Kendimizi İfade tarzı,bağlayıcı bir hukuk ve Kürdistan’la ilgili bazı program başlıkları üzerine Mümtaz Kotan

23. August 2015 | Von | Kategorie: Haberler

 

Başlarken bir konunun altını kalınca çizmek istiyorum. Kendimizi ifade edebilmek, son derece ciddi bir olay. Bunun, belli bir hukuk çerçevesinde, sorumluluk duygusu içinde ve de demokratik olarak yapılması gerekiyor. Hem de, ifade tarzına, teorik ve pratik somut bir çerçeve çizmek gerekiyor. Uluorta, suçlama ve karalama özgürlüğü ya da saldırı ile kendini ifade etmek, mücadelede ve siyasette son derece tehlikeli..

Öneri ve eleştirilerimiz elbette olacak. Ancak bu, ortadan kaldırıcı, bozucu, kırıcı, vb.. olmayacak. Siyasi hayatımızın 50 yılında söylemekte zorlandığımız, siyasi, geleneksel ve toplumsal ahlakımızın elvermediği çok enteresan şeyler olsa da..

Karşıda, “organizeli bir güç olan devlet var, bu unutulmamalı. Ama, çıkar ilişkileri, özel ilişkiler, rekabet, dedikodu, vb. birçok nedenle d e v l e t unutuluyor.. Ya da onun yanında ve uygulamaları içinde yer alınıyor. Devlet, mücadelenin ve “çözüme” dönük oluşan pazarlığın esas hedefi’ni karartmakta her yolu deniyor. Kürt Sorunu’nun çözümünü ortadan kaldırarak, bazı genel ve gecikmiş uygulamalarla, tek yanlı kendini haklı göstermeye büyük özen gösteriyor. Uyguladığı yöntemlerle, Kürdistan mücadelesi açısından, “yenilginin çanlarını çalmayı” da ihmal etmiyor!

TC devleti ile ilgili ciddi ve belgeli birçok şey yazdık; onu tanıtmaya, yapısını, entrikalarını, provokasyonlarını, vb.. birçok yanını kitlelere tanıtmaya büyük özen gösterdik. Ama, bu emsali görülmedik devlet, her yanını örtbas ederek ve sorumluluğu da başkalarına yıkarak, uygulamaların içinden çıkmayı her zaman başarmıştır. Bu kez de, başka biçimlerde yine sorumluluğu Kürtler’e yıkıyor.(…)

Bugün mücadelede, devletin kullandığı sistemli bir araç olarak, dağıtıcı, çatışmalı, kişisel davranışın egemen olması, çelişkilerin hiç kaldırılmamasıdır. Zaman zaman, çelişkilerin çıkar ilişkilerine bağlı uyutulması da sağlanıyor. İstenildiğinde ise, uyumaya bırakılan çelişkileri örgütlendirip, tekrar piyasaya sürerek kullanılmalarını sağlayabiliyor. Bunu, kendisi için vazgeçilmez koruyucu bir kalkan saymaktadır.

Elbette, devlet de bir takım uzman, istihbarat elemanı vb.. unsurlarla, yıllarca mücadele edenlerin niteliklerini, karakter yapılarını, nelerin nasıl kullanılabileceğini programlıyor, bilebiliyor. (…) Bu nedenle, yaratacağımız çerçeve, mücadele içindeki bütün unsurlara gerekli, zorunlu bir düzey oluşturacaktır. Bu noktada özgür, demokratik ve doğru açıklamalar, yan yana duran unsurları çoğaltacak, ortak noktalar oluşturacak, savunma ve çok moda olan belgesiz, bilgisiz suç atma dayatmasını ortadan kaldıracaktır. Bu yönteme alışmak gere-kiyor.

Evet; grupsal, ailesel, kurumsal, örgütsel, vb.. açılardan görüş ve düşüncelerimizi özgür ve de demokratik olarak ifade etmemiz son derece önemli. Ama, esas kendimizi ifade etmemizdir. Bu, aynı zamanda bazı hesaplaşma ve polemik düzeylerini de zorunlu kılmaktadır. Bunu, başka yerde ve konumda, internet ve sosyal medya üzerinden mutlaka yapacağız. İşte, bu noktada, şimdilik kendimizi ifade edebilmek kısmen eksik kalacaktır.(…)

Ağır, haksız, gerekçesiz suçlama ve de özel yanlışlarla yaratılmış adaletsiz bir sürecin gelinen bu yerinde suskun durmak yerine; her önüne gelenin istediğini söyleyebildiği bir “özgürlüğün” kırılıp/dökülmesi, doğruların tartışılması gerekiyor. Üstelik tarihsel olgu ve olayların, temel bazı konuların eksik/aksak gündeme taşınmasına engel olmak, düzeltilmelerini sağlamak da bir görev olarak duruyor. (…)

Şimdi, yeni bir şey yapmak gerektiğini ifade ediyorum. Bazı kavramlara açıklık getirmek, tariflerini yerli yerine oturtmak, genel bir anlayışın çerçevesini çizerek, somut bir program yakalamak zorundayız. Zaman ve mekan koşulları, uluslar arası çıkar ilişki ve bağlantıları, sözünü ettiğimiz kavramları belli düzeylerde değiştirdi, onlara yeni anlamlar kazandırdı vb.. Bu kavramlara açıklık getirmek, bizi ya da ortak düşünenleri, diğerlerinden ayıran temel olgulardan biri olacaktır.

Örneğin, doğru açıklanması, tarif edilmesi üzerinde ittifak gerektiren kavramların, bazılarını

örnek olarak sıralayalım;

Kürt Halkı”, “Kürt Milleti”, “Kürtlerin (halk ya da millet olarak) Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, “Kürt Sorunu”, “Demokratik Açılım”, “Türk Olma Vazgeçilmezliği”, “Ana

Dilde Savunma”, “Ana Dilde Eğitim”, vb.. (…)

Bütün bu ve daha başka benzeri söylemler neyi ifade ediyorlar, anlaşılmıyor. Herkesin dilinde başkalaşıyor. Hele şimdi, Türkiye’deki iktidar söylemlerinde, her yana çekilebilen ve kolayca inkar edilebilen bir kavramlar yığını önümüze koyuluyor. Bunlara herkesin anlayacağı bir tarif , açıklama getirilmeli.

Yukarıdaki ve benzeri birçok kavram üzerinde yaratılan karmaşa, anlaşılmalarının zorlaştırılmasını da yaratıyor.. En önemlisi de, bu kavramlar, Türk Milliyetçiliği’nin hedef tahtası olmaktadırlar. Bu, çoğu zaman bilinçli yapılmaktadır.. Türkiye’de insanların, son derece ilkel ve aşırı milliyetçi düşünce, duygu ve davranışlarla, kendi dışındakilere gavur sıfatı yapıştırıp, öldürülmelerinin bile hak olduğu iddia ve istekleri yaygınlaştı. Farklı terbiye, karakter yapısı, zorla ya da çıkarlar gereği edinilmiş alışkanlıklar ve en önemlisi de, olanakların çok eşitsiz oluşunun yarattığı ortam vb.. durumlar karşısında, “devrimci kurallar” hiç sökmedi !

Her şeye karşın, bu program, ihtiyaç duydukları bir takımı da yarattı. Bunlar, devletin Kürtleri’dir ve bazen özel, bazen üstü örtülü korunarak, gazeteleri, televizyon kanallarını, toplantıları, “Büyük Millet Meclisi”ni, vb.. doldurmaları sağlandı. Bugün ise, bunlar ya da benzerleri, devlet erkanının, en çok da “demokrat” ve “aziz” başbakanın söylemlerini rasyonelleştirme ekipleri, yeni moda deyimle “akil adamlar” olarak, canhıraş efor sarf ediyorlar. Bazıları maddi olanak da ediniyor, zarf içinde “hediyeler” de alıyorlar(!). Ölümleri bile çok pahalı, bütün söylemleri, yaptıkları bir çırpıda yok sayılıp, “badem gözlü” olarak anılmaya, sayılmaya, törenlere “rozet”, “madalya” oluyorlar.

Elbette saygı, sevgi, anma, koruma/ kollama vb.. şeyler insani, toplumsal ve de ulusal değerlerin üst bir düzeyidir. Hele vefa esasa ilişkin. Ama biçimlendirme, yönlendirme, sunuş vb.. işlemler hayret verici boyutlar taşıyor. Herkesin yaptığı, ettiği her şeyi (!), devlet destekli bir çırpıda kapak altı edilebiliyor.

En önemlisi, hiç yoktan kariyer sahibi olanlar, “araştırmacı yazar, siyasetçi, bilim adamı, gazeteci” vb.. mahlaslarla ortalığı velveleye veriyorlar, sorunları başka yerlere çekiyorlar. En önemlisi de, Kürdistan Sorunu’nu en aşağı programlara çekmek ya da bazılarının yaptığı gibi, anti -ulusal motifleri dayatıyorlar. Oysa, Kürdistan Sorunu’nun en önemli yanı ulusal motifindedir.

Program başlıklarını belirlemeden önce, kısaca göz önünde tutulması gerekli bazı tespitler yapacağız.

* Kürt Sorunu tartışılırken, muhteva itibariyle Kürdistan parçaları, birbirinden ayrı ele alınmak zorunda. Somut durum şimdilik böyle. Parçaların birlikte ele alınmaları ve ortak sunumları, programsal önemli yanlışlara yol açabilir. Güney, Kuzey, Doğu ve Batı Kürdistan olarak adlandırdığımız parçalar, içinde bulundukları devletlerin adları ile; Türkiye, İran,Irak, Suriye Kürdistan’ı olarak kendi özgün durumlarına göre tartışılmaları gerekiyor. Çünkü, ilişkileri, yapısal durumları, muhtevaları, içinde bulundukları durum farklılık göstermektedir. Alanında bulundukları devletlerin, büyük devletlerle bağlantıları, çıkar ilişkileri ve bağımlılıkları vb..durumlar da, Kürdistan parçalarının farklılıklarını yaratmada son derece etkili olmuştur. Bunu hesap etmeyen öneriler, devletlerin sorunu kullanımlarını daha da rahatlatır. Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan’da da bu farklılıklar, somut çelişkiler olarak çözüm için zaman alacaktır.

* Ayrıca, içinde bulunulan devletin yarattığı çelişkiler olarak da varlıklarını sürdürüyorlar. Bu devletlerin birbirleri ile çatışma ve çelişkileri, oradaki Kürdistan parçasındaki Kürtleri de etkilemekte, bulunulan devletin siyasal, stratejik ve askeri durumuna, konumlanmasına ses çıkarılmamaktadır. Dolayısıyla, parçaların birbirlerine çok açıdan yabancılaştıkları, ulusal ve toplumsal çıkarlarımız açısından ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Çıkar ilişkilerinin boyutları ve en önemlisi “Ortadoğu denklemi” nin çok bilinmeyenleri, parçaların gözle görülecek kadar ayrılık içinde oluşlarını açık göstermektedir. En önemlisi de, büyük devletlerin çok ağır çıkar ilişkilerinin, ulusal yapımızı, birlikteliğimizi alt üst edişleri ile dolu olan süreci de somutlaştırmalıyız. Mücadelenin, siyasi çalışmanın en önemli sloganları daha rahat atılabilmeli ve parçalara egemen devletlerin deşifresi daha rahat sağlanabilmelidir. Bunun sonucu, Kürdistan parçalarının ortak yanları ve zorunlu birlikte hareket olanakları da belirlenmeli ve üzerinde ısrar edilerek, tartışılmalıdır.

* Parçaların birbirlerine Yabancılaşması olayı son derece önemli. Güney’de Arap yapılanması esas alınmakta, Kuzey’de ise, kopuşlara karşın Türk yapılanması içinde yorum ve değerlendirmeler ortaya çıkmakta, çıkarılmaktadır.. Doğu’da içinde bulunulan devletin uluslar arası siyasal ve stratejik uygulamaları Kürdistan parçasında da etkinliğini korumaktadır. Diğer parçalara karşı çok soyut ve yabancılaşmış bir duruşun sessizliği bozulmamaktadır. Batı Kürdistan’da ise, son dönem yorumlanması oldukça zor savaşı da göz önünde tutarak, diğer parçalarla ilişkilerin çok soyut ve anlaşılır olmadığını da vurgulayalım.

* “Kardeşlik, dindarlık, dostluk” vb.. ilişkiler, anlamsız biçimde, genel Kürdistan hareketinin ve Ortadoğu’da bir devlet olarak kendimizi ifade etmemiz üzerine baskı aracı olarak adeta çullanmaktadır.

* Yine, Güney Kürdistan’da Kurmanci resmi dil olarak kullanılsaydı ve Latince esas alınsaydı, Kuzey Kürdistan’da Güney’e sınır iller bir bütünsellik yaratırlardı. Ayrıca, her iki parçada da dilin gelişmesi, gramatik,teknik, bilimsel vb.. açılardan zenginleşmesi, kelime hazinesinin büyümesi de sağlanırdı. Özerk bir parçanın yalnız bu açıdan değil, birçok konuda işgal altındaki ve savaşın sürdüğü Kuzeyin parçasının ilgi alanı olmayı başarması zorunluydu, gerekliydi. Yapısal olarak, gerekli ve olması zorunlu birçok kurum ve alan hala “ayıp yerlerde” duruyor, adeta, “başkalarının işgalini” bekliyor. Zaten Doğu, başka bir tahakkümün ve egemenliğin altında, Kürdistan olarak son derece tarifi zor bir yapılanma ile işi idare ediyor. (…)

Bu belirlemeleri de kısaca yaptıktan sonra, şimdi, somut program başlıklarına bakalım.

  1. Hukuk, zorunlu ve olmazsa olmazdır. Bu bizi ortak davranmaya götürecek en önemli olgudur. Kısaca, din adamlarımızdan, sosyalistlerimize, ulusal burjuvalarımızdan, demokratlarımıza, bilim adamlarımıza, yazarlarımıza vb.. bütün ulusal öğelerin uymak ve uygulamak zorunda oldukları bir kurallar bütününü, ulusal birliği ifade edecektir.

  1. Tarihsel süreç de bir o kadar önemlidir. İlk önce söylenenlerden, sonra söylenenlere nasıl gelindiği somutlaşmalıdır. Bazı değişikliklerin gerekçeleri açıklanmalıdır.

  1. Üzerinde anlaşılan konuları, ortak gerekçeler ve yöntemlerle birlikte savunmak; ayrı örgütsel yapılarda olunsa, farklı kurum ve kuruluşlarda bulunulsa da fark etmemelidir. Bu, bağlayıcıdır ve aradaki hukukun gereğidir.

  1. Üzerinde anlaşılmayan konular ise tespit edilip, kamuoyuna açık olmasa da, birlikte en etkin biçimde tartışılmalıdır. Örneğin, belli kurul, konferans, kongre vb.. yerlerde gündemli tartışılmalıdır. Bir tartışma adabı zorunludur ve de siyasi ahlakı gerektirmektedir. Çünkü, her aklına gelenin tartışılması değildir.

  1. Kürtlerin Kendi Kaderlerini Kendilerinin Tayin Etmeleri olgusunun içeriği üzerinde anlaşılmalıdır.Bu konuyu zorunlu olarak ve sürecin anlaşılması, çözüm önerilerinin tartışılabilmesi, tarihsel bilgi ve belgelerin gündeme getirilebilmesi vb.. açısından tartışmak zorundayız.

  1. Kürtler hiçbir zaman terörist değiller. Kürtler, bütün parçalarda, ulusal sorunlarının çözümü için silahlı mücadele vermişlerdir. Ve bu genel mücadelenin bir parçası olarak, işgalci ve Kürtlerin haklarını zorla gasp eden devletin düzenli ordusuna karşı verilmiş, verilmektedir. Örneğin, Kuzey Kürdistan parçasında; Koruculara, Jitem elemanlarına, Özel Harekat Timleri’ne yardım edenlerle ilgili ve Muhbirlere karşı gerilla’nın çok sınırlı ve zorunlu birkaç hareketi vardır. Bu adını sıraladığımız devlet oluşumlarının yaptıkları, uygulamaları anlatılacak gibi değil ve (…) bunlar çok doğaldır. Ama, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısal durumu, eylemleri, ilişkileri teröristtir, bu belirlenmelidir.

  1. Kürdistan’da, Türk Ordusu’nun, Özel Harekat birimlerinin, Jitem’in, Korucular’ın, İstihbarat örgütlerinin (Milli, Askeri, Jitem, Özel Harekat, vb.. sayısız İstihbarat Örgütü var) provokasyonları sayısız faili meçhul yaratmıştır. Yaklaşık 47.000 gibi bir rakam ortalıkta dolaşmakta, Kürdistan’da nereyi kazarsanız, ceset çıkmaktadır. Adeta, bir mezarlık gibi Kürdistan.. Bu sorun, 1923’lerden, TC’nin kuruluş döneminden beri, Azadi örgütü yöneticilerine uygulanan vahşetten beri var. Geçmişte katledilen sayısız Kürt, Ermeni, Yahudi, Pontuslu, Çerkez vb.. unsurların kemikleri bile bulunamadı. Bu konuların gündeme gelmesi, getirilmesi hep engellenmiştir..

  1. Kürdistan Sorunu, somut olarak ulusal demokratik bir programla ifade edilebilir. İçinde Marksistler de, Sosyal /Demokratlar da, Dindarlar da var, Burjuvalar da.. Böyle bir çerçeveye salt sosyalist tarif getiremeyiz. Bunu mutlaka Kürt aydınları anlamalıdırlar. Kürdistan Sorunu Ulusal Demokratik bir sorundur, bağımsızlıktan kültürel özerkliğe kadar bir programı içerir. Mücadele, bazı nedenlerle ya da parçanın ve uluslar arası ilişkilerin gereği vb.. belli programda durabilir, pazarlık yapabilir. Parçalardaki çözümler, Bağımsız Kürdistan’ı ortadan kaldırmayı gerektirmez ve ona engel değildir.

(…)

Bu tartışma, önümüze anlaşılır programları getirir, bir araya gelebilme koşullarının yaratılmasını, özeleştiri ve eleştiri çerçevesini, anlaşılırlığını, korkmamayı, siyasal duruşu vb.. öğretebilir. Kürdistani bir niteliğin korunup kollanmasını, programlanmasını, tartışılmasını, pazarlığını, korkulu yerlerden, gerekli ve zorunlu yerlere taşır.(…)

Böylece, belli başlı üç birbirini tamamlayan, ama ayrılıkları olan duruş ve program ortaya çıkar;

1.Milliyetçi açılardan ele alınan program,

2.Sosyalistler açısından öne sürülen program,

Ve,

3.Ulus ve coğrafya açısından ele alınan program gibi..

(…)

Kesin bir belirleme yapmıyorum, ama, açıklanması zor çıkar ilişkileri içinde, korkunç yalan ve dedikodu atmosferinde, sesimizin duyulması mümkün olabilir mi? Bu ancak, somut ciddi bir demokrasi içinde ve ulusal Kürdistani bir muhtevada belki gündeme oturabilir. (…)

İmparatorlar bile, pardon şimdi de, “milletin her şeye kadir olduğu bir dünya ortasında” yine, ama değişik, yılların mirasçısı, ama reddeden ve “tanrının vekaletine soyunmuş” bir imparatorluk da, sessiz sedasız, başka yöntemlerle kurulmak sevdasında..

Dinsel gelişim çizgisi ya da din ve yönetim, son haliyle Türk İslam Sentezi birçok çıkarı hizaya getirmek zorunda ve bunu yapıyor. Adına başka şeyler dese de, kendi egemenliği ona önerilmiş ve savunulan uluslar arası bir zorunlu program. Uygulayacak, sonunda “gözle görülmeyen, elle tutulmayan” bir güç her şeye “kadir” olacağından, bunun olmazsa olmaz olduğu bir yönetimin itiraz kabul etmesi, eleştiriye gelmesi, özür dilemesi mümkün değildir. Bu nedenle demokrasi kurması, getirmesi hayal dahi edilmemeli. Bir yerlere hep havale var; sabır, selamet, kitap (kalem yok) , yemin vb.. Kendi inancının egemenliği için başka inanç, din ve gruplara karşı da, bazı “haklar” tanımakta, aslında eşitsiz davranmaktadır. (…) İnançlara karışılmaz, biz karışmadık, karışmayız da. Ama, inançları bütün yaşamın, devlet yönetiminin, ulusal ve uluslar arası ilişkilerin yönetilip yönlendirilmesi mekanizmasına dönüştürme son derece yanlış ve de tehlikeli. (…)

Bir şeyler yazmak doğru olsa da, bizi muhalefet yanına götürüyor. Oysa, o muhalefet bütün olan/ bitenin tarihsel sorumlusudur. Özeleştiri yapmak ve yeni yerlerde yerini almak durumundadır. Hala CHP, hala Atatürk, hala ordu, İsmet paşa vb.. yalan dolanla tarihsel sürecin dayatıldığı yerde, “iki arada bir derede” kalmak çok zor. Hayırlar CHP tezgahını, MHP’yi ortaya koyuyor, bunlara yanaşmak çok tehlikeli. Evetler AKP’ye gidiyor, Milletim, halkım, oy çokluğu vb.. söylemlerle, bu kanatta devleti kendi yanına, amaçlarına çekiyor. Orası da çok tehlikeli. Devleti, demokratik, eşitlikçi, modern, kalkınmış; herkesin kendini ifade edebileceği, hukukun egemen olduğu, vb.. bir yapılanmaya yönlendirme ortada yok. Tarafların devleti var. En önemlisi de, bu partiler ikiz kardeşler, laik, dinci, ırkçı. Hepsi aslında Kemalist ve anti-Kürt. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Bu ayrı gibi duran kanatlar; tarikatların, uluslararası çıkar ilişkilerinin ve istihbarat tezgahlarının , programlarının zorunlu uygulayıcılarıdır.

Hala bir yandan, “Kürt Sorunu “ yok, “Kürt vatandaşlarımın sorunu var” demagojisi, öte yandan “vatanı bölüyorlar”, “Türkçe gidiyor” teraneleri devam ediyor. Oysa, Kürt Sorunu, esas adıyla bir Kürdistan Sorunu var. Bunun adını koymak ve çözüm için somut şeyler söylemek, yapmak gerekiyor.. Kürtleri devlete her açıdan ortak etmek zorunlu bir demokrasi sorunudur. Bu, Kürtlerin ayrılma hakkını da içinde taşır.. Ortadoğu’da Kürtler de kendilerini bir devletle ifade edebilirler. O zaman “kardeşleri” değil, komşuları olur..(…)

Şimdilik bu kadar diyelim. İleride ve başka yazılarımızda, saptadığımız program başlıkları ile bazı kavramların daha geniş açıklanmalarına, bölüm bölüm devam etmemiz gerektiğini de belirtelim.

4 Mayıs 2013 Mümtaz KOTAN

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar