Irak Baas Rejimi ve Güney Kürdistan

29. August 2015 | Von | Kategorie: Tarih

barzani1Tarih: Son gelişmeler üzerine, Irak Baas Rejimi ve Güney Kürdistan Kürt Hareketinin tarihsel sürecine kısa bir bakış.

Son gelişmeler ve Federal Irak içinde Kürtlerin konumu üzerine söylenecek en iyi söz, yıllardır verilmiş mücadelenin kazandırdığı bir sonuç demek yerinde olacaktır. Gelişmeler bu sonucun da değişeceğini ve Ortadoğu’da bir Kürdistan devletinin geleceğe damgasını vuracağını gösteriyor. Bu bağlamda gelinen yerin tespiti açısında süreci belirlemenin gereği var.
Olayın en belirgin özelliği tek bir ulusun zorla egemenlik kurduğu çok uluslu toplumların mücadele pratiklerinin doğal sonucu Irak’ta Kürtlerin gündemi belirleyen temel öğe olmalarını getirdi. Bu çağdaş durum üzerinde yıllardır yalnız savaş, sömürgecilik vb.. nedenlerle verilmiş mücadele değil, aynı zamanda Irak’ı da aşan bölge devletleri düzeyinde verilmiş demokratik, sosyal, psikolojik vb.. büyük bir savaşın tarihsel, ideolojik ve teorik motifleri de aralardan gözüküyor. Bugün bile kolayca açıklayamayacağımız sapmalar ve en önemlisi dogmalarla bu mazlum ulusa bakışlarını sivri oklarla üzerimize gönderen her boydan unsurların şaşkınlıkları arasında meşruiyet kazanan bir ihtilal var. Ortaya çıkarak kendi varlığını ispatlamaya uğraşan, bununla diğer parçaları da gündeme sokan bir ulusal kurtuluş hareketinin geldiği yeri kutlamak, sevinmek ve onu daha ileriye götürerek, bağımsız bir devlete ulaştırmak gerekiyor. Zengin, modern bir toplumun kurulmasını için çalışmak görev olarak kendini dayatmış durumda. Tutsak bir ulus için bundan ileri ne olabilirdi?
Eskiden dışlanmışlığın acılarını yaşarken, yalnız başımıza kalmanın bütün bedellerinin teorik kalıpları içinde hala gelinen yerde bu çözümleri içlerine sindiremeyen ‘’demokrat, Marksist, devrimci vb..’ kişi ve gruplar var. Bunların Irak’a bakışları hem Saddam’ın ilericiliğini sunmaları, hem de Türkiye ve benzerlerinin kendi içlerindeki Kürt /Kürdistan sorunlarına bakış ve uygulamalarına bağlı olarak haksız bir yerde duruyor.
Hala en basit olay ve olguları pompalayan küçük bir azınlık dışında -ki onlarda kendi ülkelerinin çıkarlarını düşünüyorlar- bayraklara, milliyetçi dalgalanmalara, kahramanlıklara sığınmayı elden bırakmıyorlar, ama bize de milliyetçiliği yasaklıyorlar.. Hala umulan ve gerekli olan somut bir tepki, demokratik insani bir yandaşlık yok..Bu görmezden gelme, acemi mantık yavaş yavaş gerçekleri öğrenmeye, timsah göz yaşları ile devletlerine, akıl vermeye başladı bile. Büyük Ortadoğu projesinin bir ayağının da Türkiye’ye basacağı besbelli.
Kürdistan Sorunu’nun Avrupa Birliği içinde bir çözüme ulaştırılması gerçekten zor, çünkü AB’nin böyle bir programının olmadığı açık..Bir Ortadoğu ülkesi olan Kürdistan ve Kürt toplumunun orada bir çözüme gitmesi anlaşılmaya başlandı.. Bu bağlamda bazı kabuller ortaya çıktı. Hep böyle olduğu için ve Kürtlerin de buna alışık olmasından tartışmalar
ardından hangi provokasyonların geleceği de belli..
Yani, bir başka savaşta suni olarak çizilmiş sınırlar, bu savaşta değişiyor. Kürtler eğer engel olunmazsa dünyada yerlerini alacaklar. Dünyanın bu son sömürgesi de dünya devletleri ailesinin bir üyesi olacak, dostluklar kuracak, düşmanlıklar yaratacak vb..
Artık çevre devletlerin aydınları bizi akademik yöntemler içine hapsedemeyecekler, teorik kalıplara sokamayacaklardır. Teori kadar pratiğinde önemli olduğu artık ortaya çıktı.
Şimdi, Kürtler için, ‘’solcuların’’ ‘’Marksistlerin’’ ya da ‘’demokratların yerine gazeteciler akıl babalığına soyundular..Bakalım görelim..İlk bakışta doğru gibi gözüken, ama el mahkum bu uyarılar gecikmiş, tehirli araçlara benziyor. Oraya gidecekler, yine Türk, yine kahraman, yine kent soylu yada akıl babası olarak bir anlam ifade etmeyecek..Bunlar biraz da zorlukların, koşulların getirdiği ama sonuçları itibariyle faşist, otoriter, diktatör sistemlerin değirmenine su taşıyacak bir tiyatro gösterisine benziyor..
Toplumlar bir çok yönden akıl almaz biçimde değişiyor, gelişiyorlar. Bir çok sorun da beraberinde geliyor.Bu selin önünde sürüklenen o kadar çok şey var ki, ama silinip gitmiyorlar, değişmek zorunda kalıyorlar. Aydınlarımız işi kolaya vurup, özellikle Kuzeyliler, ‘’gemisini kurtaran kaptanı’’ oynuyorlar. Ne vurursak kardır mantığı, mazlum bir ulusun bütün beklentilerinin üzerine bir kabus gibi çökmüş durumda..(…)
Modern bir Kürt devleti için bütün teknik gelişmeler, yabancı sermaye hareketleri ve yetişmiş kadrolarla yönetilip yönlendirilmesi sürecinde, bakkal dükkanları yada benzeri faaliyetlerle alana doluşmanın mantığı yok. Yapılacak ikili yada çok bağlantılı antlaşma ve ilişkilerin tartışılması gerekmiyor. Ama bunlar toplumsal özlere, Kürdistan gerçeğine ve ülkenin gelecek birlikteliğine yararlı araç ve gereçlerin oluşturulması, çağdaş Kürt toplumunun güvenlikli bir ekonomik, sosyal, toplumsal ve ulusal vb.. politikalar ile oluşacaktır. Seyyar satıcıların olması da doğal, ancak bunların her yerde dolaşmaları gerekmiyor. Fırsatların kendilerine dönmesini isteyenlerin susturacakları kesimler, ancak çevre devletlerine cevap verebilirler. Kendileri bu alanlarda yürüyemiyorlar..Rantçı ve parsacı takımına da hayır demek daha geniş bir zemini oluşturacaktır.
Bölge büyük su kaynakları, petrol ve maden rezervlerinin üzerinde, bunu görelim. Çıkarları bu nedenle Kürtlerle üst üste düşenlerin geniş kapsamlı ilişki ve beraberliklerini, anlaşma ve ortaklıklarını kavrayalım.Yıllardır bölge devletlerinin çıkarlarına peşkeş çekilen ve onları adam yerine koyan nedenler, bizim kendi çıkarlarımıza döndürülmelidir, bunu anlamak gerekiyor..
Toplumları geçirdikleri evreler bakımından birbirinden kesin çizgilerle ayıramayız, bunlar birbirlerini tamamlayan ve birlikte gelişen şeylerdir. Kürdistan’daki süreci ihanet olarak yorumlayanların bugüne bakışlarının uzun bir süreci içine aldığı kesin. Ya bu söylemlerden utanılır, özür dilenir ya da somut bir şey söylenir..Ama bunlar yapılmıyor, özeleştiri Kürtlere mahsus değil.. Tersine bir eşitlenme dayatılıyor.
Kürdistanlı kadroların tarihlerinde Ortadoğu’da yapılmış birçok hata ve yanlışlar elbette var. Kendi toplumumuzu değerlendirmede de çok büyük hatalar işlenmiş, entrikalar, ihanetler var vb.. Bunları bilmek ve bunlardan dönmek bir erdem, çünkü süreç açısından ulusal bir politika gerekiyor. İster milliyetçi olun, ister Marksist, ister demokrat, yurtsever vb.. hemen hepsi için böyle bir politika gerekiyor. Süreçte bunu yapanlar hep kınandı, horlandı, küçümsendiler.Bir yığın insanın böylesi doğruları, namuslu tavırları da belirtilmeli. Utanılmamalıdır. Gelinen yerde artık bazı şeyleri kabullenmek gerekiyor.Elbette Ortadoğu ülkelerindeki yapısal durum, politika, ilişkiler vb.. de buna,yanlışların yapılmasına, entrikaların, ihanetlerin oluşmasına hizmet etti..’’Gericilik’’, ‘’bölgecilik’’, ‘’bölücülük’’ gibi ihbarların bedelleri çok fazla ödendi, bu da bilinsin!!
Kürt ulus hareketi hep ters değerlendirildi. Bu bağlamda Irak’taki savaşın da gerçekçi ve bilimsel değerlendirilmesi yapılmadı, irdelenmedi. Demokrasi mücadelesi verdiklerini söyleyenler yada demokrat olanlar Irak’ı bilmekle yetinemezler, onu doğru bilmeleri de gerekiyor. En azından Irak’ta Kürtler ile onu yöneten cuntalar arasında sürüp giden mücadelenin kaynaklarını, detayları ile ve objektif bilmeleri, değerlendirmeleri gerekmektedir. Köksüz, kaynakları belli olmayan ve özellikle günlük gazetelerden aktarılan haberleri, resmi ajansların kasıtlı, yanlış bilgileri adına yorumlar yapmak ne anlam ifade edecektir, etmedi de. Görünen o ki hala bu yola başvuruluyor.
Bilindiği gibi Ortadoğu’da Kürtlerin bulunduğu coğrafya son günlerde adından en çok söz ettiren bir yer. Birçok devletin çıkar ilişkilerinin çatıştığı bir alan olma özelliğini koruyor. Bunun yanında Kürtler kadar Yahudi ulusunun da durumu Arap devletleri arasında benzer yanlar gösteriyor. Bitmek bilmeyen bir savaş var, bazı arabuluculuk ve ilişkilerle, karşılıklı tavizlerle anlaşmaya götürülüyor. Artık Kürtlerin durumu da önem arz etmeye başladı. Bunda son ABD müdahalesi ve Saddam’ın devrilmesinin payı elbette inkar edilemez. Ancak, bölgede bu çok önceden en organizeli gücün Kürtler olduğu ve tercih edilmeleri gerektiği, sorunlarının çözümü zorunluluğu da kendini dayatmıştır.
Artık Kürtlerin durumu yalnız Irak’ta değil, diğer parçalarda, İran, Suriye, Türkiye’de de kilit sorun haline gelmiş durumda. Türkiye, her ne kadar yıllardır gizlediği bu sorunun üzerini açmak zorunda kaldı. Şimdi kendine yontarak sunuyor. Bütün faaliyetlerinde Mazlum Kürt halkının yaşamını vererek, gazetecilik yapan, roman yazan, şair olan, filmci, senarist olanlar, bilim adamı geçinenler, Üniversite Profesörleri, siyasetçiler vb.. hemen hepsi yine asimilasyon mantığı içinde ve ırkçı sınırlarda seyrediyorlar, geldiğimiz noktada bile hala seslerini çıkaramıyorlar. Sesler yukarıda, devlet erkanından ve de icazetli basından, o da yeni duruma uyarlı ve zorunlu çıkıyor. Kendi durumlarından korktukları için, sözüm ona Kürtlerden söz ediyorlar, ama Irak’takilerden. Kendi içlerindekiler için ses yok. ‘’Et ve Tırnak’’tan, ‘Kardeşlikten, Birlikten’ söz açıyorlar. Hala ‘‘Bölünmez Bütünlük’’ten dem vuruyorlar. Neredeyse bu açıklamalar moda oldu! Türk solu dünyanın birçok yerindeki benzer olguları yazdı çizdi, çevirdi, bastı, ama Kürtleri tartışmadı..
Türkiye’deki Kürtleri bilmek için en yakınımızdaki Irak Kürtlerinin durumlarını bilmek
gerekiyor. Bunun içinde de en başta Baas’ın ve dolayısıyla Irak Kürt hareketinin bilinmesi gerekiyor.
En büyük yanlış Baas üzerine yapılmıştır. Bu yalnız Türkiye’de değil birçok devlet solunda, demokratlarında hastalık haline gelmiştir. Yanlış şudur;
Irkçı Baas cuntaları ve yönetici Eliti’nin cinayetleri meşru gösterilmiş, bunun için birçok mazeret sunulmuştur. Bu büyük bir yanlıştır. Bu konuda da bilgiler Baas’a dayandırılmıştır. Baas yönetici Eliti, bütün dünyada kendine adam yetiştirmiş ve özellikle birçok gazeteciyi satın alabilmiştir. Örneğin, Irak-İran savaşı boyunca ve gerekse Xalepçe’de Irak aleyhine tek kelime eden olmamıştır. Bu Avrupa’da da böyledir. Türkiye’de meşhur Ecevit bile gidip Saddam’la gazeteci olarak röportaj yapıp onu meşrulaştırmış, ilerici, devrimci göstermiştir.(…)Bu yolda, Irak elçiliklerine gidip gelmeyen gazeteci kalmamış, hepsine hediyeler verilmiş, hesaplarına paralar yatırılmış, Başkan Saddam’ın hediyesi olarak sunulmuştur..Türkiye’den devrimcilik adına gidip gelen ve bu hediyeleri alanlar da var. İ. Beşikçi bu konuları zamanında tartıştı, aforoz edildi, haksız suçlandı.. Rizgarî grubunun da geçmişte bu yolda açıklamaları ve eleştirileri var..
Türkiye’de sağ da suskun, çünkü etnik ve ayrımcıydı. Biraz bazı kesimler şimdi bu politikadan sıyrılmış gözüküyor. Bir de, ne de olsa Saddam da Müslüman/din kardeşi ve ayrıca Arap alemi var! Ekonomik birlikler, bölgesel işbirlikleri yeni politikalar gerektiriyor.
Velhasıl Kürtlerin her demokratik atılımı, kuşku, güvensizlik ve küçümsenen tavırlarla karalanmış, kınanmış, horlanmıştır. Daha düne kadar Barzani’ler hakkında olmadık şeyler söyleyenler, Irak Dışişleri Bakanı Hişyar için de söylediler, şimdi Cumhurbaşkanı olan Talabani için de. Türkiye’ye gelişlerinde yapılan muamele ve karşılama bizi rencide etti. Şimdi bu kesimlerle görüşmek ve konuşmak sırası Kürtler’de, ama biz onlara onlar gibi davranmayacağız.Uluslararası politikanın ve iyi komşuluk ilişkilerinin gereğini yerine getireceğiz.
Başbakanları ise şükürler olsun daha düne kadar sorunu kabul etmeyen ve Kürtleri yok sayan görüşlerinden vazgeçmiş görünüyor..
İran ve Suriye’de durum değişik ama, bölge devletlerinin toprak bütünlüğü konusunda hep bir araya gelmeleri ve Irak için bunu karar altına almaları da yine haksız bir durum..
Kürtlerin ulusal direnmeleri devam ederken, bunu yalana , ret ve inkara dayalı olarak resmi devlet tutanaklarından, arşiv ve belgelerinden, yöneticilerin beyanlarından izleyen demokratlar, solcular için Kürt hareketi ‘’gerici’’, ‘’irticaî’’, emperyalizmin güdümünde’’ vb… gibi iddialarla suçlanmak suretiyle kronik bir hal almışken, bunun hangi kardeşliğe, hangi komşuluğa sığdırılacağı da bizce merak konusu. Türkler hiçbir dönem söylediklerinden utanmadılar. Hep yalan/yanlış bilgileri ortalığa salıp kendilerini savundular, bunu da adeta bir meslek haline getirmiş durumdalar. Hala Kürt hareketine terörist demekteler. Hala bölücülük olarak suçlamaktalar.
Her terör gününde, her cunta döneminde, her dar boğazda vb.. Kürt hareketini tek taraflı ele almak ve sunmak, değerlendirmek yetkisi pratik içinde öyle trajik komik oluyor ki! Geçmişten bir örnekle devam edelim;
Örneğin Baas’ın elinde bir kukla gibi kullanılan Barzani’nin oğlu Ubeydullah’ın büyük gürültülerle sunulması, anons edilmesi, onun yalanlarını Kürt hareketinin önüne koyarak onu vurmaktan başka bir şey değildi.. Ahlaki de olmayan bir anlayışla bu konuyu gündeme getiren dönemin bir gazetecisine kısaca kulak verelim;
14 Ekim 1974 tarihli Günaydın Gazetesi’nde Erdal ÇETİN Ubeydullah için şöyle diyor;
‘’(…)
1971 yılı başlarında Kuzey Irak’ta Hacı Ümran dağlarındaki karargahta görüştük. Ona Devrimci Kürtlerin desteğini kaybetmeye başladığını, emperyalist güçlerle ilişkisini kesmesi gerektiğini söyledim. Münakaşa ettik. Beni hapsettirdi. (…) Şayet kaçmasaydım, beni mutlaka kurşuna dizdirecekti’’.
Bu son derece amatör bir gazetecilik, daha doğrusu gazeteciliği aşan ve adeta bir istihbarat elemanının yaptığı işlere benziyor. Sıradan bir unsurun bile bilebileceği şey Baas’ın en tutarsız, en gerici, en miskin Kürtlerle ilişki kuracağıdır. Buna uygun birçok insan da var. Ki, IKDP kanallarından edindiğimiz bilgilere göre, Ubeydullah Irak’ta süren savaşın gerçek yüzünü ve hedeflerini tanıtmak için gönderildiği Avrupa’da, partinin paralarını içkiye, kadına yatırmak, görevini ihmal etmekle suçlanmış, bu gibi ağır nedenlerle yargılanıp ve ölüme mahkum edilmişti.. Onu Baas’ın kucağına atan da bu karakteridir. Daha sonraları Baas’ın verdiği lüks Mercedes otomobille ve aşırı gelir isteyen bir yaşam sürdürmüştür. Barzani’ye ve Kürt hareketine söverek, evinden çıkmayarak, içki ve kadınlarla hayatını geçiren böylesi bir insanın kukla olduğunu bilmeyen yoktu. Bunu sunmanın, bir hareketin önüne koymanın adı var mıdır?
O dönem İdris Barzani’ye karşılık Ubeydullah, kof biri olarak Baas için koz olarak elde tutulmuştu.
Öyle ki, Kürt kadınlar Birliği yayınladığı bildiri ile doğacak çocuklara artık Ubeydullah adının verilmeyeceğini duyurmuştu..
Bakınız Ubeydullah Barzani ne diyor;
‘’Molla Mıstefa Barzani’nin hareketi karanlık bir hareket. O, katı ve şiddet yanlısı bir adam. Kürt halkının değil, kendisinin ve kendi aşiretinin çıkarlarını güdüyor. (…) Babamın yanında bir zamanlar ben de çarpışmıştım. Ama, o zamanlar bir amacımız vardı. Özerklik için savaşıyorduk. Bugün ise, istediğimiz özerkliği kazandık. O halde neden savaşacağız. Babam tam bir sapma içinde. Amerikalıların, Siyonizm’in ve gericilerin elinde oyuncak oldu’’. (Günaydın- 31 Ocak 1975)
Bağdat’ın lüks ve şatafatı içindeki bu unsurun durumunu başka bir Türk gazeteciden izleyelim;
‘’Irak Özerk Kürdistan Bölgesi Yasama Meclisi’nin 80 üyesi vardı. Üyeler seçimle değil, fakat atamayla gelmişlerdi. (…) Özerk Kürdistan Bölgesi Yürütme Kurulunun Başkanı Meclis üyeleri arasından Irak Devlet Başkanınca seçiliyordu. Seçilen kişi yürütme kurulu üyelerini seçerek Meclisin onayına sunuyordu. Ancak, Irak Devlet Başkanı’nın, Özerk Bölge Yürütme Kurulu Başkanını her zaman için görevden azletme yetkisi var. Azil yetkisinin kullanılmasıyla da Yürütme Kurulu düşmüş sayılıyordu. 11 Mart 1974 günü, Irak devrim Komuta Konseyi’nce çıkartılan Kürdistan Bölgesi İçin Özerklik Yasası’nın 13. maddesi böyle buyuruyordu’’. (Cumhuriyet- 22 Ekim 1974)
Böylece kişiliksiz, güvencesiz, kukla bir yönetime gidiliyordu. Baas’ın bu tavrını yorumlamaya gerek yok.
(Buraya kadar olan yazı, ‘’Irak Kürt Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı’’ kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır. Bak: KOMAL Yayınları, Kalite Matbaası, Ankara. 1975)
Konuyu daha iyi anlamak için Baas hakkında kısa bazı bilgilere ihtiyaç var.(*)
‘’Baas Sosyalist Partisi, 1953 yılı sonlarında, Baas (diriliş) Partisi ile Akram Hourani’nin sosyalist Partisinin birleşmesinden doğdu. Birlik, Albay Çiçekli’nin dikta rejimi ve Suriye Sağcı Partilerine bir tepki olarak kuruldu. Hourani, Hama bilgesindeki kuvvetli desteği ile, Suriye iç politikasında yenilmez bir güçtü. Fakat birçok bakımlardan ananevi bir Arap politikacısı idi ve birliğe karakter ve ideolojisini veren, Baas’ın politik düşüncelerine karşı fazla bir eğilim yoktu.
Baas’ın kurucular, 1930’larda Paris’te okurken tanışan, Salah Bitar ve Michel Aflaq adlı iki Suriyeli idi. Başta komünizm ile flört eden Bitar ve Aflaq, komünist düşüncelerin Arap ulusunun özel koşullarına uymayacağı sonucuna vardılar. Suriye’ye dönünce Şam’da bir ortaokulda öğretmenlik yaparlarken, mitingler düzenlemeye ve broşürler yayınlamaya başladılar. 1942 de, bütün zamanlarını politik çalışmalara ayırabilmek için, öğretmenlikten ayrıldılar ve 1942 yılında BAAS PARTİSİ’ ni kurdular. Partinin resmi bir politik kuruluş olarak ortaya çıkması ise, 1946’da Fransızların Suriye’yi boşaltmalarından sonradır.
Bitar ve Aflaq ortaklığında, Aflaq Partinin ideologu, Bitar politik organizatörüydü. İçine kapanık bir insan olan ve sanki dünya işlerinden elini-eteğini çekmiş bir kişi havasında olan Aflaq, ki Arap Milliyetçiliği’nin Gandi’si olarak Araplara tanıtılmıştır. Bir Gandi ki, Gandi’den daha çok savaş trampetlerini çalmaktan hoşlanan bir Nazi Generalini andırmaktadır. Aflaq bolca yazmıştır, yazıları romantik ve idealist bir içeriğe sahiptir. Ve yazıları anlaşılır olmaktan uzaktır. Yazdığını kendisi de anlamayan tek filozof!.. Ama, kişiliği ve özel toplantılarda öne sürdüğü düşünceleri ateşli taraftarlar toplamıştır. Biraz Marksizm’den ve biraz da 19. yüzyıl Alman Milliyetçi teorilerinden aldığı bu düşüncelerine, o özel bir Arap karakteri vererek doktrinini ileri sürmüştür.
Doktrini’nin üç temeli var; ‘’Hürriyet’’, ‘’Birlik’’ ve ‘’Sosyalizm’’. Her halükârda, başarı ihtimali olmayan Baas, bu üç ilke’nin, bütün Arap ilerici güçleri tarafından -Nasırizm dahil- kabul edildiğini iftiharla söyleyebilir. Bildiğimiz tek ‘’Arap Çorbası’’!..
Aflaq üç ilkeye mistik idealizmi içinde bir tek sloganla biçim verdi: ‘’Sonsuz bir görev için bir tek Arap Ulusu’’. Aflaq için ‘’Hürriyet’’; politik, kültürel ve dini hürriyet ile, kolonyalizmin yönetiminden kurtulmayı anlatır. ‘’Birlik’’; yalnız Arap Ulusunun tek bayrak altında birleşmesi değil ve fakat, Milliyetçiliğin gerçek kaynağı olan, ‘’gizli canlılık’’ın harekete geçirilip canlandırılmasını anlatır. -Baas (diriliş) ismi de buradan gelmektedir- (Aflaq bu terimiyle, Arap ulusunun gerek ilk çağ uygarlıklarından, – ki, bu ilk Mezopotamya uygarlığı Sami Irkı’nın eserleridir ve Arapların Efsâneviden objektif bir ulus olma süreçleri bu uygarlığın başkaları tarafından ikinci plâna atılmasından sonra başlar- gerek Müslüman Arap uygarlığında anlatımını bulan ve Arapların sadece yüksek bir ideal için çöllerinden çıkıp Mezopotamya’ya ve o günün bilinen dünyasına açıldıklarını kabul eden ve ekonomik etkenleri hiçe sayan fanatik bir görüşün anlatılmak istendiği açıktır. Bu haliyle Prusya Aristokrat Askerinden hiç farkı var mı?)
Baas Trinity’sinin (Baba-oğul-Ruhûl Kudüs) içinde en son sırayı işgal eden ‘’Sosyalizm’’, Baasçı’larca bir sosyo-ekonomik ilkeler grubundan çok, ulusal morali yükseltmek için kullanılan belirsiz bir terimdir.Ne Eflaq ne de Bitar, spesifik sosyalist ilkelerin uygulanması konusunda hiçbir zaman fazla bir şevk göstermemişlerdir. Bütün söyledikleri, Sosyalizmin; fakirliği, cahilliği ve hastalığı ortadan kaldıracağı ve Arap Ulusunu ileri bir sanayi ülkesi ve diğer uluslarla eşit koşullara getireceğidir.
Eflaq’ın bütün düşünceleri ve yazıları arasında bir ihtilal düşüncesi vardır. Köklü ve organik kafa yapısı ve davranış biçimini değiştiren bir ihtilal. O bunu şu cümlede anlatıyor: İnsanlık tarihinin hayati bir döneminde Arap Ruhunun uyanmasını temin eden bir ihtilal.
Aflaq devamlı biçimde sevginin önemine işaret eder: ‘Milliyetçilik her şeyden önce sevgidir’. Arap Rönesans’ı, Arap Halkı birbirine ve uluslarına karşı kuşkusuz ve karşılıksız sevgi beslemeden yapılamaz. Bu noktada, kendi Hıristiyan olmasına karşılık, Arap ruhu ile sıkı ilişkisini göz önüne alarak, Müslümanlığın önemine parmak basar.
1940’larda Baas ve Akram Hourani Birliği, gizli ve genel oy hakkı için çalıştılar. Sonunda başardılar, fakat 1954 yılına kadar armağanlarına kavuşamadılar. Aflaq ve Bitar bu sıralarda askeri ve sivil rejimlerce birçok defa hapsedildiler. Aflaq Ulusal Meclis seçimlerini hiçbir zaman kazanamadı ve yalnız bir defa, 1949’da 3 ay kadar isteksiz olarak Eğitim Bakanlığı yaptı.
1949 seçimlerinde Baas 3 sandalye kazandı ve 1954 seçimlerinde, Albay Çiçekli dikta rejiminin yıkılmasında önemli rol oynamakla, 140 kişilik mecliste 16 sandalye kazandı. Ancak, Baas ehliyeti olmayan diğer partilere karşılık daha iyi organize olduğundan, aslında göründüğünden daha kuvvetliydi. Radikal subaylar arasında taraftar kazanıyor ve batıya karşı duyguları istismar ederek halka inmeye çalışıyordu. İlk olarak 1956 da önemli iki bakanlık dahil (Ekonomi ve Dışişleri) bir koalisyona girdiler.
Nasır’ın ilk yıllarında, kendisine, batıda taviz vereceğinden kuşkulandığı için yanaşmayan Baas, Bilhassa Süveyş krizinden sonra bu kuşkuyu bir kenara atarak, Mısır’la birleşme düşüncesini ortaya attı. 1957 yılı Baas Partisi için başarılı oldu ve o güne kadar göremediği bir ilgi gördü. 1954 de meşruluğu kabul edilen Ürdün şubesi, gençler arasında taraftarlar kazanarak gelişti ve 1956 da Baasçı Abdullah Rimavi başbakan yardımcısı oldu. 1957 de Kral Hüseyin’in bir karşı darbesi ile görevden atılan bu Baas yanlısı iktidardan sonra bile, Ürdün’de Suriye ve Mısır’ın desteğiyle parti ayakta kaldı.
Bu arada Baas’ın Irak kolu da güçleniyordu ve 1958 de Monarşinin yıkılmasında yardımı geçen başta gelen güçlerden biri oldu.
Suriye’de partinin Sol kanadı Komünistleri de yönetime sokuyor ve Komünist olan Albay Bizri’yi Genel Kurmay Başkanlığına getiriyordu. Sovyetler Birliği bazı kuşkulardan sonra nihayet Arap Milliyetçiliğini desteklemenin daha akıllıca olduğunu anlamış ve Süveyş Buhranı’nda batı dünyasının yaptığı yarışı alabildiğine kendi yararına kullanmıştı. Her halükârda Baasçı’ların komünistlerle bu ortaklıklarının samimiyeti su götürürdü. Komünizmin o aşamada Suriye’de iktidarı ele geçiremeyeceğinden emindiler, sağ partilerle işbirliğine gitmek sıkıntısından kendilerini kurtaran bir güç gözüyle bakıyorlardı. 1958 Mısır-Suriye birleşmesine gönülsüz komünist ortaklarını ikna ettiklerinde, Nasır’ın birleşik devletin Suriye koluna kendi taraftarlarını tayin edeceğini biliyorlardı. Bundan da fazla, birlik içinde düşüncelerinin propagandasını yapma fırsatı bulacaklarını ve kendi görüşlerine göre Nasır’ın doktrinsiz bir lider olduğunu göz önüne alarak, ona hayat felsefesi ve dünya görüşü armağan etmeye kararlıydılar!
Nasır’ın, Birlik için gerekli koşulların hazır olmadığını ileri sürerek ve bu itibarla yönetimin merkezileştirilmesinde ısrar etmesi üzerine, onun direktifinden ötürü Baas resmen kendini feshetti. Birliğin Suriye kolunun Nasırca kendilerine verileceğinden emindiler. Ancak, Nasır Baasçı’ları Birleşik Arap Cumhuriyeti iktidarına almakla birlikte, birlik içinde ayrıcalıkla bir yer vermedi. Sonuçta, 1959 B.A.C. seçimlerinde Baasçılar; bağımsızlar ve sağcılar tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldılar.
Bu olaydan sonra Baas süratle gerilemeye başladı ve Ağustos’ta Rimavi ve diğer bazı Ürdün Baasçıları, Nasırizm’le birleşmeyi istedikleri için partiden ayrıldılar. Eylül’de Nasır, B.A.C.’ndeki (B.A.C./Birleşik Arap Cumhuriyeti) Baasçı Ulusal Yön Bakanı’nı iktidardan attı ve Aralık’ta diğer bütün Baasçılar istifa ettiler. 1961 de Suriye’de Birliği sona erdiren ihtilal olduğunda, Salah Bitar birlikten ayrılma manifestosunu korkarak imzaladı ve sonra da bu imzasını inkar etti. Birlikten kopma Baas’ı bir dilenme içinde bıraktı. Nasır’ın otoriter rejimini, birliğin bozulmasının sebebi olarak eleştirmek kafi gelmiyordu. Kopma hareketi Baas’ın savunduğu bütün düşüncelere karşıydı. Baas Organizasyonu’nun bütün Arap Ulusu için bir Ulusal Komuta Konseyi ve bir de her Arap Ülkesi için bir Mahalli Komuta Konseyi vardı. Ulusal Komite Konseyi bölünmüştü. Çeşitli bölgesel Komuta Konseyleri arasında ilişki çok güçtü, fakat alt/yapı Suriye’de partinin feshedilmesine rağmen yaşamıştı ve Ulusal Bölgesel Komuta Konseyi, Mısır’dan kopmanın kabul edilmesini istiyordu. Fakat, Irak, Lübnan ve Ürdün kolları bunu şiddetle reddettiler. Ve derhal yeniden Birliğin kurulmasını istediler.
Ürdün’de olduğu gibi, Irak’ta da Parti yeniden muhalefete düşmüştü. 1958 İhtilali’nin getirdiği iyimser hava, Kasım’ın 2-3 ay gibi kısa bir zaman içinde Pan-Arabizm’e karşı çıkması ile kaybolmuş ve Kasım iktidarında görev alan Irak kolu başkanı Fuad Rikabi, bu şanssız deneyden sonra, Ürdün’de Rimavi’nin yaptığı gibi Nasır’cılarla birleşmeyi önermiş ve 1961 de o da partiden atılmıştı..
Parti bir keşmekeş içindeydi. Fakat, bir daha olaylar partinin lehine gelişmeye başladı. Irak’ta Kasım, hiçbir organize desteğin üstüne kurulmamış ve düşmanlarının birleşmesinden ötürü ayakta kalıyordu. Ancak yıkılması kaçınılmaz görülen, komünizmle bir çeşit anarşik radikalizmin alaca karanlığında yalpalayan acayip bir rejimin başındaydı.
Suriye’de Baas, sağ düşüncelerinin cesaretiyle hareket edemeyen, bir seri halktan kopmuş iktidarların kendi kendilerini sonuçta iktidardan düşüreceklerinden emindi.
Irak’ta Baas’ın şansı, büyük öğrenci gösterilerini takiben Kasım’ın devrilmesiyle geldi. İktidarda Baasçı olmayan Abdülselam Arif başkan olmakla birlikte, Baasçılar çoğunluğu oluşturuyorlardı. Bu durumda, Suriye’de bir darbe gecikemezdi. Aflaq Bağdat’a gövde gösterisi niteliğinde bir gezi yaptı ve deneysiz-genç Irak Baasçı’larınca coşkulu şekilde karşılandı. Bir ay sonra Suriye’de iktidar darbesi oldu.
İki darbe de Mısır’da iyi karşılandı ve kısa bir süre sonra Irak ve Suriye liderleri Kahire’ye gittiler. (Nasır ve Bitar barıştılar) ‘’Hürriyet, Birlik ve Sosyalizm’’ sloganına sarılmış üç ileri (!) Arap ülkesinin birleşmesine yol açık görülüyordu. Konuşmalar aralıksız devam etti ve Nisan 1963’te resmi anlaşma ilan edildi. Ancak, birlik baştan başarısızlığa uğramaya mahkumdu. Nasır, Irak Baasçıları’nı, Kasım’ı deviren en büyük güç olarak görüyor ve ona göre muamele ediyordu. Fakat, Suriye Baas partisinin diğer ulusal güçlerle koalisyona gitmesini öneriyordu. Fakat, Suriye Baas Partisi 1958’deki deneyine dayanarak iktidarı kimseyle paylaşmak istemiyordu. Bu işte general Hafızın desteğine dayanıyordu. Ve bütün muhalefeti yine onun yardımıyla şiddetli bir biçimde bastırdılar. Son anda birliğin kurulmama tehlikesini ortadan kaldırmak amacıyla Kahire’ye giden bir Suriye heyeti görüşmelerde iken, Şam’da Nasır taraftarı bir darbe yapıldı ve bastırıldı. Nasır’la Baas birbirlerine savaş açtılar.
Bu olaydan sonra Suriye ve Irak Baas’çıları Nasır’a karşı birleştiler ve Eylül’de bir ekonomik işbirliği antlaşması imzaladılar. Iraklılar Kürtlere karşı askeri harekata giriştiklerinde Suriye bir tabur asker gönderdi. Ekim ayında parti tarihinin en önemli kongresi olan 6. Ulusal Komite Kongresi yapıldı. Fakat birlik uzun yaşayamadı. Her ne kadar Suriye kolu Irak Baas’a rağmen daha zayıf görünüyorduysa da ilk devrilen Irak kolu oldu.
Parti, Saadi başkanlığında sol ve Talep Shabib ile Hazem Jawad başkanlığında sağ cephelere ayrıldığında, Abdülselam Arif bu fırsattan yararlanarak Baas’ı iktidardan attı.
9 aylık iktidar devresinde Baas Partisi Irak’ta bir hayli antipati topladı. Ali Saleh Saadi öğrencilerden ve köylülerden bir Halk Milisi örgütlendirdi ve bunlar olur-olmaz zamanda anarşik hareketlerle halka bezginlik verdiler. Hapis ve işkence, başta Kürtler olmakla bütün karşıt güçlere uygulanmaya başladı. Partinin kurucuları Suriyeliler ve merkezi de Şam da olduğundan, Irak’ın Suriye’ye bağlanmasına ve dolayısıyla halkta nefret duygularının uyanmasına sebep olmaktaydı.
1968 de Abdurrahman Arif devrilip Irak Baas’çıları iktidara geldiklerinde -ki, bunlar da ılımlılar egemendi- Suriye Baas’ı, bunu hiç de şevkle karşılamadı.
Kısaca özetlemek gerekirse: Suriyelilerin ilk olarak uyguladığı ve Iraklıların aşırılığa ve vahşete götürdüğü Halk Milisi hariç, Baas, hiçbir yeni politik düşünce yada aksiyon geliştirmedi. Ekonomik alanda, toprak reformu ve sosyalizasyonda Mısır örneği uygulandı.
Iraklılar, Arap dünyasının Prusyalıları olarak bilinirler, fakat Kürtlere karşı harekatları bu isimlerini bir açıdan hak etmediklerini ispatlamıştır. Aslında bunu Suriye ve Irak için birlikte söylemek gerekir. Baas partisi, mistik nasyonal sosyalist ideolojisi ile ancak bu iki ülkeye yerleşebilmiştir. Mısır yada Lübnan gibi öteden beri demokratik bir karaktere ve hoşgörüye dayalı toplumlarda gelişmesi hayal ürünü olabilir. Nasır, bu nedenledir ki Baas’çıları,’faşist maceracılar’ diye çağırmıştır’’.
________
(*) Baas hakkındaki kısa bilgiler için Bak:Peter MANSFİELD, The Middle East, Apolitical and Economic Survey (Ortadoğu, Politik ve Ekonomik İnceleme), Sh: 311-328. Nakleden: Komal Yayınları, Irak Kürt Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı. Kalite Matbaası, Ankara/1975.
Saddam’ın süreç içindeki durumu ne?
Saddam genç yaşında Baas partisine katılmış.1956 yılında başarısız bir darbe girişiminde bulunmuş. Monarşinin sona ermesinden sonra dönemin başbakanın öldürmek için oluşturulan suikast örgütüne katılmış ve aktif görev almış. Bu örgütün durumu ortaya çıkınca ülke dışına kaçmış.
1963 yılında Baas yeniden iktidara geldiği zaman Saddam Hüseyin Yurt dışından geri dönmüş. Gelişinden sonra Baas Partisi ile aralarındaki görüş ayrılıkları derinleşmiş ve bir süre sonra hapse atılmıştı.
1968 yılındaki darbe Saddamın hapisten çıkmasını sağlamış. Bu çıkıştan sonra parti içinde hızla yükselmeye başlamış, Devrim Konseyi Kurulu’na girmiştir. Ve sertlik yanlısı biri olarak artık parti içindeki durumunu pekiştirmeye başlamış ve dönemin Hasan El-Bekr iktidarının perde arkasında asıl bir güç olmuştur.
Ve 1979 da bir darbe ile yönetime el koymuş, uzun yılları kapsayacak Saddam Diktatörlüğü başlamıştır. 24 yıla yakın bir dönem tartışmasız iktidarı boyunca muhaliflerini ezmiş, onlara acımasız biçimde imha uygulamıştır.
Diktatörlüğü boyunca güçlü bir istihbarat oluşturmuş, baskı yöntemleri ile sesi çıkan herkesi, öldürtmüştür. Halepçe’yi kana bulamış, Kürtlere soykırım uygulamıştır.
1980-88 İran’la kanlı savaşa girmiş, 1990’da 1. Körfez Savaşı olarak geçen Kuveyt’i işgal etmiş, Ortadoğu’da saldırgan bir politikayı vazgeçilmez saymıştır. 2. Körfez Savaşını 20 Mart 2003’te başlatmış ve ABD müdahalesinden sonra yakalandığının açıklandığı 14 Aralık 2003’e kadar yakın adamları ve ailesi ile ortalıkta gözükmemiştir.
Şimdi tutuklu olarak koalisyon güçleri elinde bulunuyor ve yargılanıyor.
Güney Kürdistan Hareketinin kısa tarihçesi.(**)
Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra, Irak genel af ilan ederek, Mahabat ordusunda görevli olan subay ve askerlerin Irak’a dönebileceklerini açıklıyordu. Ancak geri dönen 4 subayın asılmaları Irak’ın nasıl ikiyüzlü olduğunu gösteriyordu. Bu günlerde Barzani yanında bulunan 500 Peşmerge gücü ile Türkiye-Irak-İran sınırlarını takiben 220 millik bir mesafeyi 15 günde aşarak Sovyetlere iltica ediyordu.
Aradan 11 yıl geçmiş ve Irak’ta Haşimi Monarşisi yıkılmıştı. General Abdülkerim Kasım yönetiminde bir takım subaylar yönetime el koymuşlardı. Yıl 1958’di.
İşte bu dönemde KDP legaliteye çıkarak Güney Kürdistan’daki mücadele için çalışmalarını hızlandırmıştı.Aynı dönem Mıstefa Barzani Moskova’dan özel bir uçakla önce Kahire’ye giderek Mısır devlet başkanı Cemal Abdülnasır ile görüşmüş ve ardından da Bağdat’a inmişti. Yeniden, Kürt Ulusunun ulusal-demokratik hakları bölgedeki gelişmelere paralel güvence altına alınmaya çalışılmıştı.
Ancak, monarşi yıkılmış ama şoven duygular kabarmıştı ve yeni iktidar Kürtlere verdiği sözde durmamış geri adım atmıştı. Bu nedenle Barzani küçük bir askeri birlikle yeniden Kürdistan’a çekilmek zorunda kalmıştı. Bunun ardından 11 Eylül’de Irak ordusu Kürdistana saldırıya geçmiş ve böylece bugünlere bizi getiren Güney Kürdistan İhtilali dediğimiz mücadele gündeme girmişti.. Irak orduları tüm güçleri ile taarruza geçmiş ama istediği sonucu alamamıştı, tersine Peşmerge birlikleri ise Zaxo’dan Haneqın’e kadar olan (Biri Kuzey uucunda diğeri Güney ucunda iki Kürdistan kenti) alanı tam denetime almışlardı. Güçlü bir yapı oluşturmuşlar, ancak olaylar dünyanın ilgisinden uzak bir savaş olarak sürüyordu. Bölgeye giren Amerikalı bir gazeteci ile bu kanlı savaş gün ışığına çıkıyordu. Dünya ilk kez Kürdistan’ın Peşmerge denetiminde olduğunu öğreniyordu.
Kürdistanda bozguna uğrayan Irak ordusu 8 Şubat 1963’te geri çekildi. Bunun hemen ardından ise kanlı bir darbe ile Abdülkerim Kasım iktidarı yıkıldı. Anti-komünist bir yönetim olduğunu söyleyen yeni iktidar büyük bir komünist avı başlattı. Binlerce insan kurşuna dizildi, katliamdan kurtulabilen Irak Komünist partisi kadroları kendilerini Kürdistana attılar ve oraya sığındılar.
24 Nisan 1963’te yeni iktidara KDP tarafından bir ‘’Memorandum’’ sunuldu. Bu Metin son derece önemli hususları içeriyordu. Ama, uygulanmadı. Koşullar ölçüsünde bu metnin tamamını okuyucuların bilgisine sunmakta yarar var. Bu ‘’Memorandum’’ Kürdistan için bir iç ulusal otonomi programı idi. Tamamen iç işlerinde özerk kalacak ve dış işlerinde ise Irak devleti içinde eşit ve genel haklarla ortaklık kurulacaktı. Anayasa Irak’ın Arap ve Kürtlerden oluşan Birleşik bir devlet olduğunu karar altına alacak, bütün yapısını buna göre değiştirecekti. 8 ana bölümden oluşan metinde ayrıca son 15 maddelik Genel Kayıtlar bölümü de vardı. Kürdistan’ın kendi kendine yönetimi, sınırları, ekonomisi vb… belirtiliyordu.
En önemlisi Kürdistan’da oturan bir vatandaş Kürdistanlı olarak kayda geçecek, Oturmasa bile Kürt orijinli ise KÜRT olarak özel kaydı yapılacaktı. Eğer Irak bayrağı yada amblemi değişirse, bunların her birinde Kürtlerin temsil edilmesi sağlanacak ve bir Kürt sembol bulunacaktı.. VI. Bölümde küçük bir değişiklik (Kerkük vb.. için bir plebisit öngörülüyor.) dışında 1970 Deklarasyonu ile bu Memorandum aynıdır. 1970 Deklarasyonunu Baas adına Saddam Hüseyin El-Tekriti, KDP adına Mıstefa Barzani imzalamışlardı.(…)
Ancak, Baas bu antlaşmayı uygulamamak için oyalama taktiklerine başvurdu. Nihayet içişleri ve savunma bakanı Salih M. Ammaş bir açıklamasında;
‘’Kuzeyde basit bir gezintiye çıkacağız. .. Feodal karakterli, emperyalistlerin , siyonistlerin bölücü ortaklarını yok edeceğiz’’ diyordu.
Nisan ‘’Memorandum’’u üzerinden daha aylar geçmişti ki, Temmuz’da bir bakan bunları söylüyordu.. Ve Katliam hareketi 10 Temmuz 1963’te uygulamaya konuldu, Irak ordusu tüm gücü ile Kürdistan’a saldırıya geçti. Aynı gün ilginç bir haber Bağdat radyosunda açıklanıyordu: ‘’Barzani’nin başını getirene 100 bin Dinar verilecek’’ti..
Irak ordusu Kürdistan’da tutunamadı. Tarihte ÇİYAYÊ METİNA (Metina Dağı) Zaferi olarak anılan direnişten sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Bununla birlikte Irak rejimi ağır bunalıma girdi ve iç bir darbe ile iktidar değişti.. A. Arif tek başına iktidara gelmişti. Kürt/Arap kardeşliğinden dem vuruyordu. Barzani ile görüşme talep ediyordu. 10 Şubat 1964’te ateş kes ilan edildi.
Tam bu dönem KDP Polit-Bürosunda da düşünce ayrılıkları başlıyordu..
4. KDP Kongresinde Hamza Abdullah Genel Sekreterlikten düşürülmüş, yerine İbrahim Ahmet getirilmişti. Bu dönem P. Büro’da Celal Talabani de vardı.. Savaş sırasında P. Büro Kürdistanda bulunuyordu. Bir takım P. Büro üyeleri ateş-kes kararının kendilerine danışılmadan alındığını belirterek Barzaniye karşı bir genelge ile cephe almışlardı. Ve bu genelgede Barzani’nin Kürt hareketi için büyük bir tehlike haline geldiği belirtiliyordu..
Temmuz’daki Parti Genel kurulu Barzani’yi yeniden Genel Başkanlığa seçmiş ve eski Polit Büro üyelerinin de derhal partiye geri dönmeleri çağrısında bulunmuştu..Bu karara rağmen İ. Ahmet ve yanındaki 1000 kadar Peşmerge gücü, bir takım Parti dokümanları ile İran’a geçmişlerdi. Pravda gazetesi de İ. Ahmet ve arkadaşlarını eleştirerek, kongre kararlarına uymaya çağırıyordu.
29 Eylül’de KDP topladığı konferansta iki organ oluşturuyordu. Bunlardan biri, İhtilal Kumanda Konseyi, diğeri de Yürütme Komitesiydi. Kumanda Konseyi Parlamento görevi yapan ve 63 kişiden oluşmaktaydı. Yürütme Komitesi ise 18 kişiden oluşuyor ve bakanlar kurulu benzeri bir görevi üstleniyordu.
Bu gelişmeler sürerken Barzani hükümete yeni ve sert bir Memorandum verdi ve hükümetin cevabı ise Kürdistana yeni ve kanlı bir saldırı başlatmak oldu. (9-16 Ocak 1966)
Bu döneme denk düşen günlerde KDP içinde de önemli çalkantılar başlamış, İbrahim Ahmet, Celal Talabani ve arkadaşları ile Barzani ve KDP arasında karmaşık, içler acısı olaylar yaşanmış ve sürece yayılarak sürmüştü. İran’dan dönen İ. Ahmet ve C. Talabani, Barzani önderliğindeki hareket ile çatışmaya girmişlerdi. Mayıs 1966’da Irak ordusu da son ve büyük bir saldırı düzenlemiş ve Revanduz’da feci bir bozguna uğramış, imha edilmişti. Hükümet yeni ateşkes isteği ile oyalama taktikleri geliştirmişti..
20 Kasım 1966’da KDP 7. Kongresi toplanmış ve yeni bir Merkez Komitesi seçmişti. Bağdat ise bu dönemler sürekli darbelere sahne olmuş 17 Temmuz darbesinden 14 gün sonra, 31 Temmuz 1968’de Hasan El-Bekr Baas’çılarla birlikte darbe içinde darbe yaparak iktidara tek başına el koymuştu. 1966 yılındaki ateşkesten 31 Temmuz 1968 darbesine kadar hiçbir zaman gerçek bir ateş kes olmadı ve zaman zaman çatışmalar da gerçekleşti. Nihayet 1969 baharında Baas ateşkesi açık biçimde bozdu ve Kürdistana büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırıdan istediği sonucu alamayan Baas Cuntası 11 Mart 1970’te, 1963 ve 66 yıllarındaki Kürt Memorandumlarındaki talepleri eksiksiz kabul ederek KDP ile masaya oturdu ve yapılan antlaşma kamuoyuna açıklandı.
Şunu da ekleyelim, 11 Mart 1970 antlaşmasından sonra Celal Talabani ve arkadaşları tekrar KDP’ye geri döndüler ve partide görevlendirildiler..
1974’e kadar 4 yıl geçmesine karşın iktidar 11 Mart 1970 antlaşmasında kararlaştırılan şartları yerine getirmedi, tersine bu süre içinde askeri, diplomatik, siyasi vb.. alanlarındaki hazırlıkları ile yeniden Kürdistana saldırı başlattı. Askeri düzeyde hiç başarı elde edememesine karşın Cezayir Antlaşması denilen 1975 ağır yenilgisi gerçekleşti. Bu yenilgi ile beraber Barzani ve yanındaki birçok askeri ve siyasal kadro İran’a sığındılar. Bir kısım Peşmerge ve siyasi kadro da Irak’a teslim oldu. Bazıları da Türkiye ve Suriye’ye geçtiler..
1975 yenilgisi sonrası iki siyasi yapı ortaya çıktı: KDP(Kürdistan Demokrat Partisi) Geçici Komite ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği). Bu isimler altındaki örgütler askeri ve siyasi çalışmalarını yeniden sürdürmeye başladılar. Bu faaliyetler Geçici Komite ile YNK arasında çatışmalara neden oldu. Önceleri sınırlı olan bu çatışmalar 1978 Şemdinli Olayları ile birlikte genişledi. Birçok önder kadronun ve çok sayıda Peşmrgenin hayatını kaybetmesine neden oldu. Ve KDP/YNK ilişkileri tamamen kilitlendi. Öyle ki, Behdinan bölgesinde güçlü olan KDP buraya YNK’yi ve Soran bölgesinde güçlü olan YNK de buraya KDP Peşmergelerini
sokmamaya çalıştılar.
1980 güzünde İran/Irak savaşı başladı. Bu savaşla birlikte Irak muhalif güçlerinin sayısı da artmıştı. Saddam, Baas içindeki kendi kliği dışında kalan kliklerden IKP Irak Komünist Partisi), Arap Sosyalist Partisi, İslamî örgütler vb..’yi saf dışı etmiş, KDP ve YNK’nin dışında diğer örgütlerin bazıları da Kürdistana çekilmek zorunda kalmışlardı.
1980 yılının son ayları ile 1981’in ilk ayları Irak’ta cephelerin ortaya çıktığı dönemlerdir. Bazı örgütler bir cepheden diğerine gidip gelirken, iki cephenin temel ve istikrarlı güçleri de
belirginleşmiş oluyordu.
CUD cephesinin temel gücünü oluşturan KDP’nin yanında bu cephede; IKP, IKSP, PASOK; CEWQED cephesinin temel gücünü oluşturan YNK yanında; Arap Sosyalist Partisi, Suriye yanlısı Baasçılar, Iraklı Demokratlar Topluluğu, IKHP örgütleri bulunuyordu.
1980-83 yıllarında örgütler arasında çatışmalar vardı, ancak KDP ve YNK arasında büyük çaplı çatışmalar olmadı. Tersine, yerel düzeylerde ise, kısa ömürlü siyasi, askeri ittifaklara da giriyorlardı.
1983’te Şubat ayında Libya’nın girişimi ile Kürt ve Arap muhalif örgütleri ortak bir cephe için anlaştıklarını açıkladılar. Ancak, Şam’a döndüklerinde öne sürülen gerekçelerle bu tek cephe oluşmadı.
Bu kez, 1983’te KDP-YNK arasında büyük çatışmalar oldu. YNK IKP’nin merkez karargahlarını kuşattı, çatışmalarda can kaybı da oldu.
1983 sonunda ve 1984’de YNK Irak hükümeti ile görüşmelere başladı. CUD cephesi ve CEWQED içindeki örgütler bu ilişkiyi eleştirdiler. CEWQED içindeki örgütlerden bir bölümü CUD’a geçti.
Ancak, YNK ile Irak hükümeti arasındaki görüşmeler sonuca varmadan kesildi. YNK tekrar Irak’a tavır aldı ve bu olumlu karşılandı. CUD yeniden YNK ile ilişkiler başlattı.
1985’de YNK’nin İran ile ilişkileri başladı ve bunun üzerine CUD ile ilişkiler daha da boyutlandı.
1986’da Mayıs ayında, YNK, IKSP ve PASOK ortak bir bildiri yayınladılar.
1986 yazında YNK-KDP ve YNK-CUD görüşmeleri yoğunlaştı. Nihayet 7-8 Kasım 1986’da KDP-YNK dört temel noktada anlaştıklarını kamuoyuna duyurdular.
2005 Lekolin
________
(**) Güney Kürdistan Hareketinin Kısa tarihçesi Kürdistan Press’ten yararlanılarak düzenlenmiştir. Bak: Kürdistan Press, Sayı:5, 19 Kasım 1986.
Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar