Bir zamanlar ‚halkın polisi‘ vardı! POL- DER (Polis Derneği), İzzet Çelebi

11. Oktober 2015 | Von | Kategorie: Anasayfa
481587_257855731019468_1150839906_n

Kadir Boztimur: Resimde sağda Rızgari Fransa- Paris yapılanması içinde çalışan Türkiye’nin ilk devrimci Polis örgütlenmesi olan POL-DER Başkanı Kadir Boztimur. Rızgari 1980 sonrası örgütlenmesinde Askeri Konsey Başkanı

POL- DER (Polis Derneği)

POL-DER, 1973 yılının baharında kuruldu. Derneğin kuruluş amacı tüzüğünde; Türkiye’de polisi, siyasal iktidarların bir binek atı durumundan kurtarmaktı ve bu konuda, çoğunluk bir fikir birliğine sahipti. Kuruluşundaki amaç; polisin ekonomik durumunu, tayin, terfi, sunulması ve tanıtımı ile eğitiminin, gelişmiş evrensel normlara sahip ülkelerin seviyesine çıkartılması gibi önemli konuları içermekteydi. Türkiye’de; Avrupa Demokrasisi’nin yerleştirilmesi, devletin ve iktidarın, polisi halk üzerinde bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanılmasını önlemek vardı. Aynı zamanda; halk arasında devletin ezeli politikası olan farklı din, mezhep ve uluslar üzerindeki baskı aracı olan polisin, kendi içinde örgütlenip, demokratik bir normla dizayın edilmesi, temel amaçlar arasındaydı.

POL-DER içindeki bileşenlerin itici gücü, Türk solu ve Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile ilgilenenlerden oluşmaktaydı. Ayrıca, ekonomik olarak şartların düzeltilmesi ve kendini baskılardan arınmış, özgür hissetmek isteyen bir çok üyeden oluşmuştu.

POL-DER‚in daha çok ağırlıklı olarak; Ankara, İstanbul,Trabzon, Adana, Eskişehir,Bilecik,İzmir, Bursa, Erzurum, Kars, Antep şubeleri faal bir şekilde çalışmakta olup, üyelerinin temel özellikleri, kendine güvenen ve geleneksel polis anlayışını kırmak istemekte kararlı olanlardan oluştuğu gözlenmekteydi. Diğer şehirlerde de şubelerimiz vardı. Ancak, yukarıdaki saydığımız şehirlerde aktif ve çalışan bir konumdaydı.

Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi (KUKM) ile ilgilenenlerle, Türk Solu olarak kendini kabul edenler arasında, sürekli bir fikir ayrılığı vardı. POL-DER‚in içindeki Türk Sol gurupları, kendilerini Kemalist devletçi anlayıştan arındırmakta adeta zorlanıyorlardı.Türk şehirlerinden KÜRDİSTAN şehirlerine tayini çıkan üyelerimiz, devletin Kürt Halkına geleneksel bakışının, zaman zaman birer parçası haline geliyorlardı. Bu konu, genel merkezin bulunduğu Ankara’ya, genel merkez yetkililerine rapor ediliyordu. Gelen bu raporlar doğrultusunda, dernek disiplinine aykırı olduğu tespit edilen üyelere, ihraç cezası vermekten çekinilmiyordu.

POL-DER‚in, Avrupa devletleri polis sendikaları ile ciddi ilişkileri vardı. Türkiye’deki siyasi gidişatın işlevleri hakkında, bu mesleki kuruluşlara düzenli raporlar verilmesinde tereddüt edilmiyordu. Zaten, POL-DER‚in temel amaçlarından biri de, Türkiye’de polisin, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi özerk bir polis sendikasına kavuşmasıydı. Bu sendikanın da, polisin tayin, terfi ve özlük haklarının, 65 yaşını tamamlamış 7 kişilik kıdemli hakimlerden oluşmasını, temel prensip olarak programa koymuştu. Buradaki amacın, siyasi iktidarların polisin üzerindeki baskısını hafifletmeye yönelik olması, dikkate değer bir konuydu. POL- DER‚in tüm amaçlarının en önemli yanı, polisin içişleri bakanlığından alınıp, adalet bakanlığına bağlanması ve bu şekilde siyasi iktidarların, polisi bir BİNEK ATI olarak halka karşı kullanılan devletin baskıcı politikasını hafifletmeye ve zaman içerisinde yok etmeye yönelik ciddi bir program konumuna sahip olmasıydı.

POL-DER‚in, diğer demokratik kitle örgütleriyle ittifakları ve eylemleriyle ilgili ciddi bir şekilde ilgilenmesi, bunun eyleme dönüştürülmesi düzeyinde çalışmaları da vardı. Bu demokratik kitle örgütlerinden TÖB-DER, DİSK vb..ile, DEV YOL, RİZGARÎ gibi siyasal aktörel öznelerin de çalışma programları üzerinde komisyonlar oluşturulurdu. Bu çalışmalar süzgeçten geçirilirdi.

Devrim esnasında karşımıza çıkacak, olumsuz faaliyet ve eylemlerin önüne geçilmesi konusunda, devletin hassasiyetlerini ve yapacağı anti-devrim plan ve programlarının bilince çıkartılması; Ayrıca, ordu içindeki farklı düşünen subayların, devrim lehine örgütlenmelerinin önünü açacak, eylem ve programlardan oluşan çalışmalar da yapıldı.

Osmanlıdan beri devletin halk nezdinde kutsal bir varlık oluşu algısının, devrimci güçler karşısında en önemli tehlike olarak durduğunu da belirtmek gerekir.

Toplumun çeşitli katmanlarından gelen üyelerimizi, devletin kutsiyetinden koparmak ve evrensel normlara yöneltmek işimizin en zor tarafıydı. Bu tür kaygılar, günübirlik tartışma konusuydu. Birçok üyemizin tartışmalarında, devlet düzeni yıkılırsa yerine kuracağımız sosyal,siyasal ve yönetimsel kamu düzeninin ne olacağı konusu, odak noktasını oluşturuyordu. Çoğu zaman, Komünist bir rejimin ülkeye ve toplumsal dokuya uymayacağının altını çizmekteydiler. O zaman, demokratik kitle örgütleri ile ilişkilerin daha da derinleştirilmesi ve ortak bir konsensus’un sağlanmasına çalışılmalıydı.

POL-DER olarak katıldığımız, bir çok demokratik kitle örgütleri toplantılarından çıkan sonuçların en önemlilerinden birini; ülkedeki farklı iki büyük etnik yapının, özellikle Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi tartışmaları oluşturuyordu. Bu toplantılarda anti-sömürgeci POL-DER kanadının üyeleri milliyetçilikle suçlanıyorlardı. Diğer üyeler, bu tutumun Türkiye’nin devrimine zarar vereceğini ifade ediyorlardı. Bizim, POL-DER içindeki anti-sömürgeci güçler olarak bu suçlamalara verdiğimiz cevaplar ise;

-Kürdistan‚ın bir sömürge ülke olduğu ve 4 devlet arasında parçalandığı,

Bu parçalanmanın başlıca sorumlusunun, Lozan Antlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti olduğu,

Bunun, Türk halkının demokratik haklarının kullanılmasına engel olduğu,

Bölücü ve yıkıcı devletin geleneksel söylemlerinin, Türk halkını demokrasiden uzaklaştırdığı,

Nihayet, devlet düzeninin bir faşist yapıya dönüştürdüğü,

Bu günkü devlet yapısının, Kürt fobisi nedeniyle faşizan bir kurum haline geldiği,

Devletin faşist bir baskı ve zulüm aracına dönüştüğünü ifade ediyorduk.

Bu anlayışla, birlikte yaşamın devamının mümkün olmayacağını, iki halk arasında mutlak bir ırk savaşına döneceğini, bunun tek çaresinin sosyalist bir devlet kurumlaşmasıyla çözüleceğini savunuyorduk.

Karşımızdaki görüş ise, Kürdistan olgusunun devrimden sonraya bırakılmasını, şu anda Türk halkının buna hazır olmadığını, iki halkın şimdiden ayrışma gibi bir algı ile tanışmasının, devleti yönetenler tarafından faşizan tedbirlerin alınmasına ve faşist sokak güçlerinin devreye konulmasına zemin hazırlayacağını, halkın genel desteğinin kayıp edileceğini ve sonuçta, askeri darbelere zemin hazırlayacağını, ordu içerisindeki devrimci subayların elinin bağlanacağını, Kürt fobisinin toplumu olumsuz yönde etkileyeceğini beyan ediyorlardı.

Burada karşımıza çıkan sonuç şuydu:

Cumhuriyetin kuruluşu esnasında, anti-Kürt fobisinin, devletin oluşmasında en önemli korku aracı olarak kullanıldığını ve Türk ırkının tek düşmanının Kürtler olduğunu, bunların fırsat buldukça ülkemizi parçalayacaklarını, esasında amaçlarının Türklerden ayrılıp bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olduğunu, toplumsal yapının ruhi biçimlenme şekline dönüştürüldüğünü tespit ediyorduk. Bu anlayış o zaman katmerleşmiş ve bizi oldukça zorlamaktaydı.

1977 yılı seçimlerinde, CHP’nin ülke genelinde oyların çoğunu elde etmesi ve bunun da genel başkanı Bülent Ecevit’in başarısına bağlanmıştı. POL-DER içindeki bileşenlerin bir kısmının, Ecevit’e umut bağlaması ile başlayan süreç; POL-DER‚in ciddi bir demokratik kitle örgütü olması nedeniyle, seçimlerde CHP’yi destekleme kararı almıştı. Bu, derneğimizin o günkü anlayışına uygun bir anlayıştı ve bundan dolayı CHP desteklenmiş, oyların çoğunluğunu elde etmişti.

Demokrat, sol ve sosyalist kurumlarla birebir örtüşmese bile, Kurulan Ecevit hükümetiyle birlikte hareket edilmesi, bir çok demokratik kitle örgütünün ortak görüşü haline gelmişti. Ecevit’in sürekli faşizm olgusuna vurgu yapması; demokrat, siyasal örgütlenmelerin nabzına göre şerbet verilmesi, bu yapıları etkiliyordu.

Demirel’in başını çektiği milliyetçi söylemler ise, ırkçılık kokuyordu. MHP’nin sokak takımının, ordunun ve anti-sosyalist devlet yapısının, devrimci kadrolarına yönelik cinayet ve provokatif eylemleri, demokratik güçler için, Ecevit’in CHP’sini bir umut haline getiriyordu. Halk, oynanan bu oyunun farkında değildi. Devlet bir taraftan faşizmin sopasını gösteriyor, diğer tarafta zaten özü faşist, Kemalist bir parti olan CHP’ye ve onun başına getirilmiş, görünürde şair ve halk adam kişiliği öne çıkarılan, tam Kemalist Ecevit’e halk mecbur ediliyordu.

Ecevit hükümetin kurulması ile POL-DER olarak, demokratik kitle örgütleri ile bir toplantı geliştirdik. Bu toplantıda, başbakandan randevu almak gerektiğini ve bu randevuda, hükümet ve demokratik kitle örgütlerinin ortak bir toplantı oluşturup; ülkenin siyasi ve güvenlik sorunun tartışılması, başbakana raporlar sunulması konularında karar alındı. Başbakandan randevu günü alındı. POL-DER‚in dışındaki demokratik kitle örgütleri, kendi konumlarına denk düşen birer rapor hazırlayacaklardı. POL-DER ise, sadece ülkedeki asayiş ve güvenliğin nasıl bir seyir izlediğini ve alınacak tedbirlerin başbakana sunulmasını karara bağlamıştı.

Toplantıya katılan demokratik kitle örgütleri; TÖB-DER, DİSK ve diğer siyasi örgütlerden birer temsilci katılacaktı. Bu toplantı, 1978 MARAŞ ve Çorum olaylarından önce düzenlenmişti.Toplantının, Ankara-Kızılay’da, Köylü derneğinde yapılaması karara bağlanmıştı. Toplantıya, POL-DER Genel Başkanı, merhum, sayın Kadir Boztimur ve ben POL-DER‚i temsilen katılmıştık. Toplantı salonuna girdik ve her kes yerini aldı. Bizler başbakanı beklerken, başbakanın eşi Rahşan Ecevit korumalarıyla toplantı salonuna girdi. Rahşan Ecevit oturup, elindeki dokümanlara bir göz attıktan sonra, mikrofonu kendine doğru çekerek, sözlerine şöyle başladı;

“Değerli arkadaşlar, sayın başbakanımız, yoğun gündemi nedeniyle toplantınıza katılma görevini bana verdiler. Ben, sayın başbakanımıza vekaleten sizlerle bu toplantıyı yapacağım. Usule uygun olarak, demokratik kitle örgütlerimizin, sözlü, yazılı talep ve görüşlerini içeren raporlarını alacağım“ dedi ve mikrofonu, toplantıyı yöneten, saygı ile andığım TÖB-DER genel başkanı, sayın Gültekin Gazioğlu’na bıraktı.

İlk konuşmayı, faşist bir saldırıda hayatını kaybeden, DİSK genel başkanı merhum Kemal Türkler, engin üslubuyla, oldukça uzun bir konuşma yaptı. Elindeki yazılı raporu Rahşan Ecevit’e verdi. Arkasından TÖB-DER genel başkanı Gültekin Gazioğlu konuşmasını yaptı ve yazılı raporunu Rahşan Ecevit’e sundu. Üçüncü konuşmacı olarak, POL-DER genel başkanı Kadir Boztimur konuşmaya başladı. Konuşmasında, Türkiye’de asayiş ve güvenliğin nasıl sağlanacağını, uzun uzun anlattı. O da yazılı raporunu sundu. Bu konuşmadan sonra, ilk kez bir konuşmacıya, Rahşan Ecevit kısa ve manalı bir cevap verdi. Rahşan Ecevit, Kadir Boztimur’a hitaben,

“biz hükümet olarak, POL-DER‚i çok seviyoruz. Hizmetlerinden memnunuz. Ancak, POL-DER‚in içinde komünist ve bölücü ögeler var ve bunlarda belirleyici güçtürler.“ dedi.

Bu cevap, salonda bir şok tesiri yaptı.

Sunduğumuz güvenlik ve asayiş raporunda; illerin etnik ve ekonomik durumlarının yanı sıra, özellikle suni ve alevi mezheplerinin yan yana yaşadığı illerin başında gelen, Maraş, Çorum ve Elazığ’ın durumlarına ağırlıkla değinilmişti. Raporumuzda; Maraş’ta asayişin sağlanması gerektiğini, orada faşist yapılanma olan ülkü ocaklarının, bazı askeri istihbarat birimlerinin cesaret ve güç vermeleri neticesinde, kitlesel katliamlara zeminin hazırlandığını, tüm ayrıntıları ile açıklamıştık.

Biz POL-DER olarak, devletin; Kürdistan‚da iki mezhebin yan yana yaşadığını ve ikisinin de etnik olarak Kürt olmalarına rağmen, İttihat ve Terakki döneminden gelen İslamlaştırma, etnik arındırma ve sonucunda Türkleştirme politikasının uygulandığını bildiğimiz için, Kürt illerinden en fazla Maraş ve Elazığ’dan korkuyorduk.

Rahşan Ecevit’e sunulan raporda, Maraş, Elazığ, Çorum illerine 100 er olmak üzere, toplam 300 kişilik, bizim vereceğimiz liste doğrultusunda, polis amiri ve memurun hemen atamalarını yapılmasını, aksi takdirde geç kalınacağının altını çizerek belirttik. Toplantı boyunca, Rahşan Ecevit, sunduğumuz raporun arada bir sayfalarını çevirerek, inceliyordu.

Rapor da, bir konu daha vurgulanmıştı. Gelişmiş ülkelerin polis teşkilatının, ülkelerine güvenlik hizmetindeki başarılarının nedeninin, polisin siyasi iktidarların emrinde olmadığını, devlete bağlı adalet bakanlıklarının bu rolü üstlendiklerini izaha çalışıyorduk. Ayrıca, polisin kendi mesleki okullarının açılmasını, bunun akademik düzeyden aşağı olmamasını ve Siyasal Bilgiler ile Hukuk Fakülteleri’nden hocaların inisiyatifine bırakılmasını da, rapora eklemeyi ihmal etmemiştik. Bu rapor, bir nüshası Rahşan Ecevit’e ve bir nüshası da bizde olmak kaydı ile iki nüsha olarak hazırlanmıştı.Bize ait nüsha, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra, genel başkanımız Kadir Boztimur‘ un son atama yeri olan Erzurum’da, ordunun eline geçmemesi için, tarafından yakılmıştır. Rahşan Ecevit’e sunulan bu rapordan, yaklaşık 7 ay gibi bir süre sonra; Maraş ve Çorum’da olayların gelişmesi, bir çok masum insanımızın öldürülmesi ve yakma/yıkma ve mallarının talan edilmesi, vb.. raporumuzun ne denli sağlam temellere dayandırılarak yazıldığını doğrulamış, ayrıca bir çok insan tarafından takdirle karşılanmıştı.

POL-DER olarak, bir çok demokratik kitle örgütlerinin bize verdiği bilgiler ışığında, konuyu kendi içimizde değerlendirdikten sonra, her zaman müdahaleci olduk. Bir çok olay, önceden istihbarat alınması nedeniyle önlenmiştir.

POL-DER‚in toplumsal hizmetlerinin önlenmesi ve karşısına rakip olarak, Süleyman Demirel ve Alpaslan Türkeş’in çabalarıyla POL-BİR diye bir faşist yapılanma çıkartıldı. Ancak, hiçbir aktivitesi olmadığı gibi, kağıt üzerinde kaldığına da tarih şahittir. Buna kanıt olarak da 12 Eylül faşist askeri darbesinin gerçekleşmesinden sonra, POL-DER üyelerine yönelik yok etme operasyonları olmasına rağmen, POL-BİR‚ den her hangi bir kişinin ya da kurumsal olarak yargılandığını ve hesap sorulduğu görülmedi. POL-DER‚in içindeki itici güç konumunda olan Kürt kökenli unsurların, kendi içindeki gizli örgütlenmede, RİZGARÎ ‘ci arkadaşların rolü büyüktür. Yine, Kürt güçleri içinde destekleyici bazı DDKD li arkadaşlar da vardı.

Türk solundan DEV-YOL gibi bazı siyasi kuruluşlar da, POL-DER içinde itici aktif güçtü. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden önce, POL-DER üyeleri üzerindeki askeri istihbarat ve Pantürkist, Panislamist MİT mensuplarının, yok etme eylem ve planlarının bir örneği Adana’da gelişmişti. POL-DER’in değerli üyelerinden, rahmetle andığımız Adana Emniyet Müdürü, kardeşimiz Cevat Yurdakul’un, bizzat dönemin Adana 6. Kolordu Komutanı Nevzat Bölügiray tarafından açıkça tertiplenerek, cezaevi kaçkınları ülkücü faşistler tarafından şehit edilmesi olayı, tüm üyelerimizi kedere boğduğu gibi, devrimci ve dayanışmacı bir POL-DER eyleminin gelişmesine neden oldu.

Eylem Büyüktü. Olay şu şekilde meydana gelmişti. Faşist katiller, saat 9:30 sıralarında, evinden ayrılıp görevi başına gidecek olan Cevat Yurdakul’u hedef alacaklardı. Zaten kendisi çok iyi bir silahşör ve yiğit bir insan olduğu için, kendisine sonsuz bir güveni vardı. Bir o kadar da, mücadele arkadaşlarına güvenirdi. POL-DER‚in en önemli ve yetkili unsuru İbrahim Tepe’de Adana kadrosunda çalışıyordu. Adana’nın önemli bir il oluşundan dolayı, bir çok devrimci üyelerimiz bu alanda görev yapıyorlardı.

Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’u arabası, trafik ışıklarının kırmızı işareti vermesi ile kavşakta durur. Bu anda faşistler, arabayı yoğun bir ateş altına alırlar ve olay yerinde Cevat Yurdakul hayatını kaybeder. Olayın duyulması üzerine, çevre illerden tüm üyelerimiz, gerek beylik silahları ve gerekse şahsi silahlarını alarak Adana’ya koştular. Ben, Mersin Emniyet Kadrosunda çalıştığımdan, hemen birkaç üyemiz ile Adana’ya gittik.

Genel başkanımız Kadir Boztimur’da Ankara’da çalışıyordu. Büyük bir polis kitlesi ile çok kısa zamanda Adana’ya geldi. Hemen bir eylem komitesi oluşturuldu ve Kadir Boztimur komite başkanlığına seçildi. Planımız, üyemiz olan Cevat Yurdakul’un şehit edilmesi, açık bir şekilde 6. kolordu komutanı olan Nevzat Bölügiray’ın organize ettiği bir cinayetti ve bunun bedelini bizzat ödemesiydi.

Şehir bu olayla çalkalanıyordu. Planımız şöyleydi:

1.Vurucu timlerimizin hakim yerlere yerleştirilmesi ve askerin müdahalesi halinde, komuta kademesindeki subayların tasfiye edilmesi görevini üstlenmişlerdi.

2.Faşist yuvaların yok edilmesi için, halkla ilişkide olan birimlerimizin, Emniyetin silah deposunu kontrol etmek ve halka bu silahları dağıtmaktı.

Emniyet silah deposu, kısa zamanda kontrolumuza geçti. 6. Kolordu’nun silah ve mühimmat cephaneliklerinin ele geçirilmesi görevi, Antep’ten gelen ve şimdi aramızda olmayan bir arkadaşımıza verilmişti. Özel bir toplum polisi birliğinin, keskin nişancıları bu görevi uygulayacaklardı. Bana verilen görev ise, halktan milis kuvvetleri organize edilmesi ve gerekli mühimmatın yetiştirilmesiydi.

Demokratik kitle örgütlerinde, ülke genelinde ayaklanma hazırlıkları başlamıştı. Özellikle, Adana’da DİSK büyük bir kitlenin tarafımızdan silahlandırılmasını istiyordu. Katil Nevzat Bölügiray, bu tür bir tepki ile karşılaşacağını hesaplamamıştı. Garnizona kapanmış ve kolorduyu halkın üzerine saldırtma programları yaptığı bilgisi, genel başkan Kadir Boztimur’a ulaşmıştı. Bunu uygulamaktan çekiniyordu. Çünkü keskin nişancı polis timlerimiz donatımlıydı ve değerli üyemizin şehit edilmesini asla içlerine sindiremiyorlardı.

Hiç bir asker Adana sokaklarında yoktu. Adana müftüsü ve şehit Cevat Yurdakul’un eşi, Kadir’le bir görüşme yaptılar. Kanın dökülmemesi, bu iğrenç eylemin emrini verenlerin mutlak surette, cezalarını bulacakları ricasında bulunuyorlardı. Bu arada, başbakanlıktan gelen ve başbakan Ecevit’in imzasını taşıyan bir şifreli maniple metni, bir polis tarafından POL-DER Genel Başkanı Kadir Boztimur’a verildi. Ecevit, Cevat Yurdakul’un şehit edilmesinin esas hedefinin, ülkede iç savaş kışkırtıcılığının son halkası olduğunu, iç savaşın ülkeyi harabeye çevireceğini, bundan kimsenin kazançlı çıkmayacağını ve sayın genel başkanımızdan silaha baş vurulmamasını özenle rica ediyordu. Ve kendisinin, kanı pahasına olsa bile, bu provokatif olayın perde arkasındakilerin sonunun yaklaştığını bildiriyordu. İçişleri bakanlığı ve Genelkurmay başkanlığından bir heyetin Adana’ya intikal etmek üzere olduğunu ve metanetin korunması gerektiğini ısrarla istiyordu.

Bu durum devam ederken, İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay’dan gelen, iç güvenlik harekat dairesinden bir korgeneral, Kadir Boztimur ve komitedeki arkadaşlarla valilikte bir toplantı yaptılar. Bu arada, fırsat kollayan katil Nevzat Bölügiray’ın, 3 adet tankı ana caddeye yerleştirmek istediği haberini aldık. Halk bir anda, oraya doğru toplanmaya başladı. Üyelerimizin, toplum polisi kısmında görevli olan keskin nişancılar, vaziyet almaya başladılar. Halk, tankların önünde, etten büyük bir duvar ördü. Toplantı çok kısa sürmüştü. Kadir Boztimur, bir aracın üzerine çıkarak;

Askerin müdahale etmeyeceğini, başbakanın kendisi ile telefonda konuştuğunu, bu cinayetin arkasında kim olursa olsun, mutlak suretle sonuna kadar araştırılacağını ve POL-DER’in önereceği bir polis ekibinin soruşturmayı derinleştireceğini, arkasında kim olursa olsun, mutlak surette faillerin ve arkasındaki güçlerin, hukuk önünde hesap vereceklerinin teminatını başbakan olarak Bülent Ecevit’in ve hükümetinin söz verdiğini“ söyledi.

Cenaze morgda bekletiliyordu. Cenaze’nin, memleketi olan Ordu’da ailesi tarafından toprağa verilmek istendiğini, bu törenin; ailesi, POL-DER yöneticileri ve diğer demokratik kitle örgütleri tarafından yapılacağı kararı alındı.

12 EYLÜL 1980 ASKERI CUNTASI VE POL-DER ÜYELERİ ÜZERİNE UYGULANAN RESMİ DEVLET TERÖRÜ.

12 Eylül askeri cuntasının temel amaçlarından biri, önce toplumu terörize etmek ve sonradan devletin müşfik eliyle sol demokratik güçleri tasfiye ederek, devletin bekası ve ‚ilerici‘ Kemalizm’in ilkeleri doğrultusunda, toplumu sağa çekmekti. Sonuçta, kendileri de, İttihat ve Terakki kökeninden gelen Kemalist yapının, yönetim erkleri ile artık toplumun bir arada tutulamayacağının, bunun yerine İslam’a yakın, bir ideolojik yapının geliştirilmesinin gerektiği düşüncesiyle, bu ideolojinin ilk tohumları atıldı.

POL-DER‚in bir yanının silahlı bir oluşum olması, onlar açısından ciddi sorun yaratacağını, öteden beri hesaplıyorlardı. 12 Eylül sabahı ben, Mersin’in Tarsus ilçesinde görevliydim. Her zamanki gibi, görevimin başına gittim. Kayseri’den Tarsus’a getirilen bir komando birliğinin emrine, poliste verilmişti. Şehirde asayişten onlar sorumluydu. Ancak askerler asayişi bilmedikleri için, bir nevi polisin verdiği bilgilerle yetinmek durumunda kalıyorlardı. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir emekli albay atanmıştı. Adam; sağa dön, sola dön ve ileri marş’tan başka, bir şeyden anlamıyordu. Fakat, POL-DER‚in içindeki bazı kişilerce, kendilerini kurtarmak için, bu adama POL-DER üyeleri ile ilgili özel dosyaların sunulduğunu, saygı ile andığım genel başkanımız Kadir Boztimur tarafından bizlere iletilmişti.

Ancak, POL-DER üyelerinin emniyetten ayıklanması süreci, yavaş işletiliyordu. Tasfiye sürecinin bu yavaş işletilmesinin temel amaçlarından biri, bazı POL-DER üyelerinin toplusal olaylardaki bilgilerine duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Mantık şuydu; nasıl olsa bunlar, üniformalıdır, kaçacak yerleri yoktur. Bunlardaki tüm bilgiler alındıktan sonra tasfiyeye gidilmelidir diye, kendilerine bir program çizmişlerdi. Bizler de, bu siyasetin farkındaydık.

Askeri cunta, sol eğilimli polislere, sağcı örgütlerin takibi, üyelerinin yakalanma ve soruşturması görevini vermişlerdi. Siyasi görüşü olmayan ve devletçilik onayan polisler ise, sol örgütler konusunda görevlendirmişlerdi. Amaç, iti ite boğdurma politikası uygulanıyordu. 1981 yılına gelindiğinde, artık düğmeye basma zamanı gelmişti ve öylede oldu. Bir günde 3500 POL-DER‚ li polisin görevine son verildi. Bir o kadarı da, resmen emekli edildi. Adına da, sakıncalı personel denildi.

POL-DER‚in içinde itici güç olarak tabir ettiğimiz üyelerimize karşı, özel dosyalar açılmıştı. Bunların, geçmişte bağlantıda oldukları, Sol ve Kürtçü örgüt bağları aranıyordu. Bu değerli üyelerimizin, aileleri ile çektikleri zulmün hesabı yoktu. 1983 yılına gelindiğinde, artık derneğin üyeleri üzerine adeta bir cadı avı başlatılmıştı. Sanırım, aynı yılın ikinci ayı olduğunu hatırlıyorum, Hürriyet Gazetesi tam başlık atarak, “İşte Hain POL-DER Genel Başkanı“diyordu ve Kadir Boztimur’un resmi elbisesiyle çekilmiş büyük boy fotoğrafını yayınladı.

Hain POL-DER Genel Başkanı’nın, kirli amaçlarını gerçekleştirmek için tüm soygunların planlayıcısı ve RİZGARÎ bölücü örgütünün sorumlularındandır“ diye, adeta bize karşı savaş ilan etmişti.

29.04.1983 gecesi sabaha karşı, Mersin’deki ikametgahıma bir tim asker ve yanlarında polisler olduğu halde geldiler.

RİZGARÎ örgütünün askeri kanadının görevlisi ve POL-DER Genel Başkanı ile soygunların tertipleyicisi” suçlamaları ile göz altına alındım.

Bu bilgilere devletin ulaşması, önceden tanıdığım ve Kadir Boztimur’la birlikte zaman zaman eve gelen, Varto nüfusuna kayıtlı Hasan Çakar adındaki bir itirafçının verdiği bilgiydi. Mersinde, gerek POL-DER‚in, gerekse Rizgarî’nin, kayda değer bir eyleminin olmadığı nedeniyle, Adana ve İstanbul’da ki rizgarî’nin eylemlerinden sorumlu tutuluyordum.

Mersin Emniyet Müdürlüğü’nde, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden önce basit bir emniyet mensubu olan ve sonradan kendi halkının ve meslektaşlarının katili durumuna düşecek olan Hanefi Avcı, Emniyet Müdürümüz olan Mustafa Yiğit’ten, benim bir çok örgütsel bilgiye sahip olduğunu ve kendisinin beni sorgulamak istediğini talep etmişti. Ancak, Emniyet Müdürü, Hanefi Avcı’nın talebini Adana ve İstanbul Sıkıyönetİm Komutanlıkları’nın emri üzerine alındığımı söyleyerek reddetti.

Mustafa Yiğit, gençliğinde Diyarbakır’da Kürtçülük masası amirliğini yaptığı için, Kürt Milleti’ne adeta sempati duyuyordu. Cezaevi yıllarımdan sonra, İzmir’de kendisini ziyaret ettim. Bana,

Siz Kürtler, en büyük maneviyata ve milliyete sahipsiniz. Bundan dolayı hiçbir Kürt’ün düşüncesinden dolayı ezilmemesini isteyenlerdenim. Ancak, devletin resmi politikası bizleri aşıyor“ demişti.

POL-DER işlevsel olarak mükemmel bir amaçla kurulmuştu. Çalışmaları ve faaliyetleri çok amaçlıydı. Bir meslek kuruluşundan ziyade, başta da anlattığım gibi, ülkenin demokrasisi, devletin kendi halkına zulüm etmemesi ve Kürdistan Sorunu’nun çözümü konusunda bir mihenk taşı olarak, devletin silahlı gücü olarak bu olumsuzluklara karşı durdu. Bundan sonra, Kürt Halkının onurunu, vatanını ve namusunu korumaya, kendini feda edecek gençlerimize başarılar dilerim. Bu uğurda acı bedeller ödemiş olanlarının önünde saygı ile eğiliyorum. Şehitlerimizin bize kazandırdıkları onurdan dolayı, onların sonsuza kadar Kürt Milleti’nin kalbinde yaşayacaklarından eminim. Sadık Kürt evladı, POL- DER Genel Başkanı, muhterem kardeşim KADİR BOZTİMUR‚un aziz hatırası önünde, saygı ile eğiliyorum.

İZZET ÇELEBİ. KÜRDISTAN/Hewler -2014

 

 

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar