“Biziz biz Bağdat’ta Halife” misali..II, Mümtaz Kotan

12. Juli 2017 | Von | Kategorie: Anasayfa, Araştırma

Demokrasi numaraları ve Kürt Sorunu’nun en aşağılara, azınlık sorununa, “kardeşiz” alışılmış güzergahına gelişi.  

“Biziz biz Bağdat’ta Halife” misali..II

Devam edelim. Silahlı bir grup, başlarında Şeyh SAİT olmak üzere Piran’dan yürüyüşe geçmişler ve Varto yakınlarına kadar gelmişlerdi. Biz, yıllar önce bu sorunları tartışmış, o harekete Rizgarî’de; “Silahlı Miting” demiştik. (Bak:.Rizgarî/ Sayı:1, 21 Mart 1976, Sh:61-77. Sayı:2, 21 Nisan 1976, Sh:65-79 ) Bu metinlerde, Şeyh Sait Olayı öncesi durum değerlendirilmişti. Daha sonraki sayılarda, Şeyh Sait Olayı ile ilgili metin yayınlanacaktı. Olmadı, dergi programında olan, ama ileride yayınlanması gereken başka bir metin yayınlandı. (…) Sözünü ettiğim Şeyh SAİT Olayı ile ilgili metnin, gözaltındaki iki unsurun polisi götürdükleri H…..’de el konulan genel arşivimizde olduğunu hatırlıyorum. (…)

İşte, o zamanlar Azadi örgütü üyelerinin katliamını örtbas ve dönemi M. Kemal programlarına adapte etmek için bir olaya ihtiyaç vardı. Halıt Beg ve arkadaşlarının katliamını protesto amaçlı ve legal görünürde, devletin gözü önündeki “Silahlı Miting” de provake edilmişti. Devlet, Kürtler yerine, İslami bir başkaldırı sunuşu yapmak ve Kürt Sorunu’nu tartışmadan alıkoyarak, hedef şaşırtmak gibi tarihsel bir karalamaya, yanıltmaya uzmanları ile ulaştı. Onu da gereği gibi tartıştırmadı, ilkokuldan başlayan hiza mesafeli askeri çocukluktan, tarih şeridine yayılan başka boyutları ezberletti. Ta ki, bizler araştırmaya başladığımızda, üstü örtülmüş, gizlenmesine büyük özen gösterilmiş birçok sorun gün yüzüne çıkmaya başladı. (…)

Bunları tartışmalıyız, yazmalıyız, tarihe geçmeli dedik, gerekeni yaptık. Bu kez de Kürtler, devletin Kürtleri tarihimizi alabora etmeye, Türk milliyetçiliğine tarih sicilleri yaratmaya başladılar. TC devleti 100 yıllık yakın tarih konusunda mutlaka özür dilemeli, gerçekleri ortaya çıkarmalı. Bizim tarih bilincimiz, Türk ve İslam modelinden, Türk milliyetçiliğinin işgal ve tahribatından kurtarılarak, Kürt ve Kürdistan olarak ortaya çıkarılmalıdır. Kendimizi savunma ve ifade etmede özgürlük, ancak doğru tarih bilinci ile olabilir. Yoksa hayatımız boyunca yasaklı olduğumuz ve tartışılmadığımız, tartışamadığımız gibi, demokrasiyi de tarif etme olanağımız olmaz.

Yeri gelmişken, burada kısa bir açıklama da yapalım. 1976 yılı sonrası yayına başlayan Rizgarî’nin Yazı Kurulu’nu ben yönettim. Diğer arkadaşlar her zaman gelip gidemiyorlardı, ancak uzun zaman aralıkları ile gelir giderlerdi. Yük benim ve Y… arkadaşın üzerindeydi. Ayrıca, İstanbul ve Ankara Komal Basın/Yayın Dağıtım bürolarında çalışan birkaç teknik unsurun yardımlarını da ekleyelim. O günkü koşullarda metinleri redakte etmek, daktilo ile yazmak, hazırlamak son derece zordu. Kurul üyelerinin çoğunluğunun hazırlayacakları metinler önceden saptanıp, görev bölümü de yapılmıştı. Kurula gelen metinleri tartışmaya

açıp, çoğunlukla kararlaştırılan metnin son halini düzenleyerek, basım için teknik unsurlara verirdik. Kontrol ederek, ayrıca geniş güvenlik önlemi ile basımını sağlar, matbaalardan neredeyse kaçırarak dağıtıma sokardık.(…) Bu yan da ayrı bir sorundu.. Burada kısa kesip geçiyorum.(…)

Başa dönersek, “Silahlı MitingMuş’un Varto (Gımgım) kasabasına yakın bir   yere kadar devam ediyor. Varto’ya 10 – 12   Km   kala, “Abdurrahman  Paşa köprüsü” denilen yerde (aynı zamanda Muş’un Bulanık /Kop kasabasının yol ayrımında) yolun tutulmuş ol-duğunu görüyorlar. Tepe köyünün arkasından, suyu aşıp karşıya, Varto’nun Hınzor köyü önüne, Bulanık yoluna çıkmak istiyorlar. Ama, su geçit vermiyor, kayaları götüren bir hızla akıyor. Kafilede bulunan Kasım Beg (soyadı Tunç) “Şexım buraya kadar” deyince, Şeyh Sait silahına davranıyor. Ama, silahta mermi yok. Kafile’de bulunan Kolo isimli şahıs, tüm mermileri çıkarıp, silahını boşaltmış Şeyh Sait’in. Şeyh Sait’in kafasına silahı dayıyorlar ve askerlerle birlikte teslim olmasını sağlıyorlar.. ( Hem bu şekilde bir teslim olma, hem de, Kasım Beg’in iknası ile Varto’ya gidip teslim olması, ayrıca, yolu tutan askerlerle çatışmama kararı ile kendisinin teslim olmayı kabul ettiği vb.. bir takım anlatımlar var. ) (…)

Önce, Varto’ya, oradaki görüşmelerden (…) sonra yargılanmak üzere Diyarbekir’e götürülüyorlar.. Varto’daki “pazarlık” sonucu asılmalarının engelleneceği söylense de, çok vahşi bir manzara görüntüsünde, 40 kişiyle birlikte Şeyh Sait’te, bir alanda teşhirle idam ediliyorlar. (…) Her zaman olduğu gibi, yine anlaşmaya (!) uymuyorlar. Mahkemede karar verilirken Şeyh SAİT Hakime, “anlaşmamız böyle değildi, (…) kuzu yiyecektik..” dediğinde hakim; “ne yapalım, olmadı…” diye sözde cevap vermişti.(…) Benzer bir biçimde, HALIT Begler’in Amasya görüşmesinde alınan kararlara da uyulmamıştı. Orada’ da M. Kemal vardı !

Neyse, bazı kaynaklarda, Azadi Örgütü kadrolarının imha edilmelerini protesto eylemi olarak belirtilen “silahlı miting” de böylece bitirilmiş, devlet yine galip gelmişti (!). Döneme de, “ŞEYH SAİT Hareketi” denilmişti. Kürt, Kürdistan, öneriler, mücadele, Cıbranlı HALIT beg ve seçkin arkadaşları ortada yoklar. TC’de tarih, hep böyle gizli/ kapaklı ve devlet anlayışı ile yazılır, kapatılır zaten (!) ..

 Yalan üzerine kurulu bir devlet anlayışının kurbanı olan, çok seçkin kadrolar için değil tarihsel bir açıklama, Kürtler bile onların adlarını anmıyorlar. Aile fertlerinden bazı mücadele içindeki unsurlar da gerekeni yapmadılar, yapamadılar.(…) İnsan, ortalıktaki tartışmalardan, yalan tarih aktarımlarından ve TC’nin tutum ve davranışlarından, Kürt kadrolarının içinde bulundukları bu hazin manzaradan utanç duyuyor, irkiyor, acı çekiyor. (…)

Geldik Ağrı Hareketi’ne.. Kısaca ondan da bahsedelim. 1927’ lerde Ağrı’da büyük bir direniş var. İ. Nuri ve arkadaşları’nın  1930’ lara kadar süren mücadeleleri. Sonra, İran’a sığınıyor ve cezaevine konuyorlar. Bir süre sonra bırakılıyorlar. Ağrı İsyanı ve uygulamaları, ne yazık ki, Kürdistan Tarihi’nde ve mücadele sürecinde, diğerleri gibi çok gerilerde seyrediyor. İhsan Nuri’nin belirlemelerini burada hatırlamamız gerekiyor;

….. eğer  Kürtler yürekten savaşırlarsa,  birbirlerine ihanet    etmezlerse, kendi   halkının   düşmanlarına yardım etmezlerse, hiç bir zaman   sırtları yere gelmez. Hiçbir zaman onlarla baş edilmez”.

18 Mart 1976 da, Tahran’daki evinin önünde, karşıdan karşıya geçerken, bir motosiklet çarpan İ. Nuri Paşa, ağır yaralanıyor. ( ki, bu “kaza” da şaibelidir! ) 6 gün komada kalan İ. Nuri, komadan çıkamıyor ve 25 Mart 1976 sabah saat 6 da, hayata gözlerini yumuyor.. Mezarı, “Behşeti Zehra” mezarlığında, 9/58, 12 numaradadır.. Bu, Kürdistan tarihinde son derece önemli olayın adı da konmamış.. Ağrı İsyanı yok gibi. (Bak; www. Lekolin. deAğrı Dağı Direnişi”. Derleyen; Dr. G. Çapanoğlu) (…)

Dersim neresi? Bir kere buna cevap vermek gerekiyor. Atatürk’ün ya da etrafındakilerin Tunceli isimlendirmesi, şimdilerde alevi ayrılığının merkezi olarak Dersim’leşti. Oysa, “Koçgiri Halk Ayaklanması”ndan başlayarak, birçok vilayeti içine alan ve eyalet olarak açıklanan Dersim, ALİŞER’in liderliğinde kendi yasalarını, Kürt niteliğini, alevi yanını hep birlikte ortaya koyan ve öne çıkan bir yapılanmaydı. ALİŞER’e yapılan suikastla, ortalık toz duman oldu. TC’nin alışılmış provokasyonu ve komplosu ile Seyit RIZA ile arkadaşları tutukladı ve sonunda onlar da asıldılar. TUNCELİ de DERSİM oldu. Tarih karanlığa gömüldü. Evet, Seyit RIZA da anılmalı. Ama, ALİŞER nerede? Esas DERSİM nerede? (…) Dersim bir eyalet ve içinde bugünkü adlarıyla Malatya, Elazığ, Erzincan, Sıvas, Bingöl’ün bir kısmı vb.. Yani, Dersim, bir eyaleti, çok geniş bir alanı belirtiyor.(…)

1965’lerde ise, TİP (Türkiye İşçi Partisi) içindeyiz, çok aktifiz. Öğrenci hareketi, köy işgalleri, işçi sendikaları, demokratik toplum kuruluşları. 1970‘lere geliyoruz, Kürt, Kürdistan unutulmuş, hikayelerde kalmış gibi, ses yok.. Ne tarihçiler, ne siyasetçiler çıt çıkarmıyor. Kürtler var mı, yok mu? Kürdistan nedir? Türk Solu’nun içinde, en önde, militanlık yapıyoruz. Kürt ve Kürdistani yanımız yasak olduğu gibi, solculuğumuz, sosyalistliğimiz de hep tartışılıyor. (…)

Geçmeden, TİP’le ilişkili bir konuya da parmak basayım. Ankara Merkez Cezaevi’ndeyken TİP 4. Kurultayı olmak üzereydi ve oraya bir karar tasarısı sunulacaktı. Bizim onayımızı ve yazılı notlarımızı da alarak, dışarıdaki arkadaşlarımız tarafından kurultaya bir tasarı sunuldu ve kabul edildiğini de hatırlıyorum. Döneme denk düşen iyi bir metindi, burada şimdilik bu belirlemeler ile yetineyim.(…)

Yeri gelmişken belirteyim, şimdi anılarda, Sinan, Mahir, Deniz, vb .. için yazılan ve özellikle 1965 ile 68’ i de içine alan o ortamda, en önde olmamıza karşın, bizden ( Buraya Zülküf Şahin, Mehmet Demir, Atilla Sarp, Ruhi Koç gibi, son derece militan arkadaşları da ekliyorum ), benden kelime yok!. Bazı yerlerde resmen TİP görevlisi, bazı yerlerde ise gençlik adına görevli olarak bulundum. Gençlik örgütlerinin en üst düzey çalışmalarında, genel kurullarında,Üniversite öğrenci birliklerinde, FKF’de (Fikir Kulüpleri Federasyonu) kurucu, yönetici, aktif örgütleyici vb.. olarak çalıştım. İzmir 6. Filo Protesto eylemlerinde yöneticiyim. Ankara Üniversite İşgal eylemlerinin bizzat yöneticilerinden biriyim. İstanbul, İzmir Öğrenci hareketlerinde en aktif unsurlardan biriydim.Toprak işgalleri, Zonguldak İşçi eylemleri vb.. yerlerde en önde, görevliydim, vardım. (…)

Anlaşılsın diye, bir tarih ve toplantıyı belirteyim. 1969 da, İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki toplantıda “Halklara özgürlük, vb..” sloganı karşısında, Kürt Sorunu’nu o günkü bilgilerimiz ile gündeme getirdik, savunduk.. Üzerimize geldiler, bazıları kaba kuvvet gösterisi yaptı, saldırdı.. Zaten dışlanmıştık, toplantıyı terk edip, İTÜ’den başlayıp Beşiktaş’a kadar devam eden yokuştan aşağıya, mağdur 4-5 arkadaş yürüdük ve Diyarbakır Öğrenci Yurdu’na geldik. Bir Kürt gençlik örgütü gerekiyordu, üzerinde mutabık kaldık ve ben bütün hazırlıkları yapıp, arkadaşları çağıracağıma söz verdim, ayrıldık..

Daha sonra, DDKO (Devrimci Demokratik Kültür Ocakları) sürecinde biraya geldik.Önce Ankara, sonra İstanbul, İzmir ve Kürdistan’da hızlı biçimde kurulan birçok DDKO ile karşılaştık. Kitleselleşen Kürt Hareketi, her yerde örgütlenmeye başladı.. Daha sonra, bütün hayatımızı kuşattılar, yasaklarla döşenmiş yollarda yalnız, suçlu yaşamaya ve bu korkunç yalnızlığa alışmaya, uyum sağlamaya çalıştık.. Ankara Merkez Cezaevi’nde 70’e yakın gençlik liderleri, militanları 12 Mart’ta tahliye olurlarken, biz 4 kişi Diyarbekir’e tutuklu postalandık ve bizimle DDKO davası açıldı, Diyarbekir Sıkıyönetim faaliyeti başlatıldı.. Bütün ailelerimiz sürgünlerde vb.. ile alt üst yaşamımız işte o günlerde böyle başladı…En ağır cezalar aldık, bütün pazarlıklara ve tecrit edilmemize karşın, son derece kapsamlı savunmalar ile Kürt ve Kürdistan Sorunu’nu gündemleştirdik..

Burada bir paragraf daha açıp, konu ile ve bizim yanlış sunuluşumuzla ilgili, İsmail Abi’ye de kısaca değineceğim. İleride, daha geniş ele almamız olanakları var. (…)

İ.Beşikçi’ye, “Bilimsel Özgürlük” kullandırılarak, onunla da bizi dışlama operasyonu hızla sürüyor. Uluorta DDKO’ları ya da başka şeyleri açıkladı, yazdı. Birçok şeyi abartmasına ya da bazı şeyleri yerli yerine oturtmasına karşın, DDKO’ları üstün körü geçiştirdi. Üstelik yanımızda olmasına ve çok yakından olayları görmesine, ne kadar zor koşullarda olduğumuza tanık olmasına ve bazı konularda hatta tavır koymasına karşın bunu yapıyor. İsimleri yazarken bizi atlıyor. Onu çok zor bir eforla destekleyip, korumamıza rağmen, gerçekleri ve yaptıklarımızın önemini küçültüyor. Dışarıda olsun, cezaevinde olsun, metinlerini daktilo ile yazmamızdan tutun, en zor koşullarda kitaplarının basılmasına, dağıtımına, her konuda yanında durmamıza, herkese karşı savunmamıza, koruyup/ kollamamıza, vb.. karşın yapıyor bunları ya da ona yaptırılıyor! (…)

Düşünün, kaldığımız yerlerin yakınlarına geldiğinde bile, bilimsellik adına bize bir selam vermesi bile yasak Beşikçi’nin,.. Eğer arkasında, yanında bizim gibi kadrolar olmasaydı, hali nasıl olurdu Beşikçi’nin bilinmez.. Şimdi yanında kamet bağlayan, görüş ayrılığımıza karşın demokrasi adına (çok demokratlar!) bazı kin ve husumet bezirganları, öyle unsurlarla muhabbet yapıyorlar ki, sormayın gitsin.. Bizi de yasaklar arasında köşeye sıkıştırmışlar. Nasıl olsa konuşmayız, deşifre etmeyiz diye düşünüyorlar bizleri. (…)

Ama, artık Beşikçi’yi ve yanındakileri, daha başkalarını da tartışmak gerekiyor. Geçmeden kısaca şunuda belirleyeyim; Beşikçi’nin kendini ortaya koyuş sürecinin en önemli dönemi, KOMAL, Rizgarî dönemidir. Ve DDKO’lar yargılanması, savunmaları dönemidir. (…)

Şimdi gelelim son döneme. Kısaca söylemek gerekirse, bu döneme de ad gerekiyor. Bir ulusun yıllar süren mücadelesi Şeyh, Seyit gibi kavramlarla belli kişilere bağlanarak sunuldu, sıra bu döneme geldi. “Hacı, hoca, imam” gibi adlar kalmış ve herkesin tercihi.. Dönemi bunlara uydurabilirler. Önemli olan, yeni bir komplo ile Kürt hareketi susturulup, 1925’den bu yana devlet’in yine galip getirilmesi. Koşullar elbette değişik olsa da, benzer siyasetler yine gündemde.. Bunun için gelişmeler, silah bırakışmalar, kardeşlik, birlik, bütünlük, din kardeşliği ve uluslar arası temenniler vb.. de bütün hızıyla sürüyor, kamuoyu oluşmasına ortam hazır. Abdullah’ta bu çerçevede laflarla işi cilalıyor. (…)

Bu döneme de yukarıda zikrettiğimiz adlardan bir mahlas takılırsa şaşmayın. Dağda yaşlanan, cezaevlerinde ömür  tüketen militanlara yazık. Orduyu  yenen gerillaya yazık. Bir daha tekrarlayalım, TC; ordusu, destekçi yeni güçleri, özel harekat timleri, JİTEM, Korucular vb.. ile bile baş edemediği gerillaya, pazarlıksız silah bıraktırmayı başardı !. El insaf. Amaçsız bir mücadele var ortada şimdi. Oysa, pazarlığa oturan iki güç silahlı mücadeleyi bir amaç uğruna bırakıyorsa, bir programı varsa, en azından dünyadaki örnekleri ile karşılaştırıldığında görülür ki, program tartışması ve pazarlık öncesi, otomatik ve zorunlu bir uygulama gerekir., Genel af, silah bırakanların sağlık ve diğer sorunlarının halli, onlara geçici kimlik hemen hayata geçer. Bunlar tartışılmaz.(…)

Eğer, TC ve onun hükümeti, diğer kurumları doğrularsa, samimi ve yiğitseler, demokratsalar tarihsel olguları tartışır, Kürt ve Kürdistan Sorunu’na somut bir çözüm ve uygulama alanı açar. Oysa, yine orduyu yeni döneme uyarlayıp korumaya alıyor, buna da “artık darbe yok” diyor. “Maşallah”..

Kürt Sorunu, ulus ve ülke sorunundan, azınlıklar derekesine, dil/kültür vb’ye… indirgenmiş durumda. Artık Türkiye’li olmanın, Türkiye partisi içinde bir programla Kürtleri de “Vatan, Millet, Sakarya” alışılmışına bağlamak, “kardeşlik”le cilalıyarak “Tek”lere endekslemek var hızıyla sürüyor. Kürdistan’ın karşısında “Tek vatan, Tek Millet, Tek dil, vb..“ alışılmış devlet serüveni resmileşiyor.. Üstelik siyasi “kahramanlar” yarataraktan.

Son dönemi başlı başına ele almak gerekiyor.(…)

1 Mayıs 2014

Mümtaz Kotan

 

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar