Zorunlu Bir Açıklama-.Mümtaz Kotan (2002 Ağustos)

1. November 2015 | Von | Kategorie: Belgeler

mumtazkitapSayın Kemal Burkay,

Roja Nû yayınları arasında 2001 yılında Stockholm’de çıkarılmış “Anılar,

Belgeler Cilt 1” kitabınızı şu sıralar ancak okuyabildim. Geç oldu, “kusura”bakmayın! Buradaki “arkadaşınızın” bir türlü bana bu kitabı vermemesini, şimdi daha iyi anlıyorum. Hem yazdıklarınızdan, hem de dö-nem itibariyle çok daha geniş zeminlere  ihtiyaç duyulduğundan “utanmış” olduklarını sanıyorum.

Ebadı “büyük boy” ve “düzenli göründüğünüz resminiz”in kapağında olduğu kitabın çıkar çıkmaz yanlışları bakımından hemen eleştirilmesi iyi olmazdı. Bir süre sonra gerekli “satışı”tamamladıktan sonra eleştirilerimizi yapma-mız zaman kazanmanız açısından “kötü” de olmadı.. Başka nasıl düşünme-mi isterdiniz? Şunu hemen belirteyim, bu yayın “Anılar, Belgeler”den çok ağır tahribat yaratan ve kişilikleri hedef alan son derece “özgür” bir yazım.

Kitabı Ünal Yardımcı yayına hazırlamış, içinden geçtiğimiz bu zor ve çetin süreçte, onun da duyarlı davranmadığı ortada. Ben yaptığınızı demokratik de görmüyorum, demokrasi konusunda da anlaşmamız ve bu zavallı kavramı tasalluttan, her yana çekilmekten, ortalık malı olmaktan kurtarmamız da gerekiyor.

Bana da “yer ayırmışsınız”.. Daha doğrusu, beni ‘’özel olarak yerleştir-mişsiniz’’.. Ve sözde 1971 döneminde, bir iki aylığına cezaevini ziyaretiniz sırasında oluşmuş “anılarınız”dan bahsediyorsunuz. Neden böyle tasarlanmış bir anıya” bu aşamada gerek duydunuz? Benim sizinle o dönem, cezaevi süreci de dahil herhangi bir anım olmadı. Belki 1975 sonrasında başka arkadaşların da bulunduğu bir iki küçük anımız olmuştur, bunları yazabilirsiniz. 74 öncesi asla anımız yok, kitabınız “anılar” olması hasebiy-le beni yazmamanız gerekirdi. Ve yalnız “anılar” değil, kapakta bir de “belgeler” demişsiniz. Ama siz belge olarak bir şey sunmuyorsunuz. Yoksa, yıllardan beri alıştığımız biçimlerde kendi görüşlerinizi, başkalarını aşağı- layan eleştirilerinizi belge mi sayıyorsunuz? Bu olmaz Kemal bey, siz belge memuru değilsiniz, en azından ayıptır diyorum. “Duygusal görünen, şiirimsi duruşunuzun arkasında son derece uzlaşmaz, geçimsiz ve öfke dolu bir kişiliğiniz olduğunu” çok kişiden duymuştum. Her ne kadar “bir kedim bile olmadı” deseniz bile, bu romantizmin Kürdistan siyasal tarihinde, bugünkü alt üst oluşumuzda, son yazımınız açısından bir kıymeti harbiyesi yok. Ben, bir “psikolog” gibi bakmıyorum siyasete. Dışınızdaki bütün insanları, evet bütün insanları sakatlamışsınız. Yoksa son zamanda bir ‘’tedavi merkezi’’ mi açmayı düşünüyorsunuz? Ben, hiçbir zaman insanların kişiliklerini rencide ederek onları ele almayı ve eleştirmeyi, yalan bilgi yayarak karalamayı yöntem edinmedim.. Kitabınızda bütün tanıdığım unsurları tu kaka etmişsiniz. Bu siyasi bir tavır değil en azından. Biz sizinle geçmişte hesaplaşmış ve ‘’vuruşmuştuk’’! En azından ideolojik karşılaş-mamızı siyasal açıdan bir ‘’vuruşma’’ sayabilirsiniz. Aramızdaki doğal saydığım ideolojik, siyasal ve teorik ‘’savaşı’’, kin ve öfke ile ‘’anılar’’ kitabına gerekçe yapmamalıydınız.

Siz bizimle olmadınız, kulaktan dolma bilgiler ve başkalarının anlatımları ile insanları böylesine, sizi birçok bakımdan şaibe altına sokacak biçim-lerde karikatürize etmeniz ahlaki de değil, bu nedenle size şimdilik kısa bir uyarıda bulunmak istedim.

Unutkanlığınız olabilir, ama bunu bilinçli ve zamanlamasını da düşünüp taşınarak yaptığınız belli.. Herhangi bir şartlanmışlık olarak algılamayınız bu tespitimi. Bu konuda ne kadar ‘’usta’’ olduğunuz biliniyor. Çünkü, uzaktan da olsa, sizden süreç içinde ayrılmış değerli birçok Kürdistanlı kadromuzun sohbetlerinden de olsa, sizi biraz tanıyorum! Son davranışınızın da alıştığımız karakterinizin somut bir yansıması olduğunu düşünüyorum.. Bana göre, birbirimizle bu kadar sert bir ‘’rekabetin’’, bu kadar öfkeli bir tutumun ne yeri ne de zamanıdır. Keşke yanılmış olsam, neyse bir kere daha denemek için bunu zamana bırakıyorum! Çünkü, zaman en iyi çözümleyici ve gerçekleri ortaya çıkarıcı bir ayraçtır. Bir korkunuz mutlaka var. Siz yıllardır siyaset yaptınız, ben de. Artık son dönemlerinizde biraz olsun husumet duygularından arınarak hareket etmeniz gerekmiyor mu? Siyasetin kurallarını istediğiniz biçimler vererek kullanmanız yüzlerce kez size geriye döndü, ama yine de aynı yöntemleri işletmekte direniyorsunuz. Uzatmaya-yım, bunu ve daha pek çok şeyi mutlaka tartışma olanağımız olacağını umut ediyorum..

Size, geçmişte kalan birçok olgudan birkaçını kısaca hatırlatarak, daha sonra kitabınıza gelmek istiyorum. Çünkü, bu kısa hatırlatmalar bugünkü ‘’anıla-rınızdaki’’ haksız saldırıyı daha net ortaya koymamıza yardımcı olacaktır. O günlerin kinini gündeme getirdiğiniz inancındayım da ondan .. Ayrıca, siz benimle ilgili anlatımlarınızı şöyle bağlamışsınız: ‘’Mümtaz’ın bu konuşma tarzı da, 12 Mart sonrası, onun başını çektiği grubun çıkardığı Rizgarî dergisinin dil ve üslûbunu oluşturdu’’. Anlaşıldığı kadarıyla o üslûp size çok koymuş..

Çok kez yazdık ‘’siyasette kin olmaz’’.. Sevmediğiniz, istemediğiniz insan-larla ve istemediğiniz zamanlarda bir araya gelmek mümkündür. Nitekim siz ‘’kötü adam’’ olarak nitelediğiniz Öcalan ile ‘’el-ele ve kol- kola girdi-niz’’! Hayat maddi ve bunun içinde siyaset bilimi insanlara çok şey dayatıyor. Ya da siyasetçiler bu biçimleri kendi muhtevalarına rağmen isti-yorlar. Toplumsal yapıdan edindiğimiz irade dışı ‘’titizlikler’’, ‘’kendini beğenmişlikler’’ pek fayda etmiyor. İşte, burada benimle sizin çok farklı olan yapılarımız gündeme geliyor. Ben dayatılmış böylesi günübirlik siyaset gösterilerinden çok uzak kaldım, kalmaya çalıştım. Bunu dost da düşman da biliyor, sizin de bilmeniz gerekiyor. Ve de siz yalnız ‘’el-ele ve kol-kola’’ girmekle kalsanız yine iyi, Türkiye’ye barış önerdiniz. Ve fotoğ-raflarınızın renkli görüntülerini basına da dağıttınız, pozlarınızın ve kendi-nize has, biraz zoraki gülüşlerinizin arkasında mazlum bir ulusun kan ve revan içindeki mücadelesinin unutulmaz o hazin duruşu vardı. Ne yazık ki, bu barış tek taraflıydı, kimse takmadı bile. Bu atraksiyon, aynı zamanda, ‘’Türkiyeli olmanın’’ nesnel bir gösterisiydi.. Kısa bir perdelik bu oyun, tiyatro olarak ne senaryosu ne de sahne düzeni bakımından kimseyi ikna da etmedi. Çünkü, alışılmış küçük çıkarların oyunlaştırılmasına kimse yabancı değildi ve bu bağımlı kişiliklerin bir araya getirilmesiydi de ondan. Herkes bilmelidir, bu atılım, sizin ve Öcalan’ın Talabani’nin işgüzarlığıyla çok iyi kullanıldığınız bir gösteriydi, yapılmış büyük bir yanlıştı. Eğer ben öneriyi kabul etseydim, bu hazırlanmış ‘’gösteriye’’ katılmış olabilirdim, bunu yapmadım. Hoş yapsaydım bile, biz olduğumuz için özellikle siz orada suratınızı asar otururdunuz, bundan zerre kadar kuşkum yok! Bu yanı bir tarafa, bugünkü yenilgimizin temellerinden birini de o zaman attınız, atıl-masına yardımcı oldunuz.. Bunu da affettik, ama bilesiniz asla unutmayız ve tartışmak da gerekiyor. Ama, siyasette kin tutarak değil.

Siz siyasette gerillacılık da yapıyorsunuz, bu olmaz. Hep vur kaç oynuyor-sunuz. Hep kıyıdan köşeden bize atmadığınız ok kalmadı, her tarafımız delik deşik, yine de Kürdistan tarihinin ve mücadelesinin haklı zeminini bozmamak için sabırla seyrettim.

Öcalan o ‘’tören’’den pek kâr etmemişti, ama size süreç içinde kendisi ve PKK ile ilgili tüm söylediklerinizi yedirtti sayılır. Bu da o aşamada Öcalan’a yetti. ‘’Büyükçe’’ bir kitap yazmıştınız, ‘’devrimcilik mi, terörizm mi?’’ diye tartışmıştınız PKK’yı. Unuttunuz herhalde.. Değilse bu konuda özeleş-tiri vererek mi Öcalan’la buluştunuz? Bu konudaki ve daha nice görüşleri-nizi nereye kaldırdınız, bunu nasıl yuttunuz? Açıklamayacak mısınız?

Merhum M. Barzani’ye söyledikleriniz o gün de bugün de bana utanç veriyor.

‘’Bir İhanetin Belgeleri’’ olarak ‘’Özgürlük Yolu’’ dergisinde (Eylül/1977, Sayı:28,Sh:39-55) manşete çıkardığınız olay, topu topu Barzani’nin Carter’e yazdığı bir iki özel mektuptu.. ‘’Anılarınızın’’ 2. cildinin konuları arasında yer alıyor herhalde bu olay. (…) Bunu yaptınız ve hayat sizi onların alanında ‘’… oluşturmaya’’ bile götürdü sonunda. Bu konuda bize hem siz hem de başkalarının söyledikleriniz tarihte kaldı ve bu suçlamalardan ötürü biz ‘’Barzani’nin uşağı, burjuva milliyetçisi’’ de olmadık. Bunları da açıkla-malısınız. Bırakın süreç içinde KDP ile ilişkilerinizi, üstelik şimdi, bizim gibi suçladığınız bazı kadroların yardımları ile ayakta duruyorsunuz ve bize çalım atıyorsunuz.

Şeyh Sait Olayı ile ilgili sorunu gündeme getirmemiz ve belgelememiz sonrası bize yaptığınızı da unutmuş gözüküyorsunuz. Bize nasıl saldırdınız, hatırlıyor musun? Cibranlı Halit Bey ve arkadaşlarının haksız ve hukuksuz katledilmelerini, AZADİ örgütünün faaliyetlerini bir kenara bırakmıştınız. Sırf ‘’Şeyh’’ kelimesini esas alarak kitlenin dinci eğilimlerle ayaklandığı gibi kısır, bilgisiz açıklamalarla Kemalizm’in o şaşaalı ‘’Laiklik’’ ve ‘’ilericiliği’’ni tercih ederek olmadık kavramlar ürettiniz. Bu konuya da gelece-ğinizi umuyorum. Ama, Avrupa güzergahlarında, hayat size ‘’Şeyh Sait Olayı Panelleri’’nde konuşmacı olmayı dayattı, bu olayı yayın organları-nızda gündeme getirmeyi de.. Bir küçücük özeleştiri bile vermediniz bize.

Bunun gibi çark ettiğiniz çok olay ve olgu var.

Geçiyorum.

Bu kadar kin, öfke ve hatta nefrete dönüştürdüğünüz görüşlerinizin bana hatırlattığı şey, süreç içinde size doğru teşhis koymuş olmamızdır. Hatır-larsınız siz bize burjuva milliyetçisi derken biz de size, Sağ oportünist ve en önemlisi de Kürdistan’da yaban otu demiştik. İleride yayınlayacağınızı belirttiğiniz ‘’Anılarınız’’ın 2. cildinde bu konulara nasıl geleceğinizi merak ediyorum.

Ayrıca, siz gerçekten ilginç bir insansınız. ‘’Nevi şahsına münhasır’’ diye- yim. Faqi’nin (H. Musa Sağnıç) dediği de doğru çıktı sayılır. İstanbul Sıkı-yönetim Mahkemelerinde yargılanan arkadaşlarımızın dosyalarında delil olarak bulunan ses kasetinde Faqi Hüseyin sizi ‘’çok iyi’’ yorumlamış! Her ne kadar siz, Faqi ve Melle’lerden, ‘’KDPlerinden’’ hoşlanmasanız da, büyük bölümünün bizim etrafımızda yer almalarını küçümseseniz de, onla-rın Kürdistan’daki durumları sizin tepeden bakan ‘’sosyalistliğiniz’’den çok çok ilerideydi.. Her şeye karşın biz, Seyit ve Dedelere de kucağımızı açtık, birlikte çalıştık, onları küçümsemedik, beğenmezlik etmedik. Bir iki de olsa ‘’dedelerimiz’’ de var.

(…)

Şimdi, kitabınızda bilinçli olarak bana ve bazı arkadaşlara kısa da olsa ayrı-lan bölüme geliyorum. Uzun uzadıya burada size cevap vermek mümkün değil, gerekli de değil. Başka yerde, başka biçimler içinde karşılaşır, tartı-şırız.

Başta şunu belirteyim. Bugün hem bize böylesi iftiralar edip, hem de Türki-ye’de ‘’legal bir parti zemininde tartışma yürüttürmeniz’’ beni çok sıkıyor, kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Hem haksız ve yalana dayalı şeyler yazıyorsunuz, hem de oralarda bunu tartışıyor ve kendinizi haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.Zemin müsait, oradaki arkadaşlar da bu tür tartışmalara açık.

Ama orası bir dernek lokali değil, yanlış yaptıkları kanısındayım. Ve bana her yandan gelen saldırılarla bu tartışmalar birleşiyor. Ayrıca bu, yasal bir zeminin işi değil, görevi de değil. Mücadelede hak sahibi olduğunu iddia eden, ya da bizimle ‘’derdi’’ olan unsurlar varsa, bulunduğum örgütsel ve siyasal zemini dikkate alarak, kuralına uygun kendilerini ortaya koyarlar, elimizde yeteri kadar bilgi ve belge var, tartışırız. Uzaktan taşlama hoş değil. Telaşlanmanız gerekmiyor Kemal bey, benim o zeminlerde gözüm yok, buna inanın. Ben sizin gibi Türkiye’ye ‘’davetli’’ bir insan da değilim.

Kitabınızın bir yerinde ‘’tahliye oluncaya kadar dört ay da burada kaldım’’ diyorsunuz. Neresi burası, dingo’nun ahırı mı? Orada dişe diş bir mücadele vardı, bunu inkar haksızlıktır, emek ve adalet kavramlarını hiçe saymaktır. Tahliye için gerekçeniz olmalı. Niçin ve nasıl tahliye oldunuz, bunu açıkla-malısınız. Madem anılarınızı yazıyorsunuz, kabadayı olmadığınıza göre, siyasal bir insan olarak ‘’şunun için’’ tahliye oldum demelisiniz. ‘’Tahli-yeler başlamıştı’’ demek olmaz. Biz herhalde mafia değiliz, mutlaka hukuk-sal ve siyasal bir zemine işaret etmek zorundayız. ‘’Orada’’ en ‘’gariban’’ unsurların yıllarca yatıp bedel ödediği bir dönemde, sizin gibi birinin tahli-yesi açıklanmalı. Delil olmayabilir, rüşvet vardır işin içinde, başka nedenler vardır.. Ama, açıklanmalı..

Burada üzerinde durmamız gereken en önemli olgu, hazırlayıp vermediğiniz dilekçenin açıklığa kavuşturulmasıdır. Sıkıyönetimin önem verdiği tek şey Kürtlerle ilgili savunma yapılmaması, yapanların da azınlıkta bırakıl-masıydı. Ki, siz de bu olguya Musa Anter’le ilgili açıklamalarınızda bir ‘’MİT’çi Generalin’’ belirlemelerini aktararak işaret etmişsiniz. Siz hazır-ladığınız dilekçeyi götürdünüz ve geri getirdiniz, vermediniz. ‘’Avukatlar gerekli görmediler’’ dediniz. Avukatlarınız size, tahliye olabilmenin yolunu göstermiş olabilirler. Tahliyeniz için esas nedenin bu olduğu kanısındayım.

Sözünü ettiğim metin Rizgarî Hukuk arşivinde duruyordu. Arşivin bir bö-lümü Avukat Ş. Kaya’daydı. Suriye’ye geçerken bizimkilere değil PKK’lı-lara verdiğini biliyoruz. O klasörler arasında mı, değil mi bilemem.Ya da kendisindedir. Bunu ben daktilo etmiştim, hatırlarsınız belki. Çünkü siz geldiğinizde bizim komüne geldiniz ve bizi beğeniyordunuz! Ama, ilk Avu-kat görüşmesinde bizim komünden uzaklaştınız, niçin?

Biz doğrusunu yapmıştık, sizinle ‘’ilgilenmiştik’’, ne de olsa ‘’ Doğulu Sosyalistler Ekolü’’nün tanınmış bir simasıydınız. Bizim gibi ‘’genç’’ unsurların yeni ve zor olan çıkışımız itibariyle sizleri ‘’kapışmamız’’ doğal değil miydi? Ama, başaramadık, bize ‘’kimse düşmedi’’..

Burada bir parantez açarak, sizin çokça belirttiğiniz TİP’in o günkü yöneti-cilerinin ve sizlerin de bize bakış açınızın vahametini kısaca belirleyeyim. Düşünün, bin bir fedakarlıkla oluşturduğumuz ve mazlum bir ulusun hak-larını savunduğumuz dönemde DDKO yöneticilerini -ki, legal olarak yet-kilerimiz olmamasına karşın- TİP’e çağırarak biran önce derneği kapat-mamız ya da partiden istifa etmemiz bile istenmişti, tercih karşısında bırakılmıştık.. Aslında bu bir tehditti aynı zamanda.. Bu tehdit başta bana ve benimle birlikte çağrılan rahmetli Yümnü Budak, H. Çetin Yalap ve ‘’Mao’’ Kemal’e yapılmıştı. Tehdit’in en baş aktörü de Naci Kutlay’dı.. Söylenenler karşısında söz alan Kemal arkadaşımız ‘’biz DDKO’yu kapatsak bile, TİP’in durumunu kurtaramazsınız, ama biz kapatmayacağız’’ demişti. Siz de içinde olmak üzere, DDKO’da her türlü provokasyonu yapmaları için birçok insan dürtüldü, ama başarılamadı. Bizler MDD hareketine karşı ‘’yemlik’’ olarak kullanılmak isteniyorduk.. Süreç içinde bir ikisi hariç, tümünüz bizi kabullendiniz, bizi anlamaya ve zorunlu da olsa yavaş yavaş desteklemeye başladınız. Başında siz en önemli anti-DDKO’culardan birisiydiniz. Böyle değil miydi? O dönem aktif oldukları halde bize katıl-mayan ve karşı çalışmalar yürüten birkaç unsur da sizin etkiniz altınday-dılar. Bunlar Tunceli (Pardon, ‘’Dersim’’)’liydiler! En yakın arkadaşlığımız ve dostluğumuz olmasına karşın hep bizden kaçtılar ve soğuk davrandılar.. İleride DDKO’ları daha geniş tartışma olanağımız olacak. Burada kısaca belirlememin nedeni, bu düzeydeki çalışmalarımızın sizin tarafınızdan kü-çümsenip, tartışma konusu bile yapılmamasıdır. Ama, parsa toplamaya gelince DDKO’ları sahipleniyorsunuz. Bunu da haksızlık olarak niteliyorum. Çünkü, bedelini çok fazlasıyla ödedik.

Başa dönersek, evet o sözünü ettiğim mahkemeye vermediğiniz metinden bütün Kürt kelimeleri çıkarıldı, bazı yerlere Türk / Türkiye vb.. yazıldı ve verildi, ondan sonra tahliye oldunuz.

(…)

Hayat fırsatlarla dolu Kemal bey, tahliye deyip geçmeyin.. Biz oranın kahrını çekerken, ağır cezalar alırken siz Avrupa’ya çıktınız.

Buraya gelmeden şu Suriye ziyaretinizi de açıklamak gerekmiyor mu? Gidi-şinizi kitabınızda film senaryosu gibi yazmayı ihmal etmemişsiniz, ama Suriye’ye intikalinizden sonrası yok. Orada hangi ilişkileri ve nasıl kurdu-nuz? Bunları da yazmanız gerekiyor, çünkü ‘’seyahatiniz’’ açısından bir bütünsellik olmalıdır en azından. Ve siz Avrupa’da bazı uluslararası platformlarda Avukat olarak (‘’dava vekili’’ olarak değil!) Suriye’nin lafını bile etmiyorsunuz. Kürt Sorunu’nu açıklarken, Kürdistan’daki İnsan Hakları İhlallerini sıralarken, literatürden Suriye’yi çıkarmıştınız. Niçin? İsterseniz o platformlardaki konuşmalarınızı ve Suriye ilişkilerinizi de açabiliriz. Sizinle birlikte örgütünüzden başka avukatlar da katılmıştı bu toplantılara, biliyor-sunuz! Bütün yayın ve belgeleriniz önümüzde duruyor, bunları çöplüğe atamazsınız.

Avrupa konusuna gelelim. Her ne kadar aşağıda ‘’Avrupa’ya çıkarlar bu işleri bırakır, Türkiye’ye dönerler, mücadeleyi de suçlarlar’’ deniliyorduysa da, en başta siz çıktınız. Hem de birçok kadronuzu oralarda bırakarak bunu yaptınız, ben bunu kınamıyorum, sizin için böylesi daha iyi oldu! Sonrası malum..

‘’Orası’’ dediğiniz cezaevinde‘’Kürtçülük’’konusunda yarattığımız potan-siyeli el-hak Avrupa’da iyi pazarladınız, kimse de yoktu.. Legal oluşumlar yaptınız, maddi destek buldunuz. Biraz dudak bükseniz de, ‘’Kürtçülük’’ ayağına bu olanaklarla geri döndünüz. Tabi ‘’sosyalist’’ ilişkilerinizde iyi gitti. Sovyet yanlısı ilişkilerinizin uluslararası kazanımları ile de ‘’dolu’’ geldiniz. Herhalde Doğu Berlin arşivlerinde ‘’Kürt sosyalistleri’’ olarak yeriniz vardır!

Bir bütünlük olsun diye diğer dönemlerdeki Avrupa ilişkilerinize de kısa bir göz atalım diyorum, ondan sonra kitabınıza devam ederiz.

Yıl 1974, mevsimi hatırlamıyorum, herhalde ‘’sonbahar’’dı. Hazan mevsi-minde biz kolu kanadı kırık çıkmışız, hepimizin evlilik, okul, iş, askerlik vb.. sorunlarımız var. Devlet bizi affetmek istemiyordu. Ama, Anayasa Mahkemesinin Af Yasasını ‘’eşitlik ve genellikten’’ bozması üzerine ‘’salı-verilmiştik!’’ Devlet ‘’akıllı’’, Kürdistan Sorunu’nun dal budak salmaması için dikkatleri dağıtmayı daha çok tercih etti! Peşimizi ise bırakmadılar. İşimiz zordu. Durmadık, önümüze gelen ‘’olanakları’’ teptik ve daha geniş bir platformda yerimizi aldık. Artık ulus ve ülke sorunlarını tartışmak gere-kiyordu, değil mi? Siz büronuzda faaliyete geçtiniz. Bu 5 yıllık süreç iyi bir ‘’soluklanma’’ydı sizin için. Her ne kadar siz ‘’25 yıllık soluksuz mücadele’’ diye partinizin kuruluş yıldönümünü bir broşür ile kutluyorsanız da, 1971 dönemi gibi, 1980 döneminde de yağdan kıl çeker gibi çıktınız Avrupa’ya ve bir kez daha iyice soluklandınız! Biz bu dönemde de yattık, üstelik suçlandık, adımız her şeye çıkarıldı PKK tarafından. Bütün olan bitenleri uzaktan seyrediyordunuz.. Yine, siz bu defasında da birçok olanak yaratarak bunun üzerine oturdunuz. Bu legal olanakları bırakmadınız, Avrupa Sosyal Demokrasisi’nin (pardon, ‘’sosyalistlerinin’’) desteği ve Doğu Bloku’nun bir acentası olarak işe koyulmuştunuz. Bunun hesabını mutlaka vermeniz gerekiyor.. 1990 sonrası ‘’Berlin Duvarı’’ ile birlikte yerle bir olan, o sizin bizi suçlayarak önümüzde ‘’Komünist’’ olarak pazarladığınız saltanatın yıkılmasını da, ‘’verilen bilgilerde yanıldık’’ cümlesiyle geçiştirmeniz ne gerekçe ne de bir günah çıkarma bile sayılmaz. Sorun son derece ciddidir.‘’Sosyalizm’’ üzerine Egemen Ulus Marksistle-ri’ni yanlışları ve Kemalizm ile dirsek temaslarından dolayı yargıladığımız ve eleştirdiğimiz zamanlar, siz onların savunuculuğunu yapmadınız mı?

Üçüncü dönem, 1990 sonrası arkanızdaki ‘’destek’’ ortadan kalkmasına karşın, bu kez bütün siyasi gruplara rağmen PKK ile birlikteliğiniz size yaradı, en azından olanaklarınız elinizden alınmadı, size saldırmadılar, bu da yeterliydi. Böylece bir kez daha soluklandınız.

Bazı Avrupa kentlerine yerleştirdiğiniz MK düzeyindeki dil bilen unsurları oranın devlet ilişkileri içinde tutarak ve örgütten de ayrı göstererek işlerinizi, ‘’randevularınızı’’ yürüttünüz! Buna da ‘’Kürt Diplomasisi’’ dedirterek övündünüz. Çok destek de aldınız, olanaklar da yarattınız. Bizim canla baş-la çalışmalarımızı birçok alanda kullandınız. Almanya’da PKK aleyhine televizyonda konuşturulmak istenen unsurlardan ikisi sizin arkadaşlarınızdı ve açıkça her şeyi ihbar ettiler. Biz ise, arkadaşlarımıza neye mal olursa olsun bu öneriyi kabul etmelerini yasakladık. Hiç biri bu davete, ‘’zora’’ icabet etmedi. Konuyu Alman hükümeti ve demokratik kuruluşları nezdinde de protesto ettik, bunu hatırlarsınız.

Hep soluklanıyorsunuz, ama Diyarbakır cezaevi ‘’anılarınızı’’ da yazı-yorsunuz, ‘’helal’’ olsun! Böylece biraz daha soluklanacaksınız, bu dönem buna çok ihtiyacınız var, görülüyor! Son zamanda moda olan, birilerine çatarak, gündem oluşturup reytinginizi yükseltmeniz de, rant elde etmeniz de kolay olacak!

(…)

Kitabınızda yalnız benim için değil, Edip Karahan, Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım ve diğerleri ile ilgili söyledikleriniz de, kusura bakmayın yalan bilgilere dayanıyor. Bunları başkalarından duymuş olabilir-siniz. Evet, benim de bunların bazıları ile ilgili eleştirilerim vardı, şimdi de tarihsel olarak değerlendirdiğimde söyleyeceklerim olacaktır. Çünkü, Diyar-bakır cezaevinde o dönemin en canlı tanıklarından biri benim. Ama, sizin gibi değil, hepsini yerle bir etmişsiniz. Kendinizi her zaman olduğu gibi yukarılarda bir yerlere koyarak, hiçbir kusuru olmayan, tartışılmaz biri olarak gösteriyorsunuz, onları yıllar sonra böyle eleştirmeniz son derece yanlış ve ayıptır da.

Bir kere kullandığınız kavramlar çok aşağı kavramlar. Örneğin, Canip Yıldırım için ‘’Türkçe’yi Diyarbakır şivesi ile konuşuyordu’’ demeniz ne anlama geliyor ve hangi ‘’anıya’’ işaret ediyor. ‘’Ayakkabısının arkasını kırardı’’, ‘’Pexaslarla arası iyiydi, arada onlar gibi o da posta atardı’’, ‘’zenginliği onu aylaklığa alıştırmıştı’’, vb.. söylemleriniz bana acı veriyor ve de utanç.. Düşünün şunu bile söylemişsiniz, ‘’soba başında gençlik aşklarını anlatırdı, öyle sanıyorum ki, bir takım gençlerin Avrupa yollarına düşmesinde bu tatlı anıların payı olmuştur’’. Hayret bir şey! Siz Kürdis-tan’dan göçü, siyasal unsurların Türkiye’den kaçışlarını, mülteciliği vb.. öyle sıradan bir etkilenme olarak mı algılıyorsunuz, bu sohbetlere mi bağlı-yorsunuz? Nihayet oradaki arkadaşların büyük bölümü siyasal unsurlardı ve ağır cezalar da aldılar. Bu kadar hakaret etmeniz için önemli bir neden olmalı. Peki siz hangi nedenlerle Avrupa yollarına düştünüz. Üstelik o zaman çıkanlar bu dönem kadar çoğunlukta da değillerdi. Neyse, uzatma-yayım. Yani, Canip abi için açıkça ‘’pexas’’ ya da ‘’kırık’’ mı diyorsunuz?

Aslında bir ulus hareketinin içinde böyle belirlemeler yapmanız sizin bu işi anlamadığınızı gösteriyor. Canip abi, şimdi nerelerde ve ne yapıyor bilemi-yorum, ama bize her açıdan yardımcı olan biriydi, dürüst bir kişiliği vardı ve daha önceki tutuklamalarda da direnmişti.

Yine, Edip abi ile ilgili belirlemeleriniz beni çok üzdü, bunun böyle olma-dığını herkes biliyor. Çünkü, Edip Karahan sizden hiç hoşlanmazdı ve bu-nu belli de ederdi. Ona daha geniş ve detaylı bakmak gerekiyor, burası mü-sait değil.

Tarık Ziya Ekinci ise, prensipleri olan ve bunlardan taviz vermeyen biriydi, evet ona ve başkalarına dışarıdan yemek geliyordu, ama kuzular değil ve ‘’çifter yün döşekte’’ de yatmıyorlardı, nihayet bir cezaevi yaşamı vardı ve bazıları kendilerine bir döşek getirmişlerdi. Ya da başka eşyalar. Siz bu küçümsemelerinizle sosyalistlik yaptığınızı zannediyorsunuz. Zaten bulun-duğunuz bölgeyi anlatımlarınızda da bugünkü düşüncelerinize denk düşen ‘’Allah’’ vergisi ‘’demokratlık ve devrimcilik’’ vazgeçilmez olarak işlen-miş. Devlet kapılarında görevlerinizi bile ileri ve devrimci yaftalarla sunmuşsunuz. Biz de, diğerleri de sömürgeci devletin kapılarında görev yaparken sizin kadar ‘’devrimci’’ değildik! Belki birkaç kişi için bazı belirlemeleriniz geçerli olabilir, ama herkesi içine alan bir eda ile kesin hüküm biçmeniz hiç de hoş değil..

Bu kavramlar ‘’anılar’’ değil, açık saldırı ve eleştiridir. Tarık Ziya Ekin-ci’nin o dönem için ‘’bir yıl daha yatsam ölürüm’’ dediğini sanmıyorum. Tarık Ziya her açıdan bize yardımcı oldu, maddi ve manevi destek sağladı. Siz ona ‘’toprak ağası’’ da diyorsunuz, dolayısıyla bizi ‘’toprak ağaları’’ desteklemiş oluyorlar. Tipik bir Türk ‘’Sol’’u mantığı ile bize yönelik eleşti-rinin bir biçimi.. Ama, kimse size sormuyor mu, ‘’be birader sen toprak ağaları ile sosyalist bir partinin üst kurullarında nasıl çalıştın’’..

Üstelik TİP en çok Toprak Reformu üzerinde duruyordu ve ısrar da ediyor-du. Bu yöndeki programını M. Ali Aybar bizzat millet meclisi kürsüsünde dile getirmişti. Parti programının bu yanı büyük protestolara neden olmuştu. Siz, partinin içinde bu görüşünüzü dile getirdiniz mi? Tarık Ziya bu programı en hararetli savunan kişilerden biriydi. Doğru ya da yanlış o dönem için bu program sunulmuştu.. Bu aşamada Tarık Ziya’yı böyle yorumlamanızı anlamakta güçlük çekiyorum. Ama, sizin onu kıskandığı-nızı, çekemediğinizi hep söylerlerdi, bu açıklamalarınızdan sonra inanmaya başladım.. Onunla ilgili başta övücü laflar etmişsiniz, ama sonradan bir bütün olarak hakaret için hedef seçmişsiniz. Aramızda ‘’yoldaşça güven ilişkileri vardı’’ dediğiniz bir insanın yıllar öncesi böyle mi açıklanır?

Edip ağabeyi ayrı tutarsak, o zaman diğerlerinin bize eleştirileri vardı. Genellikle direnişimiz ve savunmalarımız ile ‘’katliam yaratacağımız’’ yolunda bir suçlamaydı bu. Siz de bir yerde buna yakın belirlemeyi birileri-nin görüşü olarak da olsa aktarıyorsunuz. Olan olup, cezalarımızı aldıktan sonra Askeri cezaevinden sivile gittiğimizde, biz her şeyi ile hazır bir durumdaydık, haklı çıkmıştık, gereken görevimizi de yapmış olmanın rahatlığını yaşıyorduk. Canip abi, Sivil Cezaevi’nde koğuşta Musa Anter ve Naci Kutlay’ın ellerine geçirdikleri tahtalarla yapmış oldukları kavgayı ayırdıktan sonra bir konuşma yapmıştı. Askeri Cezaevi’nde olan bitenlerle ilgili bize ciddi bir özeleştiri ve bu ağabeylerimizin bizi birbirimize kırdırdıklarını belirtmişti. Diğer arkadaşları da eleştirmiş, önemli mesajlar vermişti. Onlar da bunu kabul ettiler.. Ve hatta bizleri yaptıklarımızdan ve ilişkilerimizden dolayı övmüş, bize yapılanları haksızlık olarak nitelemişti. Böylece bütün arkadaşlarla daha sıcak ilişkiler içine girmiş ve ondan sonra ne yapacağımızı konuşmaya, planlamaya başladık. Siz Türkiye’ye geri döndüğünüzde cezaevinde yetişmiş birçok kadroyu bedavadan kaparak, yeni dönemi de hazırlop, böylece doldurdunuz. Aslında acı çekmeyen, bir fiske bile yemeyen sizdiniz.

(…)

Naci Kutlay ve Tarık Ziya için kullanmadığınız kavram kalmamış, ‘…zaten sevgili okurlar bu doktor milletinin işinden ben bir şey anlamadım’ diyerek olayı bu kez de siyasal zeminden daha aşağılara çekiyorsunuz. Onları daha önce mesleklerinden ötürü övmenize rağmen bunu yapıyorsunuz. Doktor-larla bir sorununuz var herhalde..Tarık Ziya için adeta kusuyorsunuz. ‘’Kardeşi Avukat Yusuf’un çantasında mahkeme salonuna ona köfte getir-diğini’’, ‘’kendisini güçlüklere hazırlamadığını’’ söylüyorsunuz ve daha çok şey.. ‘’Mücadele çetinleştiği, daha çok özveri ve risk istediği zaman Tarık yoluna devam edemedi’’, ‘’Tarık’ın moralsizliğe düşmesinin bir nedeni de hakkında açılan iki davaydı’’, ‘’İşte bu nedenle Tarık, askeri cezaevinde giderek geriledi, mahkemede nitelikli bir savunma yapmaktan kaçındı’’. ‘’Tarık 12 Mart fırtınası geçip de herkes dışarı çıktığı ve yeniden örgüt-lenme çalışmalarına başlandığı dönemde CHP’de yer almak eğili-mindeydi’’, gibi suçlayıcı belirlemeler var. Oysa ikisi de herkesin bildiği gibi mesleklerinde en iyiler arasında sayılırlardı, bunu ben uydurmuyorum. Ayrıca, mücadelede emekleri var, buna geldiğimiz süreç bakımından say-gılı olmak gerekmiyor mu? Örneğin benim Naci Kutlay’a ciddi eleştirilerim var, onun cezaevi hayatını ve dışarısını biraz olsun biliyorum. Musa Anter için de söyleyeceklerimiz olacak, ama sizin gibi sıfırlamak olmaz.. İhsan Aksoy, Mehdi Zana ve Faruk Aras ile ilgili ikinci cildinizde Parti kuruluşu ve sonrası dönem için kim bilir neler diyeceksiniz! Aslında bu diyecek-lerinizi aşağı yukarı biliyorum.

Bir kısa örnek daha vereyim, Niyazi usta için yazdıklarınız başkalarının anlatımıdır, bu kesin.. Bir kere sizi hiç sevmezdi, tasvip etmesek bile size ad takmıştı, koğuşa girdiğiniz zaman başını öne eğer ve ‘’drakula geldi’’ der-di. Onunla ilgili başka anılarınız varsa yazın, uydurmayın.

Elbette, küçük bir ziyaret sonrası çıkıp gittiğiniz için, cezaevi üzerine ko-layca atıp tutuyorsunuz, ama kalsaydınız neler olacaktı bilemiyorum.. Mutlaka sinirsel tutumunuzla sağa sola çatacak ve cezaevinde daha da bö-lünmemizi sağlayacaktınız herhalde.. Uzun süre kalsaydınız o zaman sizin de ‘’dayanıp dayanmadığınız’’ ortaya çıkmış olacaktı, ‘’nasip’’ olmadı! Şair’in dediği gibi ‘’ejderha olsan kâr etmez’’ cezaevinde.. Bizim göster-diğimiz performans, sarf ettiğimiz efor öyle kolay üzerinden atlanacak şeyler değil Kemal bey.. Biz ejderha değildik, genç insanlardık, ama cezaevi ile baş edebildik. Üstelik başarı ile tamamladığımız o süreçte bir de yeni oluşan mücadele kadrolarının hemen hemen tümünü yaratmayı başardık. Siz Yaşar Kaya’ya diyorsunuz ama, paraşütle inen biri de sizsiniz tepe-mize.. Biz sizi süpermen olarak niteleyemeyiz, tarihimizin bütün dönem-lerinde sizi yaşatamayız. O nedenle olmadığınız süreçleri de hakkını vererek kabullenmeniz gerekiyor. Siz olmadığınız zaman her şey başarısız sayıla-maz. Bu huyunuzu terk edin. Her dönemin, olayın ve olgunun kendine has dinamikleri var, onlar tayin edicidir. Sizi, hiçbir biçimde o dönemin asal unsuru saymamız, dinamiği kabul etmemiz mümkün değil.

‘’Cezaevinde kimi simalar’’ başlığı sizi ele veriyor, duygularınız altında bu kadar mı ezilmişsiniz, hayret ediyorum.. Kendinizi ‘’sosyalist’’ diye sunu-yorsunuz, ama husumeti elden bırakmıyorsunuz. Ne gerek var bu kadar hırçın olmaya. Kısa birkaç aylık bulunmuşluğunuz içinde ciddi ve gerçek olanları yazıp geçmeliydiniz, ama kitabı şişirmenin yolunu seçtiğiniz ve ‘’her şeyden’’ haberdar olan biri izlenimini vermek istediğiniz için olacak, her duyduğunuza yorumlar da katarak, kötürümleştirerek, aşağılayarak yaz-mayı tercih etmişsiniz.

Kürdistanın zorla kazanılmış değerleri kişisel hesaplaşmalar ve kaprisler uğruna daha nereye kadar satılacak.. Bütün değerlerimizi çarçur ederek, düşmanın her başkaldırımızı ‘’gavurların’’ ya da ‘’dış mihrakların’’ örgütlediği suçlaması ve ‘’kardeş’’ olduğumuz imajıyla daha nereye kadar onlara hizmet edeceğiz. Bizim hiçbir başkaldırımız gizli eller tarafından örgütlenmedi, yardım gördü belki, ama emperyalist dürtüler olarak yorum-lanamaz.

Biz Türklerle kardeş de değiliz, komşuyuz ve komşuluk münasebetlerini onlar yerine getirmediler, onlarla yanlış ‘’evlilikler‘’ yaptık, ‘’ırzımıza’’ geçtiler.. Boşanmak istedik kimse tınmadı. Hani teori de ‘’boşanma hakkı kutsal’’dı. Evet, bu bizim hakkımız, bizim bağımsızlığımız ve özgürlüğü-müz için Türkiye’nin bölünmesi de gerekiyor, bu önünde oturup ağlana-cak bir şey değil.

Mücadelemiz en masum talebiyle ayrı bir örgütlenmeye ve dolayısıyla bağımsız bir devlete tekabül ediyor. Bunu siz de, herkes de bilmelidir. Ancak, bu devletin biçimi esasa ilişkin değil. Ben korkmadan bunu açıkça ifade ediyorum. Çok kez söyledim bir daha söyleyeyim, bu devlet ulusal demokratik olacaktır. Bundan utanmıyorum. Bizim bu doğal, insancıl ve demokratik talebimizi Türk ‘’Sol’’unun devrime erteleme fantezisine de kurban edemeyiz, etmedik de. Zaten bu gayrı meşru ‘’Sol’’, kendisi için bile bir şeyler yapamadı. Değil ki, bizimle ortak bir devrim yapıp, kendi kaderimizi tayin etmemizi sağlasın. Kürtlerin kurban edecekleri bir şeyleri kalmadı Kemal bey. Bize radikal yaftası yapıştırıp bunları kulak arkası ettiniz..

Ama, bu doğal hakkımız, taleplerimiz ne yazık ki, büyük devletlerin bölge politikaları ile çatışıyor. Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Bu, yenilgilerimiz için önemli ve çok etkin bir nedendir. Biz hep, yanlış yöntemler ya da iç sorunlarımız nedeniyle değil, daha çok bu bölge çıkarlarının kurbanı olduk. Demokrasi adına, insanlık adına mangalda kül bırakmayan insanlar, kurumlar ve devletler neredeyse tümümüzü ‘’terö-rist’’ ilan edecekler. İnsani, demokrat ve son derece mütevazi hedefleri-mizi şimdi aşağıya indirilmiş ‘’bahşişlere’’ ve ‘’hediyelere’’ dönüştürü-yorlar, niçin?

Bana göre, bütün haklılığımıza karşın, diğer programları reddettiğimiz ya da diğer talepleri küçümsediğimiz sanılmasın, bunlar bir bütün içinde hiye-rarşik programlardır. Bunu başından beri böyle algıladık. Siz anlamadınız ve sitemleriniz yıllar sonra bile cümle aralarında, dolaylı anlatımlar içinde sürüyor. Legal mücadele de bunun içindedir. Şöyle bir kılıf geçirmeye karşıyım, ‘’bugünkü koşullar’’! Başından mücadele programları çeşitlidir, bunların birinde durabilir, karşılıklı masaya oturabiliriz. Yeter ki müca-delede muhatap olalım. Biz DDKO dönemi Diyarbakır Cezaevinde muha-taptık ve taraftık, bunu gereği gibi yerine getirdik. Eğer o süreç üzerinden atlanmış olsaydı, sonrası için çok kötü sonuçlar ortaya çıkacaktı, bunda hiç kuşkum yok.

Biz bir ulus olarak sizin küçük gördüğünüz değerlerimizle mücadele ettik, çok kez ayaklandık, her seferinde olmadık entrikalarla yenildik. Şimdi bir siyaset adamı olarak, bir Kürdistanlı olarak ‘’ bu işin sonu yok’’ mu diye-lim? Bütün tarihsel süreçler içindeki mücadeleler yabancıların örgütlenmesi ve bizler birer ‘’ajan’’ olduğumuza göre, peki Kürdistan mücadelesi hep ajanların ve sizin tu-kaka ettiğiniz insanların başaramadıkları bir mücadele olarak mı görülmeli? Bu anlayış ahlaki olarak bu kadar dağıldığımız ve çöküntüye uğradığımız bir zamanda akıl işi değil. Öyle bir tehevvüş var ki, bunu açıklamaya bile utanıyorum. Bütün değerler çözülmüş ve yerle bir olmuş, siz kalkmış bir de bütün kadrolarımızı, insanlarımızı alaşağı ediyor-sunuz. Türkiye’ye sempati duyabilirsiniz, gitme arzunuz sizi dürtebilir vb.. Böyle bir yöntemle ortada bir şey kalmayacak Kemal bey.. Şu anda bile TC, askeri olarak hareketi PKK’nin şahsında yenmenin rahatlığını yaşıyor. PKK’yı tasfiye sürecine girdiği bu aşamada, şartsız tercihsiz onun ‘’parası’’nı ve ‘’komutanları’’nı da istiyor, durmuyor. Onunla özdeşleştirdiği mücadele zeminini her aracını kullanarak bozuyor. Ama, onun için bun-dan daha önemli olan KUKM’nin teorik, ideolojik ve siyasal olarak yenilmesi, tarihten silinmesidir. Bunun için öyle bir uğraş veriyor ki, sorma gitsin.. Bunu anlamalıyız! Ben şahsen bana yapılan saldırıları hep bu devlet programının bir parçası olarak görüyorum, bunu da bilin. Size yapılanlar, ötekilere yapılanlar da öyle olacaktır.

Lütfen söyleyiniz, siz anılarınızı mı yazıyorsunuz, yoksa siyasi eleştiri ve karalama yaparak kendinizi deşarj mı ediyorsunuz, bunu bilelim? Bu yöntemi yanlış seçmişsiniz, çünkü devlete kolaylık kazandıracak ve yardım edecek bir yöntemdir. Onlar bizim amansız mücadelemizi hiçe sayarlarken ne diyorlar ‘’biz kardeşiz, bu vatanı bölmek isteyenler ajandırlar, bu birkaç kişinin provokasyonudur, dış kaynaklıdır, bu işin sonu yok, Türk ordusu güçlüdür vb..’’ Şimdi elinizi eğer varsa vicdanınıza koyun ve düşünün, yaptığınız bu aşamada nereye kan veriyor?

İsterseniz, ‘’oraya’’ dediğiniz kısa dönem için ziyaret ettiğiniz cezaevine ilişkin yıllar sonra yazdıklarınız neler, bir bakalım.

Şunları yazıyorsunuz, ‘’gruplaşmalar ve kişisel çekişmeler vardı, bunların birinin başını Mümtaz Kotan çekiyordu’’. Bu nasıl bir anı? Anı olmadığı gibi, sorunu soyutlama ve mücadeleyi inkar yöntemidir. Hangi kişisel çe-kişmeler? 1938 Dersim Ayaklanması’ndan beri suskun geçiştirilen, 1969 itibariyle gündeme getirmeye çalıştığımız Kürt halkının varlığını/sorun-larını tartışmak, savunmak, mahkemelerde uygulanmak istenen sömürgeci politikayı deşifre etmek, savunma yapmak sizce kişisel çekişmeler mi oluyor? Ayıp olmuyor mu?

‘’Ankara’ya gidip gelirken zaman zaman derneğe de uğramış ve tanışmış-tım. Girişken, yetenekli bir genç izlenimi bırakmıştı bende. Ancak onun da yeteneklerini aşan bir hırsı vardı ve bu hırs onu başkalarını kendisine rakip görmeye, kıskançlığa ve ayak oyunlarına sürükledi..’’ Yalansız sizi bir ke-re dışında dernek lokalinde görmedim desem abartmış olmam. Çünkü, ben her saat örgütün işlerine koşturuyordum, sık sık derneğe de uğrardım, başka bir hayatım yoktu, bunu sorabilirsiniz. Yalnız Ankara DDKO da değil, daha geniş bir perspektifte çalışmaları da bir iki arkadaşla birlikte yürütüyordum. Bunları ve geniş programımızı burada açıklamak istemiyorum. Yakında bu konuda da, açıklama yapma olanağımız olacak.

(…)

‘’Hırs’’, ‘’kıskançlık’’, ‘’ayak oyunları’’ vb.. bunlar hepsi uydurma.‘’Bu ne şiddet bu celâl’’ Kemal bey? Keşke ben de hırs olsaydı. Keşke diğer uy-durduğunuz kavramları yerine getirebilseydim diyorum. Niye diyorum, çünkü, geldiğimiz yer itibariyle birçok insan bana yaşam konusunda (!) almadığım ‘’tedbirler’’ nedeniyle sitem ediyorlar da ondan. Sizin yakıştır-dığınız kavramları uygulamadığım için bana eleştiri yöneltiyorlar da on-dan! ‘’Siyasette inat gerekir, hırs gerekir’’ diyorlar. Ama, benim karak-terim bunlara müsait değil. Kendimi zorlasam da yapamam, teorik kapasi-tem ve mücadeleden edindiğim tecrübeler, aile ve çevre terbiyem de bunla-ra müsait değil.

Hep dürüst ve kurallı çalıştım, Kürtler arasında ayrım gözetmedim.. Onları hiçbir biçimde küçümsemedim ve onlara sosyalistliğimi de dayatmadım. Milliyetçisinden Marksist’ine kadar hemen hepsini ulusun öğeleri olarak gö-rüp, çalıştım. Bizim programımız da yöntemlerimiz de doğruydu, belki klasik teorilere uymuyordu ama, biz de değil orada bir yanlış vardı.. Ben, UKKTH’den ulusun bağımsız ve topyekûn örgütlendirilmesini, ulusal ve demokratik bir cephe harekatını anlıyordum, bunun için başıma gelme-dik kalmadı! Hem TİP, hem Türk ‘’Solu’’ içinde, hem de Rizgarî sürecinde hep saldırı hattında kaldım. Türk ‘’Solu’’nun ve TİP’in birçok platform-larından bu nedenle çok kovulduğumuz olmuştu. Talabani ve Şıvan yanlısı hareketlerin desteği ile ‘’Proleter devrimciler’’ bizi burjuva milliyetçisi olarak, kitle partisi yanlısı olarak suçladılar, paramparça ettiler. Şimdi nerelere savruldukları belli.. Bu günahın sahipleri bir küçük özeleştiri bile yapmadılar ve onlar gerçekten Marksizm’i ve Kürdistan Sorunu’nu bilmi-yorlardı. Yıllarca, sizin bugün belirlediğiniz kavramlar sistematik ve şematik olarak bana yönlendirilmişti. Peki siz nasıl bana bu kavramları 32 sene sonra tekrar geri döndürüyorsunuz, El insaf !. Ne zaman ve nasıl ‘’ayak oyunu’’ yapmışım, açıklayın herkes görsün. Bunu açıklamazsanız sizi bir müfteri olarak suçlayacağım ve daha da öteye giderek size kuşku ile bakacağım. Cezaevini, bilemediniz 4 aylık misafirliğinizde, bu bilgileri nasıl edindiniz.. Hayret! Sizin işiniz siyaset mi, yoksa insanları pedagojik, psiko-lo ya da başka yönlerden inceleyen bir uzmanlık mı? Bunu ısrarla sormak istiyorum. Ya da son dönemleriniz her siyaset adamının başına gelebilecek doğal bir yalnızlıkla mı geçiyor, bundan ötürü bu kadar hırçın olamazsınız..

‘’Dizginsiz bir hırs, kariyer tutkusu, yeteneği de öldürür’’ diyorsunuz. Kemal bey söylemekte güçlük çekiyorum, başka türlü anlatma olanağım yok utanıyorum ama, kendinizde mündemiç olan bütün yanları bana atfetmiş-siniz. Ben ‘’yaşıma bakmadan liderliğe soyunmuşum ve Tarık Ziya’yı kendime rakip görmüşüm’’.. Ne yapalım Kemal bey, ‘’yaşımızı tashih yoluyla büyütememiştik!’’. Rekabete gelince, hayatımın hiçbir yerinde, değil Tarık Ziya ile, kimseyle böyle bir rekabet düşünmedim ve uygulamadım. Üstelik, Tarık Ziya’yı anlatırken yerden yere vurmuşsunuz, haksızlık etmiş-siniz ve ‘’adamda rekabet edilecek yan’’ bırakmamışsınız ki, böyle birine neden rekabet edeyim? Aslında o sizin hem de en büyük rakibiniz. Bana ‘’Tarık’ı kafaya takmıştı’’ diye laf atmanız, kendinizi gizleme ve mahalle kavramları ile konuşmayı tercih etmenizdendir.

Bizim, Tarık Ziya ile TİP içinde hiyerarşik bir ilişkimiz, saygı ve sevgiye dayalı hukukumuz vardı, onun kişisel karakterini tartışmak bana düşmez. DDKO kuruluşunda da Musa Anter ve diğerleri ile arası iyi olmamakla birlikte, bize son derece iyi davrandı. Evini toplantılarımız için açtı, maddi yardım yaptı, vb.. Ben onu kafaya niçin takayım, böyle ne mücadele olur, ne de örgüt kurulur. Biz DDKO için her yere ve her insana gittik, bütün Kürt yurtseverlerini tanıdık, konuştuk, yardım talep ettik ve görüşlerini aldık. Tarık Ziya da bunlardan biriydi ve onu kafaya takmam için bir neden yoktu. Bunlar nasıl sizin anılarınız olabiliyor, hayret ediyorum?

Gelelim kulaktan dolma edindiğiniz polis ifadesine. ‘’Ankara’da tutukluluğu sırasında kötü bir ifade verdiği kulağıma çalınmıştı’’. Nereden ve kim tarafından kulağınıza çalındı, bunu söyleyebilir misiniz? Tamam hadi diye-lim ‘’kulağınıza çalındı’’, peki ‘’herhangi bir işkence de görmediği halde bazı Kürtlerin isimlerini vermişti’’ niye diyorsunuz? ‘’Paniğe kapıldık, her şeyin artık bittiğini sandık, oradan bizi sağ çıkarmazlar diye düşündük’’, dediğimi de ekliyorsunuz. Ve daha çok şey. Demek ki, kulağınıza çalınma-mış, siz bunu bilinçli olarak dedi kodu etmeyi yıllar sonra kafaya koymuşsunuz, ama hiç önemi yok.

Sayın Kemal Burkay, ‘’kulağınıza çalınan ifade’’ herkesin olduğu gibi benim de klasik ve çok normal bir polis ifadesidir. Sizin hiç ifadeniz olmadı mı? Örneğin çok gerilere gitmiş olacağız ama, siz de bize ifade metinlerinizi çıkarabilirsiniz. Özellikle 1967’deki ‘’Yeni Akış’’ yargılamaları dönemi belki bir ifadeniz vardır..

Bizim ifadelerimizde önemli bir şey yok, biz DDKO’ları polisten başla-mak üzere sonuna kadar savunduk. Kürt halkının varlığı, dili ve kültürü ile üzerinde baskıları bilimsel olarak açıkladık. Ben, Savcılığa çıkar çıkmaz polis ifademi de tümüyle reddettim, diğer arkadaşlar da mahkemede reddet-tiler.Yönetim kurulu üyelerinin ifadelerinde benim illegal olarak bütün DDKO’ları yönetip yönlendirdiğimi gösteren belirlemeler için bana çok baskı yaptılar, TİP için ifade almaya da çalıştılar, bunları bütün dalaverelere karşın vermedim, DDKO’nun amaç ve niteliği üzerinde direttim. Eğer bir iki Kürdün sizin deyişinizle ismi geçmişse bu da normal. Legal bir kuruluş olmamız dolayısıyla zaten bütün çalışmalarımız polisçe biliniyordu, baskınlarda da her şeyimizi alıp götürmüşlerdi. Bunlar içinde afişler, pan-kartlar, yayınlar vb.. vardı. Dinleme cihazı yerleştirilip ses kayıtları da yapılmıştı. Bunların hepsi doğal ve normal, ters olan yan sizin yorumunuz ve gündeme getiriş biçiminiz. Varsayın ki, DDKO sanıkları 30 yıl önce ifade de vermişler, bu ne anlam ifade eder ki?

Diğer yazdıklarınıza gelince, ben size hiçbir zaman bunları söylemedim. Aramızda bir diyalog için hiçbir yakınlık yoktu. Neden durup dururken size dert yanayım, siz dert babası mısınız? Bu konuda bir muhataplığımız olmadı. Bunları uzun tartışmak fayda vermez.

Biz sıkıyönetim öncesi Ankara’da yapılan operasyonda tutuklandık, bize işkence ettiler, kaba dayak da uyguladılar, psikolojik baskı da. Ama siz bunu kendinize göre yıllar sonra rahatça yorumluyorsunuz, ‘’hiçbir baskı görmediği halde’’diyorsunuz. Poliste baskı görmemek mümkün mü? Türkiye’yi bu kadar demokratikleştirmenizin bir esbabı mucibesi belki vardır. (Arapça kelimeler kullanıyorum, kitabınızda beni kasaba dava vekillerine benzetmenizden ötürüdür bu..) Avukat olduğunuz için polis sorgusunun nasıl yorumlanacağını her halde bilirsiniz. Ama, bizimle ilgili bunu ortadan kaldırıyorsunuz. Kemal bey, ben de Avukatım.. Sizin gibi uluslararası’gö-rüşmelere’’ katılmadımsa da, Avukatlığımı ortaya sunmasam da 1976 ve sonrası bir/iki yıllık Avukatlığım var. Ben Çağdaş hukukçuların üyesiy-dim, hiç kimsenin gitmediği alanlara en zor şartlarda beni gönderirlerdi, birkaç Dev-Yolcu arkadaşı da eklemek istiyorum. Bunu övünmek için söylemedim. Ben siyasi davalara giriyordum, bunu da kısa dönem yaptım. Diğer davalar da, Örneğin sendika/iş, cinayet, boşanma vb.. gibi davalara arkadaşların adına vekaletname ile bazen girerdim, Türkiye’de bir ihtisas-laşma söz konusu olmadığı için avukat olarak her dava önünüze gelirdi. Bu davalarla ilgili dilekçelerimi bile arkadaşlarım(…)yazarlardı. Siyasetten bu işlere vakit olmadı. Ama, siyasi davaları biliyordum, yalnız Avukat olarak değil, cezaevinde de yetişmiştim. Bunları poliste işkence görmediğimizi belirttiğiniz için yazdım. Kürt Sorunu’nu gündeme taşımak öyle kolay değil. Nihayet biz, ‘’kurbanlık koyun misali’’ her dönem olduğu gibi askeri darbe için klasik bir ‘’bölücülük’’ suçlaması ile kamuoyuna sunula-caktık, bunun için illegal bir örgütün ortaya çıkarılması gerekirdi! Her zaman öyle olmadı mı? Ben DDKO sürecinde bütün sonuçlarına katlana-rak bulundum, bundan yararlanarak ne milletvekilliğini düşündüm, ne de başka çıkar.

Ankara’da tüm Dev-Genç sanıkları, Türk ‘’Sol’’u grupları salıverildikleri halde bizim tutukluluğumuz devam etti ve Ben, Nezir Şemmikanlı, İbrahim Güçlü, Sabri Çepik yargılanmak üzere, 1971 Askeri Müdahalesi ile Diyarba-kır’a gönderildik. Bugün sizin dalgaya aldığınız DDKO yargılamaları süre-ci başladı ve genişledi.(…) O günleri unutmak mümkün değil, Ankara kapalı cezaevinde 70 küsur öğrenci vb.. marşlarla, sloganlarla tahliye olurken, bize yapılan uygulamalar herhalde polis ifadelerimizden ötürü değildi! 11 Mart sabahı babası ile görüşten dönen Samsun valisi emekli generalin oğlu S.Kuray, ‘’yarın bizimkiler müdahale edecekler’’ demişti.. Ve gerçekten müdahale oldu. Bunlara daha detay değinmek istiyorum, burası müsait değil..

İki yabancı uyruklu kişinin ortalıkta dolaşmaları ve ilişkileri de benim üzerimde yoğunlaşmalarını getiriyordu. Biri, Abdulsettar Hamavendi (Sizin ‘’anılarınızda’’ Ankara cezaevinde tanıdığınız ‘’Arap kıyafetli’’ silah kaçakçısı dediğiniz adam..), diğeri de Cemal Alemdar.. Avrupa’dan gönde-rilmiş ve gerek benim ve gerekse diğer üyelerin evlerinde ele geçmiş bazı yabancı dilde yazılmış metinler vardı. Bu unsurlar ayrıca DDKO için öneri yapıyorlar, kurucu üye öneriyorlardı. Daha önceden gelmiş bazı mühürler bulunmuştu. Bunlar İsveç Kürt Öğrenciler Federasyonu vb..’nin mühürle-riydi. Ve daha birçok katakulli. Sorun Kürtlerin Türkiye’de ilk ve tek legal örgütünü hazmetmemek, bölücülükle kurşunlamaktı. Şahsen benim bu uluslar arası ilişkilerde ne bilgim ne de bağlantım vardı. Ben de, arkadaşlar da hep DDKO’yu aşırı bir kıskançlık ile koruyup kolluyorduk, daha geniş zemine yayılması için çabalıyorduk.. Yalnızdık, maddi olanaklarımız yoktu, zor bir sorundu. Ama, dayandık, güçlendik ve yayılmaya da başlamıştık, bırakmadılar. Etrafımızda dolaşan adamlardan da hiç hoşlan-mamıştım, taviz de vermiyorduk. Ama bize bulaşmışlardı, biz son derece temkinli ve kararlı yürüyorduk, legal çerçeveyi zorlamamak için direniyor-duk. Bunu herkes biliyor. Diyeceğim, polis işgüzarlık yapıp bize ağır baskılar uyguladı, sorunu legal çerçeveden çıkarıp, uluslar arası bir komploya ya da illegal örgütlenmeye, ilişkilere bulaştırmaya çalıştı. Sorun bu, ama bu tutmadı.. Oyunlarını her aşamada bozduk.. O dönemin kapalı kalmış ve hiçbir yerde tek kelime açıklanmamış bilgi ve belgelerini mutlaka açıklayacağım, bunu bilin.

Her şeye karşın, 30 küsur yıl geçmiş olsa da bu ifadeyi açıklayın herkes görsün diyorum. Rahatlayın, tatmin olun bitsin. Ama, diğer savunmaları-mızı da, her aşamayı militanca sloganlarla ve siyasi metinlerle geçtiğimizi de,hücrelere konulduğumuzu, mahkeme salonlarından dışarı tekme tokat çıkarıldığımızı da açıklayın lütfen. Biz Ocak Komünü olarak, kişi olarak ve dışarıdan bizi destekleyen arkadaşlar, ailelerimiz olarak o dönem tarihsel olarak gereğini yaptık.. Ben bunu görev sayıyorum, ülkeme ve ulusuma karşı bir görevdi bu.. Bir övünme değil, haksız saldırı yapıldığı için öneri-yorum, içinden geçtiğimiz süreçte tarihin karartılması eylemine karşı bir duruşun gerekli ve zorunlu olduğu bilincini ortaya çıkarmalıyız diye düşü-nüyorum.

Siz gerçekten çok kindar davranıyorsunuz. Yukarıda kısmen söylemiştim, bir kere daha kısaca tekrarlayayım. Biz ‘’71 Müdahalesi’’nden önce tutuk-lanmıştık, legal bir kuruluşun üye ve sempatizanları, yöneticileriydik. Ör-gütümüze çok önem veriyorduk, bunu her şartta savunmak kararındaydık. Ve polisten başlayarak bunu yaptık. Ama, polis gizli ‘’yanlar’’ oluşturmaya çok çaba harcadı. İzinli ve her şartı yerine getirilmiş bir demokratik kitle örgütünü gündeme getirmek istemiyordu. Herkese şöyle ya da böyle ifadeler oluşturmayı, haklarında sahte deliller yaratmayı sağlamak istiyordu. Bütün bir süreci açık/seçik DDKO Dava Dosyası’nda yazmıştık. 1. cildi yayınlandıktan sonra 2. ve 3. ciltler ‘’kazaya’’ uğradı! Bunda ‘’Talabanici’’ ve en çok da ‘’Şıvancı’’ olan unsurların payları ve görünmeyen ‘’Müdahaleleri’’ büyük. Keşke diğer ciltler de yayınlansaydı! Sizin, yıllar sonra bu ger-çeklere rağmen ‘’anılar’’ adı altında yapmak istediğinizi nasıl tanımla-yalım? Örneğin, kitabınızda Mahkeme sorgunuz için hakimlere ve savcıya yönelttiğiniz övgü dolu sözleri anlamıyorum. Biz, bunlarla günlerce duruş-malarda kavga etmiştik! Özellikle, Duruşma Hakimi Hamdi Sevinç ile ilgili belirlemeleriniz beni şaşırttı. Ve bahsettiğiniz sorgunuzda başka şeyler de söylemişsiniz, bunlardan söz etmiyorsunuz! Bunun için DDKO duruşma tutanaklarına bakabilirsiniz! Madem istediniz, bu ve benzeri ne varsa açalım, tartışalım. Ama, ucuz yıpratma yönteminden vazgeçin.

Aldanıyorsunuz, eğer biz mücadele içinde bunları karşılayamazsak, zaten siyaset yapamayız, üstelik Kürdistan’da hiç siyaset yapamayız. Soruyorum, sizin polis ifadeniz yok mu, bunu da açıklamalısınız.. Çünkü, benim kulağıma bir ara çalınmıştı, ‘’polis ifadeniz’’ varmış..

Şimdi bazı alıntılarla nasıl kasıtlı bir tahribat amacında olduğunuzu göster-meye çalışacağım. Aslında kitabınızın bu alıntılarını sayfasını belirterek, dipnotlarla göstermek istiyordum, ama gerek duymadım. Sadece yön-teminizin nasıl kin ve husumet koktuğunu herkesin görmesini istiyorum.

Diyorsunuz ki, ‘’..sonra başka konulara geçti, Tarık’tan söz etti, aklı sıra beni Tarık’a karşı oluşturmaya çalışıyordu. Aslında şaşkın bir hali vardı, makine gibi durmadan konuşuyordu, ama düşünceleri açık seçik değildi. Birtakım yabancı, teknik, teorik terimleri çorba gibi birbirine karıştırıyor, böylece pek bilgili biri olduğu izlenimini vererek karşısındakini etkilemeye çalışıyordu. Teorik ve politik konuları iyi bilmeyen, acemi biri bu konuş-madan etkilenebilirdi..’’

Ben bu belirlemeleri 32 yıl önce ve üstelik hapishanede size yapmışım! Siz başkası ile karıştırıyorsunuz sanıyorum, benim açımdan bu tür bir konuşma mümkün değil. Bir de böbürleniyorsunuz, ben ‘’yutar mıyım’’ dercesine. Haşa Kemal bey, siz hiç etkilenebilir misiniz! Ve ben hiçbir zaman ‘’makine’’ gibi de konuşmam, siyasi konuşmalarımı bırakın, en basit ve samimi ilişkilerimde bile mutlaka belli bir düzen, ikna edici bir yöntem ve gelişi-güzel sıralanmamış bilgiler vardır.. Nihayet bizim de bir birikimimiz var herhalde! Öyle sıradan insanlar değiliz. Kemalistler ve Türk ‘’Sol’’u bile kolay kolay baş edemedi ve birçok konuda da ikna oldular.. Şöyle söyle-yeyim, her bakımdan iyi yetişmiş bir Kürdistan’lıyım, bundan kıvanç duyuyorum. Sizinle de her düzeyde ve her konuda herkesin önünde karşılaşmak istiyorum.

Hakaretlerinize ve kininizi kusmaya devam ediyorsunuz;

‘’..Zaten Mümtaz’ın çevresindekiler de bu türdendi. Gerçekte ise, birbirine eklenen cümleler, çoğu anlamsız ve saçmaydı. Konuşması tam bir dema-gojiydi.’’

E.. birader o zaman niye bunu ‘’anı’’ olarak koyuyorsun, sormazlar mı? Yoksa bu ‘’belge’’mi?

‘’Onu dinlerken daha o anda notumu verdim, ama bunu yüzüne söylemeyi de gereksiz buldum. Konuşmasının bitmesini bekledim, sonra bir şey söyle-meden yanından ayrıldım..’’ Hani ‘’öğretmenliğiniz’’ de var ya, not ver-mesini de biliyorsunuz, bravo! Olsun, yine de iyi kötü not da verseniz, yüzüme bir şey söylememeniz iyi olmuş!

‘’Anı’’ları ‘’bir yana bırakıp’’ sözüm ona psikolojik analizler de yapıyor-sunuz.

‘’Bu kapalı, muğlak, demagojik konuşma tarzı kendi düşüncelerine güven-meyen insanlara özgüdür ve aklıma hep kasabaların o tipik dava vekillerini getirir. Bu dava vekillerinin birçoğu, gerçek bir avukat olmamanın komp-leksini taşırlar ve kendilerini müşteriye beğendirmek için ‘zira, binaenaleyh, mamafih’ gibi Arapça sözcükler, yerli yersiz kullanmaya özenir, lafı ala-bildiğine uzatırlar. Mümtaz’ın bu konuşma tarzı da, 12 mart sonrası, onun başını çektiği grubun çıkardığı Rizgarî dergisinin dil ve üslubunu oluş-turdu.’’

‘’Mümtaz’ın çalışma ve örgütlenme biçimi de, bir bakıma konuşma tarzına benzer. O, önde görünmeden, gizemli bir şeyh gibi perde arkasından sessizce yönlendirmeyi tercih eder. Sahneye ise kendi denetiminde adamlar sürer.’’

Bu açıklamalarınız, kullandığınız kavramlar gerçekten bir siyaset adamına yakışır mı? Bunlar gerçekten ‘’anı’’ olarak sunulabilir mi? Ne kadar kötüsünüz.

İşte bu noktalar da kendinizi ele veriyorsunuz, ‘’anılar’’ dediğiniz kitabın bana ayrılan kısmını bilinçli ve tasarlayarak oluşturduğunuz açıkça ortaya çıkıyor. Biz keyfimizden illegal çalışmayı tercih etmedik, üstelik ben uzun bir dönem legal çalışmalar da sürdürdüm. İllegal oluşumuz devletin araç ve gereçlerine karşı seçilmiş bir yöntemdi. Bir de devletin işini kolaylaştıran unsurlara karşı! Rizgarî ’nin dili ise tam da Kürdistani bir dildi, eğer benim tarzım bunu belirlemişse ne mutlu bana. Biz hiçbir zaman senin gibi tekil ve başına buyruk olmadık, hep kurullar ve kural-larımız vardı ve ilkeli, ortak çalışmayı tercih etmiştik. Gücümüzün en önemli yanını da bu yöntemimiz oluşturmaktadır. Derdinizin ne olduğunu artık gizleme olanağınız yok. Ama, biz isabetli bir şey yapmışız, 1975 sonrası dönemde teorik ve ideolojik analizlerimizde sizi yerli yerine oturtmuşuz Kemal bey, sorma gitsin.. Oportünizmin ‘’Allahını’’ keşfet-mişiz, hayatınız boyunca süren bu yanınız ağır bir darbe almış ki, yıllar da geçse bunu hep gündemde tutuyorsunuz. Esas sataşmanız bu derde tekabül ediyor, gerisi laf û güzaf.. Ama, elinizde yayın araçları var, çıkıp da ben 30 sene evvelki bazı sorunları tartışmak istiyorum deseniz, daha iyi olmaz mı? Tartışırdık, kendinizi o biçimde de belki ‘’rahatlatmış’’ olurdunuz. Daha neler götürmek istiyorsunuz bu pazardan, söyler misiniz?

Siz yalanı da çok iyi ve sistemli kullanıyorsunuz.

TİP 4. Büyük Kongre Kararı ile ilgili uydurmuşsunuz. Biz o zaman cezae-vindeydik, bahsettiğiniz 2 tasarının biri DDKO’nun ve unutmadımsa 70 ‘’Doğulu Delege’’nin 57’sinin oyunu alıyor ve Genel Kurul’a sunulması kararlaştırılıyor. Siz de dahil 3 aleyhte ve bir çekimser oy da var. Buna karşı alınmış bir karar bu. Bu ciddi bir çalışmadır, bizim hepimizin haberi var, üstelik cezaevine Karar Tasarısı’nın kabulü sonrası mesaj da gönderilmişti.. Eğer siz başka ‘’Tasarı’’ hazırlamış iseniz, kabul edilen tasarıyı da biz, bi-zim arkadaşlar hazırladılar. Bir diyeceğiniz varsa, söyleyin bunu tartışalım, kenardan köşeden işi kıvırtarak, suçlayarak geçiştirmeyin..

Biz, bütün varlığımızla ve bedelini ödeyerek DDKO ile uğraşırken, siz Tunceli’de milletvekili olma sevdasındaydınız. Orada bir gençlik derneği de kurmuşsunuz ve çalışmışsınız.. Sizin yaptıklarınız ne olursa olsun hep ‘’iyi’’ mi oluyor? DDKO’ya karşı ve herkesi eleştirmenize, horlamanıza rağmen , kendiniz ‘’dönme’’ yarı Kemalist gibi konuşmalarınıza devam da ediyorsunuz.

Avukat M. Ali Arslan ile ilgili değerlendirme de yalan. Bu olay bizim açı-mızdan son derece önemli olduğu için değiniyorum, yoksa kendisi size gerekli cevabı verir. Çünkü, onunla ezeli ve ebedi bir rekabetiniz vardı, bunu bilmeyen yoktu. Üzerinde durmak istediğim M.A. Arslan’ın iki ay gibi kısa süren TİP Genel Başkanlığı sorunudur. Bir kere bu görev ona El-mahkum verildi, dönem bunu gerektiriyordu. İkincisi, resmen MİT’e (ya da Genel Kurmay diyebilirsiniz!) götürülerek tehdit edildi ve ondan sonra çekildi.

(…)

Ayrıca, Şıvan’ı olumlu gören ve daha önceden aralarında belli bir samimi-yet de bulunan iki arkadaştılar! Ya da öyle biliyorum, bana anlatılanlar böyle.. Daha önce sizinle olan ve çok sistemli bir kenara ‘’attığınız’’, anıla-rınızda adlarından bahsetmekten özenle kaçındığınız bazı arkadaşlar da bunları biliyorlar..

(…)

Beşikçi ile ilgili son derece küçültücü ve doğru olmayan belirlemeleriniz var. Ona eleştirileriniz olabilir, bizim de eleştirilerimiz oldu ve olacak da. Ama kişilik belirlemeleri yapmanız ayıp kaçıyor bu dönemde, bilimsel de değil. Ben Beşikçiyi en iyi tanıyanlardan biriyim. Onunla birlikte olduğu-muz dönemler nasıl bizim etkilenmemiz söz konusu ise, o da bizden çok etkilendi, bunu inkar etmez sanıyorum. Ciddi birçok çalışmasının ortaya çıkmasında da ben başta olmak üzere bütün arkadaşlar canla başla çalıştık. Ona yaptığınız kişilik suçlamalarını geçiyorum. Şunu herkesin bilmesini istiyorum, cezaevinde sizin onunla bir anınız olmadı, dışarıda da. Ama ‘’anılarınız’’ içine almışsınız, ona söylemek isteyip de söyleyemediklerinizi söyleme fırsatı elde etmişsiniz.

Beşikçi ile ilgili bir iki konuya değinmeden geçmeyeceğim,

Birincisi: Adını ettiğiniz ve benim Beşikçi ile birlikte değiştirdiğimizi söy-lediğiniz, bir faaliyet olarak gösterip payeler çıkardığınız, bir Hükümet yetkilisinin ‘’Biz de siyasi tutuklu yok, içerdekiler teröristtir’’ demecine karşı hazırlanan ve ‘’kamuoyuna açıklanacak, muhalefet lideri İsmet Pa-şa’ya da gönderilecek olan’’ MEKTUP!

Bir kere bu konuda yalan bir bilgi var, evet ben birçok kişinin dilekçesini, savunma metinlerini yazdım vb.. Sizin yazıp vermediğiniz ve değiştirdiğiniz dilekçeyi de ben daktilo ettim, ama bu mektubu ben daktilo etmedim. Bizim komünde birkaç daktilo vardı. Belki başka bir arkadaş yapmış olabilir. Esasa ilişkin değil, ama yalan bir bilgi..

Bu mektuptaki değişiklik bir cümle idi, abartmanıza gerek yok. Sonuna ‘’Biz Kürt olduğumuz için burada yargılanıyoruz’’ cümlesi ekleniyordu. Üstelik bu değiştirilmemiş, size önerilmişti. Biz zaten bu metne imza koymayacaktık. Mektubun muhtevası da bozuktu. İsmail Beşikçi belki bu kısa belirleme ile durumu kotarmaya, en azından bizim de katılmamızı sağlamaya çalışmıştır, evet değişiklik bu.. Üzerinde o kadar laf ettiğiniz bu cümle için kimsenin tepkisi de yoktu, evet bu değişikliği İsmail Hoca yaptı. Buna biz de katıldık. Bizim komünde oy çokluğu ile karar almadan kişilerin kendi başına karar almaları da mümkün değildi, bilesiniz. Diğer açıkla-malarınız hepsi uydurma ve işi kılıfına sokmaya çalışmışsınız. Aslında Tarık ve diğerlerine söylediğiniz şeyi siz yapıyordunuz, tahliyeyi engelleyen şeylere katılmıyordunuz. Bir de olayı yorumlarken çok hava basmışsınız, siz nerde o dedikleriniz radikal şeyleri yapmak nerede!

İkincisi: İsmail Beşikçi’nin sizi uğurlamadığını ve saklandığını, ortadan kaybolduğunu söylemişsiniz. Bu ne kadar küçük bir politika. İsmail Beşikçi size tavır koydu ve uğurlamadı. Bu gayet açıktı, neden ona iftira ediyorsunuz. Siz İsmail Beşikçi’yi tanımıyorsunuz, tanımış gibi gözüküyorsunuz. O bu konularda son derece hassas ve kararlı biridir. Öyle saklanacak, ortadan kaybolacak biri değil.

Üçüncüsü: Onun sürecini yazarken Rizgarî’ye attığınız taşlardan insan biraz utanır. ‘’Başlangıçta en radikal görünümde olan Rizgarî idi. Beşikçi onlarla çalıştı. Sonra sahneye daha radikalleri, Apocular çıktı. Beşikçi bu kez oraya yöneldi’’ diyorsunuz. Peki siz bu yeni radikallerle nasıl ‘’el-ele, kol-kola girdiniz’’ söyler misiniz? Burada önemli olan bu olgunun 1980 ve sonraları oluşmasına karşın, bunu da 1974’e kadar olan ‘’anılarınız’’ da belirlemiş olmanızdır. Böylece, hem İsmail Beşikçiye hem de Rizgarî’ye karşı oluşunuzun en önemli açığını vermişsiniz..

Biz, daha sonra bu mektuptan daha geniş bir metin hazırlayıp açıkladık, cezaevinde azınlıkta kalan birkaç unsur dışında herkes imzaladı.. Kimse tahliye olacağım diye bu şeylerden kaçınmıyordu, bu da yalan.

Siz açıkça düşmanlık yapıyorsunuz, fırsat kolluyorsunuz, benimle birlikte İsmail Beşikçi’yi de son derece aşağı kavramlarla eleştirmişsiniz.

Benim ‘’kariyerist olduğum’’ konusunu yorumlamışsınız ve 1971’de cezae-vine geldiğinizde (daha doğrusu ziyaret ettiğiniz de diyelim!) ‘’sizi odalara çekip kulis yaptığımı’’ belirliyorsunuz. Bana neden bu kitabınızda yer ayırdığınız belli oluyor. Çünkü, siz öyle kolay kolay bize yer vermezsiniz, olumsuzu bile tartışmazsınız, bunu biliyorum.. Bana o meşhur hatıralarınızda yer ayırmanızı hayret ve ibretle karşılıyorum. Polemik açmanız bir bakıma iyi oldu, söyleyeceğimiz o kadar şey var ki, bunları söyleme fırsatı elde etmiş olacağız.

Bu iftira ve yalanları kendi kafanızdan çıkarıyorsunuz ve tasarlayarak 30 yıl sonra naklediyorsunuz. Elbette buna sessiz kalınması mümkün değil, arka-daşlar haklılar.. Kısa da olsa bir şeyler söylemeliyiz. Elbette bu bizim geniş biçimde hesaplaşmamıza engel değil.. Hele hele sizin şu son 10 yıl içinde yaptıklarınız gerçekten bir iki sayfaya sığdırılacak şeyler değil.

Ben sizin yaptığınızı bir saldırı olarak algılıyorum.. Ve bunun sizin açınız-dan bir nedeni mutlaka vardır, bir korku içinde olduğunuzu sezinliyorum. Bunlar yorum değil..

Yine kariyerist olma sorununa dönersek; benim kariyerist olduğum sizin alıştığımız klasik hüsnü kuruntularınızla ilgili. Neden, çünkü siyasi hayatı-nız içinde size karşı muhalefet yapan onlarca değerli kadro için hep bu tür ucuz polemikleri öne sürdünüz. Bunları hatırladıkça besbelli ki, benim için de bir korkunuz ve kurgunuz olduğunu düşünebiliyorum. Biraz insaf edin ve dönüp kendinize bakın, sizin gibi biri 40 yıllık Kürdistan pratiğinde başkalarına kariyerist diyebilir mi? Siz, tamamen siyasal tercihleriniz ışığında ‘’hatıralarınızı’’yazıyorsunuz, bir kitabım daha olsun diyorsunuz, ama başkalarını da zan altına alıyorsunuz. Bu aşamada artık size fırsat tanımak ya da söylediklerinizin üstünden atlamamız mümkün değil sayın Burkay. Nihayet siz de ‘’hatıralarınızı’’ tekmili birden yazmış oluyor-sunuz. Darısı bizim başımıza! Çünkü, Kürdistan’da ne yapılmışsa sizin geri kalmanız şimdiye kadar görülmedi. Hiç ‘’hatıratlarınız’’ konusunda geri kalabilir misiniz? Bunu adeta kendinizde bir eksiklik olarak görüp, sinirden eliniz ve ayağınız titrer biliyorum. Bütün bunlar olacak diye yazdıklarınıza artık göz yummak olanağımız yok, bunu bilesiniz. Somut nedenlerle size ayrılık koyan değerli birçok Kürdistan’lı kadro ve arkadaşlara her zaman üzülmüşümdür, şimdi daha çok üzülüyorum..

Sayın Kemal Burkay, ben hayatım boyunca kariyerist olmadım, hep isimsiz nefer olarak kaldım. Belki de yanlış yaptım, ülkemiz koşullarına bu uymuyor olabilir, ama gerçek bu.. Siz, 40 yıllık mücadele pratiğinde benim adımın geçtiği ve bunda ısrar ettiğim bir kesit gösterebilir misiniz? Hangi konuda ve nasıl bir kariyeristlik? Bizim, illegal koşullarda yazılmış yazı ve kitaplarımız bile adımızı taşımıyor. Sizin ise, birbirini tekzip eden yayın-larınız ve kopyalanmış eserleriniz çok! Size göre bu kariyeristlik olmuyor mu? Hani, ‘’terörist’’ PKK diye kitap yapıyorsunuz, sonra o ‘’kötü adamla’’ el-ele, kol-kola resimler çekip basına dağıtıyorsunuz. Bu kitap ne ola-cak, üzerine yeni bir isim yazalım mı? Örneğin, ‘’PKK o zaman teröristti, ama şimdi uslanmış’’ ya da ‘’ben bilmiyordum (!)’’mu diyeceksiniz..Hani bazı ülkelerin delegeleri ile onların milli giysileri içinde ‘’enternasyonal toplantılarına katılıp’’, sonra ‘’bilgilerimiz eksikti’’ demeniz neyi ifade ediyor.. Bununla ilgili de kitap yapıp geri çektiniz. Öz eleştiri yok. Peşmerge kıyafeti giyip resim çektiriyorsunuz, basına dağıtıyorsunuz. Kıyafetinizden başka hiçbir şeyi Kürt olmayan bu resimle askeri hareketi desteklemek, çözümü orada aramaktan birden vazgeçip, ‘’biz zaten başından beri askeri çözüm yanlıştır’’ demediniz mi? O biçimsel ….ınızı nereye koyacaksınız. El-insaf !

Devam edelim.

Birlikler kurup birlikler dağıttınız, bunlar neden böyle oldu, sizin kari-yerist yanlarınız ayağı kalkmadı mı? Sonra bizi UDC ve UDG uyarlama-sına götürmediniz mi? Bunlara ne diyeceksiniz, yoksa bunlar anı olarak sayılmıyor mu? Ya da ‘’hayat bizi doğruladı’’ diyerek bizimle dalga mı geçeceksiniz? Bin bir fedakarlıkla son hale getirdiğimiz ve döneme denk düşen KUK, KİP ve sizinle birlikte oluşturacağımız birlik son anda neden ortadan kalktı? Sıkıyönetimle birlikte İzmir’de yayınlanan ‘’Özgürlük Gazetesi’’nde baş yazı yazarak kendi kendinize bu önemli oluşumu daha doğmadan feshetmediniz mi? Buna İ. Beşikçi ve Faqi Hüseyin tanık, Anka-ra’da Gençlik Parkı’nda sinirsel hareketlerinizle sıcak demliği Beşikçi’nin üzerine dökmediniz mi? Sizin de dediğiniz gibi, yumuşak huylu Beşikçi, ‘’hay Allah, Kemal bey siz ilginç bir insansınız’’ demedi mi? Bu anıları bundan sonraki cildinizde belki yazarsınız diye hatırlatıyorum. Ama doğru yazın ve yorumlamayın, kişiliklere indirgeyerek insanları küçültmeyin olur mu?

Uzatmak istemiyorum, bir ömür Kürdistan’da sizin kariyerist yapınızla dalaşarak gelip geçti, kendiniz dışında bir şeyi gözünüz görmedi. Ama, siz Kürdistan’da bir ekolü temsil ettiniz, size mahsusu özel bir yan var, yani siz gerçekten kariyeristsiniz. Bunu kafanızda tasarlayıp başkasına yönlendi-rerek kurtulmanın çabası içindesiniz, bunu görüyorum. Bu yanınızdan ötürü birçok değerli kadro da heba oldu. TKSP demek siz demeksiniz, sizden başka kimseye o kulvarda yer yoktu, hayat hakkı yoktu. Siz de adamın adamı olmak zorunludur, şahsen benim hiçbir adamım olmadı, ben hep Kürdistan için insanları örgütledim, kendim için değil.. Yıllardır birçok ya-yınınızda çıkan yazılar da, değişik isimlerle hep sizindir.

1971 dönemi o kısa bir gelişiniz sırasında hapishanede size kenarda köşede kulis yaptığımı da söylüyorsunuz. Bir kere kulise alışmışsınız ya, herke-sin bunu yapacağı inancı sizde yer etmiş. Sayın Kemal Burkay sizinle ara-mızda ideolojik-teorik ve hatta siyasal ayrılıklar var. Bunları zaman zaman yazdık ve yayınladık. Elbette sizinle tartışacağız, bunun sırası gelecek. Biz de belki ‘’anılarımızı’’ anlatacağız. Ama bunları zamansız ve bu biçimler içinde sunmanızı kınıyorum.

Ben size kulis yapmadım yapmam da. Orada bahsettiğiniz gibi odalar filan da yoktu. Siz geldiğiniz zaman biz tecritli bir gruptuk, kenar köşeye sıkış-mıştık.. Zaten gittiğinizden sonra saldırılar da başladı. Başımıza Allah tara-fından değil, siyasi unsurlar tarafından kuru ekmekler, çatal ve kaşıklar atılıyordu.. Koğuşun ortasında kafamız gözümüz yarılırcasına dövüldüğü-müz oluyordu. Siz bu zor ve ‘’radikal’’ grubun yanına Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay vb..’ye karşı oluşunuzdan ilk başta yanaştınız, sonra pişman olup gittiniz..

Bitiriyorum. Bana ayırdığınız 3-4 sayfalık ‘’Bazı Simalar’’ başlıklı bölümde kullandığınız kelime ve kısa cümleleri buraya alıyorum. Ben sizi anlasam bile, birçok insan, bu küçük sözlük olmadan sizi anlayamaz!

‘’Girişken – Yetenekli – İzlenim – Tanımak – Hırs – Rakip Görme – Kıskanç-lık – Ayak Oyunları – Kariyer Tutkusu – Liderlik Hırsı – Kanca Takma – Yaş Küçüklüğü – Kötü İfade – Kulağa Çalınma – Yanına Sokulmak – Kulis Yap-mak – Konuşmak İsteği – Bir Şeyler Anlatmak – Kenara Çekmek, Çekilmek – İşkence Görmemek – Bazı Kürtler – İsim Vermek – Paniğe Kapılmak – Her Şeyin Bittiğini Sanmak – Makine Gibi Konuşmak – Şaşkın Olmak – Yabancı Teknik, Teorik Kelimeler Kullanmak – Teorik Terimleri Çorba Etmek – Bil-gili olduğu İzlenimi Vermek – Acemi Biri – Çevresindekiler de Bu Türdendi – Anlamsız ve Saçma Cümleler – Demagoji – Notunu Vermek – Yüzüne söylememek – Kendi Düşüncelerine Güvenmemek – Radikal Olmak – Muğ-lak Konuşmak – Kasaba Dava Vekili – Avukat Olamama Kompleksi – Ken-dini Müşteriye Beğendirmek – Zira/ Mamafih/ Binaenaleyh gibi Kavram-lar Kullanma – Yerli Yersiz Konuşma – Rizgarî Dergisinin Üslûbu – Kendi-sini Mazur Gösterme – Gerçek Sosyalist – Kürtçü – Çalışma ve Örgütlenme Biçimi – Gizemli bir Şeyh – Perde Arkasından Sessizce Yönlendirme – Sah-neye Kendi Adamlarını Sürme – Odalara Çekme – Damdan Düşer Gibi Ko-nuşma – Hesaplı Olma – Gözünden Bir şey Kaçmama – Yıpratma – Yanın-dakileri Kullanma – Polisin Bilgilendirilmesi – Sekter Olma – Militanlık Taslama – Öfkeli Davranma – vb.. vb..’’

Aynı biçimde diğer birkaç arkadaşı da açıklamaya çalıştığınız 2-3 sayfa içinde onlara da bu kadar kavram ve cümle üretmişsiniz.

Sayın Kemal Burkay,

Yukarıda bir yerde demokrasi konusunda anlaşmamız gerektiğini önermiş-tim. Demokrasi son derece önemli bir olay. Ben hayatım boyunca buna itibar ettim ve uydum, ama anlaşılmadı. Fakat, nasıl bir demokrasi konu-sunun açıklanması, kabullenilmesi ve yaygınlaştırılması gerekiyor. Zor, ama gerekli.. Burada üzerinde durmaya çalışacağım önemli bir olgu daha var. Demokrasi ile yakından ilgili bir olgu, bu da hukuk sorunudur. Aramız-da nasıl bir demokrasi uygulamamız gerektiği önemli, ama hangi hukuk ile tartışmamız gerektiği daha da önemli. Büyük bir hukuksuzluk örneği teş-kil etmesi açısından kitabınız vesilesiyle buna da kısaca değinmek faydalı olur kanısındayım. Kendi açımızdan bir iki örnek de vereceğim.

Evet bizin bir hukukumuz olmalıdır. Yalnız bir iç hukukumuzun olması yeterli değil. Kuşkusuz, bir genel KUKM hukukumuzun da olması gerekir. Ben şahsen bütün bir siyasal yaşamım boyunca, özellikle illegal mücadele süreci boyunca bunları önemsemedim ve yaratılması için çok çaba harca-dım. Örgüt için ya da diğer çalışmalarımızda en küçük sorunlara bile hukuk koydum, bunu da işlettim. Bütün bu çabamız birçok yakın arkadaşı-mız tarafından bile detay ve ilgilenilmemesi gerekli basit şeyler olarak görüldü. Geldiğimiz yer itibariyle bunun önemini kavradıklarını sanmıyo-rum. Bu hukuk anlayışımızı bir kurallar manzumesi olarak yorumladılar, oysa değildi.

Geldiğimiz toplumsal yapı, aşiret ilişkileri, sınıfsal karakterler, sömür-gecilerin böl/yönet politikaları, yabancı kültürlerin alabora ettiği kim-liğimiz bizi öyle bir hale getirmiş ki, belli bir örgüt içi demokrasi ve bunu tamamlayan hukuk olmadan yürüyemezdik. Bunların olmazsa olmaz kabulü bir liberalizm ya da korkaklık olarak yorumlanabilir.

Ben hukuktan şunu anlıyordum, kişinin, örgütün ve ulusun kendini ifade edebilme, ifade özgürlüğü ve savunma hakkı.. Nihayet mücadele ettiği-miz devletler bile bunları belli biçimlerde yerine getiriyorlar. Ama Kürdis-tan’lı siyasetler örnekledikleri Türk ‘’Solu’’ ya da başka örgütlerin kopya-larını ve bu nedenle de aşırı bir utangaçlığın korunağında gizli duruyor-lardı. Asla bir hukuk işletmediler. Elbette kendinizi ifade etme ve savun-ma olanağını ele geçirdiğiniz zaman, yaptıkları kontrol etme sorumlu-luğu da ortaya çıkıyor, gerekli düzeltmeler yapmanız, özeleştiri vermeniz de kaçınılmaz olacaktır.

Benim ya da bizim diyeyim mücadele hayatımızda çok sık rastlanan hukuksuzluk olayları olmadı. 40 yıllık süreçte yine de beni sıkan bir iki olaya rastlamadım diyemem. Bütün siyasi yaşamımızı detayları ile tartışmaya ve savunmaya, gerektiğinde ciddi özeleştiriler vermeye de karşı değilim, bun-dan korkmuyorum da. Size anlatmaya çalıştığım olguyu kavrayabilmeniz açısından siyasi yaşamımızda karşılaştığım hukuksuzluk olaylarına kısaca değinmek istiyorum, çünkü bunlar geçmişte kalan ve fakat bana acı veren olaylardır.

DDKO döneminde rahatsız edici bir olgu:

Bilmem biliyor musunuz, biz ilk şehidimizi İstanbul/Beşiktaş Mimarlık-Mühendislik Yüksek Okulu’nda verdik. Mehmet Cantekin adındaki arka-daşımız şehit oldu..Olay üzerine İstanbul DDKO lokalinde bir toplantı yapmış, aynı biçimde cevap verilmesi kararlaştırılmış, ben bu karara muha-lefet etmiştim,uymuştum da.. Bu bir hukuksuzluktu ve bana hoş görün-memişti. Ben Kürdistan sorununda kişisel ve grupsal saldırıları kabul etmi-yorum, ‘’dişe-diş, göze-göz formülü’’ ile çözeceğimiz inancında da hiç olmadım. Kavga dövüşle bunu çözemezdik. Büyük bir grupla suçlu gördü-ğümüz MTTB’ne saldırdık. İş uç noktalara gidiyordu, durum kritikti, o zaman öğrenci olayları vardı ve ortalık kaynıyordu. Bu tür olaylar sokaktaki Cunta eğilimine açıkça hizmet ediyordu. DDKO gibi bir kuruluşun bunu kaldırması mümkün olamazdı, polisin işini de kolaylaştırıyorduk. Bir yerde bunu durdurmak gerekiyordu. Bunu başardık sayılır. Başka da bir örneğe rastlamak mümkün değil. Elbette yeni kurulmuş ve görevi ağır olan bir DD-KO’nun saldırılara cevap verme olanağı yoktu, Ankara’da mütevazı olarak yaptığımız ilk yürüyüş ve mitingimize Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin giri-şindeki terastan ateş açılmıştı. Bunu ‘’sosyalistler’’ yapıyordu, meydana ge-

lecek hukuksuzluk bizim özverimizle önlenmişti. Soracaklar belki, biz kendimizi savunmayalım mı? Meşru Müdafaa denen bir şey var. Kimi kime şikayet edeceksiniz? Bunlar, tarihsel süreç bakımından, bizde derin izler bırakan olgu ve olaylar.

DDKO dönemini saymazsanız, ondan sonraki tüm siyasal yaşamımızda, iki hukuksuzluk örneği var açıklanması gereken olgular olarak.

  • Birincisi, ‘’1978 ayrılığımız’’ da oldu. O dönemki muhalefet yapan arka-

daşlar ağır tahrik ve saldırılarını hızlandırdılar, ben ise bütün bir zeminde geri çekilmeyi, siyasal mücadeleyi tercih ettim. Buna karşın altını çizerek söylüyorum irademiz dışında bir olay teşekkül etti. Mürsel Delen’in ölümü ile sonuçlandı. Olay İstanbul Bitlis Talebe Yurdu’nda meydana gelmişti. Orada kalanlar arasında çıkan tartışmalar kavgaya dönüşmüş, üzerine birkaç kişinin geldiğini gören bir unsur, silahla ortalığı gelişigüzel taramış ve bu sonucun yaratılmasına neden olmuştu. Kendisi bile, ilk karşılaş-tığımız zaman olayın bir kişinin ölmesi ile sonuçlandığını bilmiyordu.. Bize, ‘’kendimi korumak için uluorta ateş edip, kaçtım’’ demişti.. Mürsel için o günden başlayarak büyük acılar çektim, hala çekiyorum. Ben doğal olan ‘’boşanma’’ ve ‘’ayrılıkları’’ kemikleştirenlere kızıyorum, sorunlarımızı daha yumuşak çözebilirdik. Bununla birbirimizi okşayalım demiyorum, daha siyasal çözebilirdik diyorum. Çünkü, ulus önünde çok yukarılarda laflar ediyorduk, çok bilimsel duruyorduk. Bizim arkadaşlar benden sonra bir bildiri ile olayı daha da sertleştirmişlerdi. Size anlatmak istediğim olgu açısından bu önemli bir hukuksuzluktu, yanlış yapılmıştı.

İzleri çok sonralara kadar sarktı ve Ala Rizgarî grubunun kullandığı en önemli şeylerden biri bu oldu.

İkinci olay da son ayrılığımız sonrasında bir arkadaşım ile ilgili ‘’üzerin-deki örgüt güvencesini’’ kaldırmak gibi bir hukuksuzluktur. Bu arkadaş E. Kıyak’tır. Örgütsel yapımızda yetkili ve görevli bir unsurdu, yıllar öncesine dayanan bir birlikteliğimiz var. Onunla ilgili eleştirilerim ve değerlendir-melerim, bunlar saklı kalmak kaydıyla bu sorunu temel bir hukuksuzluk olarak gördüğümü, yanlış yaptığımı burada açıklamak istiyorum. Önemli bir örnektir. Daha önce iç metinlerimizde bir iki kez olaya değinmiş, gerekli özeleştiri vermiştim. Darbeci bayların polisin koridorlarına hızla akıttık-ları bilgiler ve teslim ettikleri belgeler karşısında bir şeyler gizlemeye gerek kalmadı.

İstanbul grubunun aralarındaki çatışma ve tartışmalar sonunda bugün deliler oratoryosunun liderliğini yapan siyasi sorumlunun önerisi üzerine bunu yapmıştım. İkna değildim, ancak onunla hareket eden bazı unsurların da gerek sözlü ve gerekse yazılı bilgilerine, ısrarlarına karşın bunu yaptım. Ama, Murat Satık olayı kendi çıkarlarına göre kullanarak, Ergül Kıyak ile ilgili kararı cezaevine de ileterek, bir tim oluşturmuş ve ölüm kararı ala-rak bunu da uygulamaya sokmuştu. Ben şahsen samimi söyleyeyim, bu ‘’örgüt güvencesinin’’ kaldırılmasının böyle bir sonuca götürülmesini hiç düşünmemiştim. Bu timde görev almayı reddeden arkadaşa 90 günlük işkence uygulaması vb.. dikkate alındığında nasıl hukuksuzluklar yapıldığı, yapılabildiği görülüyor.

Bu deliler oratoryosunun her ne kadar sesleri kısılmışsa da, son günlerde bazı ‘’çevreler’’den aldıkları güç ve ilhamla bir süre daha yaşama şansları belki olacaktır. Hızla Türkiye’li olmaya çaba sarf ediyorlar, haklarında 8 yıla yakındır açılmış dava dosyası da dondurulmuştu, şimdi ise müruru zamana uğramış sanıyorum! Böylece onlar da Türkiye’ye gidebilecekler. Bu onlara yeter ve artar da. Bu saldırı ve tasallut grubunun, hem şefini hem de yanında kalmış bazı unsurların durumlarını, iç sorunlarımız ve örgüt ilişkilerimizin tartışılabilmesi olanaklarını elde ettiğimiz zaman detaylı gündeme getireceğiz.

(…)

Yukarıdaki bir iki örnek dışında bütün bir siyasal yaşamımızda hukuksuzluk örneğine rastlamak mümkün değil. Ama, 40 yıllık siyasi geçmişimizde ve sizin önünüzde de benim bu denli demokrasi kurallarını işletmiş olmam, iç ve dış hukukumuza uygunluk göstermem çok şeyi söylememi engelledi. Hala engelliyor. Kendimi ifade etmekte güçlük çekmemim bir nedeni budur. Eğer bunu aşabilirsek, kendimizi yalnız sizin önünüzde değil, mücadele ettiğimiz odakların tümünün önünde, bizim ne idüğü belirsiz muhalefetin önünde de savunabileceğimi bilmenizi istiyorum.

Siz hukuksuzluk olayına önem vermiyorsunuz, son zamanda affedilmesi mümkün olmayan bir yanlış daha yaptınız, yanlış demeyeyim bilinçli yap-tınız. Benimle ilgili olmadık şeyler yayan, tehditlerde bulunan ve sonunda eşimi cadde ortasında PKK ve başka destekler kullanarak, fırsattan istifade ederek komalık edenleri, iki arkadaşımızı da aynı biçimde kan/revan içinde bırakan, bir Yunanlıyı da yaralayan bu serseri takımını ‘’platformlara’’ yükselttiniz. Kan verdiniz. Pompaladınız.

Bütün eleştirilerine rağmen, Berlin’e tezgah açmış olan ve takma adlarla (G. Sidar, A. Refik, vb..) İnternet sitelerinde işi idare eden M. Satık’ın daha önceden kız kardeşi ve hanımını komalık etmekten ( hanımı o sıralar gelip bizim yanımızda kalmıştı!), aynı şekilde İstanbul Sorumlumuz’u da sokak ortasında dövmekten sabıkalı olduğunu biliyor musunuz? İstanbul Sorum-lusu ile ilgili biçimsel özeleştiriye rağmen olayı yine tekrarlamıştır.

Nihayet, onun kadar yetkileri olan ve bizim aldığımız kararları kendi ala-nında hayata geçirmek için çalışan eşimi ve ayrıca bir bayanı da yol orta-sında ‘’Yunanistan Kadroları’’ ile ölümcül biçimde dövdürttü.Velhasıl kadın dövmede başarılı olan bu unsurlar, o günlerin zor koşullarını böyle biçimler içinde kullandılar. ‘’Yunanistan Kadrolarına’’ ağır tahrik ve yalan bilgilerle bu işleri yaptıran, ‘’yapmak istediğini/programını’’ bunlarla gerçekleştiren Murat ile birlikte, ortalığı bulandıran başka unsurları da say-mamız gerekiyor! Bunları biliyoruz!

Anlayacağınız kadın dövmede bu adam sabıkalı! Ama, böyle olmasına karşın son günlerde haksız biçimlerde bir ‘’bayanın’’ haklarını korumada da son derece ‘’sınırsız’’! İnternet’te takma isimlerle bazen ‘’Kadın Hak-ları’’ savunuculuğu yaptığını da gözlemliyoruz.. Bu konuda ‘’dalga geçtiği’’ de olmuyor değil!

Bize yapılanları önceden açıklamıştık, yeniden ve daha detay biçimlerde bu olaylara geleceğimizi sanıyorum.. Genel olarak kadınlara ve eşime yapılmış haksız, hukuksuz olaya ses çıkarmamanızı, ‘’Demokrasi’’ ve ‘’İnsan Hakları’’yla ilgili yaptığınız söylemlerinize bakarak hayretle karşılıyorum. Acaba diyorum, bir ‘’sosyalist’’ olarak bu olaylara kayıtsız kalışınızın başka bir nedeni mi var? Yoksa, salt bizimle olan ‘’husumetinizden’’ mi? Ve kadınlarla ilgili olduğu için söylüyorum, kitabınızda eski eşiniz ile ilgili bakış açınız ve belirlemeleriniz de haksızdır, bir bayanla ilgili, nedeni ne olursa olsun ‘’anılarınızda’’ böyle belirlemeler yapmanızı uygun bulmadı-ğımı da belirteyim. Onu kötülemek değil, iyi bir ‘’anı’’ sergilemeniz gere-kirdi.

Bütün bunları, son dönemde yine ‘’soluklanabilmek’’ için yapıyorsunuz, bu yanlış.

(…)

Size ve diğer siyasi kişi ve kuruluşlara ben ve eşim yazılı açıklamalarımızı göndermiştik, İsveç’te sizi ziyaret ederek durumu açık anlatmıştım. Bu gayrı meşru çıkışa, olmadık örgüt biçimlerine itibar ettiniz. Onlarla ‘’Kuzeyli Örgütler Platformu’’ bile kurdunuz. İşte burada onlara olmadık meşruiyet zemini yakalamaları fırsatı verdiniz. Ama, önemli görmüyorum, gelinen yer belli. Size, bu örgütlerin yönetim kurulları bile yok, kimseyi kandır-maya gerek olmamalı, varlığı olmayan örgütlerle birlikler kurulamaz demiştim. PKK sonrası bu tür birlikteliklerin pek fazla tutmasının mümkün olmayacağını da söylemiştim. Kuzeyli örgütlerin bu süreçte amaç ve nitelik-lerini kaybettiklerini, yeni biçimlere, oluşumlara ihtiyaç olduğunu da ısrarla belirtmiştim. Anlamadınız, anlamamazlıktan geldiniz. Size geldiği-niz ve darbeci klikleri getirdiğiniz yerin hayırlı olmasından başka ne diyebilirim.

Hala yol ortasında tehditlere, sataşmalara vb.. İnternet sitelerinde sahte adlarla ahlaksızca söylemlerine devam ediyorlar.. Burada da işi ‘’Yunanis-tan Kadroları’’ ile kotarmaya çalışıyorlar. Ne kadrolar bir bilseniz! Bu birkaç kişilik güruhun hakkında konuşma sırası bize geliyor, bekleyiniz. Size polisle dirsek teması var dememe rağmen tınmadınız. Bunları niçin yazıyorum, hatıralarınızda tespit ettiğim yılların kinini son döneminizle bir-leştirdiğim zaman daha anlaşılır oluyor da ondan.

Hukuk olmalı, buna göre yargılama da olmalıdır diyorum. Sizi yaptıkları-nızdan ötürü şikayet ediyorum. Ama, bunun mercii yok. Türk devletinin önünde daha fazla yıpratıcı bir mücadelenin vereceği zararlar konusunda endişeliyim. Birçok oyunu, tezgahı yakından görüyorum. Bize bir iç hukuk gerekmiyor mu? Hayali bir mahkeme tasarlıyorum, burada yargılanmamızı düşünüyorum. Görev alacak bağımsız ve tarafsız yargıçlarımızı da şimdi-den kutluyorum!

Sömürgeci boyunduruk altında yıllardır yaşamış olmamız ve dört parçaya bölünmüşlüğümüz ayrı değerler edinmemize neden oldu. Ulusal karakteri-mizin bu parçalanmış haliyle bir hukuk oluşturmak elbette kolay değil. Bu-nu da bize iyi kullanıyorlar.Belki yazılı olmayan bir hukuktan bahsede-bilirsiniz, ama değindiğim ulusal karakterimizin bunu kaldıracağına inanmı-yorum. Modern bir toplum olarak Bağımsız ve Özgür Kürdistan için hayali değil, gerçek bir yazılı hukuk üzerinde her şeyimizle yoğunlaşmalıyız. Bunu yaratacağımız süreçte kin ve öfkelerden, kişisel kaprislerden, çıkar ilişkilerinden ve daha birçok kabul edilemez özelliklerden şiddetle kaçın-mak gerekiyor diyorum. Tahribatın bir yer de mutlaka durdurulması sağla-namazsa, bu yenilgi ve tarih şeridimizde çöküş diyebileceğimiz sürecin kolay atlatılacağına inanmıyorum.

Kitabınızı gözden geçiriniz, bu vesile ile size anlatmaya çalıştığım hukuk ve demokrasi üzerinde kendinizi değiştiriniz.

Sonuç olarak, çok ayıp etmişsiniz diyorum.. Anılar adı altında kininizi kusa-rak, ağır tahribat yaratmışsınız. Bu iftira ve yalanların ortadan kaldırılması gerekiyor. Yoksa, sizi yenilgimizin teorisyenlerinden ve tarihin karar-tılması eyleminin mimarlarından biri sayacağım, bilesiniz.

Sağlık ve mutluluk dileklerimi iletiyorum.

Şimdilik bu kadar.

Mümtaz Kotan

Ağustos /2002

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar