“Son kullanım tarihi biten hayaller” üzerine Mümtaz Kotan

23. August 2015 | Von | Kategorie: Haberler

 

-I

Son kullanım tarihi”, en somut ilaçlar da kendini gösteriyor. Yani, “son kullanım tarihi” yazıyor ve ondan sonra kullanmanız “sakıncalıdır, rizikosu var” diyor. Örneğin, bir gün, başınız çok ağırınca ve dünyanın ortasında, gerekçesiz yalnız başınıza; haksız ve adaletsiz uygulamalarla karşı karşıya kaldığınızda ve kendinizi ifade etmede zorlandığınız ya da edemediğinizde, doğruluk ve dürüstlüğün bedelini çok ağır ödemeye başladığınızda, “hayal kurarsanız, gidip bir ağrı kesici alayım, başımdaki ağrı dursun, uyuyayım” dersiniz. Bir de ne göresiniz, hepsi de “son kullanım tarihi” geçmiş ağrı kesiciler..(…)

Ama, Türkiye’de yalnız ilaçlar değil, ”son kullanım tarihi” geçmiş olsa da, övüle övüle bitirilmeyen çok şey kullanılıyor. Örneğin, bakanların başbakanı, diğer partililerin başkanlarını yağlamadan geçemedikleri açıklamalardan tutun, cemaat efendilerine dizilen övgülere kadar; adları ”filelerin sultanları” , “dev adamlar” konulmuşlarla ilgili “sportif faaliyetler” de olsun; bayrakla, “şanlı” ordu ile vb.. olsun, ki, gerillaya yenilmiş bir ordu, ama her ne hikmetse, gerilla bu ordunun önünde silah bıraktı ! son kullanım tarihi bitmiş her şey kullanılıyor, yeter ki Türk olsun..

Örneğin, Türkiye’de ordu içinde yapılan tasfiyenin adı ne konulursa konulsun, “Gladyo” nun tasfiyesidir. Ki, birçok Nato’ya bağlı ordularda oldu, hem de çok ağır sonuçlar yaratarak, uzun zaman da sürdü. (…) Ama, her şey de olduğu gibi, Türk mantalitesinde “ad” son derece önemli, ne yapar eder uygulamaya olağanüstü ve Türk bir “ad” mutlaka bulurlar. Örneğin, “Ergenekon”, “Balyoz”,vb.. (…) Gel gör ki bunlarda sökmedi..

Şimdi, açıklanmayan nedenler ve çıkarlara dayalı “kızışan” ve bütün hızıyla devam eden cemaatler/tarikatlar arası savaş’a bakıp hayretler içinde kalmamak olanaksız. Ordu içinde, polis’te, bürokrasinin de çok büyük bölümünde tasfiyeler devam ediyor. Ne adına ve hangi nedenlere dayalı yapıldığı önemsenmiyor. Olaylar, sanki bilinmeyen şeylermiş gibi sunularak ortalık toza, dumana boğuldu. Gizlenen çok şey olduğu gün gibi açık.. Ama, “anlaşıp”, “uzlaşıp” başka programların uygulanmasını gündeme getirirlerse buna da şaşmamak gerekir..

(…)

Böylesi bir süreçte, kullanım tarihleri geçmesine karşın, başka adlarla olsa bile çok şey sistemli hep kullanılıyor.. Hatta,“biraz geçse ne olur” denilerek, ortalıkta bulunan ve dolaştırılmaya elverişli gruplarla, “başka adlarla”, üstelik korkutucu, dikkat çekici adlarla tasfiyelere de devam ediliyor. O nedenle “tedavileri” zor, “alerjileri” fazla vb.. Velhasıl değişen çok şey yok. Özellikle, son kullanım tarihi geçmiş çok şey, son zamanlar cemaatler arası “savaş”ta hemen gündeme getirildi ve sistemli kullanılacağı da görünüyor. (…)

Siyasette, son kullanım tarihi geçen” ya da “geçmeye yakın” şeyleri gündemden düşürmede de birçokları çok özgür. “Akil adamlar”, “çok bilmişler”, “araştırmacı yazarlar

 

anadan doğma bilim adamları” ve daha çok “ortalık adamı”, bir yerlere yamanmak ve yağ çekmek adına “siyasette son kullanım tarihi”ne de bakmıyorlar. İstediklerini ortadan kaldırdıkları gibi, son kullanım tarihi bitenleri de istedikleri gibi gündeme getiriyor ve kullanıyorlar. Bu büyük bir külfet yaratıyor hayat üzerinde. Oysa siyasette, çok şey geçmişi ve geleceği ile birlikte ele alınmak zorunda. Siyaset madrabazlığını, çıkar ilişkileri çerçevesini, aile koruması vb.. her zaman kullanılabilir. Bugün üzerine toz kondurulmayan bir partiden olma, yalakalık yapma, gerekçesiz ve aniden ortadan kaldırılabilir.

Boş ver geçti gitti, olan olmuş bir kere” vb… özgürlüğü’ nün saltanatını kimseye kaptırmayan bir takım unsurlar, her ellerine geçeni tek taraflı, boğazınıza iteliyorlar, sizi yargılıyorlar. Özgürlükten, adaletten eser hak getire.. Hepsi de,“hem doktor, hem avukat, hem iş adamı, hem eczacı, hem siyaset adamı, hem gazeteci (hem de “araştırmacı” cinsinden), hem mühendis, hem yazar, vb..”.. Velhasıl her şeyler, “bilmedikleri yok” anlayacağınız.

İnsan ilişkilerinde son kullanım tarihi yok, çıkarların zedelenmesi ya da ortadan kalkmasına kadar her şey kullanılmaktadır.

(…)

Şimdi, yoğurtların, yağların, yiyecek maddelerinin, birçok ürünün çoğunun üzerlerinde “sonkullanım tarihleri” var, sahte de olabilir.. Ama, örneğin binalarda yok, (pardon mekanlarda olacak! ) yıkılana kadar kullanılır yani. Analarımızın aldıkları tencereler, tabaklar, tavalar delininceye ya da kırılıp dökülene kadar kullanılırdı..

Kişisel, grupsal, kitlesel, ulusal, siyasal vb.. derken; bütün bir coğrafyayı kapsayan, bahis oyunlarında tutturulduğu bir tahminler ötesi oluşumu, “Faaliyet Raporları” nın bir ucuna iliştirerek öve öve bitiremeyenler; rahatsızlıkların teşhisi için, cirit’e kalkmış durumdalar! Şimdi siyaset adamlığının son kullanım tarihi geçti, din adamlığının, devrimciliğin, Kürtçülüğün, sosyalistliğin, iş adamlığının vb… hemen hepsinin son kullanım tarihleri geçmiş. Ama, hepsi de, şöyle yada böyle gündemde.. Yeni ve tarifi zor, acayip ”İş adamları”, “Kürtçüler”, “Komünistler”, “Liberal/Demokratlar”, “Din Adamları”, “Hükümet Yanlıları”, “Muhalefet Yanlıları” vb… piyasayı tutmuşlar. Artık son kullanım tarihine de kimse bakmıyor!

Çıkar ilişkilerinin, aile korumalarının, rüşvet ve iltimasın son kullanım tarihi bitse ne olur ki, zaten yok böyle bir tarih! ”Zehir olsa ben içerin” diyor ve “ay yıldızlı bayrağı pencereye astığında, Cuma namazlarında törene durduğunda, fotoğrafları onun bunun elinde görülüyor ya! İşleri iş artık”. Okuman, araştırman, bilmen gerekmiyor.

Verdinmi, günlük gazetelerden birine reklamı ve “araştırmacı yazara da zarf takdimi ile, bir “Taraf” olup “Radikal” yorumlandın mı da, yeter de artar “bile” ! (…)

Tarihi iyi bilmen, bilimsel yeteneklerinin olması, pratik çözüm niteliğin ya da ne “diyeyim”, ihtisas ve benzeri şeyler, doktora, mastır yapmak, doğruluk dürüstlük “sökmüyor”! Hemen hepsi, literatürden, sözlüklerden silinmiş ya da başka ifade biçimlerine dönüşmüş.

 

Puştluğun, ihanetin, ihbarcılığın, kalleşliğin, entrikanın , daha birçok suçlamanın meşruiyeti yaşam reçetesi gibi. Her iş, “atandıktan” sonra “öğreniliyor”! İhtisas, uzmanlık hak getire..

Konuyu, anlatımı kavrayabilmek ve somuta indirgeyebilmek için, Türkiye’deki hükümet ilişkilerine, bakanlara, başbakana, ötekilere baksanıza..Ne hazin manzara! Kimse “görmüyor”, bu zavallı halka “yetki” tanınıyor “ama”, onların iradesi yönlendirme ile, hediye ile vb.. kandırılıp, tersine üzerlerinde egemenlik kurulabiliyor. TC. tarihinde, halkın, milletin egemenliği göstermeliktir, kullanılabilirdir ve her zaman vesayet altındadır. Meşruiyeti zorunlu kabullendirilen yan, her şeyi alıp götürür. Hepsinin son kullanım tarihleri bitmiş “gerçekten”..

Artık kendilerine “paraya para demiyor” dedirtenlerin, ulusal, milliyetçi, kişisel hiçbir kıymeti/harbiyeler’i yok. Çünkü, nasıl olduğu belli olmayan ve tartışılmayan, tartıştırılmayan “zenginlikler”, bütün ulusal yanları alıp “götürüyor”.. Ne uluslararası sermaye piyasasının gereklerine, para sistemine; ne rekabet kurallarına, reklama, fiat tayini ve kalitenin korunmasına, yükseltilmesine; birçok kültürel, sanatsal, insani faaliyetin sponsorluğu ve düzenlenmesine vb.. bağlı değil. Herkese, “üç kağıt açmak, katakulli, gemisini yürüten kaptandır” benzeri “kısa yoldan” şeylerin zorunluluğu dayatılmakta ve iş adamlığı için yöntem olduğu kabullendirilmektedir.

Dolarla ya da başka para birimiyle ifade edilen zenginliklerin, halkın egemenliğini sallaması, sayması maddeten mümkün değil. “Parayla saadet olmaz”ın kandırmaca zikri, “parasız saadet olmaz”a dönüşüp, ellerinde sermaye tutan tarikat şeyhleri ve hoca efendilerinin, (bu şeyhler ve efendiler tayin yoluyla) siyaset güzergahından iş adamlığına terfi edenlerin, her konuda vaaz vermeye alıştırılmalarına şaşırmamak gerekiyor. Artık halkı da, milliyeti de, yabancı bir para birimiyle ifade etmek meşrulaşıyor. Pazar ekonomisi, banka sistemi, sponsorluğu, her şeyi ile birlikte.(…)

Oysa, Kürt Burjuvazisi’nin, Ulusal mücadelenin ve çözüm programlarının en iyi savunucuları ve yöneticileri olmaları gerekiyor! Pazarı siyasi ya da başka nedenlerle kuşatmış, egemenlik kurmuş diğer burjuvalara, iş adamlarına karşı, rekabeti vazgeçilmez sayması, ulusal program ve mücadeleyi koruma/ kollama hatta savunma, destekleme zorunlu görevinin bilincinde olmaları gerekiyor. Bunun zorunluluk olduğu unutuluyor. Ama, dolar burjuvazisi sıfatına bayılıyorlar, Kürt gibi sıfatlarla iş adamlığı onları sarmıyor, küçümsüyorlar.. Artık, dolar sahte de olsa, ne derse o olur, “halkın egemenliği ne yazar”. Ortalığı bayrak kalabalığına çevirmek, milliyetçi nutuklar, ulusal devlet vb.. yanlar ne anlama geliyor?

(…)

Bir de son kullanım tarihi bitmiş hayalleri düşünün. Türklerin dedikleri gibi, Abo, ne felaket bir durum. Buna düçar olan, eğer ne idüğü belisiz “militan” ya da “akil adam” ve “liberal

 

demokrat”, sahte tescilli belge ile “doktora”, “mastır” yaptığını söyleyip dolaşanları siz seyredin!

Son kullanım, başbakanın ardındaki zevatın ya da istihbarat ve benzeri merci/ kurumların -“müsteşarlık” da olabilir- bitmesi ne yazar, kullan kullanabildiğin kadarıyla. Eğer, alerji varsa suç yabancı firmalardadır.. Yok, ölüm filan ise, kimse sahiplenmez.. Eğer yürüyorsa, sonu filan yok. Övülen parti, başbakan, bakan, hakim, vb.. olabilirsiniz. Üzerinize plan ve programı olanların vay geldi hallerine (!)..

(…) (devam edecek)

Son kullanım tarihi biten hayaller” üzerine.

-II-

Pişmanlık.. Bütün bir ömürden ve özellikle biçimsel taraf olmalar, “başka yerlerin görevlileri” olarak “ifayı” iş yapanların günah çıkarmaları; son günlerde TC’de milyonları bulan büyük bir orduya dönüştüğünü gösteriyor.. Bütün bunlar yetmezken; liberal, demokrat ve araştırmacıları olarak devlet politikasının yeni versiyonlarına yamanarak, yalakalık eden rütbeli, kollarına kırmızı şerit, hayalleri yerle bir olmuş “uzatmalı pişmanlar”ın da, her gün çoğaldığı ibreti alem.. Bu, devlet yedeği pişmanlar ordusu’nun sayısının yükseldiği ve büyük bir ordu oluşturdukları görülüyor. Başka nedenlerle kapak altı tutulsa da, asıl iş bu kitlenin üzerindedir. Hem de, devlete dönem itibariyle gerekli kadroları oluşturmaları açısından, son derece tercih edilen ve üstelik korunan, yeni bir tarikat elemanları’na dönüştükleri de üstüne üstlük.. (…)

Bu gelişme kendisiyle kalmıyor, Kürdistan’a ciddi ve uygulanabilir programlar öneren, süreç itibariyle doğru oldukları tartışmasız kabul edilen kadroların, liderlerin, militanların işi zor. Mücadelenin tüm kuralları, doğal, sıradan, insani ve ahlaki davranış biçimleri de size

eleştiri olarak geri çevriliyor. Şu işe bakın; dürüstlüğün ne kadar aşağıya indiği, indirildiği de, vefa borcunun hiç önemsenmediği ciddi bir ulusal yanlışın zemini de oluşmuş, oluşturulmuş oluyor. Ve ibreti alem için, çok açık bir örnek oluyor..

En yakınlarınız, 50 yıldan fazla, dile kolay bir zaman dilimi içinde, bütün bir ömrünüzü feda ettiğiniz, aşırı efor ve profesyonelliklerinizden en çok yararlanmış olanlar, sizi kolayca suçluyorlar. El insaf! “Niye hiç tedbir almadın, bir ev, yazlık almadın, para yapmadın, kazık atmadın, üç kağıt açmadın vb…” diyerek laf atıyorlar, sorguluyorlar, eleştiriyorlar, yargılıyorlar.(…)

Hele hele oluşan, daha doğrusu özel oluşturulan “Devletin Kürtleri” ortalığı sarmış durumda. Gün be gün yenileniyor, oluşuyor bu “ekol”. Avrupa’dan davetli “Kürtçüler” ve ellerini / kol-

 

larını sallaya sallaya “vatanlarına” dönen birçok adam, “Devletin Kürdü” olarak görev başında. Savaşın, gerillanın, yoksulluğun, entrikanın, ihbar ve koruculuğun, Kürtçülüğün, devrimciliğin, yurtseverliğin vb.. hemen hepsi bir kaba doldurulup, ayrım yapılmadan teröristlikle, bölücülük, vatan hainliği vb.. ile suçlanır oldu. (…)

Gözlerden ve gönüllerden bir şeyler kaçırılmak istense de, uydurma davalarla bir şeyler örtülse de, yukarıda da kısaca belirlediğimiz gibi, esas olan ordu içindeki GLADYO’ nun tasfiyesine kılıf geçirimli.. Kürdistan’da faili meçhuller, şehitler, adaletsiz ve katliamlarla esas terörün devletten geldiği ört/ bas edilmektedir. Bu tantananın önüne de, devletin yeni biçimi, din kardeşliği dikilmektedir.

Öyle zatı-muhteremler türemiş ki, geçmişleri ve geldikleri yer araştırılınca, bunların devlet geleneğine destekleri cilacılıktan öteye geçmiyor. Adlarını “liberal demokrata çıkarsalar da, “araştırmacı yazar” takımını oluştursalar da, bilimsel olmayan demagojilerle yaptıkları halis muhlis cila çekmekten öte bir şey değil. Ki, bunlardan bazılarının ceplerine “zarflar” konulduğu da biliniyor ve iyi tanınıyorlar. Bu “araştırmacı yazar” takımı da, hiçbir şey olmamış gibi, konuşmaya devam ediyorlar. Ticari çıkar ilişkilerinin, istihbarat görevlerinin, büyük güçlerin, taşaronluğu’nun vb.. bağımlılığı ile görevlerini iyi yapıyorlar. Bütün bunlar, mücadele içindeki yanlışların olduğu yer ve kişileri de, eleştiriye tabi tutmanın yasaklanacağını gerekli kılmıyor.

Bizi, “sağa saptığımız için”, “siyaset yapma tarzımızı beğenmedikleri” için, “emperyalizmin işbirlikçileri olduğumuz” vb.. için eleştiren örgütümüzün “2. bölünme dönemi” kaçak ve tetikçileri, daha sonraları, viski ve benzeri ürünlerin, etiketli ya da sahte satışlarını, ucuza alıp pahalıya satarak sermaye yapıvermişler! Onlara ilk elden küçük “paralar”da (!) verilmiş. Toplanıp kararlar almışlar, bizimle ilgili “ölüm kararları”nı da uygulamaya koymuşlar.

Bunlar, aynı zamanda, bilmeden Rizgarî’yi de “sosyalist”, hatta ilerisi “komünist” bir yapılanma olarak sunmaya çalışanlardı.. Böylece tetikçi olarak taa İzmir’lerden ve yıllar öncesinden organize olmuşlar. Veli Küçük’ten alınan tasfiye derslerinin uygulamasında, kendilerine “direnişçi” lakaplarını da taktırarak, eşitsizlikten yararlanmanın bütün yolları da hazırlanmış, kullanılmış, kullanılıyor..Ama, hiçbir şey sezinletmeyen, tasfiye gürûhunun adamlarını, olmadık tehlike yerlerine iterek,”kendinden uzak tut” gibi dikkat dağıtmanın işgüzarlığında şimdi de o elemanları bir araya toplamaya çalışıyorlar.

Bütün bunları, moda deyimle, “İstanbul cemaatimiz”in para, kadın, aile koruması altında, hiç sezinletilmeyen ve “Marksist kanat” ın” üzerini olmadık biçimlerde örtmeye çalıştık. Yanlış yaptık. Ulusal/ demokratik, bağımsızlıkçı bir hareketin unsurları arasında Marksistlerin, sosyalistlerin de olacağı ısrarımız, milliyetçilerden dindarlara kadar geniş bir ulusal zemine işaret ediyordu. Biz sapmadık, ama onların sesleri bir yerlerine girmiş, suçladıkları “her şeyin” ortasında salına salına dolaşıp, TC’nin “demokratikleşmesi”ni büyük bir sempatiyle seyre dalmışlar. Fechbook sahifeciklerinde çocuklarını gösterme ve “delikanlılık” yapıyorlar! Birçok unsurun hastalık, sakatlık, acı ve adaletsiz uygulamalarla dolu yaşamları onları hiç ilgilendirmiyor. Kin ve husumetin, yukarıdan kontrollü tasfiye sürecinin, yalan/ dolan ve gizlenmiş birçok hayalin resimleri son derece ürkütücü. Çıkar ilişkilerinin sınırsız serüveninde boy gösteriyorlar. “Paraya para demiyorlarmış”(!) Üstelik korunuyorlar da.(…)

Sunuş bu, mücadele, cezaevleri, ailelerin parçalanması, ilişkilerin kesilmesi, büyük bir travma

 

vb… hemen hepsi “geçmiş”.. Geçmeyen ise, sahte ticaret ve senet ilişkilerinin yarattığı sahtekarlık erbabının etrafında yağ çekme, yalakalık ve bu tür korunup ortaya salınan “para bulucular” dan kim hesap soracak. Bunlar tasfiyenin bir ucunda öyle yönlendiriliyorlar ki, istedikleri şimdi moda olan ve söylemlerde “ iyi projeler olarak para bulma yolu” “vakıflara”da bazı süreç simsarları aracılığı ile bağışlar yapıp, işi siyasal zeminde de tutuveriyorlar. En son da, PKK’nin sıralarında ve daha önce de Diyarbakır Cazaevi’ nde son derece ilkel, hayın ve de insan olduğuna bin şahit bazılarının belgesellerinde bağış ve gösterişle, “sponsor” olaraktan ortam iyi idare ediliyor. Niçin bazılarına aşırı iftira, kin, nefret bu sorgulanmıyor. Zaten bizim adımız bile yok, bağış alıp üstümüzü çizmişler. Sanki cezaevi politikası birkaç kişinin özel serüveni ! Ki, daha önce bizimle olan bazıları da, olan bitene çıt çıkarmıyor ! (…)

Bu sahte filmciler, aslında onlarla ilgili PKK söylemlerini doğruluyor. Kim bilir daha önceki saflarda, PKK ‘de yaptıklarını, bir gün, renkli sinemaskop belgesel yaparlar belki. O yürek yok ya, olsun.. Cezaevinde direniş sonrası havalandırmada birçok insana govend tutturup slogan attıran “belgeselci”, “Bawe Îdris Çahşe” dedirtiyordu.. Buna çok kişi tanık. Kendisiyle kavgaya tutuştuk, bunları belgesellememiş. Bizim çok sahifeli ve geniş perspektifli, doğruları içeren nesnel yazımlarımız ise basılamıyor. Ki, biz de orada O’nu belgesellemişiz! Bu “belgeselci” şimdi gidip Güney’den de “belgeseline” para almış, bunu nasıl ve nerede kullanır bilinmez. Belki de, birden bire, eski bazı birkaç “bizimkiler” gibi sermaye yapıp, iş adamı oluverirler. Yani, “Marksist kapitalist”.. Biz de “sağda” duralım. Şimdi olduğu gibi, ileride “kontenjandan” milletvekili de olabilirler. Milli Güvenlik Kurulu üyeleri bile oldular, herkesi de suçluyorlar. Onların bazılarına yapılmadık tören, övgü de kalmadı!..

Yani, değerler sistemimiz öylesine bir çöküş gösteriyor ki, 7-8 şiddetinde bir deprem ya da tusunami gibi önüne geleni götürüyor. Kalanlar devlet tarafında kariyere sokulup, mahlaslarla tarihe tanık ediliyorlar.. Ciddi, namuslu aydınlar, araştırmacılar, iş adamları da ortalıkta görünmüyor.. “Yeni yetme iş adamları” nın okuma yazmaları olmadığı için, hep “danışmanlar” var etraflarında. Ortalıkta görünmeyenlerin bazıları da, zorunlu iş bulma, yaşama zorunluluğundan “danışman” olabiliyorlar! Bu işlerde, epeyce de onları eziyorlar. “Yeni yetme iş adamları” bazılarını yakından yıllardır tanıyoruz. Hayatları boyunca, eleştirmedikleri kimse, işadamı kalmayan, değer sistemleri ve de Kürdistani vasıfları sıfır olan bu birkaç ilginç mahlukat, aynı zamanda “devlet organizeli”.. Sözünü ettiğimiz belgeselci de öyle, ne olduğu belli değil.

Bu değerler sistemi zelzelesi, devletin istihbarat, diğer kurum ve kuruluşlarının artçı depremleri ile korkulu bir şoka dönüp, Türk Devleti sempatizanlığını, yardımcılığını, Türkiye hasretini alabildiğine yaygınlaştırıyorlar.

Sözde, bir takım siyasal istekler belirleniyor ve bu istekler üstelik projelendiriliyor da. Ama, baktığınız zaman, hemen hepsinin ailesel ve kişisel olduğu gözden kaçmıyor. Siyasal isteklerin böylesine ailesel ve kişisel bir düzeye indirgenmesi ya da dönüşmesi, programların tartışılmasını erteleyerek, yeni ve anlamsız bir takım tartışmaları gündeme dayatıyor. İşte bu başlangıçla, artık kavganın boyutu da değişiyor. Entrikalar, dalavereler ve yalan mekanizmasının boyutları içinde, dedikodu çarkı dönmeye başlıyor.. Yıpratma, iftira, ihbar , karalama ve tecrit vazgeçilmez bir yöntem oluyor. İşte, bunun adına siyaset dedikleri zaman

da, insanın eli/ayağı tutuluyor. Son kullanım tarihleri bitmiş, ama sistemli her zaman kullanılan bu yapı önünde direnmek, durmak son derece zor..

 

Ne kadar ilkel ve ne kadar rahatsız edici, horlayıcı, ezici bir davranış olduğundan, zerre kadar kuşkum olmayan bu yapılanmanın tam orta yerinde, kendimizi ifade etme olanakları da elimizden alınmış oluyor.

Elbette süreç içinde teorik yanlışlar vardır. Bunlar birtakım eleştirileri de beraberinde getiriyor. Yanlışları, başta solu, sosyalizmi vb.. eleştiriler ile geçiştirmenin açıklanacak yanı da yok. İdeolojik, ekonomik vb,, olmasa da, felsefik yanı ile bir takım yanlışların ya da eksiklerin olduğu bir gerçek. Örneğin İnsan, özel mülkiyet konusunda kapitalizme en uygun bir tür olarak yerini alıyor. Buna uluorta eleştiri ya da red bir anlam ifade etmiyor. Bazı örgüt yapılarıyla, tüzüklerle, -ki bunlar hep aynı olan fotokopi metinlerdir- zorla insanları eşitleme rahatlığı, olmadık sonuçlar açtı.. İnsanları eşitleyemezsiniz. Çünkü, onlar hayallerinde, beyinlerinde ve de genetik yapılarında olanaksız eşitlenemezler. Bunu sermayedarlar çok iyi biliyorlar. Örneğin, burjuva mantıkla, çıkar ilişkileri ve programı içinde, insanlar arasına çok somut ayrıcalık, eşitsizlik konuyor. İyileri, çalışanları terfi ettirerek, onlara prim vererek, tatil yaptırarak, kariyer vererek, fazla ücret vb.. ile eşitliği kendi çıkarları içinde çok net bozuyor.

Sosyalist kapılarda, hayalleri alt üst olan birçok insanı alıp süsleyen ve de birbirlerine karşı rekabete sokarak onlardan daha çok yararlanmak isteyen burjuvalar; sosyalist, radikal, ele avuca sığmayan unsurları, yıkılan kendi hayalleri içinde son kullanım tarihleri belli olan eskimiş unsurlar olarak ortalığa atıveriyor. Artık, faşist mahallelerde, sosyal demokrat güzergahlarda ve de devletin her türlü, -bunun altını çiziyorum- programları içinde cilacı, dalkavuk, yağcı ve de sunucu olarak yerleşmeleri mümkün oluyor. Onlar, son kullanım tarihleri bitmiş hayalleri üzerinde, “araştırmacı yazar” da, “akademisyen” de, “bilim adamı” vb… de oluveriyorlar. Devletin programı yüklü, buna girenlerin çıkmaları olanaksız..(…)

Devlet organları illegal, kimse kimseyi tanımaz, tanıyamaz. Devlet illegal oluşumları kovalıyor, ama kendi illegalitesini hiç bozmuyor. Devlete karşı olan kişi, grup ve örgütlerin illegalite hastalığına duçar olmamaları olanaksız. Bu hastalık etrafı sardığında, kurallar manzumesi hukukçuları aşıyor, buna müdahale, yöntem koyma son derece zordur artık..

(…)

08.02.2014

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar