12 Eylül Felaketi. Her yerimizi yara/bere içinde bırakan travma Mümtaz Kotan

1. November 2015 | Von | Kategorie: Tarih

düsseldorf 2014Dün kendi kendime düşündüm ve bir iki kitap karıştırdım, çok ciddi bir araştırma konusu yakaladım. O da 12 Eylül 1980 darbesiydi. Daha önce belki birçok kere yazdık, araştırdık. Yada yazdılar, araştırıldı. Ama, hiç kılına dokunulmayan bir müdahale, haksız bir olgu olarak tarihte öylesine duruyor. Şöyle bir geri bakınca ne kadar ağır bir felaket olduğu hemen görülüyor. Yalnız bizim için sosyal, kültürel, fiziksel, hukuksal vb. açılarından kişisel bir felaket olarak algılamayın, toplumsal olarak da her açıdan bir felaket. İlginç, onun yaratmış olduğu hukuksal boşluk üzerinden 26 yıl geçmesine karşın, adaletsizlik, işkence, baskı, zulüm, sürgün hala sürüyor. Suçlular ve güçlüler ayrımı hala sürüyor. Ve durum açık bir travmaya dönüşmüş durumda.

Evet, 12 Eylül Travması. 12 Eylül Felaketi. Abartmıyorum, böyle bir deprem dünyada görülmedi, görülmezde.. Bakın ben Kürdistan’da geçmişte olmuş büyük depremlerde başından sonuna yardım gurupları içinde bulundum. Bunu hatırlayan arkadaşlar da var. Onların yerle bir olan durumları bile böyle sonuçlar yaratmadı diyebilirim.

12 Eylül gelirken ben cezaevindeydim. Diyarbekir’de, cezaevinde orada karşıladık bu hayaleti, heyyulayı. Üstelik, Diyarbekir cehennemine, 2 Nolu Cezaevi’ne taşınmıştık ve 12 Eylül Felaketi bizi orada yakaladı.

1978 yılı sonlarına doğru zaten birçok yerde sıkıyönetim ilan edilmiş ve uygulanıyordu. Bu dönem Ecevit Hükümeti iş başındaydı. 1980 Nisan’ın da, bu şamata içinde tutuklanmıştık ve benim dosyam Ankara’dan, verilen ifadeler nedeniyle başka bir dosya ile birleştirilmek üzere Diyarbekir’e gönderilmişti. Oysa, ben oraya götürlünce bir de baktık ki, dosyaları ile birleştirilmek için gönderildiğim unsur tahliye olmuş… Hayret bir şey. İşte, o gidiş o gidiş, orada kala kaldık.

1980 yazında bu kez, 1. MC Demirel Azınlık Hükümeti iş başında. Dışarıdan MSP ve MHP destekli bir hükümet. Olaylar yoğunlaşmıştı. Sıkıyönetimler yeterli gelmiyor. Devlet zaten kendisi provokasyonların içinde. 11 Eylül gecesi koğuşta ben nöbetçiydim ve bu darbenin ayak seslerini, bildirgesini öğrenmiştim. Ve ilk olarak uyanık olan N. Elhüseyni’ye söylemiştim, şaşırmıştı. Diğer arkadaşları da uyandırdım. Zaten herkes böylesi bir müdahaleyi bekliyordu. Daha önceden ‘’Nokta Operasyonu’’nun Diyarbekir’de de yapılacağı haberleri yagınlaşmıştı. Başka belirtiler de vardı.

Bunu anı olarak ve koğuş ilişkileri içinde Cezaevi Raporu’nda da yazmıştım. Koğuşta bazı tedbirler gerekiyordu, en azından bazı yazı vb.. zulaya alınmalıydı. Koğuş sorumlumuza ilettim. Neyse, kısaca söyleyip geçeyim. 13 Eylül sabahı erkenden görülmemiş bir tantana ile ve çok kalabalık askerle koğuşlar basıldı. Hiç böylesini görmemiştik. Bizim sorumlumuzun üzerinde ‘’Cezaevi Eylem Planı’’ çıktı. Unutmuş, zulaya almamıştı. Bu bizim başımıza bütün cezaevi yaşamında ilk gelen bir olaydı. Ama, aramayı yapan asteğmen daha sonra gelen subayların önünde bunu söz konusu yapmamıştı.

Evet, 11 Eylül 1980 gecesi, yani 12 Eylül sabahı erkenden tahminen saat 04’ten sonra, felaketin ayak sesleri bir bildiri geliyordu. Alıştığımız ve her 10 yılda bir müptelası olduğumuz böylesi müdahalelerin alışkanlığı ile, pek de önemsemedik! Bildiri,

Her zamanki gibi ‘’Yüce Türk Milleti’’ ile başlıyordu. Başka nasıl başlayacak!

‘’Türk Silahlı Kuvvetleri’’ her şeye kadirdi ve memleketi babasının çiftliği bilen askerler, ‘’İç hizmet kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini’’ yerine getiriyorlardı. Bunu, ‘’Yüce Türk Milleti adına’’ yapıyorlar. Zaten, o milleti başka kimse de temsil edemiyor. Etse etse, ‘’devşirmeler’’, yalnız onlar, her ulustan ulusal niteliğini inkar edenler temsil edebilirlerdi! Ve askerler, ‘’Emir ve komuta zinciri içinde ve emirle’’ bu görevi ‘’yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine tümüyle el koymuştur’’ diyorlardı. Bu ürkütücü, insani ve hukuksal olmayan vb.. anlayış, bir de sabah saat 05’ten itibaren sokağa çıkma yasağı getiriyordu.Vay herkesin başına.. Bekle evinde gelsinler alsınlar! Çünkü, böyle şamatalı, askersel bir müdahale gerekçesi için epeyce adam lazım. Suçlu lazımdı! Neyse ki, biz Kürtler hemen hepimiz içerdeydik.. Yine de birçok suçsuz günahsız Kürt te yakalandı getirildi, cezaevleri doldu. Gözaltılar doldu taştı..

Bütün sıkıyönetim olan illerde, felaket, bir kasırga gibi yayıldı durdu her yana. Ortalık yeşil haki renkli askerlerle doldu. Bu felaket, bizim bütün bir ömrümüzün talan edilmesi ve insanlığımızın linç edilmesiymiş meğer.. Sonradan, yıllar geçtikten sonra, bu ağır bedeli ben ve benim gibi birçok insanın nasıl ödediğimiz şimdi daha net görülüyor. Yine, beyler, paşalar ve yalakalar yerlerinde. Üstelik biz, bu ağır travmanın bir de suçlusu olmuşuz. Adalete bak efendi.

Üstelik, 12 Eylül geldiğinde içerdeydik, bizi artık felek kurtaramazdı.. Zaten, öyle de oldu, üzerimizde herşey denendi, şimdi o dönem cezaevinde ikamet eden bütün arkadaşlar bunu canımız ve malımız ile ödüyoruz.. Bir dostun dediği gibi mağdurlar cemaatini oluşturmuşuz. Lanet olsun 12 Eylül’e ve bütün haksızlıklara, adaletsizliklere. Lanet olsun, dönek, hayın, kaçak, muhbir ve yalancılara. O günlerin Diyarbekir Zındanı şöyle gözlerimin önünden sık sık geçiyorda, hayretler içinde kalıyorum. Zaten, bazı dost ve arkadaşlarla, bu işin acısını çeken, direnen insanlar ile orasını anıyoruz, dertleşiyoruz da. Zavallı birçok genç insanın, çocukların, köylülerin ve niçin ‘’Apo’’cu olduğundan bile habersiz içeriye doluşturulmuş insanların felaketi bir kabus gibi kaplıyor her yanımızı.

Bizimle de kalmadı darbenin uygulamaları. Göstermelik de olsa kendi siyasi yöneticilerini de, idare edenlerini de alıp içeri kapattılar. Türk ‘’Solu’’ ve ‘’demokratları’’nın birçoğunu da içeri tıktılar.. Erbakan-Türkeş İzmir Uzunadaya, Ecevit –Demirel Gelibolu’daki Hamzakoy’a ‘’kampa’’ alınmışlardı. Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri General Fikret Küpeli ‘’liderleri emniyete aldık’’ ( ‘’Tank Sesleri ile Uyanmak’’ adlı kitabında H. Cemal’in dediğine göre) demişmiş. Ama, siyasi liderlerini pek örselemediler. Kısa süre sonra kenara çekilmek üzere hepsi evlerine dönmüşlerdi.

Kısaca belirlesek bile, 12 Eylül Felaketi için iki şeyi de unutmamak gerekiyor.

1. ABD büyükelçisi ‘’ben bu darbeden sorumlu değilim’’ demişti. Dönemin gazeteleri bunu yazmıştı.

2. BBC, 12 Eylül’ü, ‘’Nihayet gerçekleşti’’ diye haber yapmıştı.

Ve ‘’demokrat, askere karşı vb.. gösterilen’’ Özal, göreve hemde bütün takımı ile geliyor, getiriliyordu. Neleri yerine getirdi, niye dışlandı, şaibeli ölümü, bütün bunlar, diğerleri gibi TC’nin künyesinde zaten hurafeler tarafından bile bilinemez şeyler.. Yasaklar devletinin tarihini bile tartışmak mümkün değil. Bunu bile bazı adamlar oturup kendilerine göre yazıyorlar, baskı ile bu yazılanlar kabul ettiriliyor, bir süre sonra tarih oluveriyor. Neyse, sorun bunlar yada Özal değil. Onu övenler de var, ama gerçekler öyle değil.

Bugün 12 Eylül’ün 26. yılı. Çok zaman geçmiş aradan. Onun yarattığı travma devam ediyor. Özellikle Kürtler üzerindeki sürgün, göç, işkence, öldürme, Kürdistanı boşaltma vb..

uygulamalarının sonuçları çok vahim. Her ne kadar, bütün eleştiri ve kınamalara karşın şimdi, Avrupa güzergahından Türkiye’ye gitmek, yalılar almak, toprak kapatmak, yazlık edinmek, villalar, Bodrum sefaları, İzmir -Akdeniz sahillerini gezmek, ‘’halkımız istedi diye bedelli askerlik yapmak’’ bu travmayı ortadan kaldırmıyor. Ölümün de hayat üzerinde bir yaptırımı, caydırıcılığı kalmadı artık. Özel kişilerin mutluluğu da tedavi için yetmiyor.

Bodrum’da 12 Eylül Felaketi’nin birinci adamı Evren’in kasrı ve acayip villasında ‘’sanat eserleri yaratılıyor’’ diye, denize nazır onun evinin karşısında yada yakınında mekan tutan, çok konuşan bazı Kürtlerin ve Türk ‘’devrimcileri’’nin, eskimiş devrimcilerin olması neyi değiştirir? Bu pörsümüş ve dilbaz ‘’devrimciler’’, anılarını sabahtan akşama anlatsalar, her gün Evren’i görseler, sabah sabah ona günaydın deseler, yada akşamları iyi geceler dileseler ne yazar? Ne olur? Bu anlarını tatlı tatlı bizlere anlatsalar tatmin mi olacaklar? Onlar ki, cezaevi, sürgün, dağ, vb.. yollarındaki insanların ‘’üstünde’’, hemde ‘’Kürtçülük’’ de yapıyorlarsa, darbeci Evren, bir ressam olarak bunun resmini de yapar..

Görüyorsunuz, 25-30 yıllık geçmişten gelen bir travma içindeyiz, bir de bu turistler, yaz gezginleri geçim yolu olarak üzerimize basıyorlar. Heyhat! Toplumsal olarak travma her yanımızı sarmış. Bugün sonuçlar vahim, bir görmesini bilseler neler görecekler. Sakat, deli, yoksul birçok insan. Cezaevleri, dağ, ölüm hala Kürdistanda kol geziyor ve üstelik provokasyon da bize yükleniyor.

Generaller hep kışlalarında ‘’asker siyaset yapmaz’’derler. Yalan bu. Asker siyaset hep yapıyor, hem de içine ediyor. Yani siyasetin tam ortasındalar. Zaten Türk toplumu asker bir toplum. Sivilleşemiyor ki.Üstelik, 12 Eylül’den sonra sivil elbise giyerek acayipleşen ve birçoğu şirketlere, devlet bürokrasisine tepeden danışman olan, zenginleşen bir tayfa var, ayrı bir sınıf var. Ordu gücü, OYAK ve benzeri kurumların gelirleri ile, alınan aidatları milyonları bulan gelirlerle her şey yapmaktadır. Devlet içinde devlet. Devletin esası bu yapı. Ve Askeri İstihbarat’lı, JİTEM’li, MİT’li, Emniyet Örgütünü ayarlayıcı, diğer devlet ilişkiler içinde Hükümeti kontrol eden ve istihbarat ilişkilerinde aktif vb.. Al bu heyyulayı nereye koyabilirsen koy. Nasıl demokrasi yapabilirsin, bu yapı önünde ancak siyasi yalakalık, yağcılık meslekleri oluşabilir. Bu yolda ihtisaslaşan binlerce insanın kariyer derdi de yok!

Yakın günlerde kendi savcıları, devletin kirli işlerini dava konusu bir tartışmaya sokmaya çabaladı. Artık, bu davranış hukuksal mı, siyasi mi, başkalarının çıkarması mı bilemeyiz. Bildiğimiz bir yüksek rütbeli subay ve birçok yönetici zan altında ve Kürdistan’da gerçekleşen provokasyonların arkasında devletin kendisi ve istihbarat örgütleri olduğunu ortaya çıkardı. Adam her şeyle haşır neşir olmuş. Mafia ilişkileri, itirafçıların kullanılması, muhbir ağının yönlendiricisi, korucu kullanımı, para ilişkileri vb.. Ne oldu, savcı terslendi, görev dışına itildi, tehdit edildi ve susturuldu. Şimdi, belki hayatı tehlikede yaşıyor. Hükümet de dışlandı.

Bu general, bu karanlık adam geldi tepeye oturdu ve Genel Kurmay Başkanı oldu. Hala konuşuyor, basından, siyaset adamlarından çıt yok. Ama işi başka yere yönlendirmede mahirler, hep istihbarat menşeli olduğu ve bu yanları da ağzına kadar deşifre olduğu için, her mayın çarpanı törenlerle kaldırıyorlar ve işi PKK’ye yıkıyorlar. Medya bu konuda arkalarında hazır, hemen görüntülüyor, sunuyor.. Bulmuşlar bir ‘’günah keçisi’’ almışlar önlerine, ha babam ha! Sanki Kürdistanda mayınlar yoktu da, yeni olmuş. Biz ömrümüz boyunca bunu gördük, bütün sınırlar ve askeri alan tayin edilen yerler mayınlıydı, yüzlerce insan öldü bu yüzden. Üstelik, bu dönemden evvel yoğun operasyonlarda neden bir askerin ayağı mayına çarpmadı da, şimdi çarpıyor? Hem de, istihbarat birimlerinin bilgilerine dayalı olarak ‘’sol ve devrimci’’ kesimden olan unsurlar askerliklerini Kürdistan’da yapıyorlar, oraya alınıyorlar. Mayına da bunlar çarpıyor çoğunlukla. Bilgiler bu düzeyde. Siz işe bakın! Kürtlerle bütün bir toplumu çelişkiye, düşmanlığa iteliyen çok extrem bir uygulama, kamuoyu oluşturma!

Bu sevdalar iyi değil, geri tepecektir. Kime, ne ve nasıl söyletilirse söyletilsin fayda etmez. Bunlar bilinçli tezgahlar ve provokasyon.. Şemdinli, Hakkari, Van,Bingöl, Siirt vb..’deki olaylar düzmece ve tezgah. Sunuluşuda çok acayip. Ağırlık olayda değil, cenaze törenlerinde. Ama, karşıdan ölen gerilla cenazeleri ortada her nedense yok. Bir tanesinin suratı gösterilmedi, kimliği açıklanmadı, neden acaba? Ve ilginç haberler veriliyor, gösterilmeyen gerilla terörist olarak veriliyor, nereden geldiği hemen ekleniyor..

Artık Türkler de, böyle konularda pazarlığı diğer ülkelerdeki gibi yapmasını bilmeli.12 Eylül’ün yarattığı tarvmayı ortadan genel bir afla, tazminat ödeyerek, güvenlik sistemi kurup herkesin kendi toprağına geri dönüşlerini hızlandırarak, askeri gücü alandan çekerek, Kürtleri ve Kürdistanı tanıyarak, bu ve benzeri uygulamalarla travma azaltılabilir, ortadan kalkabilir ancak. Avrupa’ya da demokrasi var dedirten bir imaj verilebilir. Bu da pazarlıkla , karşılıklı oturarak, yasal düzenlemeler vb.. ile olur. Red ve inkar, entrika yöntemleri, biz tanımayız, bir iki türkü söyleterek alışılmış Türk kafası ile olmaz. Yoksa katakulli ile hiç olmaz. Basını, askerleri, demokratları, liberallari, sosyalistleri vb.. hemen hepsi bunu artık bilmeli, tavır almalıdırlar. Bu bedelin geri dönüşü yok. Hem de, biraz nefes borusu olan Güney Kürdistan’daki gelişmeleri boğmak çabasının da boşuna olduğu kesin.

Bilenler biliyor, bakanlık yapan Kürtler de var, açıklasınlar. Yeri gelmişken, Kürdistan’da değil mayınlar, her tren, karayolu köprüsünün ve barajların, hava alanlarının altlarında şifrerli tahrip kalıpları var. Şifreleri de Genel Kurmay’da. Bir savaş yada olağanüstü durumda bunlar patlatılacak herhalde! Önce bunları sökün, bölge tehlikeden arındırılsın, sonra mayınları düşünürüz! Dönemin, savaş ortamının bütün nimetlerini cepellenize eden, rantçıların, savaş ağalarının cirit attığı bir ülkede ‘’Mayınların kahpeliğinden’’ bahsederek duygu sömürüsü yapan bazı sanatçılar yada ‘’federasyon’’ tezi sahibi siyaset ihalecileri, yitip giden yüzlerce Kürt yerleşim alanını, ölenleri, sakat kalanları cezavlerindekileri, şehitleri vb.. açıklamalılar. Bunun gündemini elde tutmalıyız. Devleti ancak böyle bir savunma düzeyi ve zemini rahatsız eder. Yoksa demokrasi oyunlarına devletin ve erkanının karınları tok. Bu işte, 12 Eylül’den bu yana çook Kürt de var hani. Bu bedelsiz erat takımına, Köy, iz kalmadı Kürdistanda, ne haber hamşehrim diyeceğim geliyor.. ‘’Ne aile kaldı, ne çocuk, her şey tarumar‘’.. ‘’Bir yudum tiyatro’’ kaçağı, kaçığı hovardalar, bizim çaresizliğimiz ve yoksulluğumuz üzerine bütün oyunlarını kuruyorlar. Türkücüler bizim türkülerimizi, menşe ve ad belirtmeden tercüme edip edip söylüyorlar. Türk sineması bize uyarlı.. Daha ne diyeyim. Devlete bundan iyi asimilasyon aracı olunur mu? Yardım edilir mi? Böyleleri Çahş bile olamazlar!. Zemin kaygan, zemin hayın bir pusu gibi. Ayrıca, bize yapılanlar 12 Eylül’den bu yana yeni değil. Bu devlet, kuruluşundan bu yana bunu yapıyor ve bizi tanımamak için her dalevereye başvuruyor. Zaman kazanmak istiyor hep. Bunun için göstermelik tiyatrolar, ‘’Anadolu Ateşi’’ adı altında topyekûn folklor tanıtımı, Kürt değil, Pontus değil, vb.değil, ama ‘’Anadolu Ateşi’’.

Bir de, sabahın erken saatlerinde, hem de 45 dakikacık Kürtçe türkü ve haberlerle, o da Türkçe açıklanarak yayın, hepsi bu, ayıp be.. Hem de bölge yayınlarında.. Özel TV’ler buna yatar mı.? Devlet yayınları ile ve sürekli olmalı, bunu program olarak öne sürmeli ve diretmeli Kürtler. Buna çarpmamaya dikkat etmeliyiz, mayına değil. ‘’Türk oğlu Türk’’ olduğunu ifade edenlerin eğlence şovlarında, reyting için bir/ iki Türküyle, ‘’Canê’’ yada ‘’Rindamin’’ı dön dolaş söyle.İşi idare et, emir gelince de bu düzeyden de gerekçesiz çekiliver. Son zaman kesildi bu işte, burada bitti. Esas mayın bu. Çarptı ve kesildi.. Kürt dili için de bir Kürt Dil Kurumu kurulmalı, Kürtçe gramer ve sözlük devlet tarafından basılmalıdır.

Siyasi çehrede askerlerin ve istihbaratın elinde, korucular da, itirafçılar da hemen hepsi kullanılıyor. Milletvekilleri 3-4- yılda daha meclise bile alışamadılar. Çünkü üç’lü, dötrt’lü koalisyonlardan, en güçlü partilerden iki küçük ve yeni partiye meclisi bölüştürmek akıl işi değil. Kimse listenin en altında bile kazanacağını tahmin etmedi. Listeler doldurulmaya çalışıldı, herkes yazıldı. Gelen geldi meclise, hepsi seçildi de ondan alışamadılar daha. Kaşarlanmışlar pek yok. Onlarda pişiyorlar. Yerlerini çok beğenmişler, özellikle ‘’devletin bölünmez bütünlüğü’’ konusunda korkulu davranıyorlar ve yerlerinden olmaya niyetleri yok! Bu propagandanın bir içeriği olmalı ve diğer devletin ‘’asıl sahipleri’’ askerler de öyle diyorlardı, birden toz oldular. Birine iktidar diğerine muhalefet verilen iki parti, biri Laik Kemalist diğeri Ümmetçi Kemalist yapı dönemi idare etmeye başladı. Her on yılda bir müdahale ettikleri bu siyasi yapı, meclis nasıl ve ne ölçüde değişmişti acaba?

Dolayısıyla, Kürt Sorunu yok, müslümanlık var, ümmet var oldu. Bu bir panzehir olarak getirildi. Devlet bölünmez. AB yolunda da CHP var, var da var. Zaten Kemalizm’in el atmadığı ve olmadığı devlet yanı yok ki. Şimdi de Kürtçü Kemalistler türedi. Ya Allah ya sabır, Kıyamet alameti! Bunlar ikide bir ateşleniyorlar, fitilleniyorlar. İleri talepler, ‘’yeni’’siyasal partiler vb.. Hop birden sesleri solukları bir yerlerine giriyor, kesiliveriyor. Nasıl anlatalım, nasıl savunalım. Ne bir kürsü, ne bir olanak. Bütün doğrular, mücadele biçimleri, kişiler tecritte.Hepsine düşmanlık peydahlanmış. Cezaevi uygulaması dışarıda da devam ediyor. Gün ola harman ola, acaba olacak mı?

Askerlerde alışkanlık olmuş, devleti zorla ele geçirme bir huy halini almış. Ve belli aralıklarla mutlaka yapılması gereken bir durum gibi. Bu işe müptela olan omuzu kalabalıklar ne olurlarsa olsunlar, bir darbeden sonra iyi yere geliyorlar. Cumhurbaşkanı bile oluyorlar. Güzel iş. AB hukuku da umurlarında değil. Sallamıyorlar. Biz ‘’anayasal bir kurumuz’’ deyip, MGK (Milli Güvenlik Kurulu)’nu hemen dayıyıveriyorlar. Nasıl olsa Türk siyasetinde kabadayılık, Kasımpaşalı’lık, Arnavutluk, Kürtlük, Boşnaklık iyi bir takma ad. Aldınmı gitti. AB nedir ki! Artık kimin kime dayadığı belli olmuyor, dayıyorlar.

Bu müdahale tarzları somut suç olduğu halde, hiç bir general yada Konsey üyesi yargılanmıyor. Yani ‘’asker siyaset yapıyor’’. Siyasi liderleri ‘’sürgünlere’’de yolluyor. Asıp, ‘’kesebiliyor’’. Aradan yıllar geçiyor, bir bakıyorsunuz asılan ve onun için askeri darbe yapılmış unsurlar, en üstte adları ile anılıyorlar. Adları hava limanlarına veriliyor, sokaklara, caddelere, parklara, üniversiteler’e vb.. veriliyo! Çoluğu çocuğu siyaset arenasında egemen oluyor, adlarına partiler kurdurulup yönetiliyor, yönlendiriliyor.. Peki kim suçlu? Onlarsa neden affediliyor ve böyle sonuçlara geliniyor. Yok askerler suçluysa, neden yargılanmıyorlar? Bu darbeler neden oluyor, kimse bilmiyor. Binlerce insan bu sakat tartışma ve uygulamada ağır yara alıyor, travmaya uğruyor, tedavisi mümkün olmayan hale geliyor, getiriliyor.

Ve en önemlisi de, siyasetten men edilenler, tekrar askerin çizdiği parkurlarda koşuyorlar, koşmaya devam ediyorlar. Bir açıklama yok. 12 Eylül gibi müdahaleler de böylece maşrulaşıyor. Men edilmiş olanlardan Başbakan olanlar da, Cumhurbaşkanı, bakan ve milletvekili olanlar da var. Hemen hepsi, çalışma dönemlerinde Genel Kurmay’a madalya da veriyorlar, askeri överek bitiremiyorlar. Ondan sonra da ‘’ demokrat’’ oluyorlar. Bunlar, Ecevit’ler, Demirel’ler hemen hepsi Kemalizm’in, askerlerin, cuntaların yardakçıları, yalakalarıdırlar. Has Kemalist’lerdir. Zaman zaman hep bir ağızdan bağırdıkları da oluyor; ‘’o şimdi asker, canı neler ister’’ de diyorlar ve askere verdiklerini verip, seslerini kesiyorlar. Hatta, askerlerin hatırına AB sürecini bile hala ‘’düşünelim’’ deyip geçiştirenler de var aralarında! Onu da sallıyorlar.

Evren geliyor, ‘’onlar tencerenin dibini kirlettiler, biz temizleyeceğiz’’ diyor. Bir de bakıyorsunuz ‘’tencereyi kirletenler’’ iş başında. Yani askerler de onlar gibi, karşılıkı işi idare ediyorlar. Peki kime ne zarar veriyorlar, kaybeden ne? İşte sorunun can alıcı yanı burada gizli. Bunu da, ülkelerini Kürtlerin doğal haklarının bile verilmemesi pahasına çok seven seven demokraratlara sormalı!

Evet, böyle bir ‘’al gülüm ver gülüm’’, kışla edebiyati altında ne ‘’solcular’’, ne ‘’komünistler’’, ne ‘’demokratlar’’ vb.. gelip geçti. Ama, köprülerin altından da çok sular aktı. Sular akınca, çok şeyi aldı silip /süpürdü götürdü de. Bir kuşağın ele asla geçiremiyeceği gençliklerini, umutlarını alıp götürdü onlardan. Bu gerçek ve samimi dövüşün amacına uygun bir gelecek gerekmiyor muydu? Yaratılanlar bu bedellerle olmadı mı? Bu kuşağın yerle bir edilen değerlerini ne geri veren var, ne bir tazminat ödeyen ve nede kabullenen. Gününü gün edenler türemiş, hızlı bir yaşam ve kim vurduya gidiyor her şey. Bunun en büyük sorumluluğu da, elbette PKK ve onun geldiği yerde aranmalıdır.

İşte böylesi bir travma içinde debelenip duruyor toplum. Bunun üzerinde tepişenler gayet rahat. Bu vahim durum büyük bir rehabilitasyonla ancak ve kısmen tedavi olabilir, ötesi boşuna gevezelik olur. Nutuk çekenler ve alışılmış kabakuvvet gösterileri ile sorunlarını çözenlerin, en başta bu hastalıktan arınıp demokrat bir yapıya ulaşmaları sorunların önünü açar ve olguyu geleneksel dedikodudan belki çıkarır. Herkes herkesle ilgili rahatça dedikodu özgürlüğünü kullanıyor, kabadayılık özgürlüğünü kullanıyor, gücü yeten yetene bir ortamda devletin de fırsatları ganimet bilerek, kendi programını oturtması kolay oluyor. Siz adına ‘’derin’’ deyin, bence devletin kuruluşundan bu yana her yanı derin.. Osmanlılığın ve Bizans taklitçiliğinin gelip geleceği yer buradır, bundan kurtulmak zor. Avrupalı’lar bu entrikalardan bıkmış usanmışlar. Tabii bazı ‘’devletler’’ hariç!

Türk ve diğer ulusların, azınlıkların solcu ve demokratları büyük oranda sürgünden geri döndüler. Zararın neresinden dönülse yine zarardır, ama döndüler. Bizi umursamıyorlar. 12 Eylül’ün üzerimizde açtığı derin yaralar sarılmıyor. Çünkü onlar bu travmayı, 12 Eylül’ü hiç ciddi tartışmadılar. Üstelik bir kısmı övdüler de.. Ama, Kürtler açısından durum çok farklı ve zordu. Türkiyeye her ödülü verip gidebilenler, her şeyden vazgeçenler, işi güncel, ‘’demokratik’’ yada PKK eleştirisine çekerek idare edenlerle, İstanbul’u ülke görenler, metropole yatırım yapanlar, Kürdistanı beğenmeyenler vb.. ile ne yapılabilir. Bizim ülkemiz Kürdistan’dır ve biz özgür, demokrat, bağımsız bir ülkenin sahibi olmak için uğraşmalıyız. Bunun en önemli engeli de Kürdistan’ı parçalayıp sömürgeleştirmiş devletlerden kopuştur. Güney’de bir ayak parçalandı, yerine oturma mücadelesi veriliyor. Ulusal çıkarlarımızı iyi bilen ve savunan uluslararası bir sermaye sınıfına ihtiyacımız var. Devlet sürecinde ciddi bir bürokrasi gerekiyor. Senin benim adamım yerine devleti, ulusu esasalan bir yapılanma gerekiyor. Ve sosyal kurumlar. Bu süreç zor elbette çalışmalı ve sabretmeliyiz. Ayrıca Kuzey parçası Ortadoğu’da bir devlet için gerekli, çözüm için zorunlu.. Bu nedenlerle Türkler tantana yapmamalı, biz bütün haklarımız verilerek kendi kaderimizi çizmeliyiz. Ondan kopmak dünyanın sonu değil. Travma ortadan kaldırılmalı, bölgemiz devletin olanakları ile kalkındırılmalı ki biz kemdi kaderimizi tayin edebilelim en azından bir referandum ile Güneyle birleşebilelim. Bunu evirip çevirmeye gerek yok, bazı tezlerle ertelemeye gerek yok. Ortadoğuda denmokrasi ve barış içinde yaşamaya ihtiyaç varsa Kürt Sorunu böyle desteklenir ve çözüme ulaşır.

Şu işin ilginç yanına bakın ki, Türkiye’deki bu ağır travmayı, hiç olmazsa darbenin siyasal yönüyle sağ dedikleri kesim tartıştı, eleştirdi, tavır takındı, ama ‘’sol , sosyalist’’ hele ‘’komünistler’’ hayır! Bugün Ortadoğu’da oluşan bir Kürdistan’ı bile yıllardır verilen mücadeleyi görmemezlikten gelerek, çok gören komünist Baasçı anlayışa çanak tutanlar çoğunlukta..Türkiye’yi yerle bir eden, yıllarca geriye götüren, gerekçesiz 12 Eylül’cüler villalarda, onların yargılanması bile istanmiyor. Düşünün, Saddam ve yandaşları direnişçi görülüyor, onun yargılaması kıyıdan köşeden rasyonelleştiriliyor. Hele Türk basını. Babı-ali’nin kalemşörleri Osmanlı’dan kalma anlayışları, Kemalizm zırhı ve aşılamayan Türkçülük payandasının arkasın sığınarak tepiniyorlar, Kıvırtıyorlar.

Bir suç var ve bunu sol meşru görüyor. Şimdi de, ‘’Allah’’ın her yerde çoğaltıldığı ortamlara adapte olmak için, büyük baş solcular hep hükümeti destekler oldular, hatta aralarından bazıları ‘’yeni namaz kılmadıklarını, senelerdir kıldıklarını’’ bile açıklayabildiler.. Daha önce dindar olan şair ve yazar arkadaşlara olmadık küfürler edenler, şimdi ‘’öbür dünyayı’’ da garantilemek için sıraya girmişler. Domalıp kıçlarını şempanzenler gibi dışarı çıkarıp her yerde yalvarıyorlar.

Bu yalnız Türkiyenin değil, Akdeniz ve Ortadoğu ülkeleri solunun, komünistlerinin geleneksel bir ahlakı. Güney Kürdistan’ı yorumlamaya başladılar bile. Saddama ise birşey yok. Bize diyorlarki,

*Bunlar devlet olamazlar? Niçin olamayız, belli değil.

*Bunlar kendilerini yönetemezler? Niçin, bellideğil.

*Bunlar bunlar..

Güney Kürdistan’ı tehlike görüyorlar, niçin, Türkiye için. Bu onların işi mi?

İnanın, bu kocabaşların, 12 Eylül travmasından kurtarılmış, arta kalan tımarhanelik kafaları ve her ödünü veren kişiliklerinin kendi devletlerine de yararı yok. Ama,bizim aleyhimize görevlerini tamamladılar sayılır, hem de iyisinden. Onlarında, en azından, Bodrum’da bir viillayı hakettikleri kesin. Böylece Evren paşa’nın da komşusu olurlar. Hoş ihtiyaçları yok ama, yaptıklarının karşılığı için verilmeli, verilir de.

Bu kalentör kalemşörlerin çoğu ile günlerce aynı tezgahta biz de yuvarlanmıştık. Ama niteliğimizi, ulusal benliğimizi redederek değil. Onlar 12 Eylül’e hoş geldin dediler. Biz bedel ödedik, ezildik. Hala bir geleceğimiz olmadan mücadeleye devam ediyoruz. Türkiye ile hesabımız bitmedi, bitmeyecek de. Hesap kitap görenler, İstanbul’u, İzmir’i özleyenler yanılıyorlar.

Onlar, 12 Eylül’ün teorisyenleri oldular, biz eleştirmenleri.Onlar, 12 Eylül Harekatını ilerici, devrimci saydılar, biz Kemalist, gerici, zulümkar.

Aslında büyük ve küçük biraderler sayılırlar ama, sağ bunu yapmadı. Yine de, zaman zaman ortaklaşa, senli benli oluveriyorlar. Bugün danışmanlarının çoğu eski tüfek ve komünist olan büyük firmaların arkalarında bıraktıkları, yalnız Kürtler ve kürdistanın kanlı , imha edilmiş boşaltılmış hazin durumu var. İş adamları ve sanayiciler onlardan çok demokrat, Kürt Sorunu’nun çözümü için askerlerin ve devletin çılgına döndüğü raporlar bile yayınladılar.

Soldaki Perinçeki Küçük Bellidir. Kolumuzda pazubentlerle kendisini koruduğumuz, poliste onlar için, onlarla ilişkiler için sorgulandığımız Ç. Altan ve benzerleri ise daha başka. Örneğin, TİP Genel Kurulları’nın birinde, Ankara’da olacak, kavganın ortalarında Genel Kurul Başkanlığından ‘’Kıro’’ diye bağıran Ç. Altan’ın bize bir özeleştiri borçlu olduğunu da belirteyim. 12 Eylül’ü ‘’duyduk askerler iktidara gelmiş. İyi de olmuş. Bu yol bizim yolumuzdur, Atatürkün yoludur’’ diyerek manidar karşılayan Çetin ağabeyimiz, her şeye teşhis ve tedavi koydu da, Kürtlerle ilgili bir tek kelime, hiç olmazsa bu travmayla ilgili çıt etmedi. Hayret!

En son Doğu efendi ‘’Apo’yu devlet iyi kullanamıyor, ben birkaç saatte onu ayarlarım’’ diyebiliyor. Başka şey yok, kendi yaptığı ettiği yıllarca anlatılsa bitmez. Hey gidi hey!

Uzat uzatabildiğin kadar. Türkiye’de Atatürkçü mü yok, yalaka mı? Kemalizm’de her şey var.

Peki, 12 Eylül’ün yarattığı bu ağır travmanın hesabını kim ve nasıl ödeyecek? Saddam gibi bu ağır suçtan yargılanacak sorumlu kimse yok mu? Daha düne kadar, özellikle Kürdistan’daki her tezgahtan sorumlu olduğu kanıtlanan bir general, üstelik geleneklerine uymayan biçimde Askeri Şura öncesi göreve tayin edilerek, övgülerle askerin başına geçirildi. Değişen yok. Bu tarihi bir ibret vakası.

Kısaca, sonuç olarak hiç bir darbe meşru değildir diyorum. Kişileri, müesseseleri, düşünce ve duyguları darbe ile sınırlamak, imha etmek, yargılamak ve kaba kuvvete maruz bırakmak adaletsiz, hukuksuz bir davranış. İmparatorlukların, peygamberlerin bile bir adaleti vardı. Kahrolsun bütün darbeler. İnsanları uğruna dövüştükleri, inandıkları şeylerden ayrılmaya, görüş ve düşüncelerinde değişmeye, yenilenmeye vb.. ikna etmek gerekir. Buna ilkeler ve kurallar koymak gerekir. Her insanın savunma hakkı vardır, herkes kendini ifade edebilmelidir. Bunlar demokrasi anlayışımızın birer göstergesidir.

Türkiyede olan biten aynen Kürtler’e ve özellikle Kürt değerleri zayıf, sözüm ona devrimci değerleri fazla, sosyalist olan Kürtlere de aynen yansımış. Bu entrika, katakulli, darbecilik, kabakuvvet anlayış ve davranışları nasıl ortadan kaldırılacak? Buna, diğer Kürtlerden önce PKK kadroları mutlaka karar vermeli. Dikkatli olmalıyız, dedikoduları, darbecilik anlayışını hiç olmazsa Güney’e taşımayalım. Özeleştiriden utanmayınız. Kürdistanı yeni döneme hazırlamalı ve oyunlardan temizlemeliyiz. Neye mal olursa olsun Güney’de ele geçirdiğimiz bu fırsatı iyi kullanmalıyız. Çekim alanı olmasını sağlamalıyız. Dostlar sevinmeli, düşmanlar da çatlamalı.

Türkiyenin hiç bir darbeci, zorba ve askersel önerilerine evet dememeliyiz. Bu ulusal politikamız olmalıdır. Kürdistana dil, kültür, yol kalkınma, eşitlik… getirecek programlara ortaklaşa karar verilmeli.Ulusal politikamizin gereği budur, bunlar nasihat değil döneme denk düşen zorunluluklardır..

Bu travmadan doğrudan dolaylı zarar gören herkese selam olsun. Etrafımıza, yakınlarımıza, ailelerimize verdiğimiz zarardan ötürü onların bizi affetmeleri, bizi bu darbelerin getirdiği zorunlu süreçlere bağışlamaları gerekir. Babamızın, anamızın kardeşimizin ölülerini bile göremedik. Doğru bir programın ve zorlu bir sürecin içinde samimi ve içten çabaladık, bedeli ağır oldu. Ama hayat maddiydi, bunu biraz düşünmek, herkes kader, yalakalar, hayınlar, muhbirler ve yağcılar kadar bize de haktı, yapmadık, yapamadık. Bu zor geçidi belki Güney’deki gelişme ile geçebiliriz, yoksa Kuzey Hareketi gerçekten ve bütün boyutları ile yenilmiştir, bütün bunlar yenilginin izdüşümleridir.

Bitiriken, Kürt Hareketi hiç bir zaman terörist olmadı. Bunu ısrarla belirtiyorum. Ne Güneyde, ne doğu da ve ne de Kuzeyde. Hep ulusal kurtuluşçu bir zeminde yürüdü, şimdi de değil. Terörist olan bölge devletlerinin kendileridir, bunu da bilelim.

Selamlar.

Mümtaz Kotan /Almanya- 12 mart 2006

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar