform yok. “Doğu ve Güneydoğu bölgesi geri kalmışlık düzeyinde” ele alınıyor. Kürtlerin hak talepleri sürece yayılarak, anlamsızlaştırılmaya, unutulmaya bırakılıyor. Aşağıda detaylandıracağım Avrupa Birliği’nin “demokratikleşme” önerisine uygun insani, ahlaki, doğal hak ve taleplerini belirleyerek güncel zorunlu programımızı netleştirmek istiyorum. Bunu da, TC’nin toprak bütünlüğünü kabul ederek yapıyoruz ki, değişme ve reformun nasıl olması gerektiğini bizimle birlikte VERHEUGEN de görmüş olur.

Şunun altını kalınca çizmemiz gerekli, Türkiye’de Kemalizm’in devlet ve kurumlar üzerinde, toplum katlarında egemenliği ortadan kaldırılmadan Kürtlerin en sıradan hakları bile gündeme zor girer.

Örneğin, ordu ve poliste, bürokraside reform olmadan VERHEUGEN’İN dediği “çok sayıda etnik kökene dayalı bir sistem” olmaz, olamaz. Biz böyle bir sistemi zaten başından kabul ediyoruz, haklarımızı da her düzeyde tartıştık, devletin uygulamalarına karşın araçlarımızı da değiştirdik.

Bu belirlemeden sonra, şimdi de TC sınırları içinde yapılması gerekenleri ifade edelim ve AB’nin ne dediğini ve TC’nin yapmak istediklerini böylece daha net görebiliriz. Zaten, AB’nin Kürtlerle ilgili özel ve somut bir programı da yok. Öne sürülen “Uyum Yasalarında” ve tartışmalarda adı geçen “kriterlerde” de Kürtlerle ilgili açık ifadeye rastlayamazsınız. Madem demokrasi varmış, Av.Birliği süreci TC’nin demokratikleşmesinden dem vuruyor vb.. o zaman onların da, TC’nin de yapmadığı, yapamadığı en alt düzeylerdeki programları tartışabiliriz.

Bu genellemeye bağlı olarak, temel başlıklar altında sunacağımız bazı programları mutlaka geliştirip, detaylandırılmalıyız.. Ve Av. Birliği üyesi ülkelere, BM’e, ABD’ye vb.. yerlere, ayrıca VERHEUGEN’-

e de bazı dillere çevirilerini yaparak anlaşılır biçimde göndermeliyiz..

Program başlıkları;

  1. MEDYA içinde Kürtlerin kendilerini nasıl ifade edecekleri önemli.

25 Ocak 2004’te TC, “AB Uyum Yasaları Çerçevesinde” notu ile bir yönetmelik yayınladı. Aynen şöyle diyor:

…bu yayınlar 4771 Sayılı Yasanın 8.maddesinde Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerine, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne (abç.) aykırı olamaz. Bu yayınların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar üst kurulca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir”.

Ve, “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde Radyo ve TV yayını bu yönetmelik doğrultusunda izne bağlanır. Bu Radyo televizyon üst kuruludur”.

Şimdi bu yönetmeliğe bir göz atalım.

..

  1. Geleneksel dil ve lehçelerde sadece yetişkinler (abç.) için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına ( abç.) yönelik yayınlar yapılabilecek..

  1. Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamayacak. (abç.)

  1. Bu dil ve lehçelerdeki yeniden iletim konusu yayınları da dahil olmak üzere, Radyolar günde 60 dakikayı geçmemek üzere haftada toplam 5 saat; Televizyon ise günde 45 dakikayı geçmemek üzere haftada toplam 4 saat yayın yapabilecekler. (abç.)

  1. Bu dil ve lehçelerde yeniden iletim konusu yayınlar dahil, televizyon yayını yapan kuruluşlar bu yayınlarını içerik ve süre açısından bire bir olmak kaydıyla, Türkçe alt yazıyla vermekle veya hemen akabinde Türkçe tercümesini yayınlamakla, Radyo yayını yapan kuruluşlar ise programın yayınlanmasını takiben Türkçe tercümesini yayınlamakla yükümlüdürler. (abç.)

  1. Bu yönetmelik hükümlerini yerine getiren kuruluşlara yayın izni verilir. Ret edilirse yargı yolu açıktır.

  1. Stüdyo düzeni, mevcut logo, ses efekti ve tanıtıcı ses işaretleri dışında simgelere yer vermemekle yükümlüdürler.Gerektiği takdirde, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi niteliğindeki görüntü ve işaretler kullanılabilir. (abç.)”

Görüldüğü gibi, “günlük yaşamda Türk vatandaşlarının kullandıkları geleneksel dil ve lehçelerle ilgili” TV ve Radyo yayınları bu kadar sınırlı ve yasaklı kullanılabilecek.

Yönetmelik bu tahditlerle de yetinmiyor, bir geçici madde de koymuş,

Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin izleyici-dinleyici profili belirleninceye kadar bu dil ve lehçelerdeki yayın sadece kamu ve özel ulusal yayın kuruluşları tarafından yapılır (abç.)” diyerek, anlamsız hale getirmiş oluyor.

Bu “İzleyici-Dinleyici Profili” konusunda da üst kurul diye bir yetkili merci tayin edilmiş. Bu kurul, “ülke çapındaki talepler yanında, gerekli araştırmalar yaptırarak İzleyici-Dinleyici Profilini çıkarır” hükmü koyulmuş.

Yani “İzleyici-Dinleyici Profili” de tayin edilecek, gerekirse olmadığı da saptanabilecek..

TC’nin bir adım attığı yok. Gerek yazılı ve gerekse sözlü basında her şey Türk. Bir kere biz çok doğal bir isteği ısrarla öne sürmeliyiz. O da, devlet TV’si ve radyolarında belli saatleri içeren Kürtçe programlardır. Örneğin bu günde 4 saatlik müzik, tartışma vb. programları olabilir. Ayrıca, ana haber bültenleri Türkçe okunduktan sonra Kürtçe de okunmalıdır. Böyle iki dilde haber aktarımı birçok ülkede uygulanıyor. Hiçbir engel yok. Bugün TC’nin batısında bile 10 milyonu aşkın Kürt yaşıyor.

Yazılı basın ise, direkt Kürtçe’nin durumuna bağlıdır. Kürt DİL KURUMU’NUN oluşması gerekir. Buna uyarlı Kürtçe devlet yayınları yapılması gerekiyor. Kürtçe sözlük ve gramer EB (Eğitim Bakanlığı) tarafından basılıp resmileştirilmelidir.

Özel TV isteği esasa ilişkin değildir. Çünkü, sistem, işleyiş ve rekabet nedeniyle uzun vadeli dayanma olanağı olamaz. Ayrıca yasal güvencesi de yoktur. Yani, özel bir TV, güçlü TV ve Radyolar arasında erir gider. Egemen dil ile sürdürülen ve çoğunlukla zorunlu seyredilen Türkçe sayısız TV’ler önünde Kürt TV’nin belli süre sonra seyredilemez olması, az seyredilmesi kuvvetle mümkündür. Okullar Türk-çe, devletle ilişki Türkçe, Hava durumu, Borsa haberleri vb… Türkçe olunca,Türkçe TV seyredilmez mi? Hayat maddi, bunun gibi Kürtçe özel gazete ve diğer yayınlar da dayanamaz, kapsam olarak genişleyemezler.

  1. DİL KURUMU gibi KÜRT TARİH KURUMU’nun kurulması da zorunludur. Hiç olmazsa bölgesel düzeyde olmalıdır. Bunlar olmadan Kürtlerin kendilerini ifade etmeleri ne anlama gelir?Her an inkara dayalı politikalarla anlamsızlaştırılır. Ayrıca hukuki de değildir. TC tarihi ile övünmeyi en üst düzeyde yapıyor. Ama diğer ulusların tarihlerini önemsemiyor. Bu eşitlik ve adalet anlayışına aykırıdır. Yasal da değildir. Başkalarının tarihsel mirasları çalınarak kendinin gibi gösterilmek suretiyle haksızlık yapılıyor. Bu durumda Kürtler ve diğerleri nasıl özgür olabilirler.

Kürtler ve KÜRDİSTAN açısında bakarsanız, sayısız tarihi eser hep TÜRK gösteriliyor. Örneğin, bir HASANKEYF, bir Hazar ve Van Göllerindekiler, Bingöl,Nemrut, Diyarbakır, Mardin, Harput, Muş, Bitlis, Ağrı, Erzurum vb.’deki ve daha belirtemediğimiz KÜRDİSTAN’IN diğer alanlarında bulunan sayısız eserin hemen hepsi Kürt tarihi ve bölgesel bir kültür miraslarıdır. KÜRDİSTAN zengin bir tarih ve kültür mirasının sahibidir. Bunların menşeleri, yapısal nitelikleri, kime ait oldukları mutlaka belirtilerek sunulmalıdır. Bu bağlamda, Turistik rehber kitapları, arkeolojik belgeler, ansiklopediler yeniden doğru bilgilerle basılmalı, şimdiye kadarki yanlışlar düzeltilmelidir.

Bunlar Türk sanatları, eserleri, mirasları değiller. Gerek ansiklopedilerde ve gerekse tanıtım kitap ve broşürlerinde, turistik açıklamalarda bunların Kürtlere yada diğer halklara, uluslara ait olduğunu ve KÜRDİSTAN denen bir alanda bulunduklarını göremezsiniz.

Yine bölgemizde en az 5-6 Üniversitenin hepsi TÜRK, hiç birinde bir Kürt yada Ermeni Enstitüsü bile bulunmuyor. KÜRDİSTAN’DA KÜRDOLOJİ Enstitülerinin kurulması bir yana, metropol Üniversi-telerinde de bu tür Enstitülerin kurulması zorunludur.

  1. Eğitim/Öğretim son derece ciddidir. Bir kere ana okulu ve okul öncesi olarak adlandırılan dönemlerde çocuklar için bir Kürtçe eğitim olmalıdır. Biz bunu en aşağıya indirerek söylüyoruz. Lise ve Üniversite eğitimini bir yana bırakın, en azından ana okulu ve ilk okul öğrenimi ana dilde yani Kürtçe olmak zorundadır.Devlet tarafından KÜRDİSTAN’DA ana dilde bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Ayrıca, batı bölgelerinde de Kürtlerin yoğun oldukları alanlarda bu uygulanmalıdır.

11.9.03 tarihinde “Eğitime Yüzde Yüz Katkı Destek Kampanyası”na MEB’nın öncülük ettiği açıklandı. Ama bu kampanyada Kürtler ve diğerleri yok. Peki bu ne kampanyası olacak? Türkçe’yi öğrenme yada ona dönük bir eğitim! TC Başbakanı ve Milli Eğitim Bakanı bu konu üzerine yaptıkları konuşmalarda, sık sık “fırsat eşitliğinden” de bahsettiler.Oysa, fırsat eşitliğinin en önemli olanı değişik ulusların çocuklarının kendi ana dillerinde eğitimleridir. Bundan hiç laf etmiyorlar, herkes zorla Türkçe’yi öğrensin ve böyle bir eğitime de “Yüzde Yüz Katkı” yapılsın! Avrupa’ya yutturulan bu yanlış resim ortadan kaldırılmalı.

KÜRTLER açısından bu son derece önemlidir. O zaman Kürt çocukları da Türkçe eğitim yaparak “fırsat eşitliği” elde edecekler. Bir ulusun üstelik okul öncesi çocuklarını başka bir dilde eğitime tabi tutacaksınız ve en büyük eşitsizlik burada zaten başlayacak. Artık hayatın hiçbir yerinde eşitlik kuramazsınız. ME Bakanı aslında olumlu bir konuşma yaptı ama en yakın komşusunu, Kürtleri unuttu. Biz her şeyi açık tartışırız diyorlar ama tartışamıyorlar. Tesadüfen ve koşulların getirdiği bazı nedenlerle milletvekili olmuş Kürt ve KÜRDİSTANLILARDAN biri de çıkıp “sayın bakan, -yada başbakan- bölgemizde insanlar Türkçe’den başka bir dille konuşuyor, bu durum ne olacak?” demiyor, diyemiyor.

  1. Okul Öncesi çocukların durumu üzerine gelişmeler.

Bu konu bizim için çok önemlidir. Türkiye’de bu konu ile ilgilenen, –sözde ilgilenen- bir kuruluş var. Türkiye Okul Öncesi Eğitimi Geliştirme Derneği. Kısa adı: TOÖEGD. Bu dernek Uluslararası düzeyde çalışan Erken Çocukluluk yada Okul Öncesi Çocuklar konusunda OMEP kısa adlı bir kuruluşun üyesi. OMEP 1948 de kurulmuş, TOÖEGD de buna 1969 katılmış. 72 Üyesi bulunan OMEP yakın zamanda Türkiye’de Kuşadası’nda bir toplantı yaptı. 2005’te Almanya’da yapacak toplantısını.

Okul öncesi çocuklar dünyada birçok ülkede % 100 eğitimden yararlanırlarken bu oran Türkiye’de % 11 düzeyinde. Bunu siz Kürt çocukları için alırsanız durumun vahameti daha da büyük olur. Bu konuda ciddi çalışmalarla raporlar hazırlanmalı ve bu kuruluşa iletilmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde okul öncesi çocukların durumu ile ilgili bir genel müdürlük görev yapıyor. Ayrıca, BM ve UNİCEF ile ortak projeler var. Bunların da incelenip, Kürt çocuklarının durumları adı edilen projelere uygun bu kuruluşlara da iletilmelidir.

Doç. dr. Gelengül Haktanır adında bir bayan TOÖEGD adına OMEP’İN Kuşadası toplantısına katıldı, Doçent olmuş ya, bilimsellik adına(!) olacak Kürt çocuklarından, ötekilerden tek kelime etmedi.Hep TÜRK çocuklarından söz açtı..

Programımızın en önemli hedefleri arasında ana okulu ve okul öncesi Kürt çocuklarının kendi ana dillerinde eğitimleri geliyor. Lise eğitimi bu düzey üzerine ancak programlanabilir, yoksa lafı bile edilemez. Zaten Üniversite seçimliktir, imtihan iledir.Bu düzeyde kendi bölgemizde bölümler açılması ile yetinebiliriz.(…)

  1. GÖÇ ve sonuçlarının programlanması, tartışılması da temel bir olgudur.

TC gerek zorla ve gerekse buna mecbur ederek Kürtlerin büyük bölümünü kendi yurtlarından çıkarmış, bu uygulamalar ile sosyal, ekonomik. siyasal vb son derece önemli sonuçlar meydana gelmiştir. Zorla yada mecbur bırakılarak, ekonomik nedenlerle kovulan, giden tüm Kürtlerin yurtlarına dönmeleri yasal bir prosedüre bağlanmalıdır. Zorla gidenlere kaybettikleri ile ilgili tazminat verilmelidir. Harap olan alanlar tamir edilmelidir. Ekonomik birçok yatırım olan KÜRDİSTAN’A bu yatırımlar nedeniyle daha fazla pay verilmelidir, yani daha fazla harcanmalıdır.

KÜRDİSTAN köyleri birleştirilerek merkezi bölgeler yaratılması yanlıştır. Bu program ta Ecevit döneminin Köy-Kent Projeleri olarak gizli bir asimilasyonun uygulanışı olarak düşünülmüştü.

Batı bölgelerine giden ve zor kullanılmadığı halde geri dönmeyenler için de o bölgelerde ayrıcalıklı uygulamalar yapılmalıdır. Kredi ile ev edinmeleri, çocuklarının okumalarının sağlanması, iş olanakları vb.. yasaya bağlanmalıdır.

Özetle, GÖÇ’ÜN bütün sonuçları ortadan kaldırılmalı, eşit ve uygar bir toplumun vatandaşları için ulusal kimliklerin suç olmaktan çıkarılması sağlanmalıdır.

  1. BAZI ÖNEMLİ değişiklikler yapılması gerekiyor, bunlar yukarıdaki programları tamamlayan temel olgulardır.

  1. KÜRDİSTAN bir coğrafi alan olarak kabul edilmeli, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri belirlemeleri kaldırılmalıdır. Bu bölgelere resmi devlet haritalarında KÜRDİSTAN yazılmalıdır.Bu bağlamda bütün devlet kurumlarındaki, askeri, siyasi, okul haritaları yeniden basılmalıdır.

  1. KÜRDİSTAN bölgesinin giriş yerlerine trafik, tanıtım, şehir vb.. pano ve şiltleri Türkçe ile birlikte Kürtçe de olmalıdır.

  1. Bütün şehir, köy isimleri Kürtçe asılları ile birlikte yazılmalıdır.

  1. KÜRDİSTAN’DAKİ Havaalanları, Tren istasyonları, Göllerdeki deniz işletmelerinde Türkçe yazımların altına Kürtçe de yazılmalı. Biletler Türkçe ve diğer yabancı dillerle birlikte, Kürtçe de basılmalıdır.

  1. KÜRDİSTAN’DA kullanılan bütün ilaçların Prespektüfleri hangi dilde yazılmış olursa olsun ek olarak mutlaka Kürtçe de yazılmalıdır.

  1. Askerlik şubeleri, nüfus idareleri, bankalar vb..’de kullanılan formlar Türkçe ve Kürtçe olmalıdır.

  1. Mahkemelerde resmi Kürtçe tercümanlık müessesesi kurulmalıdır. Kürtlerin kendilerini Türkçe ifadede zorlanmaları önlenmelidir.

  1. KEMALİZM’in bütün dayanakları ortadan kaldırılmalıdır.

Bize, Kürtlere, KÜRDİSTANLILARA dönük yanıyla bunlar nelerdir?

  1. Türk Silahlı Kuvvetleri denilen Ordu gücü genel ülke askeri stratejileri dışında KÜRDİS-TAN’DAN çekilmelidir. Bölgede zabıta kuvveti olarak belli merkezi yerlerde bulundurulacak asker ve polis gücü ise yarı yarıya indirilmelidir.

  1. Türk bayrağı KÜRTLER ve diğer uluslar, azınlıklar göz önüne alınarak yeniden düzenlenmeli. Bütün kültürleri temsil edebilecek bir biçim ve muhtevaya ulaştırılmalıdır.

  1. Atatürk büstleri ve fotoğrafları bütün KÜRDİSTAN’DAN kaldırılmalı. Tarihi boyutları içinde ilgili yerlere örneğin, Sivas ve Erzurum Kongreleri nedeniyle bazıları kalabilir. Bunların da üzerlerine tarihsel olay ve olguları açıklar nitelikte Türkçe ve Kürtçe yazılar konulmalıdır. Bu bağlamda, Kürt siyasal liderlerinin de ilgili yerlere birer büstü konulmalı, üzerleri yazılarak tarihsel sürecin anlaşılması sağlanmalıdır. Tarihsel süreç bakımından Kürt büyüklerinin fotoğ-raflarının asılmasına da engel konulmamalıdır.

  1. Paralar üzerindeki Tek şef ve tek lider görünümünü belirleyen haksız ve adaletsiz görüntüler kaldırılmalı, bir çok insanın ve tarihi turistik yörelerin resimleri konularak egemenlik hakları ve “çok etnik yapılı sistemin” gerçekleri hakkaniyet ölçüleriyle bölüştürülmelidir.

  1. İlk okullardaki ‘Türk Andı’ ve ‘İstiklal Marşı’ kaldırılmalı yeni döneme uygun çok etnik yapılı sistemi ifade edecek bir ortak devlet Andı ve Marşı konulmalı. Eğer Türk andı ve marşı kalacaksa bunun diğer uluslar ve azınlıklar bakımından zorunluluğu kaldırılmalı ve bunun yanında bileşeni oluşturan diğer ulusların, halkların bu yöndeki Marşları da konulmalıdır. Ancak ortak bir And ve Marş olacaksa, bunun da haftada bir defa söylenmesi kabul edilmelidir.

  1. HUKUSAL zorunlu değişiklikler.

Bunlar aslında genel olarak Anayasadan aşağıya doğru tüm yasaları içermektedir.

  1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na devletin diğer ulusal bileşenleri konularak değiştirilmeli, yalnız Türk Milletini ifade eden bir anayasa eşitlik ve genellik esasına aykırıdır.

  1. NEWROZ Bayramı’nın Kürtlerin ulusal bayramı olarak resmen kabul edilmesi, bunun yasallaş-tırılması gerekir.

  1. Kürtlerin bölgesel yasal siyasi Partiler kurmaları hükme bağlanmalı, yasallaşmalıdır. Bu Kürt Partisi olacaktır. Diğer partilerin demokratik sistem açısından vazgeçilmezlikleri böylesi bir kararla ancak hukukileşir.

  1. KÜRDİSTAN’DA merkezi kurumlar dışında ayrı koşulların zorunlu sonucu idari düzenleme bölgesel özerkliğe kavuşturulmalıdır.

  1. Dini ve siyasi azınlıkların KÜRDİSTAN bölgesinde özgürlükleri yasal güvenceye bağlanmalı ve ibadet özgür olmalıdır. Dinini seçme her vatandaşın doğal hakkıdır. Bu özgürlüğe bağlı olarak İSLAM DİNİ’ni seçen Kürtlerin ibadetlerini Kürtçe yapmaları için KUR’AN ve MEVLÜT Kürtçe basılmalıdır.Bu bizzat devlet Din ayet İşleri başkanlığı tarafından yapılmalıdır.

  1. KÜRDİSTAN’ın büyük illerinin birinde yada birkaçında KÜRT Opera ve Balesi, KÜRT Tiyat-rosu kurulmalı, devlet desteği ile güvence altına alınmalıdır.

  1. DİĞER BAZI ÖNEMLİ SORUNLARIN çözümü zorunluluğu.

  1. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun Durumu.

Bu kurumun arşivi ağzına kadar Türk olmayan diğer azınlık ve ulusların Türkçe’ye çevrilip kullanılan halk müzikleri ile doludur. Özellikle Kürtler açısından bu büyük boyutlardadır.Menşei belirtilmeyen bir hırsızlık Türk Müziği olarak sunuluyor. Ayrıca, Türk Sanat Müziği olarak sunulan türde de Osmanlı dönemlerinde saraya getirilen diğer ulusların enstrümanları ve dolayısıyla onların makamlarından oluşmaktadır. Örneğin, Nihavent, Uşak, Kürdili Hicazkar, Acem-aşiran, Hicaz, Hüzzam, Nişaburek, Şataraban, Rast vb.. Yani, Türk sanat yada klasik müziği diğer ulusların ve halkların müziklerinden alınarak ortaya çıkarılmış ve daha sonra gelişmiştir. Bunun gibi meşhur oyun havaları da Türk değil.

Daha önceki yıllarda, TRT adına oluşturulan belli gruplar KÜRDİSTAN’ı adım adım dolaşıp Kürtlere ait müzikleri derlemiş ve kendine mal etmişti. 1969-70 yılları DDKO dönemi bu konuda TRT (Türkiye Radyo/Televizyon Kurumu ) aleyhine dava açılmasına karar verilmişti. Kürdistan’dan derlenen çok sayıda türkü ve şarkı üzerine Erivan ve Berlin kaynaklı belgeler ve bir doktora tezi temin edilmiş, diğer delillerle desteklenerek gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Ne yazık ki çalışmalar yarıda kalmış, söz edilen dava açılamamıştı.(…)

Bu konu ile ciddi ilgilenilmeli, Program şu olmalı; TRT’den bunların menşeinin belirtilerek çalınması istenilmelidir. Bazı ‘as solistler de’ bunu yapmak zorundalar. “Dede Efendinin Uşak Şarkısı” gibi Kürtlerin ve diğerleri de belirtilmeli. Ve Kürtçe müzik orijinal olarak da çalınmalıdır. Özellikle KÜRDİSTANLI (Ki çoğunluktalar) “Türkücüler” okudukları türküleri Türkçe söylerken, bunun bestecisini ve Kürtçe olduğunu, hangi yöreye aitse bunu da mutlaka belirlemelidirler.Folklor ve oyun ekiplerinin kıyafetlerinin de Türk olmadığı açıklanmalıdır. Türkü ve şarkılar orijinal dillerinde okunmalı, tercümelerine itibar edilmemelidir.Doğru olan budur.

  1. Af Yasası.

Şunu altını kalınca çizelim; bir kere TC’nin kendi yanlışları ve haksızlığı adına, bütün süreçleri şartsız tercihsiz kapsayan bir genel af çıkarması zorunludur. Ayrıca, birçok kişiye yaptıkları nedeniyle tazminat ödemelidir.

Bu vesile ile son dönemde çıkarılan ve adına “Eve Dönüş Yasası” denilen ‘yasa’ ile ilgili kısa bazı belirlemeler yapmamız gerekiyor. Adını ettiğimiz yasa, tarihte eşine rastlanmamış bir yasadır. Yöneticiler de bunu utanmadan, sıkılmadan telaffuz etmede beis görmüyorlar.

Dünyada böyle bir şey var mı? Kim, hangi eve dönüyor? 20 yılı aşkın süredir içeride olan İn-sanların, neredeyse haksız verilmiş ömür boyu cezaları bitecek. Siz onlara „gel bana her şeyi anlat, nedamet getir, seni affedeyim“ mi diyorsunuz? Zaten, en üst düzeyde, genel Başkanları ve bazı yöneticileri en detay bilgileri hem Genel Kurmaya, hem basına ve hem de gizli açık savcılara, istihbarat örgütüne,polise vermiş durumdalar. Gizli kod ve şifreler, askeri bilgiler bile verilmiş durumda. Şimdi, bu genç insanlardan yeni ve hangi bilgileri istiyorsunuz? Böyle pazarlıklı „eve dönüş“ü kim kabul eder?Bu ayıp değil mi? TC hem suçlu hem güçlü. Ayrıca onurları var, yıllardır içerdeler. Böyle Af Yasası olur mu? Bunu da Avrupa’ya karşı, bakın biz ‘af bile ediyoruz’ diyorlar. Biraz utanma olsa bunu yapmazlar.

Her şeye karşın Kürtler açısından „Eve Dönüş Yasası“ fiyasko ile sonuçlandı. Bu Yasadan ya-rarlanmak için çok az sayıda unsur başvurdu. Bu başvurular da Türk medyası ile hükümetinin abartılı sunuşları ile hazırlandı.

TC. Emniyet Genel Müdür Yardımcısının adı geçen yasanın son uygulama tarihi olan 7 Şubat 2004’te yaptığı açıklama ortada;

Son gün 1 kişinin başvurusu ile “toplam 3413 kişinin başvurduğu” ve bunlardan “1873 kişinin serbest bırakıldığı” belirtiliyor. ”772 kişi bizzat gelerek” başvurmuş, ”cezaevlerinden ise 2640 başvuru” var. Yurtdışından ise başvuru olmadığı belirtildi.

Bu açıkça bir itiraf yasasıdır. İçerdekiler adi suçlu değiller. Şurası da açık; Hukuki olarak da son derece büyük bir yanlış var. Af Yasaları ileriye dönük bütün sonuçlarıyla cezayı ortadan kaldırır. Bu da yok, iş Polisin ve Savcının insafına bırakılmış!

  1. Terörizm.

Bu konu ilginç. Devlet terörizm ile Kürt Hareketini PKK’ya bağlı suçlarken, Kürtlerin temel taleplerini göz ardı ediyor. Kürt Hareketi terörist değildir. Devlet kendisi ve oluşturduğu Gladyolarla, gruplarla faili meçhul bir çok cinayete imza attı ve bu insanların tümü dışarıda. Kimseyi de yargılamadı. Milletvekili olan, parti başkanı olanlar da var.

PKK’ya gelince, O Kürt hareketini bağlamıyor. Çünkü, devletin yanında yer almış durumda. Ama devlet, dışarıya karşı bunu kullanarak başka şeyler yapmak istiyor.TC’nin geleneksel alışılmış bu tavrı ucuz bir politika. Ucunda da Güney KÜRDİSTAN var, çünkü bunu hiç hazmetmedi, hazmedemiyor..

  1. Ve PKK artık yok.

PKK, eğilip-bükülüp ne idüğü belli olmayan bir yapıya dönüştü. Her gün yeni biçimler içinde gücünü kısmi olarak koruyarak süratle açık, ama görünmeyen bir tasfiye yaşıyor. Bunu da sezinletmemek için büyük çaba harcıyor. DEHAP, KADEK derken KONGRE GEL ve başkaları ile legal bir görünüm sergilemeye özen gösteriyor.Ömrünü, işi henüz bitmediğinden uzatıyor.

(…)

Bölgede gerek TC’nin ve gerekse diğer istihbarat örgütlerinin yeni projelerle PKK’nın bir bölümüne yanaşıp, onu uzun vadede organize etmesi de dahil birçok ilişkiye dikkat edilmelidir. Güney Kürdistan’da istediğine ulaşamayan TC’nin, birçok provokasyonu yaptıktan sonra, sonunda hala PKK-KADEK ve daha başkalarının teröründen bahsederek kendini gizlemesi ve temize çıkarmaya çalışması kimseyi aldatmamalıdır.

  1. Güney KÜRDİSTAN Sorunu.

Bölgemizde ABD’nin Irak’a son müdahalesi yeni boyutların oluşmasını sağladı. Bu durum birçok yorum, değerlendirme ve yöntemleri alt-üst etti. Şurası açık, müdahale elbette ki Irak’ta en organizeli güç olan Kürtlere kendi alanında Özerklik tanımasını gerektiriyordu.

Ayrıca müdahale Irak’ın Kuzeyinden başlatılmadığı için de TC’nin bütün hayalleri tuzla buz oldu.ABD’ne karşı pazarlık sökmediği için TC yalan söylemeye, kıvırtmaya başladı. Onun amacı Harekat Kuzeyden olursa, KÜRDİSTANI işgal etmekti. Böylece Kıbrıs misali orada bir „Kuzey Irak Türk Cumhuriyeti“ kurmaktı. Kanlı ve yalana dayalı tarihinin her sayfasının „süslediği“ bu geleneksel hayali ile alelacele bir nüfus mübadelesi yada göç olayı yaratıp, petrol bölgelerinde özellikle Musul ve Kerkük’te kalıcı olmaktı. Dededen-babadan kalma bir anlayışla bölgede „garantörlük“ almak ve bir daha buralardan çıkmamaktı. Gelişmeler bunun böyle olamayacağını gösterdi.

İşin esas önemli yani ise gelecek günlerin Irak benzeri Türkiye, İran vb.. müdahalelerine gebe oluşudur. Sorun Irak petrolleri ile sınırlı değil, global bir anlayış ve strateji Kafkas petrollerinin Basra Körfezine bağlanması projelerini gösteriyor. Bu bağlamda gerek İran ve gerekse Türkiye’de de Kürtlerin organizeli bir güç haline gelmelerini gerektiriyor. Bu da PKK’yı da içine alarak tasfiye edecek bir ulusal program ile olacaktır. Buna hazır hale gelmenin gerekleri var.

(…)

  1. Yeni İktidarın Tek Parti sevdası ve Ümmetçi Kemalizm.

Artık Türkiye’de övmekle bitirilemeyen bir “Allahçı” kadro var. Her şeye kadir ve kötürümleşmiş, kangrenleşmiş her şeyi Türk hovardalığı, kahramanlığı ile çözeceğini bağıran bir iktidar insanı güldürüyor.

Evet, her yerde Allah sıkça anılmaya başlandı Türkiye’de. TV Show programlarında bile, her yerleri açık ‘moda’ mankenlerde programları boyunca yüzlerce kez Allah’a şükrediyorlar.. Gazeteler öyle, her şey öyle. Bunun sebebi hikmeti nedir acaba? Allah bu iktidarla adaletini gösterip çözümsüz bir şey bırakmayacak mı? Eğer bu kez bize, Kürtlere de adaletini gösterirse Allah’a şükredebiliriz. Ama, bu konuda hiç bir gücün adaleti yok.. Dünyanın son sömürgesi bir türlü özgürleşemiyor. Adaletsiz bir güç kabul etmemiz mümkün değil. Biz mazlum bir ulusuz, her şeyin bizim üzerimizde denenmesi gerekmiyor.

İsin esasının üstü örtülüp ilginç şeyler oluşuyor. TC Hükümetinin yıllardır ne olduğunu yakından tanı-dığımız ve her dönemin Allahçı bir bakanı, daha doğrusu ‘DOĞULU‘ Aksu da TV’de hemşerisinin Show programına mesaj göndermeyi ihmal etmedi.Tabi Kürt lafı yok. Hemşerisinin ‘Gözlerinden Öpüyor’ ve TV programlarındaki rekabette onun arkasında olduğunu böylece gösteriyor. ‘Doğulu’ şovmen de birkaç kez ‘Allah’a şükrederek, Bakanın ‘Ellerinden Öptüğünü‘ açıklıyor. Söyledikleri de hep Kürtçe’den alınma ve yozlaştırılarak kullanılan kavramlar.

Bu şovmeni rekabetle saf dışı etmek isteyen ‘İmparator’ İbo da, bir programının son 3 dakikasına sıkıştırılan bir Fax’a uygun davranabiliyor. Fax „İbrahim Abi bir Kürtçe uzun hava söyle“ diyor.

O da “SÖLİM mi, SÖLİM mi? EYİP mi Kürtçe söylemek” diyerek Kürtçe bir türkü söylüyor. Ondan bunu „Bir İngilizce yada Fransızca söylesene“ gibi istiyorlar. İlginç olan 3 bayandan oluşan vokal grubu, orkestrası, orada bulunanlar hemen tümü bu parçayı daha önceden programlamışlar ve üzerinde çalışmışlar gibi başlıyorlar söylemeye.Daha sonra „İmparator“a “bu bir aşama, ötesi gelir” dediği için soruşturma da açılıyor? ‘Kürt Sorunu’ böylesi bir derekeye indirilmiş, Kürtleri de okşamıyor değil hani!

Bu ‘doğulu’ türkücülerin hemen tümü bize göre CAHŞ’tır.. (Cahş: Kürtçe,Ulusal ihanetçi anlamına )

Kürt Sanatçı C. HACO’nun günlerce reklam edilen H.AVŞAR ŞOW’ daki programı ise iğdiş edildi, sansür ve Kürt düşmanlığı ile playback’e çevrildi vb.. Yeri gelmişken söyleyeyim, Cıwan böyle gitmemeliydi. Üstelik esas gidişi, Malabadi konseri de manidar, devlet Programları içinde gözüküyor. Neyse..

İsmet PAŞA ve M.KEMAL dönemini andıran, ama döneme uyarlanmaya çalışılan yeni bir KEMALİST versiyon ile karşı karşıya bulunuyoruz.Başbakan, Meclis Başkanı „AK PARTİ“ den, bir de yasal ayarlama ile Cumhurbaşkanı seçilebilirse tam „TEK PARTI“ dönemini andıracak. Bunun nasıl bir demokrasi olacağını varın düşünün. Genel Kurmay Başkanı da ayarlanabilecek mi? Şimdilik bu hükümetin devleti danışıklı savunduğu ve ele geçirmeye uğraştığı gözüküyor! Avrupa’ya da bazı “değişiklikler” yapıldığını yutturabiliyor. ÜMMETÇİ KEMALİZMİN bu yeni biçimi Kürtleri yok sayarak işlerini şimdilik götürüyor.

  1. Nüfus sayımı,referandum.

Türkiye’de eğer demokrasi olduğu ve Avrupa Birliği düzeyinde bir devletin varlığı iddiası varsa yapılacak zorunlu şey yeni ve demokratik bir nüfus sayımı yapılmasıdır. Bu sayım, baskı altında olmadan Türkiye’de vatandaşların ana dillerinin tespitini yapacaktır. Aynı zamanda Kürtlerin varlığının Türkiye’de ne kadar önemli olduğunu somutlaştıracaktır. Zorla vatandaşların ana dillerini Türkçe yazmak, yazdırmak ayıbı da ortadan kaldırılacaktır.

Nüfus sayımı yalnız yeterli değil, bunun gibi yapılmış ve yapılacak bütün “reformların”; demokratik, insani, ahlaki, siyasi, toplumsal vb… velhasıl iddia edilen “gelişme ve değişmeler” varsa bunların halkın onayına sunulması ve değişmesini bizzat halkın istediği değişikliklerin görülmesi için ciddi, baskı altında olmayan, üzerinde oynanmayacak bir REFERANDUM yapılmalıdır.

  1. Kavramlar.

Son hükümetin başbakanı da diğerleri gibi, „Ulusa seslendiği konuşmalarında” hep Türklerden söz ediyor. Türk Hükümeti, Türk Milleti, Türk Devleti vb..diyor.Bir kere Avrupa’da söylediği ve çok önemli bir şey söylemiş gibi gösterilen ‘kültürlerin birleşmesi’ ‘fırsat eşitliği’ ‘demokrasi’ vb.. söylemleri ile yine geleneksel devlet tavrı bozulmadı. Hürriyet Gazetesi’nin üstünde, logosunda yazılı olduğu gibi ‘Türkiye Türklerindir’.. Şimdi ne olacak? Türkiye’de kültürleri birleştirmek yerine görmezden gelenler, Avrupa’da hak arıyorlar. Onlara büyüklük ediyorlar, yalan söylüyorlar.(…)

Özetle;

Mademki, demokratik ve yasal bir değişmeden bahsediliyor.

Mademki, “MİSAK-I MİLLİ” yi bozmayın, onun içinde, Avrupa Birliği yolunda Kürtlerin hakları verilir deniliyor.

O zaman, yukarıdan beri önerdiğimiz önemli programların uygulanması, sorunların çözümü konula-rında samimi olunması gerekir. Bu, asgari düzeyde ve doğal demokratik programlar olmazsa olmaz koşul sayılmalıdır. Tümü olmasa bile, büyük bölümünde adım atılması gerekir. Görünen o ki,hiçbir cid-di adım atılmıyor. Ayrıca, Avrupa Birliğinin ne “UYUM YASALARI”nda ne de çok sözü edile “KRİ-

TERLERİNDE” Kürtlere yönelik hiçbir çözüm yok dersek doğru olur.

Bu nedenle, sunduğumuz program başlıkları tek tek detaylandırılmalı, genişletilmelidir.

Bütün KÜRDİSTANLILAR, TC’nin ve Avrupa Birliğinin önüne en azından bu yasal ve demokratik programları dayatmalı; haksız,adaletsiz ve yalana dayalı uygulamaları deşifre etmelidirler.

Kürtlerin bölgede bulundukları devletlerde bunların ötesinde programların çözümleri ise geçerliliğini korumaktadır. Bütün bölgeyi kapsayan bağımsızlık, ülkeler içinde otonomi, federasyon ve kültürel özerklik de buna dahildir.

Biz, gelinen yerde somut ve koşullara denk düşen, güncel yukarıda detaylandırdığımız programların yerine getirilmesini, TC açısından gerek hem demokratikleşme hem de Av. Birliği yolunda olmazsa olmaz koşul sayıyoruz. Böylece, TC sınırları içinde onunla savaşım değil, birlikte özgür yaşamak kolaylaşır. Av. Birliği sorumluları nedeni ve çözümü Kürtlerde arayacaklarına Türk devletine açık tavır koymalıdırlar. Bu aynı zamanda ileriki programlara ve düzeylere de daha geniş zemin hazırlar.

Bitirmeden söyleyeyim, şimdilik bu mütevazı, insani ve demokratik taleplerin bile tartışılır olması, çözümlenmesi maalesef Genel Kurmayın Ümmetçi Kemalistleri, acemi oğlanları bakımından mümkün görülmüyor.

Şimdilik bu kadar.

Mümtaz. Kotan

Mart/ 2004

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar