Hakkımızda

2015 yılının sonuna geldiğimiz bu günlerde, yine Kürtler kan ve gözyaşları içinde dünyanın orta yerinde, özgürlüğü ve bağımsızlığı olmayan bir ulus olarak duruyorlar. Belki de tek örnektir dünya için.. Ama, “her şeye kadir” olan ve bir türlü söylenemeyen uluslararası çıkar ilişki ve çatışmaları ekseninde, en aşağıya çekilmiş programlara bile layık görülmüyoruz. Son zamanlar Ortadoğu’da elle konulmuş gibi, yeniden keşfedilmiş yönetimlerin şu ya da bu biçimde alaşağı edilmeleri sürecinde, gizli hesaplaşmalar içinde bazı ufak tefek, göstermelik, en önemlisi de süreci sınırlandıracak zorunlu değişimler Türkiye’de olabilecektir, olacaktır. Eğer, uluslararası programlar gerekli görürse, bu “çözüm” paketlerinin açılmasında, tarihsel süreçte her zaman olduğu gibi, her yere dağıtılmış, “uygun” bazı “Kürtler” de başköşede olacaklar..

Özellikle, Kuzey Kürdistan için söylediğimiz bu olay ve olgular, açık bir yenilginin boyutlarını da beraber taşıyor. Bütün direniş ve çabalara karşın, diğer parçaları da kendi programlarına adapte ederek; terörizm, bölücülük vb.. suçlamalarla Türkiye, ortalığı toza dumana katıyor. ‘’Kırıntılarla yetinin, bu benim sadakamdır, kimse size birşey vermedi,ben verdim, demokrasi vb..’’ tantanalarla, kendi Kürtleri’ni de yaratarak, bütün araç ve gereçleriyle üzerimize çullanmış durumdalar.

Bu dönemi de, belli bir hukuk ve demokrasi anlayışı içinde ifade etmek, ayakta durmak ve ortak bir güç dengesi yaratmak gerekiyor. Modern yaşamın gerekleri içinde birşeyler söylerken, utanmak ya da sağa sola çamur atarak, olmadık karalamalarla ortalığı devletin çıkarlarına uygun hale getirme işgüzarlarının önünde nasıl duracağımızı da bilmek zorundayız.

Bütün bu nedenlerle, yurtsever yanı, doğru söyleneni, gerekli olanı talan ediyorlar, susturuyorlar ve de kamuoyuna demokrasi getirdiklerini, onun alanını genişlettikleri eğilimini veriyorlar, bununla övünüyorlar da.. Gecikmiş ve dünyada artık çok doğal olan şeylerin yapılması aslında övünülecek şeyler değil, tersine özür dilenmesi gerekli şeyler.. Bir yandan terörizm suçlaması ve öte yandan biçimsel, dinsel kaynağa, programlara hizmeti esas alan çözüm önerilerinin adı da demokratikleşme oluyor. TEK’lerin, (‘’Tek devlet, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Dil, Tek Din, Tek bayrak, vb...’’) yeni döneme denk düşen ve Kemalist egemenliğin eskiyen yanlarının törpülenip boyanması ile perçinlenmesi geçidinde, kuzey Kürtleri olarak yalnız ve çaresiz ilerliyoruz, direniyoruz da..

Adaletsiz ve anti-demokratik yeni projelerin, uygulanabilen alanlarının yavaş yavaş oluşmaya başladığı bir süreçteyiz. Bu nedenle, en aşağılara düşürülmüş ya da düşürülmeye çalışılan çözümler dayatılmaya, birçok unsur şu ya da bu biçimde ve bazı yerlerde kullanılmaya özen gösteriliyor. Sanki, getirilecek demokrasi onların iş ve yaşamlarının bir güvencesiymiş gibi..

Bu arada, gizli saklı birçok çıkar da sessizce arkalarda biçim alıyor. Bu haksız gelişmeyi ibret ve hayret içinde izliyoruz. Kuzey Kürdistan’ın son 30-40 yıllık muhalefeti hiç önemsenmiyor, tersine suçlanıyor. En başta da, hiç ilgisi olmayan din kardeşliği başını almış gidiyor. Bu bağlamda, devletin Kürtleri, aileleri, bazı aşiretler, bizim kültürümüz ve yaşam biçimimize tamemen ters görüntüler, davranış biçimleriyle devlete, hükümete yağ çekmenin gönüllü sırasına girmiş bulunuyorlar. Bu da, koruculuğun silahsız yeni biçimi sayılabilir. İlkel söylemler, değerlendirme ve gösterilerle yapılan törenler o biçim..

Gelişmeler ve sömürgeci devlet, bizi, Kürt Ulusu’nu ve bir bütün olarak Kürdistan’ı sindirmek, istediği sürece ikna etmek ve sonunda ‘’kahraman ordusu ’’ nu galip olarak tarihe geçirip, bu döneme de istediği adı takmak istiyor. Bunun için bütün araç ve gereçleriyle harekete geçmiş durumda. Gerek diyasporada ve gerekse Kürdistan’ın diğer parçalarında oluşturduğu arka bahçelerde, pazarlarda, her türlü çıkar ilişkileri, rüşvet ve başka birçok yardımlarla hareket ettirdiği gönüllüler dışında bizlere adım attırmıyor. (…)

‘’Bazıları’’ (ki, bunlar bugünlerde çoğaldılar), ‘’yazılar’’ yazarak bize laflar atıyorlarsa da, yine tekrar edelim; Kürdistan sorunu devam ediyor. ‘’Bazıları’’ yetinebilirler, ama önerilerimiz yerine gelmedi, getirilmedi.. Dolayısıyla ‘’çözüme’’ kadar tekrarlar olacak. Hergün keyfi magazin yazıları, dedikodular ya da kabadayılıklar yazmak yerine, isteklerimizi sonuna kadar tekrar, her zaman yine de iyidir. Bizi ayakta tutar. Peki, hangi tekrar en çok gerekli. Hangisinden rahatsız oluyorlar en çok. Şu; bu dönemi ciddi programlar ve birlikteliklerle geçirmek zorunlu.. Bundan, bu tekrardan çok rahatsız oluyorlar.(…)

Oysa, İslam’da da ibadet tekrarlardan ibaret. Çünkü, ulaşılması zor istekler olduğu için. Eğer gözle görülmeyen, elle tutulmayana ulaşılsa ya da ulaşmak belli olsa, tekrarlar biter. Bizim de programlarda ısrarımızdan rahatsız olmamak gerekiyor. Üstelik bizimki elle tutulur, gözle görülür şeyler. En aşağıya çekilmiş şeyler bile sadaka gibi ve gün geçtikçe daha da aşağıya iteleniyor. Biz birliktelik dedikçe, Kürtlerin birliği başka çağrışımlar yapıyor. Buna karşın ‘’aman Kürtler birleşmesin’’ isteyenler ortalığı sarıyor.

Uydurulmuş kariyerlerle, “demokrasi önünde engel olmayalım” vb.. tarzında, devletçi gelenekle donanmış, çok parçalı Kürt toplumu ve giderek herşeye rıza gösteren devletçi aydınlar ve gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir Kürdistan kafalara yerleştiriliyor. Böylece bizim işimiz de başkalarının izin ve icazetine endeksleniyor. Ve de Allah’a emanet ediliyor. ‘’Allah yar ve yardımcımız olsun’’ denilerek, verilenle yetinin programları, demokratikleşme, vb… ortalığı sarıyor. Kürt Sorunu bu değil ve Allah’a emanet olan şeyler gibi, başkalarının değirmenine su taşımayı, çözümsüzlüğü dayatır.

Zor ve bedeli çok ağır ödenmiş bir süreç var ve geldiğimiz, getirildiğimiz bu yerde, hepimizi bağlayan bir hukuk olmazsa olmazdır. Bir de şu zavallı demokrasi üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Onu da kurtarmak bize düşüyor anlayacağınız..Böylece, bu iki yanın gerekli çalışması adaleti zorunlu kılacak, bu da başta eleştirinin boyutlarının belirlenmesini ve ardından özeleştirinin gerekliliğini de önümüze koyacaktır.

Yanlışlar eleştirilmeli, yanlış yapan bunu açıklayabilmeli ve bundan dönebilmelidir. Modern toplum kuralları bunlar. Küfürle, kin ve nefretle, öfke, özellikle yalan vb… davranış, söylem ve tavırlarla siyasal duruşu karıştırmamak gerekiyor. Bu Kürdistan Sorunu için son derece önemlidir. Biz bu yöntemlerle bütün hayatımızı harcadık.. Amansız bir mücadele , pazarlıksız, yalansız, katakullisiz 40-50 yıl gelip geçti. Şimdi dostluklar bile pazarlık konusu yapılıyor, bir selamı bile esirgeyenler türedi.. Tanımamazlıktan gelenler de çoğaldı.. (…) Kürt diyen, Kürdistan diyenlerin, mücadele içinde başka amaçları olmayanların, çıkar ilişkileri ya da mücadele edilen devletin tezgahlarında boy göstermeyenlerin, yani mücadelenin bu gereklerini anlayanlara helal olsun..

Gerçekten, gerek ülkemiz ve gerekse bölgemizde tek yanlı çıkar ilişkileri kendini dayatmış durumda. Özellikle ülkemizde büyük bir Pazar kurulmuş ve ‘’kimin eli kimin cebinde’’ belli değil. YDD’nin izin ve icazeti ile çizilmiş sınırlar içinde, ülkemizde bize dayatılmış haksız, kirli ve kanlı savaşın, taş üstünde taş bırakmadığı manzaraya bakıp, iç geçirmemek olanaksız. Artık ülkemizden kaçmış, başka yerlerde sığınmacı olmuş büyük bir ulus potansiyelimiz var.

Daha açık söylersek, mülteci bir ulus olmuşuz. Dersim tenkili’ nden bu yana, asimilasyon ve jenositin boyutları anlatılacak gibi değil. Her evde en azından bir ölü, bir cezaevi mahkumu ya da aranan, dağda olan, göçmen olup başka ülkelerde bulunanlarla, velhasıl paramparça olmuş bir aile yapısı.. Üstelik birçok itirafçı türemiş, devletin gönüllüleri oluşmuş, ayrıca yaratılan devletin Kürtleri, binlerce korucu, hem de silahlı, vb.. paramparça bir ulus olarak hala yaşamaya ve ayakta durmaya çabalıyoruz. Diğer parçaların ise, durumumuz umurlarında değil.. Anlayacağınız bir mezarlık gibidir Kürdistan. Bu gerçeğimize uyarlı siyasetler oluşturmak gerekiyor.

Başta, Türkiye’ye demokrasi getirme işgüzarlığımız son bulmalıdır. Bu, açıkça Marksist bir jargondu. Eğer bu da değilse, ayıptır söylemesi ahmaklık sayabiliriz. Bize bu, bir zamanlar enternasyonalizm adına dayatıldı, şimdi üzerimizde modası geçmiş bir gösteri gibi duruyor. Birçok Türk Sol”u kökenli (Türk kökenli lafı gibi..) yazar/çizerin ve daha birçok tayin yollu ünvan ve kariyerin bağışlandığı eski solcu, komünist ya da devrimcinin Kürt siyasetlerine kapağı atmaları, akıl babası kesilmelerinin “kıymeti harbiyesi”, görevli değillerse gecikmiş bir yeni serüven sayılabilir. Bu şamatada, diğer parçaların bazı eskimiş peşmerge komutanları ile siyaset bezirganları da boy gösteriyor..

Ama, bizim işimiz bu takımlarda oynamak değil elbette, Kürdistan siyasetinin döneme denk düşen programları oluşturmaktır. Buna, kolay yol vereceklerini de düşünmeyin. İbretle izlediğimiz bu görüntüler ardında, yalnız Türk değil, Fars, Arap, vb’ nin sol ve komünistleri de var.. Eski olanaklarını tekrar elde etmek için, şimdi partileri ile pazarlık yaparak ortalığı toz /dumana katan, yaşamlarında hiç de diğerlerinden geride olmayan birçok muhalifi, hayret ve ibretle izliyoruz.

Buna, konaklarda ikamet eden, ona buna maddi yardım yaparak oralarda dolaşan, korumalı Kuzey “Marksistler” ni de katabilirsiniz. Biz, bütün bir ömür uğraştığımız sömürgeci devletler devrimcileri ve onların içimizdeki Kürt kimlikli yandaşlarıyla, hep kanlı bıçaklıydık. Şimdi bile, intikam almak için her şeyi yapıyorlar. Bunları deşifre etmek ve tartışmak bir görev olarak duruyor. Eğer, Kürdistanlılar’ı ilgilendirirse, bu tartışmalar epey üzücü olacak. Bundan, ancak , “boya ve botoks” ile gizlenmeleri mümkündür. (…)