“Biziz biz Bağdat’ta Halife” misali.. I, Mümtaz Kotan

12. Juli 2017 | Von | Kategorie: Anasayfa, Araştırma

 

Demokrasi numaraları ve Kürt Sorunu’nun en aşağılara, azınlık sorununa, “kardeşiz” alışılmış güzergahına gelişi.

“Biziz biz Bağdat’ta Halife” misali..

Kürt Sorunu’nun gündemden düşürülmesi, en aşağılara çekilmesi bütün hızıyla devam ediyor. Kürdistan’daki mücadelenin süreç içindeki görüntüleri ve devletin yıllardır hep aynı yöntemleri uyguladığı; bu bağlamda, eksik, yanlış ve hep yenilgi ile tarihe havale edilen Kürt direnişleri ve başkaldırılarına takılan adların da, bilinçli seçildiği çok net görünüyor. (…) Tarih, Kürtlerin dışlandığı ve hep Türk, hep Kemalizm, Türk milliyetçiliği anlayışlarıyla biçimlendirilerek yazılmaya devam ediliyor. Haksız, adaletsiz, tek taraflı ve insan haklarına aykırı bu uygulamalar, TC’nin kuruluşundan bu yana devam ediyor. M. Kemal’in daha, TC’ni yerli yerine oturmadan uyguladığı meşhur ve maruf “taktikler” arasında, hani “Türkiye Cumhuriyeti Türk ve Kürtlerden oluşan bir heyet-i mecmuadır”ı da vardı ya, bunu daha sonra ara ki bulasın. Kürtlerin başına gelenler anlatılacak gibi değil, üstelik inkarları ve Türk sayılmaları da üstüne. (…)

TC. Başbakanı (!), dünyada hemen her yerde çözümlenmiş, en azından gündemde olmayan birçok sorunu; çok gecikilmiş, uygulanmadığı için utanılacak şeyleri övünerek yaptıklarını her vesile ile açıklamaktan vazgeçmiyor. Örneğin, yol yapımı, okul açma, hastane yapma, Tren/tranvay, geçit, pazar yeri kurulması, dağıtılan hediyeler, vb..vb. Üstelik bunların yapılmamasını, dışındaki partilere ve dönemlere atfederek, onları suçlayarak yapıyor. TC’nin bir bütün olduğunu, kendi “büyükleri”nin de daha önceleri yönetimde bulunduklarını gizlemeye çalışıyor..

Ama, Türkiye’deki en önemli boyutun, Kürtçe’nin kullanılmasının resmi olarak kabul edilmesi ve ana dilde eğitimi hep karambola getiriyor. Türk olmayanların kendi kültürlerini serbestçe geliştirmeleri vb.. sorunları hiç ortada yok. Bu temel olguya karşı, “Tek vatan, Tek millet, Tek dil, Tek din, kardeşlik, bütünlük” vb… kontra atış olarak hep gündemde. Kürdistan bölgesinin adı bile “Doğu/Güney Doğu Anadolu Bölgesi” olarak her gün tekrarlanıyor.. Son “paket”te de öne sürülen kandırmaca bir sunuşla, özel okullarda Kürtçe’nin seçmeli olarak kullanılması ortaya çıktı. Hiçbir çocuk her şeyin Türkçe olduğu, İngilizce ve diğer dillerin yanında Kürtçe’yi seçmeyi tercih etmeyecektir.

Günlerdir büyük bir tantana ve reklamla, övüle övüle bitirilemeyen, TC. başbakanı tarafından kendi yöntemiyle, herkes kabul etmeli mantığı içinde açıklanan “çözüm” süreci, “barış ve demokrasi paketi” ya da “demokratikleşme paketi” (“paketleri”) Kürt ve Kürdistan ‘açözüm,“demokratikleşme” getirmiyor.. Ama, “paket ve paketler”de, gecikmiş birçok şeyin gündeme taşınması, başkalarını da ortak etme taktiği ile, bilinen “Vatan, Millet, Sakarya edebiyatı” asıl. Sınırların bütünlüğü, güvenliği, Türk milletinin birlik ve beraberliği vb.. vazgeçilmez anlayışlar olarak ortada.. Kendi programını arkada örgütleyen, aslında Türk ve Milliyetçi anlayışı, alışılmışın dışında değişik gündeme taşıyor. (…)

Burada bir parantez açalım. Biz, ilke olarak, aşklar/sevgiler, çocuklar ve inançlar’a karışmayız. Bu bağlamda, kimsenin inanç özgürlüğüne bir diyeceği yok. Ancak, İslami bir anlayışla, sistem ve bütün bir hayat örgütlenmeye çalışılıyor, dayatılıyor.. Müslümanlık, gelişen teknoloji ve diğer ciddi değişiklikler karşısında önemli reformlar yapmak zorunda olmasına karşın, tersine çok geçmişlerdeki sunumları gündeme taşıyor. Ayrıca, inanç özgürlüğü olmaktan, ibadetten çıkarak, bütün yaşamı kendi kurallarına bağlamaya çalışıyor. Herkesin uyması zorunlu kurallarla, bir iktidar yöntemine, devlet yönetimine dönüşüyor. Son derece tehlikeli böyle bir zorunluluğun önü açılıyor. Üstelik, herkesi de mecbur tutarak. Zaten, zavallı “halkımızın” “çoğunluğu” da “onları destekliyor”. Evet, İnanç özgürlüğünü, insanlar hayatı zorlamadan kullansınlar. Ama, inançları yaşamın bütün alanlarına, meclise, hükümete vb.. dayatıp, bir kurum haline getirmesinler, bu olmaz.

Türkiye’de bugünkü yönetim, İnançlar üzerinde büyük bir reklam yaparak kullanmaktadır. Bununla bir özgürlük sağlama yerine, her alanı dinsel olarak örgütlendirmeyi, yavaş yavaş programlandırmaktadır. Çıkar ilişkileri çerçevesinde, şirketleri, sermaye gruplarını, mücadele dışı diğer alanlardaki Kürt gruplarını vb.. ortak etmekte ve kullanmaktadır. Hem de bunu, çok sistemli ve iyi biçimde yapmaktadır.. Oysa, bu faaliyetler ne demokrasinin, ne de Kürt Sorunu’nun çözümü değil. Tersine, Kürt Sorunu, önü tıkanan, aşağılara çekilen ve giderek, diğer dönemlerdeki gibi -ama, gelişmeler, teknoloji, vb.. nedenlerle elbette daha değişik- devletingalibiyeti” ile sonuçlanacak.. Ki, bu daha çok Başbakan’ın ve partisinin, İslam’ın galibiyeti olacak gibi görünüyor..

En önemlisi, içinde ve de dışındaki muhalefet de onun gibi Türk ve milliyetçi, sınırların korumacısı. Yani, biri ümmetçi ise, öteki de laik. Laik ve ümmetçi Kemalistler, baba bir ana ayrı ikiz kardeşler gibi bunlar. Devlet için, herkes kendine göre görev alanında cirit atıyor, caka satıyor. Zaten, kıyı/köşelerinde dolaşıp, onları korkutan, Türk oğlu Türk başkaları da var. Devletle birlikte İstihbaratı da bölüşmüşler. TC’nin kurulduğundan beri oynanan oyun, döneme uyarlanıyor. Üstelik devletin Kürtleri de, bunlara olmadık yağlar çekerek ve onları meşrulaştırarak, görevlerini yerine getiriyorlar, yollarını da buluyorlar(!). (…)

Demokrasi, onların grup, parti, cemaat, tarikat vb’nin, övülerek bitirilmeyen çıkarlarının tarifine uygun yönlendiriliyor. Oysa, demokrasi bu değil.. Kürt ve Kürdistan sorunları ise, her şeyden önce ulus ve ülke sorunudur. Bunun tartışılması, programlaştırılması ancak demokrasi sorununu gündeme taşıyabilir.

“Bir yayınevi sahibi olan Johann Balhorn, 16. yüzyılda, Leibzig’te yaşıyordu.Bir Alfabe yayınladı. Bu kitapta, geleneğe uygun olarak öteki resimler arasında bir de horoz    resmi vardı ; Ama horoz resmi m a h m u z s u z   çizilmişti ve yanına iki yumurta konulmuştu ! O zamandan beri, metni, ilk halinden   daha     kötü    bir      duruma  getiren  ‘düzeltmelere’, Almanlar Verballhornung derler”. (…)

Başbakan bir büyük yanlış daha yapıyor ve Kürt Sorunu’nu diğerleriyle iç içe koyarak, ortak sunuyor. Bunu da, “danışmanları, yalakaları” ve devletin Kürtleri ile yapıyor.Bunların bazıları, hep hükümeti ve başbakanı övüp duran, ondan geçinenlerdi. Son hükümet/ cemaat “savaşı”nda yan çizmeye, geri çekilmeye ve hatta aleyhe dönmeye başladılar bile..(…)

Bütün araştırma ve öneriler, onun, başbakanın programı ve uygulamak istediği stratejisinin başarısı için programlanıyor. Danışmanları, üzerindeki işi ya da demokrasiyi değil, onun programını, TC’nin sınır güvenliğini, seçimleri, üst çıkar ilişkilerinin rahatsız edilmemesini, vb… programlıyor, önüne koyuyorlar. O da, iyi bir “vaiz” olarak, başarılı bir demagoji ile bu programları evirip /çevirip, “halkçı, demokrat, eşi/ emsali olmayan başbakan, vb..” olarak, kullanabildiği kadar kullanıyor. Bu anlayışla her şeye onun mantığı egemen kılınıyor; “Benim Türkiyem, benim halkım, benim bakanım, benim valim, benim, benim her şey”..

Övünüyor, Özal’dan, Menderes’ten, son günler Erbakan, Ecevit’ten, başkalarından da dem vuruyor. Oysa, bazı farklılıkları olsa da, onların hiç biri uluslar arası çıkar ilişkilerinin  dışına bir santim çıkamadılar, kendisi de çıkamaz. Yüz de yüz bağımlı bir siyasetin, en usta ve döneme denk düşen yanıyla, en rahat hareket edeni de bu başbakan. Bütün sorun Kürtlerin taleplerinin üstünü örtmek ve en aşağılara çekerek istekleri terörizmle sunmak. Oysa, esas terörist Türk devletidir. Kürdistan’da yapmadığı kalmamıştır, ama başbakan bu uygulamaları tartışmıyor. Bir tek dava bile açılmadı Kürdistan’da.. Binlerce faili meçhul var, ama bir tek dava yok, Niçin? Kürdistan dağlarında ağaç kalmadı, hep yakıldı, yıkıldı.

Paket açıklıyor, “Türkçeden başka diğer dil ve lehçeler” den söz ediyor. Evet, hepsine de hak tanınsın, üstelik çok geç kalınmış. Ama, Kürt Sorunu diğer dil ve lehçeler değil, başlı başına bir sorun, siyasi çözüm ve uygulama istiyor. Kürt Sorunu yukarıda da belirttiğimiz gibi, ülke ve ulus sorunudur.

Aslında Türkiye’de, M. Kemal’den devralınan, masa başında düzenlenmiş ve sınırları cetvelle çizilmiş bir “bürokratlar devleti” yerini almıştı. Bunun tüm partileri ve kurumları, gizli bazı görevleri yürütürken yine kardeştirler. Ama, hepsi Kemalizm’in versiyonları. Hani, başbakan söyledi ya, M. Kemal de “TBM Meclisi”ni açmadan “Hacı Bayram da namaz kılıp gelmişti”, işte öyle. Zaten Mustafa Kemal’de her şey vardı (!). (…)

Esasa gelirsek, Kürt Sorunu’nda da, hep geçmişin uygulama ve çözümleriyle, -koşullar ve zaman değişmiş olsa da- çok yakın benzerlikler var.

Hani, belli programlarla bir Azadi örgütü vardı. Cumhuriyetin kuruluş dönemleriydi. Kürdistan için programlarıyla, aslında TC’nin bütünlüğünde bir özerk Kürdistan olacaktı. Bölge Kürdistan olarak anılacaktı .(…) Görüşmeler, anlaşmalar sonrası Azadi’nin bütün

seçkin ve eğitimli yöneticileri bazı uygulamalar için alana gittiklerinde, bir komplo ile katledildiler, kemikleri bile bulunamadı. (*) Betlîs’te (“bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik” misali) gecemiz /gündüzümüz olmayan günlerde, her yeri didik didik etmiştik, ama onlarla ilgili bir şey bulamamıştık. Belki duvarlara, şuraya buraya bir şey yazmışlardır diyorduk. (Hani bizimde yıllarımızı alan hapishane anılarımız var ya!) B…’nun babası (…) bir yerlerde memurdu. Bize, “ oğlum onların kemikleri çuvallara doldurulup götürülmüş, bir iz bulamazsınız” dediğinde, elimiz/ayağımız tutulmuştu. Bu dönemi anılarımızda ya da

siyasi tarihimizde detaylandırırız belki. (Son dönem Amed’ -Diyarıbekir- de bir kemik yığını gündeme oturdu, ama alel/acele gündemden düşürüldü, üstü örtüldü!)

14 Nisan 2O14

Mümtaz Kotan

(*)Yıllar önce bugün, 14 Nisan, Azadi örgütü üyeleri, Cıbranlı Halıt beg, Yusuf Ziya beg ve birçok değerli kadronun, kurşuna dizildikleri gündür. 89 Yıldır üstü örtülü bu katliamın acısını yüreğimizde taşıyoruz.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar