SAVAŞ TAMTAMLARI I, Mümtaz Kotan Kasım 2007

12. Juli 2017 | Von | Kategorie: Anasayfa, Araştırma

Türkiye’de olup bitenlerin
Matematiksel toplamı!

Günün fotoğrafı ve görünen somut manzara üzerine!
Kim ne anlarsa.

Bu kez biz de tam onların, bu  Türk milliyetçilerinin, Osmanlı’dan kalma Kürt, Ermeni, Süryani, Rum, Yahudi vb.. düşmanlığının   bileşkesi bir toplumun hezeyanlarına, isterikliklerine uygun şeyler yazmak istiyoruz. Tam onlara göre olsun, Başbakanlarının son günlerde neden icap ettiği pek  bilinmez ama,  ‘’nereden incelmişse oradan kopsun’’ dediği gibi. Tabii Tayyip,  seçimde böyle konuşmuyordu, ya da konuşturulmuyordu.

Savaş tamtamları; esas duruş, askersel emir/komuta altında, Türkiye’de  bütün kesimlerin topyekun milliyetçi hezeyanları ile başladı. Gazetecisinden, milletvekiline, ‘’demokrat’’ından ‘’sosyalist’’ine, ‘’komünist’’ine, askerinden esnafına, kadınlarına, çocuklarına vb..  kadar bütün Türkiye ayakta. Belli  bir eğitimin ve anlayışın egemen kılındığı bir toplumun somut göstergesi bu. Ne dinleyen var, ne anlayan.

Bayrağı kapan sokakta. Günlerdir Türkiye çapında düzenlenen yürüyüşler var ve medya bunu allayıp/pullayıp sunuyor. Adana, Ordu, Konya’da Barzani’nin, Talabani ve  Öcalan’ın maketleri ateşe verildi.  ABD’de protestoların  gündeminde.  Bütün  şehirler övülen , sunulan  bayraklı gösterilere sahne oluyor. Bir de Kürdistan’ın bir iki köyünde, Türkçeleri  düzgün sayılan unsurların mikrofonlara konuşturulduğu gösteriler. Ve Şırnak’taki azınlık bir grubun gösterisi. Ama bütün bu gösteriler, televizyon kameralarında  sağından solundan net olmayan biçimlerde gösteriliyor. Böylece düzenlenmiş ‘’haber’’lere uyduruluyor. Kayseri’de ‘’hiç görülmemiş bir kalabalık, her yeri kırmızı gösteri’’ de sunuldu. Yunanlıların Keseryani dedikleri Kayseri bu.

Şehitlerinin kanını istiyorlar!  Kürtler, bütün ülkede, daha doğrusu bütün  bölgede potansiyel suçlu. Ne yapalım, biz Kürtler de bu saldırılara, bu onur kırıcı duruma, bu kıyamet alemetine karşı nasıl duralım, nasıl birlikte hareket edelim?

Çıkarların çerçeve çizdiği ve globalleşme ile adlandırılan bir dünyanın orta yerinde Kürtler ‘’dost da, düşman da’’ bulmakta zorlanıyorlar! Şimdi sorun, ortak hareket etmenin, ulusal bir politikanın kendini dayattığı zorunlu  bir ortamda bulunduğumuzdur. Evet çok adaletsiz uygulamalarla karşı karşıya kaldık, hala kalıyoruz. Grup olarak, kişi olarak saldırılara uğradık, ezildik. Ama, gün ortak davranmanın ve ortak politikalar oluşturmanın günüdür. Bunu çok söyledik, anlayan olmadı.

Daha düne kadar ‘’sosyalist’’, ‘’demokrat’’ geçinenleri suçladığımız, eleştirdiğimiz zaman, bize olmadık küfürler edenler, onların fotograflarını yana yana koydukları bir güne ulaştılar. Perinçekler’den, Küçükler’e ve adlarını burada sıralasak, büyük bir liste ortaya çıkacak  olanlara  dönük açıklamalarımız sizce yerli yerine oturmadı mı?

Bize kardeşlik lafları edenler onlar değil yalnız, devletin tepesi ellerine bırakılan dindar geçinenleri de , sosyal demokratları da, adları ‘’kürtçülüğe’’ çıkanları da, PKK’yi gerekçelendirerek hepsi toplumsal olarak tümden anti-Kürt kesilmişler. Bu ne zalim bir anlayıştır. Bu ne zulümdür.  Bu sözüm ona iç ‘’muhalefet’’ ve tarafgirlikten yararlanan büyük bir askeri işgal yaşıyoruz. Markalarını sıraladığımız bu takımın icazeti de içinde olmak üzere, sivil savunma ve seferberlik gücünü de eklerseniz, istihbarat örgütleri elemanları ve muhbir ağı ile dev bir ordunun yarısı Kürdistanda konumlanmış (konuşlanmış da diyorlar! Kuş gibi yani..). Bunun nedeni ne ola acaba? Hani biz kardeştik! Şimdi net anlaşılıyor ki bu ordu yalnız bölge jandarması değil, Kürtleri de bekliyor, ‘’Vatanı koruyor’’. Dırrrrr! Hade, hadi, Hangi vatan? Bu sloganların hatırına, bu varsayımların ve rantçılığın  çıkarlarına, yıllardır bizim bütün çocukluğumuz, gençliğimiz, meslek hayatımız, ailelerimiz telef oldu, hepsi Türk milliyetçiliğinin mezbelesinde gömülü. Son yılların gençliğimizin kemikleri de ‘’El Bekaa’’da ne olduğu belli olmayan bir ahval içine itelenmiş. Görünmüyor, bilinmiyor. Beşar da bilmiyor!  Hala konuşuyorlar.Hayret bir şey!

Nefret etmemek mümkün değil, bütün ömrümüz cezaevlerinde, sürgünlerde geçti. ‘’İç Anadolu’’ ‘’Batı Anadolu’’ vb.. dediğiniz bütün bölgeler gidip te gelmeyen Kürtlerle dolu. Ne geçmişlerini, ne ailelerini ve nede gençliklerini açıklayamıyorlar bile. Hala konuşuyor, yutturuyorsunuz, ayıp be. Malımıza, mülkümüze el koydunuz, bunları da geri vermediniz. Öldürdünüz hesap vermediniz. Şehitlerden dem vuruyorsunuz. Bizim ki yok mu? Hem de isimsiz, kimliksiz gömülen milyonlarca insanımızın kemikleri de, şimdi kendi hesabınıza yontuluyor. Bu kez başka bir mazlum ulusun ögeleri de vatan ve millet için sizinle birlikte şehit olmuşmuş.. Bu ne ağızdır anlaşılmıyor. Bir kere  PKK terörist değil, bu yanlış ilan edilen bir şey. Ayrıca,  Kürt Hareketi yalnız PKK değil.  PKK de dahil, Kürt hareketi Güney’de, Doğu’da, Batı’da ve Kuzey’de  hiç bir zaman terörist olmadı. Kürt Hareketi kendi ulusal varlığı için  hala didinip duruyor. Terörist olan Türk Devletidir, Kürdistanı sömürgeleştiren bölge devletleridir. Osmanlıdan alınmış bir mirastır bu.  Gerçek olan, O’na, onlara  karşı savaşan  bir güç için savaşın kurallarını işletmeyen Türkiye’dir, bölge devletleridir.

Elbette, savaşta esir de olacak, bu da kural. Niçin, birkaç erin esaretinden  bu kadar işkilleniyorsunuz. Yoksa, o dünyada ‘’eşi emsali olmayan onurunuz, gururunuz’’ mu incindi? Kendinize yediremiyor musunuz?  Düşünün, yıllardır Kürdistan’da ölenleri, öldürülenleri, işkenceye alınanları, kaybolanları, sakat kalanları, hemen hepsinin akıbetleri meçhul. Ailelerine de sahiplendiklerinde olmadık baskı ve işkence, maddi ambargo uygulanıyor. Yüzü gülen kaç aileye rastlayabilirsiz Kürdistanda? Seçimler de 10 milyondan fazla oy kullanmayan var. Bunların çoğunluğu yazılamayanlar, kimliksizler. Evet bu rakkamı açıklayın da dünya nasıl seçimyaptığınızı anlasın? ‘’Doğu ve Güneydoğu’’ dediğiniz yerlerde neler olduğuna rüfailer bile yabancı. Allah, zaten Türklerin babalarının malı, O’nu her ulusa, azınlığa karşı istedikleri gibi kullanabilirler, kullanıyorlar.

Görünen o ki, Kürtler kamuoyu oluşturamıyorlar. Bir takım unsurlar devre dışı tutuluyor. Biz de olanaklar elvermediği ve gerekli araçlar olmadığı için sessiz/sedasız duruyoruz. Hep içimize atıyoruz. Oysa, çok ciddi bir muhalefet oluşturmak kolaydır.Kamuoyu oluşturmak ve lehimize bir ortam yaratmak, Türkiye gibi ya da öteki bölge devletlerini teşhir etmek, deşifre etmek kolaydır. Yalanlarının haddi var hesabı yok.  Bunları biliyoruz. Türklerin üstesinden  her açıdan, tarihsel, siyasal, bilimsel, güncel  vb.. gelebiliriz. Onların demegojilerine pabuç bırakmayız, ama gel görki olanak yok,  araç yok.

Çok üzgünüz, hele şu son olaylar bizleri çok tahrip etti ve derinden yaraladı. Neden sesimiz çıkmıyor, çıkamıyor. Bunca saldırı, bunca zulüm ve hakaret bize gerekir mi?

Dünya’da eşi ve emsali görülmemiş bir toplum Türkiye. Gerçekten zorla yaratılmış, melez bir ulusun, bütün  zamanların zorla ortadan kaldırdığı yanları, yasakladığı yanları birer birer hortluyor. İnsani, ahlaki ve de çağdaş hiçbir şey bulamazsınız bu  ulusun ve devletinin davranışlarında. Bizim ona karşı ulusal  mücadelemiz yönündeki haklı ve mütevazi çabalarımızı da, geleneksel yapısı gereği korkunç bir yere taşıyor, hapsediyor, anlamsız kılıyor.

Biz, hiç bir ulusu kınamadık, küçük görmedik, horlamadık. Ama,  adına Türk Ulusu denen ve zorla  yaratılmış, yere göğe sığdırılmayan bu ulus ise gerçekten ilginç. Ne idüğü belli olmayan askeri esas duruşa, emir komuta altına anında alınabilen bir ulustur.  Geçen gün, Türk TV’lerinde, (Türk diyoruz, çünkü onlar herşeyin önüneTürk sıfatı takmadam edemiyorlar, peynir olsun, helal et, biküiler, şekerlemeler olsun.. Oysa malın muhtevası, rekabet gücü, niteliği önemli, hangi ulusa ait olduğu değil. Sistem gereği  firma bir yerin, mal başka yerde yaptırılabilir.) Avrupa’ya demokrasi nutukları atıyorlardı. Bütün TV’ler ekranın sol üstüne  Atatürk resmi ve bayrak asmışlar. Ve adlarının başına da Türk koymuşlar.  Düşünün reklamlarında bile var; ‘’helal… bütün Avrupa’daki Türk Marketleri’nde’’ diye. Mal satıyorsunuz, o da Türk Marketleri’nde.. Neyse, esasa gelelim.

 

SEN ŞU ŞAMATAYA BAK!

TV’deki programların birinde insanın ilgisini çeken bir ‘’sanatçı’’vardı.  Yaratılan savaş ortamına öyle bir uygunluk yaratıyordu ki, sormayın gitsin. Siz, şu propagandaya bakınız ve karar veriniz. Bu ‘’sanatçı’’nın adı  Murat Göğebakan’mış . ‘’Ben şimdi Amerikadan geliyorum, bütün dünyayı dolaşıyorum. Bu dünya’da  Türk Ulusu gibi bir ulus yok, böyle bir nesil yok,  böyle bir tür yok’’ diyor. Adama bakın. Şu yaptığı tarife bakın. Hani şehitleri anıyorlar ya, yağ çekiyor.  Ama, bir bakıma gerçekten emsali yok Türklerin. O, Göğebakan,  övünme tarafından alıyor. Biz öbür yanından, vahşet, barbarlık, her şeyi kaba kuvvetle çözme, yalanı hayatın her alanında kullanma, kabadayılığı başbakanlığa kadar her yerde  hakim kılma  vb.. Böyle bir toplum gerçekten yok.  Adama bakın, Türklerin ‘’özel’’ olduğunu bar bar bağırarak ve artistik tavırlarla (bir görseydiniz) açıklıyor. Bu anlayış aşağıdan yukarıya bütün toplum kesimlerinde var ve kendilerini buna inandırmışlar.  Ardından da  dedi ki, ‘’ama biz Kürtlerle kardeşiz, nasıl ellerindeki askerlere esir derler, onları alıp, birlikte gelip güvenlik güçlerine teslim olmalılar.  Türk Güvenlik güçleri büyüktür’’.  Alın yorum size, eski kulağı kesik ‘’komünist’’ ve ‘’demokrat’lardan tam terbiye almışa benziyor!

Bu ilginç sahneler, yönetici hanımın da artistik tavırları ile 23.10.2007’de Show ( pardon ‘’Türk Show’’)da – arkasında bilinen bazıları olan, ama‘’yırtık hanımlar’’dan ötürü adı ‘’dobra dobra’’ olmuş program- gazetecilik, dedikodu ve magazinin karıştırılması ile  sahnelendi. Hayretler içinde kaldık. P. Suda’da üstüne bir yağ çekti, nasıl olsa ‘’para kazanıyor’’ya.  Bizim tabirimizle ilkel ve ‘’kıncıklanarak’’dediki, ’’evden çıkınca baktın 150 kişiler, dönünce binleri bulmuşlar.Ben de gidip katılacağım’’. Git katıl, ne olacak. ‘’Bayrak Mitingleri’’ne de katıldınız, arkasından MHP meclise girdi. ‘’Gelincik tarlaları’’ ters tepti. AKP de, ötekiler de bayraklarla çıktılar ortaya. Program yöneticisi  Müge hanum da, ‘’Genel Kurmay Başkanı’na bayılıyormuş’’.. Neden icap ediyor anlamadık. Yahu bu adam, derin devletin, özel harekatın başı, hakkında ciddi iddialar var. Nasıl bir televizyon  programında ona hayranlık ifade edersiniz. Bu gazetecilik mi? Anlaşılmıyor. Bu sadece bir örnek, onun için buraya aldık, hepsi böyle.

Bir felaket, sormayın gitsin. Örneğin,  tanırmısınız bilmiyoruz bir Ş. Kısaparmak var.  Gerçekten felaket.  Herhalde Kürt asıllı  ve Fatih Kısaparmak denilen bir ‘’sanatçının’’eşi.  AKP’den aday da oldu. Her telde oynuyor. Yağ çekiyor görmeyin, yüz hatları sahtekarlık dolu. Elazığlı diyorlar.  Yalaka mı yalaka.  Şehitler üzerine günlerdir tiksindirici programlar yapıyor, bir de şairlik ayağına yatmış, edebiyat parçalıyorki  görmeyin. Neler söylüyor neler. Rantçı takımının en somut örneği bunlar,  pazarlamışlar her tarafı ve idare ediyorlar.

Yeri gelmişken bir Kürt’ten daha söz edelim, Nejat Güllü. Herkes tanır, zaten kendisi de açıkladı, ‘’Halkımız bizi bu yere getirdi’’ diye. Yer neresi, meşhur ve maruf ‘’Güllüoğlu Baklava’’nın sahibi.Televizyon programına katılıp 20 – 30 Ekim arasında bir kampanya başlattıklarını ve bunun gelirinin ‘’Mehmetçik Vakfına ‘’ verileceği açıklandı. Helal olsun! Adam herkesi de bu tür kampanyalara davet ediyor . Eee sözünü de esirgemiyor, tüccar ya ‘’Kürtler bizden daha vatansever, onları PKK’den ayırtetmemiz gerekir’’ de diyor. Kendini Kürt saymıyor.  Bu gazeteci bayanlar, tatlıcılar, milletvekilleri, AKP grup başkan vekilleri bir de Kürtlerle ilgili dobra / dobra konuşabilseler, helal olsun diyeceğiz.

Bırakın tarihsel süreci,  biz silahsız mütevazi bir gençlik derneği kurmuştuk yıllar önce, 8 ayda bizi tarumar ettiler ve  1969-70 te içeri aldılar yıllarca yatırdılar. Bizlere,  niye Kürlerden söz ediyorsunuz, Kürtler, Kürdistan var diye niçin  savunma yapıyorsunuz diye, en ağır cezalar verdiler. Bütün hayatımızın her yanı bozuldu. Ebeddiyen suçlu olduk. Ve kırmızı bantlara geçtik. Yani, ‘’her şartta tehlikeli’’ kademesi. İstihbaratın, polisin ve ordunun ‘’şan ve şeref listeleri’’ne geçirildik. Hoş bizimde,  fırsatlardan yararlanıp sermaye edinenlerimiz, tüccarlarımız  ve devletin adamı payesine ulaşan ‘’Kürtçüler’’imiz olmadı değil. Aynen o günlerde para/pul edinip, şimdi poz veren Güllüoğlu gibilerimiz. Bir de bunu konuşsalar. O zaman kardeş değildik, bölücüydük. Bizim ‘’yoldaşlarımız’’dan mangalda kül bırakmayıp,  bizleri ‘’burjuva milliyetçiliği, bölücülük, Barzani uşaklığı, vb..’’ ile suçlayıp gidenlerde, Türkiye’ye kahramanlar gibi döndüler ve elhak paraları/pulları, villaları da yok değil. Onların da Güllüoğlu gibi bir ‘’hayır’’ işlemeleri gerekiyor. Bizlere kocaman bir özeleştiri borçları var. Geçene ‘’mazi’’ demiyorlar, tarih diyorlar.

 

SAVAŞ TAMTAMLARI HERYERİ TUTMUŞ, HAYRET BİR ŞEY !

Yalnız TV’deki bu programlarda değil,  adı sanı belli  basının her yanı, örneğin Hürriyet Gazetesi. Tümünü tanıyoruz, kabadayılar ya, helal olsun. 25 Ekim 2007 ‘de  manşet atıyor ‘’Talabani ve Barzani Ortadoğu’nun Dansözleri’’ diyor. Gazeteciliğe bakın.İlkel ve şerefsiz bir  gazetecilik.  Neyse.  Ertuğrul Özkök beyefendiyle umarız  bir gün görüşürüz inşallah! Bu hafta Vatan bir sayı siyah bastı. Milliyet zaten içine vermiş. Hepsi devletin yalakalığını yapıyor. Basının tepesine yerleşmiş ya da yerleştirilmiş bir kaç gazeteci, tümüyle buralardan  geçinen bu adamlar  büyük çıkarlar peşindeler. Kariyer yaptıklarını  başkalarına söyletiyorlar, ama bunu nasıl ve hangi mektepten çıkarak yapmışlar belli değil. Yapılanlara gazetecilik diyorlar, basın ahlak yasasına uyduklarını belirtiyorlar. Bunların  bir yasaya  uydukları yok, hepsi ahlaksız ve  hepsi tahrik, teşvik peşindeler. Baksanız bunlara gazeteci yerine siyaset adamı, bakan, görevli ya da polis müdürü filan dersiniz. Hem kamuoyu oluşturuyorlar, hem de kararlar veriyor, verditiyorlar. Kürtlere  ait gazete ve dergilere ise hayat hakkı yok.  Özgür Ülke’ye bugünkü baskın ilginç, yöntem değişmemiş; bize 40 yıldır polisin yaptıklarının aynısı, dökümanlar bulundu. Hangi döküman. Üstelik  bu uygulamalara basından, hiç bir yerden  ses yok..

Üniversite de aynı. Bilim adına, özerklik adına ve bilmem ne adına onlar da cübbeleri ile yürüyüşteler. Zaten milliyetçi kadrolar doldurmuş oraları. Elbette birkaç unsuru bundan ayrı tutabiliriz, onlar da azınlıkta ve kovulma ile yüz yüzeler. Üniversite şehitlerini anıyor, teröre lanet yağdırıyor. Araştırma, inceleme yok. Devlet geleneğinin ve kişisel kariyer hırsının arkasında, toplumu en üst seviyede üstelik ‘’bilimsel’’ olarak  terörize edenler esas onlar. Ve gençler bağırıyorlar, ‘’giderim kendimi fada ederim’’. Hepsi Hırant Ding oldu, hepsi Ermeni oldu. Şimdi sırada şehitlik mertebesi var. Dinci akım legalleştiği ve Allah ta çoğaldığı için, her kesimde olduğu gibi  Ünüversite de bu kez, o yana dümen kırıyor. Her şeyi ‘’Allah bilir’’, ‘’Allah’ın dediği olur’’ . Rektörler Komitesi de yürüyüşlere katılarak ve destekleyerek üniversitenin mehmetçiğin yanında olduğu msajını veriyorlar . Ne felaket bir durum.

Bunu söylerken, ne kadar vatanperver ve ne kadar işlerine güçlerine bağlı olsalar da, bir takım  öğretim üyelerini bundan ayrı tutmak da gerekiyor. Hepsini aynı kaba koyamayız. Eskilerde de, yenilerde de bazılarının uyduruk doktoralarına ve bilimsel bir yanın hak getirmesine karşın, bazıları bilimsel düşünme, yazma, araştırma içindeler. Doktoraları da, araştırmaları da söz etmeye değer. Bunları biliyoruz ve  son tantanada geride de kaldılar, ya da geriye itelendiler. Hep öyle oluyor. Geçen gün gazeteci olduğunu sanan A. Kırca, son şamataların tehlike yarattığı, Kürt/Türk çatışması gibi katliamlara bile yol açabilecek  boyutlar gösterince, uyarılara uyarak  alel /acele bir program yaptı. Dikkatli olalam demeye getiriyor şimdi de işi. Ama, programa katılan bilim adamlarına önce sınırlı konuşsunlar diye yağ çekti, tutturamayınca  bazılarına söz hakkı vermedi, ya da sınırlı verdi, onları sunmadı ve onlarla sık sık  tartıştı. Bunlar  bilimsel açıklamalar yaptılar, sorunu tarihsel, siyasal, ekonomik ve kültürel tüm boyutlarıyla ele almak gerekir dediler, yöneticinin gösterileri doğal tepki olarak sunmasını ve  siyasal refleks olarak göstermesini eleştirdiler. Biri vardı ki, adam korktuğunu bile söyledi (…) Bu program ‘’Siyaset Meydanı’’ olarak  Kanal ATV/ Avrupa’da 25..10 2007 tarihinde sunuldu.  Bahçeşehir Üniversitesi’nden öğrenciler de katılmışlardı,  onların bazılarının konuşmalarından ve sordukları sorulardan  Türkiye’de neler döndüğü apaçık belli oluyordu..

Adamlar özetle şunları diyorlardı;

‘’Eğer bilimsel konuşacaksak doğruları konuşmalıyız. Açıkca hgükümet panikte ve bunu kitleye de yayıyor.  Toplumsal refleks olmaz, bu kontrolsüzdür, dolduruşa gelmektir. Bir kriz vardır ve bu krizi yönetmek yerine, panik gösteriliyor. Daha başka biçimlerde protesto yapılmalı’’.  Buna karşın yönetici Kırca, yaptığı atraksiyonla yetinmedi ve gazi astsubay Babür’ün bir veteresini izleterek, yine sorunu aynı yere çekmeye çalıştı.  Sözünü değiştirerek, ‘’tepki olmalı ama, bu Kürtler’e karşı değil.  Ve toplumsal reflekste olmasın, ama ince bir hat tesbit etmek gerekir’’. Hani, Türkiye’de herkes herşeyi bilir ya, öyle işte.  Bir gazeteci de katılmıştı ve Kürt olduğu belliydi.  Ama, nasıl bir Kürt , pek bilmiyoruz. Çünkü, Kürtler envayi çeşitlendiler bugünlerde! Adam ‘’bölgeyi çok iyi bildiğini ve Kürt halkının açıkca tedirgin olduğunu’’ açıkladı. ‘’İstanbul’da, bölgede  çok tehlikeli gelişmeler var’’ dedi. Ama, yönetici program dışı diyerek tartıştırmadı, o da Prof’lar gibi sustu. Adı  Namık olacak..

Askerler zaten ‘’astıkları astık kestikleri kestik’’, paşam aşağı, paşam yukarı. Ne oluyo lan! Bu zaman bu zaman mı,  hala askerlik oyunu oynuyonuz. Bırakın bunu, aldığınız kararlar hep siyasi törpüleniyor, zaten çoğunuz emekli olunca da bir yerlere yamanmanın telaşı içindesiniz. Kesin sesinizi diyeceğim, kesmiyorlar. Emekli generaller  sorumlukluk olmasın diye her yeri tutmuşlar. Bazıları ‘’normal değil’’ bunların.  Geçen gün E.Aktaş’ın sorularına sözde cevap veren, -çünkü o bildiğini söylüyor, diğeri de  paşam, paşam  ediyor-  bir general var , Necati Özgen,  ‘’Bırakın şu Barzani ve Talabaniyi, peşmerge nedir Allah aşkına, bu  büyük ordunun, Türk Ordusu’nun önünde dayanır mı bunlar?  Terörün umudunu kıracaksın.  Biz Lice de bunu yaptık, hastahane yaptık, okul yaptık, şimdi teröre destek yok orada.  DTP liler devletten para alıyorlar (…)’’.  Hep zırvalıyor. Siz hiç bir şey yapmadınız, sadece ezdiniz, sömürdünüz ve horladınız. Türkleştirip, asimile ettiniz. Topluca kıyım, işkence, özel ilaç kullandırma, doğum kontrolü ayağına vahşet, vb vb.. Ama basında bu  yan ne arar, hiçbir şey  sormuyor, adam istediği gibi konuşuyor.  1. 2. 3. ordu komutanları, hava-deniz- kara kuvvetleri komutanları, hele hele Jandarma genel komutanı ve genel kurmay başkanı hep piyasada ve olmadık açıklamalar. Onların demokratları, siyasileri utansın.

Kürtler unutmasın, hiç unutmamalı bugünleri ve de hasabını da sormalı.  100 yıllık devlet gelenekleri ve ondan önceki de hep aynı. Entrika, yalan üzerine kurulu ve komplocu bir mantık, her yerine küçüğünden büğüyüne yerleşmiş. Değişmiyor. Biz istediğimizi yaparız. Bütün siyasi karar ve öngörüleri, askersel yöntem ve emirlerle  değiştirilebilecek boyutlarda. Her uygulamaları 5 yıl 10 yıl sonra inkar edilen, birilerinin gelip ortadan kaldırdığı ve hiç olmamış gibi yerine başkasını koyduğu bir istikrarsızlık ve adam sendecilik, sorumsuzluk örnekleri ile dolu. Kala kala bir Atatürk’leri kalmış, hepsini dama kaldırmışlar. Biri gelip Menderesi astı, öteki onu mezardan çıkarıp hortlattı, gelenek haline getirdi. Biri Erbakanı dışlar, öteki onun  müritlerini olmazsa olmaz kılar, onların da akıbetleri belli ve başka şeyler olmazsa zamanları azalıyor.

Slogana bakın, ‘’Türk-Kürt kardeştir, bölenler kalleştir’’.  Bu sloganı üstelik bulundukları yere nasıl geldikleri belli olmayan ‘’sübyan’’ kadınlar atıyor. Ama, bütün Türkiye çapında Kürtler tehlikede, saldırı, laf atma, kovma, dıştalama vb.. almış başını gidiyor. Bir de, ‘’bölücülerin oyununa gelmeyin’’ diye uyarıyorlar. Niçin önceden tahrik edip bunu yapıyorlar belli, ayrım olmasın bir bütün görünsünler. Ayrım var, hiç kendinizi zorlamayın,  biz ayrı bir ulusuz bu bilinmeli. Bizi ayrı sayıp haklarımıza saygı göstermek gerekiyor. Bizi ve diğer ulusları, Türk gösterip bütünlük nasıl olur?

Geçen gün bir haber programında DTP’li  Muş Milletvekili S. Sakık’ın açıklamaları çok ilginç. Diyorki, ‘’mecliste ürktüm, korktum’’. Tezkere görüşmelerinde (Sınır Ötesi Operasyon için, sözde hükümetin yetki istediği metnin  görüşmesi)  AKP, CHP ve MHP’li Milletvekilleri’nin  linç tehlikesinden ötürü, bu korkularını ifade ediyor S. Sakık.. Adamlar sokağı meclise taşımışlar. Hele hele MHP’liler. Herkes milletvekili. MHP Başkanı Bahçeli, pardon Devlet  Bahçeli,‘’devletin başına devlet geçecek’’ diye g… yırtmışlar, meclise girememişti.  Bahçeli bu kez, ‘’Kemalizm’in gelincik tarlaları’’nda, ‘’ bezenmiş 5 bin şehidin kanları üzerine’’ meclise teşrif etti, ettirildi. Bahçeli de ellerini kurt başı yapan edası ile sert, haşin gösterilerle  ‘’Barzani  çetelerine gidip bedel ödetelim’’ diyor şimdi. Şu ilkelliğe bakın, şu içi boş gösteriye.  Yıllardır örgütü MHP,  polisin, Jitem’in, özel harekatın  içinde örgütlü ve çoğunluğu  katil olarak  vardı, ‘’devletin gerçekten esas sahipleri’’ nedense imdi meclise taşındılar.  Bela bir grup. Sormak gerekiyor Devlet efendiye, 20 yıl ağzının dibindeki Suriye’ye gidip niye  bedel  ödetmedin onlara?

AKP’nin başkan yardımcısının da bulunduğu bir yerde S. Sakık milletvekillerine baskı yapıldığını da açıkladı.

Ve

‘’ Kürtler AKP’ye  bazı şeyler için oy verdi, şimdi alamazsınız’’.

Bu belirleme, aynı programda dışarıdan katılan  G. Çevik’in yorumu ile üst üste düşüyor.

Çevik diyordu ki,

‘’Halk  bazı nedenlerle AKP’ye oy verdi. Bunlardan biri  Güney’e operasyon yapmayacağı
sözü verdiği içindi.  Şimdi halk bizi kandırdılar diyor. Diğer nedenler de AB’ne AKP
kanalıyla girileceği inancı ve böylece  bazı temel haklarının alınmasının kolaylaşacağı.
Bir  diğeri de seçimlerde yapılan AKP yardımları’’.

Arkasından şu yorumu da ekledi;

‘’ Bugün doğu’da tek ekmek kapısı koruculuk. Eğer yatırım yapılmazsa inanın dağa
çıkanların sayısı çoğalır’’.
YALAKALIK  PARAYLA PULLA DEĞİL!

Bu toplantının ayrıntılarında bir iki muhterem  var, kısaca değinip güne düşen  izdüşümleri itibariyle onları da tanımak da yarar görüyoruz.

Yalakalık gerçekten bir karakter sorunu, alınıp satılmıyor. Adamlar herşeyde, ama herşeyde böyle davranıyorlar ve rantlarını da topluyorlar. Her ikisinin de yedi geçmişini biliyoruz. Nereden nasıl gelmişler belli. Hükümet  de,  bu tür adamlara  -aslında biri hükümet yanlısı değil de- yer veriyor.

Bir yerlerden yapılan yaptırılan bu tür programlar üniversitelerde yapılarak ve araya bir iki ‘’Prof’’ta konularak ‘’bilimselleştirilme’’ye çalışılıyor. Bu programa biri ‘’Prof’’ diğeri de her telde oynayan birini alıp getirmişler.  Bu yalaka adamlar, anti- bilmsel,  anti- insan, ranttan başka bir şey düşünmeyen, her açıklamaları yalana dayanan, ama gösteriyi iyi bilen adamlar. Robot gibi, her yerde aynı şeyi, aynı biçimde tekrarlamaktan onlar bıkmadı, biz bıktık. Bir fırsatımız olsa da şunların önüne bir çıkabilsek.  Biri malum ‘’bilim adamı’’ Ü.Özdağ. ‘’Kimin neyi, kimin fesi’’ belli. Diğeri de S.Aygün efendi. Tabii bugünlerde, bunlar gibi ve daha aşağı, kötüler Türkiye’de cirit atıyorlar, ama bizim ki bunlara düştü. Saymakla yalaka takımı bitmez. İsterik adamlar bunlar. Aygün,  eskiden bir zamanlar Ankara Ticaret Odası Başkanı’ydı. Hatırladığımız kadarıyla şamata ve tantana ile yerinden oldu. Şimdi herhalde milletvekili. Önlerine de iki gazeteci koymuşlar. İyi iki gazeteci. E.Aköz ve İ.Berkan.  Adamlar konuşturulmadı, söyledikleri alt yazı bile yapılmadı. Sinirden elleri ayaklarına dolaştı. Yönetici,muhterem M. A. Birand da işi idare ediyor, her zaman olduğu gibi, işine geleni , geldiğince sunuyor.

Bizi ilgilendiren yanlar olduğu için üzerinde duruyoruz. Ve bu adamların konuşmaları bugünkü Türkiye’nin  resmini açıklar nitelikte.

Nasıl Prof . olmuş bilinmez, (aslında biliyoruz da, böylelerinin bu kariyerlere gelebilecekleri bir ortamın ne kadar cıvık olduğunu söylüyoruz) Özdağ efendi diyorki,  ‘’gidip Kuzey Irak’ı istila edelim’’. Bravo sana!  Burada da kalmıyor, ilk bakışta anlaşılmıyor, ama devam ediyor, ‘’geniş kapsamlı bir harekat’’ gerekir diyor. Nedir bu geniş kapsamlı harekat?  Bu adam bilim adamlığı adına yapıyor bu öneriyi,  kendisini kışlada sanıyor. Kışla bile bazı şeyleri hesap eder. Ama, bizleri, Kürtleri de en aşağı yerlerde eleştiriyor. Nerenin adamı olduğu, nerelere akıl verdiği belli.

‘’Cevap, Zaho’da Erbil’de verilmeli’’ de diyor.  ‘’Türkiye’de etnik grup ya da Kürt Sorunu yok, Kürtçülük var’’ . Peki bizim bu halimiz ne? Cezaevlerinde tıka basa dolu insanlar, sürgünler, yalnız İstanbul nüfusunun 6 milyonu Kürt. Bu sürgünler, bu haksız, adaletsiz yaşam niye? Bizim hayatımız boyunca çektiğimiz bu acı, zulüm niye? Ümit bey, sen adam olmazsın, ama ne yapalım ki seninle aynı koşullarda değiliz, yoksa ağzının payı verilir. Bizim üniversite yıllarımızda  da 90-100 sayfalık uydurma tezlerle üniversiteye asistan olarak girenler vardı. Üstelik yabancı dil de bilmeden. Bunlardan biri de tanırsın,  Perinçek’ti.  Al sana, döndü/dolaştı,  karıştırdı  karıştırabildiği kadar ve geldi sizin yanınızda saf tuttu. Onunla hesabımız daha büyük, kalsın şimdi.  Ama, sizin gibisi yine de zor bulunur.  Siyasi ve ailesel terbiyem müsait değil, elvermiyor daha ileri şeyler söylemeye sana. Aslında  ne denileceği belli! Barzani ve  Talabani için söylediklerini de hakaret kabul ediyorum. ‘’Barzani ve Talabani bizden para alıp,  adam veriyorlardı karşılğında.  Osman Öcalan için de 3 milyon dolar istediler satmak için’’gibi son derece terbiyesiz açıklamalar yapmak  bir ‘’Prof’’a düşmez, ama sen başka bir şeysin!

Gelelim öbür yalakaya. S. Aygün derler adına. Gösterilerle konuşmaya başladı ve  sıra da vermiyor kimseye. Öne çıkıyor, ellerini kollarını açarak bir marifetmiş gibi gündem dışı şeyler söyleyip, Kürdistan haritaları gösteriyor. Bayrak resimleri gösteriyor. Terör var, vatan millet sakarya diyor. ‘’Yürüyelim arkadaşlar’’ diyor. Ama  kendisinin neler yaptığından hiç söz etmiyor. Yediklerinden dem vurmuyor. Özel hayatın gizliliğinin arkasına sığınıyor.  Ama Aköz dayanamadı, dediki;

‘’Orada bir etnik grup var,  onlar 23’ten 38’e kadar 16 kez ayaklandılar.  Bunun adını koyalım. Biz ne yaptık ortada. Diyarbakır’da şu son yıllar yapılanların açıklanması gerekir, eğer siz orada olsaydınız kafayı üşütürdünüz ve burada şimdi olamazdınız. …’’

Aldı Aygün ve  olmadık şeyler söyledi. Aslında bu adamı çok kötü tarif edeceğiz ama, tartışılacak şeyin güme gitmesinden korkuyoruz.  Kalsın şimdilik.  ‘’Ne istiyorlar, anlat da anlayalım.   Şeyh Sait’ten mi söz ediyorsun, onlar hilafeti getirmek istiyorlardı, biz önüne geçtik,  kötü mü yaptık. Dur dedik en azından..’’. Anlayışa bak, şu laflara bak. Ne tarihten haberi var, ne geçmişten. Bir Türk milliyetçisi kadar bile olsa, böyle söylemezdi.  50 yıldır milim değişmeyen bir anlayış ve kafa yapısı aynen duruyor. Biz bunlarla yaşamışız, ne zor iş. Aygün efendi,  Şeyh Sait adı olsa da,  böyle sunulsa da, hilafeti getirme filan yoktu, evet onlar da dindardılar, ama sorun bir örgütün faaliyetiydi ve bu örgüt Azadi Örgütü’ydü.. Programı ve mücadelesi de Kürt Ulusal Mücadelesi’ydi ve onun için yakalandılar, ağır bedeller ödediler, asıldılar.

Şeyh Sait ve arkadaşları yargılanıp asılırlarken, Ve AZADİ Örgütü’nün esas kadrosu
Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya ve ötekiler, M. Kemal’in  Osmanlı’dan kalan topraklarda paylaşım ve çıkar ilişkilerinden dolayı komplo ile yakalatılıp öldürüldüler. Bitlis’te öldüürülen bu insanlardan, bütün araştırmalarımıza karşın hala bir iz bile bulmuş değiliz. Bütün belge ve bilgiler saklandı, ortadan kaldırıldı. Sen bu ve benzeri acıları biliyor musun? Biz bunları yazdık, 1977’lerde Rizgari Dergisi’ nde  yayınlandı. Dön de bak.  Dersim’de  de öyle.  Alişer, Seyit Rıza ve diğerleri,  bunlar da Koçgiri’den başlayan ve Dersim’e uzanan süreçte ulusal mücadele yaptılar, istekleri ve  programları vardı .

Aköz’e sorunca, o da doğal olarak bana sorma, ‘’bunu onlara sor’’ dedi. Adamın tarihten haberi yok ki, ama konuşuyor. Biz bunları yazmanın, savunmanın ve tartışmanın   bedelini de ağır ödedik. Yalnız Türk  Devleti’ne, Milliyetçilerine karşı değil, ne yazık ki, Türk ‘’Solu’’na ve ‘’demokratları’’na karşı da mücadele verdik. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin, o günlerdeki taorik /programatik ve döneme denk düşen ifade biçimleri ile söylersek, Kürt Halkı’nın Anti-sömürgeci Ulusal Demokratik Mücadelesi’nin  açıklanması, anlatımı ve örgütlendirilmesinde yalnız başımıza kaldık, afaroz edildik. Yıllarca cezaevinde yattık, o zamanlar  elimizde silah da yoktu, MHP’liler her yerde saldırdılar. Ve hatta ‘’devrimciler’’ de Siyasal Bilgiler’den üzerimize silahla ateş açıyorlardı. Bize devlet olarak, toplum olarak olmadık uygulamalar yaptınız, ne aile kaldı, ne meslek ve yıllarca da sürgündeyiz. Şimdi biraz öğrendin mi Aygün efendi? Soruyosun ya Aköz’e, o da ‘’onlara sor’’ diyor, işte ahvalimiz bu ve sen hiç bir konuda konuşma hakkı olmayan birisin, bu düzeylerden çık. İstersen sana daha fazlasını da öğretelim. Artık  Kürt Ulusu ve onun hakları inkar götürmüyor.

İsmet Berkan da ‘’Prof’’ Özdağ’a dediki, ‘’ 15 bin askerle, hiç savaşmadam sadece yürüyüşe çıkın ve Irak’a (Güney Kürdistan’a -bizim- ) gidin,  savaşmaya gerek olmadan yolda bile çok asker telef olur.  Coğrafyayı bilmek gerekiyor, öyle akla gelen öneriler gerçekçi değil’’.

 

BAYRAM DEĞİL SEYRAN DEĞİL, DAVETSİZ MİSAFİR.

Nereden geldiği ve nasıl geldiği, hangi misyonu ve hangi kariyerine dayanarak tepeye oturduğu belli olmayan bir Beşar Esat var. Suriye Devlet Başkanı. Sırf, Hafız’ın oğlu diye, miras yollu gelip oturdu. Tam bir diktatörlük olan ve ne idüğü belli olmayan Suriye’de,  1998’e  kadar PKK faaliyetteydi.  Ona  15 yıl  açılan alanda,  karşılık olarak hesabı bugün yapılamıyacak paralar Kıbrıs’tan ve başka yerlerden aklanarak  oraya aktı. Herkes de bunu görüyordu. Şimdi, Beşar hiçbir şey olmamış gibi, ‘’1998 ‘de babamla oturduk ve düşündük, ya Türk Halkı ya PKK. Karar vermeliydik. Karar verdik, Türk Halkı’nı seçtik ve  PKK’yi  çıkardık’’ diyor.. Vay be! Siz bu yalana bakın. Beşar bey sen kimi kandırıyorsun?  Bu iş senin de içinde olduğun ve  başkalarının da el attığı bir iş. Öcalan, ‘’hiç bir şeyimizi vermediler, paralarımıza, taşınmaz mallarımıza el koydular’’ diyor. İlk götürüldüğü Genel Kurmay’daki ifadesinde de daha sonra ki açıklamalarında da var. Bunu onaylayan üst düzey PKK’liler de var. Ama, Öcalan, El- Muhaberat’ı da pek fazla eşelemiyor. O dönemin görevlilerinden kimse de ortalıkta kalmadı! Herkese laf etmede usta ve kalemşörlük yapan, o dönemin sorumlularından bir  ikisi de çıtlarını çıkarmıyorlar.  Hoş komplocu bir devlet var ortada, aslında devlet demeye bin şahit ister.  Bu komplolara Beşar’ın  kardeşi ve amcası da dahil. Hani, O, PKK’nin avukatlığını yüklenmiş Cemil Esat var ya ve Mufhafız Alayı Komutanı, PKK ilişkilerini götüren Rıfat Esat var ya, bunlar nerede? Çıkıp onlar açıklama yapmalıdırlar ki, iş anlaşılsın. Ama Beşar yapıyor. O dönemi karıştırmayın!

Şimdi gelmiş bu diktatör, biz Türkiye’nin yanındayız diyor. Türkler de onu pışpışlıyor, hanımı, çocukları, dadıları vb.. toptan gelmişler Türkleri ziyarete. Bayram değil, seyran değil bay Esat, bu ziyaret niye? Çoluk çocuğu da getirip, işin üzerini mi örtüyorsun, hedef şaşırtıp, arkada görüşmeler ve komplolar! Sizdeyken PKK,  Türkler komşuluk ilişkileri içinde rahat rahat girip çıktılar oraya. Lazkiye/ Şam Yolları’ ndan  kimler geldi kimler geçti. Türkiye’nin şimdi ortalıktaki  dolaşan birçok gazetecisi orada staj görüp, kariyer elde ettiler. Generalleri,  oradan yükseldiler.  MİT ve EL-MUHABERAT el ele/ kola idi. Nasıl unuttunuz. Hiç oraya müdahale olmadı.  Kapı /komşu Suriye’ye niçin operasyon olmadı acaba? Orada Musul ve Kerkük yok ki. Orası  ile ilgili Ecevit’in dediği gibi ‘’bir vasiyet ‘te’’ yok. Vb..

Kimse, Özal’ın ve  Demirel’in sözde siyaset ayağına askerlerin gizliden gizliye emirlerini yerine getiren açıklamalarını unutmadı. Ama, işine gelen işine geldiği gibi onları bir yerlere koyuyor. Bizce, esas askersel tedbirlerin artırıldığı en önemli dönem, Özal dönemidir ve daha sonra da Demirel dönemi. Kürdistan’da askerin etkinleşmesi süreci de onlarla başladı. Ordu da onların döneminde güçlendirildi. Paraya boğuldu. OYAK ve benzeri atılımlar da onların zamanı devlet yapısından koparılıp, özelleştirilerek etkin ticari mekanizmalara dönüştürüldü. Bundandır ki, askerler siyasette söz sahibi olmada,  askeri yandan çok siyasal yanları ağır basan, herşeye müdahale eden Güvenlik Kurulu gibi yasal kılıflara geçirildiler. Ne Özal’ı ne de Demirel’i bunlar ilgilendirmiyordu. Onların tatmin olmamış yanları ve kariyerleri, çıkarları, söz sahibi olmaları yeterliydi. Bunları çok konuştuk kimse tınmadı. Kürtlerin bilinçli devre dışı olmaları, bu sözde ‘’liberal’’ adamların yere göğe sığdırılmayan (şimdi onlara bunu yapanlar Tayyip’e, Gül’e ve  benzerlerine yapıyorlar)  ‘’demokratlık-ları’’ ile eridi, söndü.. İşkencelerin, operasyonların, insanlık dışı uygulamaların boyutları sessi sedasız bunların ‘’babalıkları’’na denk düşüyor. Bir üstü açılsa da görsek, neler, ne entrikalar var şu Türk devletinin harcında, yapısında..

Buraya nereden geldik,  bu adamların Suriye için  o kandırmaca söylemlerinden. Antep ve Hatay çıkarmaları, yanlarına  tatbikat elbisesi giyinmiş ‘’paşalar’’ı da alarak ve hatta kendileri de tatbikat  yaparak,  kandırmaca oyunlar oynamaları unutulmamalı. Onlara olmadık payeler verilmemeli. Ecevit’i, şunu/ bunu eleştireceğiz diye, onlara devlet adamlığı biçilmemeli. O Özal’ın ve Demirel’in yanıbaşında ne Kürt Cahş’lar, ne Kürt yalaka takımı vardı.  Şimdiki başbakan da muhtevası dışında, onlara benzemek istiyor ve  gösteriler yapıyor. Biraz da olsa ‘’babaları’’nı taklit de başarılı. Düşünün durup duruken, bir seçim vaveylası ile ve geçen dönemden daha da az miletvekil ile Gül’ü köşke oturttular. ‘’367’’ler ne oldu? Hukuki tartışmalar kaybolup gitti.

O da gelir gelmez ne yaptı? İlk seferini Kürdistan’a, yani onların deyimi ile ‘’Doğu ve Güneydoğu’’ya ve ikincisini de  Kıbrıs’a yaptı. Ne oluyor birader. Bu iki düşmanı niye seçtin, askerlere göz kırpma, başka şey değil. Devletin esas politikasının sahibi bunlar, siz ortalıktaki göstermelik tartışmalara bakmayın.  Düşünün  hemen gezi programı ve bu gezilerde özel yerlere. İnsan sanayi bölgelerine, felaket gösteren İstanbul’a ya da başka yerlere gider be birader. Hiç olmazsa evinde kilolarla altını iyi islam olmanın gerekçesi sayarak saklıyan Erbakan’a bir poz verir! Vermedi, bize Kürtler’e ve  Rumlar’a poz verdi, versin helal olsun. Arkadaşı başbakan da her aklına geleni söylüyor, askerin kaşınması için biz ‘’meşru müdafaa hakkımızı, uluslararası haklarımızı kullanıyoruz’’ diyor. Çok ayıp ediyor. Hangi hak Tayyip, hangi yasa, hangi hukuk! Sözde yabancı topraklarda gözü yokmuş. Olmaz mı, sizin gözünüz olmayan toprak dünyada yok ki. Ve her yerde de Türk yaratmada mahirsiniz. Nerede Hürriyet Gazetesi var, orada toprağınız var, Türk’ünüz var.

Madem gözün yok, niye Suriye’ye girmediniz 20 yıl önce?  Daha somut ve daha aktif olaylar vardı girer, Öcalan’ı alır, geri gelirdiniz. Bugün yaptığınız açıklamalara bakılırsa  bu işler çocuk oyuncağı! Onun size verilmesi için işleyen süreci anlatsak sayfalar dolar. Ama yazılan metinler var, onları incelerseniz sizin hiç bir operasyon yapmadığınız ve onun pazarlıklarla size verildiği ortaya çıkar. Bunu da açıkla, gerçekten ‘’Kasımpaşa da büyüdüğün’’ ortaya çıksın. Her ne kadar Karadenizli olduğunu söylüyorsan da,  Rum olduğunu geçelim, laz bile diyemiyorsun. Şu Karadenizli neki? Son günlerde Karadeniz İşbirliği Toplantıları yoksa senin nereli olduğunun bir hedayesi mi? Yok, bu olsa olsa, o zaman için AB’ne bir blöftü ve şimdi içinden çıkamıyorsunuz! Sizin ilhakçı, işgalci mantığınız siyasetinize ekonominize, sosyal hayatınıza, devlet yapınıza, herşeyinize yansımış  ve bu bir karakter halini almış. Bunu değiştirmeden olmaz Tayyip.  Bunu değiştir de görelim!  Eğer, bu halde Avrupa Birliği’ne girerseniz, kitlesel gücünüz var ama  oranın muhtevasına ters olduğunuzdan  dağıtırsınız. Avrupalılar sizin ve bir iki devletin insanları için diyorlar ki,  ‘’hiç yoktan ve ortada birşey olmadan neden yalan söylemeye kendilerini zorunlu sayıyorlar’’ anlıyamıyoruz.

 

TOPLUMUN  BÜTÜN  KATMANLARI  KENDİNİ  SALDIRI  İLE  İFADE EDEBİLİYOR.

Toplumun bütün kesimleri, mankeni, milli takım çalıştıranı, gazetecisi, milletvekili, siyasetcisi, iş adamı, bakkalı, çakalı, hemen hepsi kaba kuvvetle kendini ifade etme  tarzına alışık. Bundan övünüyorlar. Bütün televizyonlar ekranlarına Atatürk resmi koyup, bayrak açıp ve sunucularına kan, tahrik, toplu davranış, saldırı, vb.. imajları verditmek için büyük çaba sarfediyorlar. Arka fonda ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ bitmez tükenmaz deyişi, kalın, buğuk ve gür seslerle verilerek, alkış tufanı ile  psikolojik baskı oluşturuluyor. Herkes Türk’se, bu son günler  yaptırılan gösteriler ne? Saldırıdan çark ederek biz hepimiz kardeşiz ayağı ne?

Bu ifade tarzı yalnızca insanları ‘’rahatlatmıyor’’, herkes bu tarza ‘’beyeni’’ ile bakıyor, devlet erkanı da bu tarza aferin diyor. Bu ifade biçimi bilerek ve isteyerek , özellikle basın tarafından sunuluyor, övülüyor, toplumun vazgeçilmez  davranış biçimi olarak kabullendiriliyor. Bakınız, son günlerde oynanan  iki maç, uluslararası ilişki, slogan, gösteri, kardeşlik  vb.. anlayışını geride bırakıp, Türkiye’deki kaba kuvvetle  kendini ifade tarzına, kabadayılığa, savaş çığırtkanlığına dönüştü. Yunanistan /Türkiye milli maçına bakın. Yunanlı futbolcular korkularından bir hafta kendilerine gelemediler. Maç yayını bile kesildi, radyolardan, TV’lerden verilenedi. Belki de Türkiye’nin yenilmesinden ötürü oldu!

Beşiktaş /Liverpol maçında ve öncesinde tirübünler bayrak doldu. Bir manzaraki görmeyin gitsin.  Yahu siz maç mı yapıyorsunuz, savaş mı? O sloganlar neydi? Şehitlerin ismi verilip Hacı… burdaaa, Ahmet.. burdaaa, ne oluyor kardeşim. İnsanı ürküten manzaralar. Ve türbünlerle Liverpolu yendiniz. Ama Yunanistan’a yenildiniz. A.Kırca ile M. Ali Birand  beyler bu tepkilere doğal diyorlar. Yollarda, pazarda, sokaklarda Kürtler’e ölüm naraları ve saldırılar aldı başını gitti. Kürtler ne zaman ordu ile savaşmak dışında sivil mevzilere yöneldiler, bir söyleyin? Kendi göstermelik eylemlerinizi  PKK’nin üzerine atıyor ve  dolayısıyla Kürtlerin üzerine yıkarak, kendinize pay, rant topluyorsunuz.

Milli takımı çalıştıran ve namı diğer Fatih olan, ona söylemek için bulacak Terim olmayan bir adam var. Ya resulullah! Ne adam. O ne ‘’sert’’ bakışlar, haşin ve saldırgan duruşlar. . Adam işini gücünü bırakmış, stadı doldurmuş ve kontrolsüz bir muhalefet ile şehitlere yardım ayağına çağrılar yapıyor. Kışkırtıcı ajanlık yapıyor, her şeyde hakkı olduğu inancı ile yaşıyor. Onun yüzünden stadlarda olanlar ürkütücü.  Bunun adı ne ? Buna bir soruşturma da açılmıyor.  Avrupa’da da bu yalan tarzın arkasına takılan insanlar kampanyalara katkı için ortalıkta . Bayraklar, gösteriler, sanki Türkiye işgal edilmiş gibi bir manzara gösteriyor. Balkonlardan bayrak sallamayanların vay haline! Terim bununla da yetinmiyor. Basına çatıyor, tam kabadayı adam. Buna birileri bir şeyler göstermeli.

 

ÇARK ETMENİN DE BİR ADABI VAR.

Birkaç gün geçtikten sonra uyarılar, kargaşalık ve ciddi sorunlar ortaya çıkar çıkmaz, uyarılar gelmeye başladı ve bazı şeyleri anladılar. Ama gözü aç oldukları ve  bunu kamufle etmek, işin üstünü örtmek için  bu kez yeni tezgahlara girdiler. Ama, kabadayılıklarından da olmuyorlar.  Birileri kulaklarını da çekmiş olabilir, istihbarat bilgileri de geri tepebilir vb.. Ama, bunu da yine, yalanla ve askeri biçimlerde gideriyorlar. Genel kurmay başkanı hep ‘’bedel ödeteceğiz, hesabını soracağız vb..’’ deyip ortalığı tahrik edip bu protestoların yaratılmasında en çok katkısı olmasına karşın, gösteri yapanları uyardı, ‘’oyuna gelmeyin’’ demeye başladı. Başbakan  ‘’terörün ekmeğine  yağ sürmeyelim, kontrollü olalım’’ çağrısı yaptı.  ‘’Bilim adamları’’ da ‘’dikkat etmeli,  Kürt/ Türk çatışması olmasın’’.  Ama bütün bunları söylerlerken, hemen hepsi,  gazetecisi de, siyasetçisi de, askeri ve  sivili de kabadalığa b.. sürmüyor. Üstelik  işi yine Kürtler’in üzerine yıkıyorlar, onları suçluyorlar. Yapılan haksız ve adaletsiz gösteri ve suçlamaların, hakaret, karalama ve saldırının  üstünü bir şekil de örtmeyi başarıyorlar.

Ne yapıyorlar, Bütün TV kanalları birden hergünkü alışılmış  programları kesip, yerine alel/acele kahramanlık filmleri koydular. Bazılarını sayalım,  ‘’Akbaş Baskını, Şerife Bacı,  Karayılan, Pusu,  Pusat, Şehit Kamil, vb, vb.’’ Böyle ‘’dikkat edilmesi gerekirken’’ birden  bu  ‘’kahramanlığa’’ niye  geçtiniz!  Düşünün ‘’Vurun Kürt Uşağı Namus Günüdür ‘’ ‘’Vurun Antepliler Namus Günüdür’’e döndürülmüş. Bunu yapan ve övünerek söyleyen o türkücüler de, Türkten çok Türk Kürtler. Biizin her alanda kaderimiz bu. Bu yalnız bu türküde değil, çoğu böyle. Kürtçe’den çevirip çevirip Türkçe türkü yapıyorlar. Ne ‘’sanatçılar’’ türemiş deymeyin gitsin. Okuma yazma bilmeye, nota bilmeye bile gerek yok. ‘’Bestekar’’ çooook! Hemen hemen bütün türkücüler de her nedense Kürt! Ama, biz bir ulus olduğumuz için,  İ…, P.. ve cahşları da dahil,  hepsi bunun  içinde. Böyle kabul etmeliyiz. Onlar da bir gün ortaya çıkarlar! Bizim malımız olan neler var. Ne ‘’demokratlar’’, rantçılar, yalakalar var, saymakla bitmez.

Neyse başa gelelim.Hem çark ediyorlar, hem de üzerimize geliyorlar. Uyuşturucu trafiği Ortadoğu’da ‘’PKK’nin’’ ve bazılarına göre de ‘’KDP’nin elindeymiş’’. İşe bakın siz. Öcalan’ın  Genel Kurmay İfadesi’nde  bu konuda bir sorunun cevaplandırılması  ile ilgili bilgiler var.  15-20 Şubat 1999’da Türkiye’ye götürüldüğünde ilk verdiği ifade metninde,  bu sorunla bağlantılı Osman Öcalan  da geçiyor.Başka konuşmalarında da var.Dağda,özellikle sınır bölgelerinde askeri unsurların elbette mafia ile karşılaşmaması mümkün değil. Van, Hakkari, Siirt, Ağrı vb. sınır bölgelerinde  bu ilişkiler var. İran, Türkiye ve Irak üçgeni de sözüm ona sınır. Yani baş belası üç bölge devletinin birlikte oldukları bir alan. Suriye zaten, 4. bölge devleti olarak bu işlerin içinde özel olarak  vardı ve birçok uygulamaya da egemendi.   Üstelik,  daha açık va canlı yaptı bu işleri ve  isteklerine uygun bir takım örgütleri de, hem bu hem de başka işlerde (!)  iyi kullandı.

Öcalan açıklamalarında ve ifadesinde verdiği bilgilerde şöyle diyor, ‘’dağda ya da başka  yerde karşılaşılan mafia ile ilişki kurun, onlardan maddi gelir elde edin dedik,  alçak adam (….) gitti onların içine girdi, hatta ortaklık filan, vb.. (…)’’ Bu açıklama varsayım olsa ya da zorla yaptırılsa bile,  bunun üzerine şunları demek mümkündür; Türkiye’de mafia çok güçlü, bunların içinde Kürt Mafiası da var elbette. İçlerinde çok zengin olanlar ve sözü geçenler de ortaya çıkmıştı. İşte bunlar, Kürt Hareketi’ne yardıma yöneldiklerinde (zorla ya da yurtsever duygularla, vb..)  ve işlerin güzergahını başka yere çevirmeye başladıklarında,  Türkiye panik gösterdi. Ayrıca  gelirleri de büyük oranda  kesilmeye başlamıştı.  Elbette, bu kanal değiştirmenin etkilerinin iyi anlaşılabilmesi için, istihbarat ve  devlet ilişkileri, silah sorunu, Kürt Hareketi’nin boyutları vb.. ile de iç içe ele alınması gerekiyor. Sonuçları, ilşkileri ve boyutları bakımından Kürdistan ve Kürt Hareketi açısından son derece önemlidir.

Dolayısıyla, mafianın hemen hemen bütününe yakın işleri,  Türkiye’nin çıkarlarından ve onun ilişkileri içinden çıkmaya başlamıştı. Kapsam olarak da genişlemişti. Çünkü, hareket kaabiliyeti artmıştı. Bütün bu  söylediklerimizin sonuçlarını, Kürt Mafia unsurların öldürülmeleri, yargılanmaları, anıları, onlarla ilişkiler içinde olanların açıkladıkları bilgiler, bir biçimde kendini kurtarıp başka düzeylere oturanların durumlarıyla ilgili  bilgi ve belgelerden net çıkarmak mümkündür. Yeri gelmişken belirtelim,   İran ve diğer bölge devletlerinde faaliyet gösteren mafia ilişkileri de güçlü  ve çok benzer  yanları var.

 

En önemlisi de, uyuşturucu ve silah ile ilgili kaynakların  Türkiye üzerinden özellikle Suriye’ye yönlendirildiğini Türkiye farkedince,  Kürt Mafia unsurları  birer birer ‘’ayıkladı’’ ve kanlı biçimde katletti. İlişkilerini de alt üst etti. Savaş Buldan ve  Behçet Cantürk  vahşice katledildiler. (…)  Baybaşiler’in durumu sarsıldı, buna tutuklanmaları vb. de katılınca devreden çıkıp, başka biçimler içine girdiler.   Kürt İdris ve dğerleri, hemen hepsi ‘’ayıklandı’’. Bunların bazılarının  avukatları da alçakça katledildiler.  Av. Yusuf Ekinci’nin cesedi Ankara Gölbaşı’nda bulundu. Av. Medet Serhat’ın başına gelen de bir vahşet. Anlatılamaz, uzatmıyalım.  Kürt unsurlar, Kürt mafiası temizlendi, ama  yerine MHP’den oluşan bir Türk Mafiası yerleştirildi. Jitem’le kalkanlandı. General Eşref Bitlisli ve benzeri unasurlarun imha eylemleri olaylarının altında da bu oluşumlar var. Hala ‘’müsebbipleri’’ bulunamadı.

Bu işler son dönem Türkiye’de siyasete soyunan (!),  emekli emniyetçi (demokrat !) ve askerlerin de izleri, elleri, kolları içinde olan bir operasyondu ve hala etkileri bakımından  devam ediyor. Kimse kimseye ses çıkarmıyor. Bunlar, Kürdistan’ın geneli için büyük bir tehlike oluşturmaktadırlar.  Hem Kürt Hareketi’ne yardım ve hem de esas olarak bu işlerin içinde silah olduğundan (satıcısı ya da aracısı  olarak mafia’ya son derece ihtiyaç duyulan işler! )  bu da gerilla hareketi için önemli. İşte, Osman bu ‘’gelirlerin yönünü değiştirmiş’’. Irak ve Suriye’ye ‘’çevrilen’’ ve Türkiye’nin  rahatsızlandığı  sorun bu.  Şimdi, Türkiye’de hiç değişmeyen ve nevi şahsına münhasır  genel ahlak ve siyaset anlayışına uygun olarak, olan biten herşeyden çark ediliyor!  Nasıl olsa ‘’muhatapları’’da ortada yok!  Mafia’ya dönük açıklamalar yapılıyor, bunun sorumluluğu  Kürtlere atılarak, onlar suçlanmaya çalışılıyor.  Bunları siz, MHP kaynaklı devlet mafiası’na söyleyin baylar. İçinde Ağarların, jitemcilerin, emekli generallerin ortaklıklarının ve  kanlı ellerinin bulunduğu çetelerin yapmadıkları yok ki.

Siz, terbiyesizce, siyaset bilimine, diplomasiye aykırı tarzlarla Barzani’ye aşiret ya da çete reisi diyeceğinize, kendinize dönünüz. Utanma, arlanma yok ki, insan biraz yaptıklarından utanır. Tarih boyunca hep bu entrikalar ve suçlamalar ile herkesi, hemen herkesi horlayıp, küçümsediniz. Ama, Barzani gibi, askeri, siyasi, diplomatik son derece iyi yetişmiş bir adamınız zor bulunur. Bunu milliyetçiliğe ya da ulusal bilincimize yormayın, son derece açık bir gerçektir.

Bütün devletlerin bu tür ilişkileri var, sizin, Türkiye’nin  de var. Olmaması da mümkün değil. Başkalarını gündeme getirip, suçlayıp işi örtbas etmek gerekmiyor. Eğer böyle olmasa,  ‘’bazı transferler’’i (!) nasıl yapacaktınız? Bu yolda  kaç kişiyi ‘’kim vurduya’’ götürdünüz? Ayrıca, uyuşturucu yalnız ortalıkta kullanılan düzeyde basit ele alınması mümkün olmayan bir sorun. Toplumsal olarak büyük tehlike arzediyor ama, ilaç sanayisinin de  temel bir  maddesi. Silahı da üstüne koydun mu, sorma gitsin!  Bunlar için, bu pazarlar  için savaşlar hiç bir zaman durmadı, durmayacak, en mütevazi geçinen devletler bile işin ortasındalar.  bile var. Afganistan’da ölen öldü,  ama bahçeler haşhaş ekiminden ayıklanamadı. Daha da modernleştirildi!  En küçük devletlerin bile bile mafiası var, Kürtlerin niye olmasın? Olmazsa, başka mafialar gelir, talan eder, bazı şeyleri de kurtaramazsınız.  Biz gerek kendi çıkarına ve gerekse büyük devletlere acentalık yapan nice devlet gördük.
*****
Yeri gelmişken söyleyelim, Behcet Cantürk’ün ifadeleri, sorgu ve savunmaları, anıları mutlaka incelenmeli. O, çok önemli belirlemeler yapıyor. Yakınları da bildiklerini ekleseler, görün neler çıkacak ortaya. Bir iki yakını bazı şeyler söylediler, ‘’kıyamet’’ koptu. Behçet,  bazı ‘’mallar’’ı ‘’Diyarbakır Em. Md’nün aracıyla taşıttığını’’ ve ‘’Akdeniz de Evren ‘’Paşa’’ ile muhabbet gecelerine katıldığını, yatlardaki ‘’güzel’’ ve ‘’adı sanı belli’’ bayanlardan da bahsetti.  ‘’Sanatçı ve artistler’’in bazıları bu beyanları değişik yer ve zamanlarda, başkalarının açıklamalarında ve başlarına bir şeyler geldiğinde vb..  onayladılar. Bazıları da, oralarda olmadıklarını söylediler, yalanladılar. Ama, ne Evren Efendi’ye (aslında Türk de değil, devşirme bir çocuk gelip asker olmuş, tepeye çıkmış, Türkler artık onu allayıp pullayıp, diğerlerinde olduğu gibi halis Türk yaptılar) , ne de diğerlerine hiç bir şey olmadı. Bu devlet hiç bir zaman kendini savunamaz. Ne kadar şamata yapsa, Kürtleri suçlasa boş işler bunlar. Ant,-demokrat, polis ve asker devletidir, Osmanlılığın en önemli mirasçısı, değişmeyen bir heyyuladır.

Avrupa’da da uyuşturucu ve fuhuş alanında  Türk Mafiası, varolanların büyük bölümünü oluşturyor. Resmi bilgiler böyle. Birinci sırada olmasa da ön sıralarda geliyor.   Kürt Mafiası’nı telef ederek Avrupa’ya da konakladı. Zaten ona uygun bir Türk Cemaatı da yok değil. Yukarıda sözünü ettiğimiz tasfiye de, Avrupa’da da Kürt Mafiası tasfiye edildi.  Çok amaçlı bu işin içinde Türk Devleti en başta yerini almış, onun izin ve icazeti dışında ne  silah satışı, ne  uyuşturucu pazarlanması mümkün değil.  Türk Mafiası bugün, ‘’Doğu ve Güneydoğu Anadolu’’ dedikleri alanda daha da örgütlü. İhtiyaç daha fazla.   Jitem  ortaklı ve MİT  destekli olduğu gibi duruyor. Kürtlerin başka türlü yokedilişleri de bunun eliyle gerçekleşiyor. Kadın, çocuk ve insan ticareti, uyuşturucu, silah vb.. hemen hepsi bunlar eliyle devlet yararına  büyük bir ortaklıkla gerçekleştiriliyor.  Avrupa ülkeleri ve diğer dünya devletleri de, bunu  biliyor ve bıkmış oldukları her meydana gelen olayda yeniden ortaya da çıkıyor.

Bular dışında bir de, bu çarkın önüne,  Ermeni Sorunu’nu tez elden koydular hemen. Kısmen de Kıbrıs’ı tartıştırdılar, ama baş edemediler. Üstelik bu sorunları da Kürt Sorunu ile  karmaşıklaştırarak sunuyorlar.. Hep böyle oluyor zaten. . Karar tasarıları, Kürt Liderler’in Ermeni asıllı oluşuları, ABD tasarısı, Avrupa’nın sorunu tartışması,vb..  Yani, anlayacağınız  Türkler, kendi o geleneksel siyasetleri çerçevesinde öne süremedikleri  bir şey bırakmadılar. Şimdi  de başka aşamaya geçtiler, ‘’madem çark ettik’’, o zaman  ‘’ sınırlı girelim’’, ‘’top atışları’’, ‘’uçaklar’’ vb.. işte yaptık dedirtelim istiyorlar.  Televizyonlar yayınlarını film gibi, büyük zamanlar ayırarak askeri harekatın gösterilerine ayırmışlar. Sipikerlerin anlatımları tam bir emir komuta zinciri içinde olduklarını gösteriyor. ‘’Yakıp yıkıyorlar’’ ve övünerek bunu açıklıyorlar; ‘’top atışları ile her taraf yanıyor, inliyor, sarsılıyor’’ diyorlar, isterik nutuklar atıyorlar.

Kürtler ve diğer ulusların ögeleri tedirgin bekleyişte. Saldırılar o biçim.Daha önceki bazı olayları anımsatıyor. Rumlar’ın, Pontuslular’ın Yahudiler’in, Çerkezler’in  ve en önemlisi de Kürtler’in tarihsel süreç içinde başlarına gelenler, o katliamlar, vahşet, talan ve benzeri olayların olması an meselesi. Uyarıda da bulunuyorlar; ‘’amacı aşmayın’’ diye.Demek bu örgütlü ve planlı  gösterilerin ‘’amacı’’ var!  Her zaman öyle oluyor. Türk dostu ve onlardan geçinen bazı Kürtler, Yunanlılar da tarihi değiştiriyorlar, ‘’biz kardeşiz, yapmayın, Türkiye demokratikleşiyor, AB’ye girecek vb..’’ diyorlar. Bu söylemlerinin  mücadelesini de çok hırçın ve o kadar da yalaka tavırlarla veriyorlar. Bunları özel tartışmak gerekiyor.  Düşünün Türkler Yunanlılar için  biz ‘’ son düşmanı denize döktük’’ diyor, Türk dostu Yunanlılar ise,  katliamları, denize dökmeleri, linç etmeleri, hepsini ‘’küçük kargaşalıklar’’ olarak tarihe not düşelim, tarihimizi değiştirelim diyorlar.  Türk dostu Kürtler de aynen böyle. Hangi ulustan olurlarsa olsunlar, Çocuklara tasarlanmış ‘’barışları ezberletmek isteyenler’’in utanması gerekir. Türk dostluğu bedava değil, elhak karşılığını fazlasıyla alıyorlar!

Ve diplomasiyi de kendi bildiklerine çekip haberleri kendi isteklerine uyduruyorlar.  ‘’ABD Dışişleri bakanı Rice zaman istedi, Bush’la görüşeceğiz. Barzani haddini aşıyor, zaman zaman da Irak Kürtleri’nden ılımlı mesajlar geliyor, Avrupa liderlerinden destek var,  vb..’’ Esas panik içinde olan kendileri. Bunun dışa vurumu da gayet açık, bayrak ve slogan manyağı kesilmiş bir toplum ortaya çıkmış. Siyasette de, diplomaside de ‘’hep alavere /dalevere’’. Sonunda ‘’Kürt Memet nöbete’’ demişler ya, öyle yapıyorlar işte.

 

DİPLOMASİ OYUNLARI VE GERÇEK YÜZLERİ.

Onlar gidip gelirken haberler şöyle, ‘’Dışişleri Bakanı Babacan görüştü, başbakan Tayyip gitti, geldi’’.  Bizim için ‘’apar topar geldiler, Kürt unsurlarla görüşme kabul edilmedi’’.  ‘’Barzani ve  Talabani dansöz, her gün değişiyor vb’’.. Gazeteler de tahrif ediyorlar, ‘’PKK Panikte, Kürtler PKK’yi kovacak’’. Anlatılamak, yazmakla bitmez. Üç kağıtta üzerlerine yok. Bunu siyasete, özellikle diplomasiye de bulaştırıyorlar, çok başarılılar.  Aslında, apar topar gelen, giden onlar. Hiç bir konuda istikrarlı siyasetleri  yok ki. Örneğin, yıllarca Apo ve PKK Suriye’ydi, bunu  biliyorlardı ve orayı ‘’su yolu’’ yapmışlardı. Sormak gerekir,  niye orada yasaklatmadınız? 1984’ten 1999’a kadar, 15 yıl niçin beklediniz?

Şimdi İsteklerine bakınız;

‘’  *PKK Yasaklansın,
*Üst düzey unsurlar bize teslim edilsin,
*Kampları kapatılsın,
* Lojistik destek kesilsin,
*PKK binaları kapatılsın,
*Hareket kaabiliyeti durdurulsun’’..

Buna ne denir? ‘’Emriniz olur komutanım’’ denir herhalde. Çünkü,  herşey askeri ya Türkiye’de ve dünyayı da böyle bellemişler. Gazeteciler de buna kılıf giydiriyorlar, canlı yayınlar, programlar yapıyorlar, hiç utanmıyorlar. ‘’Kandilin yolunu Barzani bilmiyomuş, biz öğretelim, oranın kendi denetimlerinde olmadığını söylüyolar, silah ve mühimmat onlardan gitmiyo mu?’’ vb.. diyorlar, dedirtiyorlar.

Kendisine bakmıyor TC devleti, fukara haliyle  1 milyonluk ordu besliyor. ‘’Ekmek bulmuyor yemeğe, atlı gidiyor s…’’.  Görünen bu, silah altındakiler. Bunun sivil savunması, istihbarat  örgütleri (5 tane istihbarat örgütü var).  Düşünün, bu karmaşık istihbarat ağının büyük bölümü ve aktif gücü Kürdistan’la ilgili.  4 sömürgeci devlet  birlikte yıllardır Kürdistanı bekliyorlar. Ordunun aktif gücü de orada.  Masrafa bakın siz.   Çatışma  ve çelişkiler hemen hepsi JİTEM  kaynaklı, ama  PKK’nin, Güney Kürtleri’nin üzerine yıkılıyor.   İstedikleri zaman, istedikleri biçimde provokasyon yapabiliyorlar. Bir takım yalakaları da ortalığa salmışlar, Kürt ya da diğer uluslardan olsun,  onlarla  yaptıklarını kamufle ediyorlar.

Böyle bir ordunun elbette  ‘’şehitleri‘’de olur. Artık onların amacına uygun ‘’şehitlik payesi’’ne ulaşıp ulaşmadığına kimse karar veremez. Bize yapılan haksızlıklar, işkence, zulüm, ırza geçme, hırsızlık, bütün kötü davranış biçimleri içinde yetişen ve orduya giderek; bir Kürt öldürmenin sevap olduğu fetvaları ve islam anlayışları ile kendini kahraman ilan eden gönüllü askerlerin şehit olup olmayacağı belli değil. Aileleri de, bunu istekle karşılamada çok samimi değiller. Ölen gidiyor. O nedenle vaveylalar, şehit gösterileri  istihbarat örgütlerinin, siyasilerin kamu oyu oluşturma ve esası gizleme tantanalarıdır. Bunda zerre kadar kuşkumuz yok.  Türkiye herşeyi ile ortada, öyle ileri geri övgülerle  kendisini bir yere koyması  mümkün değil.  Dünya’daki açlık sınırında olan ülkeler arasında bukunuyor.  Geri kalmış bir ülkedir. Milli gelir çok düşük ve ücretler sınırlı. Ama, övünme o biçim.  Yıllardır,  Uzakdoğu’dan Asya’ya, Afrika’ya kadar kimlere gönüllü jandarmalık yaptığını unutmadık.

Hala ‘’her Türk asker doğar’’ sloganı atanlar rantçı, yalaka  takımıdır.  Üç kağıtçılık almış başını gidiyor, kahramanlık edebiyatı da onun bunun üzerine, zavallı halkların üzerine  yapılıyor. Yukarıda da sözünü ettik,  fuhuş, suçlu çocuklar, açlık, sefalet, eşitsizlik, haksızlık, adaletsizlik vb.. almış başını giidiyor.  Temel ciddi bir yatırım yok. Daha doktor olmayan,
hastahane olmayan alanlar var. Camiler okullardan çok,  verilen bilgilere göre yaklaşık 52 bin okul, 140 bin cami var. Hala minareler tartışılıyor. Maşallah!  Teknik adam, hekim, bilgisayar uzmanı, eğitimli hizmet sektörü elemanı, vb.. yerine mafia ilişkilere özendirilen, bedava geçinme yolları bulmaya kafa patlatan bir neslin hazin öyküleri insanı rahatsız ediyor. Torpil, rüşvet ve adam kayırma model olmuş, bütün bu konularda iş bilen ve bitiren aracı sınıf türemiş. Bununla övünüyorlar, hallederiz diyorlar ! Büüyük şehirler bir batakhane. Arazi ve otopark  mafyası işleri idare ediyor.

Bütün bu şamatayı bırakıp, şimdi fukara Kürt Halkı’nın büyük bedeller ve fedakarlıklarla  Güney Kürdistan’daki kazanımlarına göz dikmişler.  Sınırları değiştirmek istiyorlar. Terörist kovalayacaklar ya! Her şey babalarını malı.  Unutmayın Kürtler, yine dağlarda ve acılı hayatlar içinde her şeye dayanıp Kürdistanı koruyacaklardır. Siz bu işi kıvıramazsınız.  Geçen gün bir TV programında (Kanal 7/programın adı   ‘’İskele Sancak’’ olacak) sınırların değiştirilmesi üzerine  Doçent. Dr. H. Köni (bahçeşehir Üniversitesinden) sorulan soruyu şöyle cevapladı;   ‘’Sınırları değiştirmek Devletler Hukuku’na  göre zor’’.  Yani, mümkündür  demedi. Adam biliyor, Türkler hukuk bilmez ve tanımazlar.  Devamla,  ‘’ bu bir trajedi olur, zor, Araplar da bize güvenmiyorlar, sınır ötesi harekat ile Irak’a  girip Musul’a kadar olan yerleri işgal edeceğimiz endişesi var. Ambargo ise, oradaki halkı bize kışkırtır, bizim Doğu ve Güneydoğu için zorluk yaratır’’ tarzında  belirlemelerde bulundu. (26.ekim 2007)

‘’Şehitler ölmez vatan bölünmez’’ sloganı da var. Bu  MHP sloganı, son günler ortalığı tutmuş, siyasetçisi, öğretim üyesi, sanatçısı, öğrencisi, hepsi bu sloganlarla yürüyorlar.  Aslında vatanları, yani Türk Vatanı olarak dağlara taşlara çizilmiş sınırlarla var olan Türkiye,   başkalarına ait toprakları zorla işgal ederek yaratılmış olduğundan, bölünecek diye ödleri kopuyor, ‘’erkekliğe b.. sürmemeleri’’ bundandır. Böyle zor ve baskı ile tutulan, haksız yere ve başkasına ait  toprak  işgal edilerek oluşturulmuş bir vatanın  bölünmesi de  gerekiyor.  Düşünün, 4 bölge devletinin sınırları da  cetvelle çizilmiş gibi.  Bu uydurma sınırlar 4 bölge devletinin oyunları ve diğer büyük devletlerin destekleri ile bunca yıl Nato, Cento, Bağdat Paktı vb.. vb.. ile ayakta kalmış, şimdi Türkler yine özellikle  Musul ve Kerkük hayallerini gizleyip, başka nedenler öne sürerek  bize yükleniyorlar.  PKK’yi önlerine alarak, esas amaçlarını gizliyorlar. İşgal ve ilhak gelenekleri aynen devam ediyor, milim değişmemiş.  30 milyon insanın varlığı Türkiye’de yok sayılıyor.  Hala Kürtleri  red ve inkar devam ediyor,  çözüm yok. Oysa  Kürt Sorunu  ciddidir  ve bölge bakımından çözüm gerektiren önemli bir olgudur.  Türler aç gözlü, doymak nedir bilmiyen bir toplum oldukları için, çözüm yerine hala Musul ve Kerkük’e girmeye,  KKTC gibi, ‘’Kuzey Irak Türk Cumhuriyeti’’ (KITC) kurmanın hayalleri ile yanıp tutuşuyorlar.

Hergün yapılanları, söylenenleri beklersek sonu gelmeyecek. Bu Türk şamatası, savaş tamtamları, işgal provaları bitmez tükenmez. Gün yok ki, yeni bir şey eklenmesin. Duruma göre.  Elbette meydana gelen bu ortamda ayrı tutacağımız siyaset, bilim adamları, sağduyulu insanlar  da var. Ama, azınlıktalar. Bunlar dışında genel çoğunluğu terörize olmuş bir Türk Toplumu mutlaka siyasal, diplomatik, askersel vb.. yönlerden  terbiye edilmelidir. Bütün bölge için büyük bir tehlike arzediyorlar. Gelsinler Güney Kürdistana, amaçları  Türk ordusuna staj yaptırmak mıdır, bunu mu  istiyorlar. Bizim diyeceğimiz,  ‘’gelecekleri varsa görecekleri de var’’. Kürtler ise,  ortak siyaset yapmayı ve ortak davranmayı bilmelidirler. Türlerin küçük görme, horlama, hakaret etmelerine kızmamak mümkün değil, ama varsın yapsınlar. Biz onları taa Osmanlıdan bu yana tanırız.

Anlayacağınız,  şamata var gücüyle devam ediyor, Cumhuriyet bayramı ile daha da dallandı, budaklandı. Bir suçlu da bulundu, ‘’Kürtler’’. Onlara saldırı, imha ve katletme, en önemlisi de kovma  tehlike boyutları geldi. ‘’Gidin, sizi istemiyoz’’ diyorlar, var güçleri ile bağırıyorlar.  Tarih boyunaca da böyle,  uygulanan program tehlike arzetti mi,  hemen çark ederek,  her zamanki alıştığımız boyutlara döndürülmeye başlandı,  bu daha çok  sürer.

Her zaman söyledik, bir kere daha söyleyelim, bunun, bu şamatanın, savaş tamtamlarının arkasında temel gizli duran şey;

* Güney Kürt Hareketi’ni boğma ve bir biçimde kendilerine, çıkarlarına uygun hale getirmedir. Bu amaç karşısında  ulusal politıika ve beraberlik esas alınmalı ve bu kurallara bağlanmalııdır.

* PKK ile Kürt Hareketi’ni bilinçli özdeşleştirme ve terör tehlikesi yaratarak kullanabildikleri kadar kullanma ve kişisel, kitlesel imha. Doğu ve Günedoğu denilen yerlerde egemenlik kurma, oralara bakmamanın gerekçelerini yaratma. AB’ne göz kırpma.  Bunun için talepleri en eşağılara çekmemiz, kullanacak şeyin bırakılmaması gerekirdi. Ayrıca, PKK genel Kürt  Hareketi’nin bir parçası sayılarak içinde ele alınmalı, eleştirileri, ilişkiler iç sorunumuz gibi yönteme bağlanmalıdır.

* Ve nihayet, esas olan hayalleri Musul ve Kerkük’ün işgali, oralarda yerleşme, petrol ortaklığı, giderek Kuzey Irak Türk Cumhuriyeti (KITC)’ni kurmak, hatta hatta Irak’ta garantör devlet olmak gibi eski bölge paktlarının çerçevesine oturmak. Bunu kuırmak için M.Barzani’nin çağtısına uymak ve topyekun savaşa karşı 4 parçada topyekûn mukabele etmemiz gerekir.  Öne sürdükleri ambargo’yu her yerinden kırmak, silah altına girerek gücümüüzü birleştirmek,  bir tek ferdimizi de onlara teslim etmememiz gerekiyor.

Bütün bu ulusal politika ve ortak davranışımıza karşın bölgede bir savaşın çıkmaması için de var gücümüzle diplomatik, siyasal çözümlere ağırlık vermemiz de gerekiyor.

****
Kısaca,  Ortadoğuda, nihai çözüm de bir Kürdistan Devleti’ne son derece ihtiyaç vardır. Buna hazır bir toplumuz, bütün şartlar  da yerine getirilmiştir. Her türlü bedel ödenmiş, fedakarlık yapılmıştır. Buna uygun kadrolarımız vardır. Çözümü ivedi olan sermayenin yönetimi için sermaye sınıfının teşekkülü, devlet bürokrasisinin oluşması, gerekli kadroların yaratılması, ulusal güvenliğimiz için gerekli  istihbarat ve ordunun oluşturulması vb.. hızlı biçimde yaratılıyor. Bu çabaya Kuzey ve diğer parça kadrolarının aktif ve gönüllü katılımları,  göçmen Kürtlerin bu gelişim ve oluşum içinde kadrolaşmaları vb.. de gerekiyor.

Bölge devletleri atraksiyonlarını terketmek zorundalar, bunun programlı olarak hızı kesilmeli, aktivitesi kırılmalıdır.  Bu nedenle, giderek  bölge devletleri bölünmeli, yıllardır el koydukları alanımızı geri vererek, üstelik tazminat da ödemelidirler. Ancak, böyle bir sonuçla iyi komşuluk oluşabilir. Yoksa, onların kültür, dil, gelenek vb.. ile  Farslaşan, Araplaşan, Türkleşen bir Kürt Toplumu ve Kürdistan kurulması bir anlam ifade etmez ve  iyi komşu da  olmaz.

 

 

 

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar