Mümtaz Kotan – ‘’Kürt Açılımı’’nın geldiği yer ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın durumu II / Ocak 2011

24. April 2016 | Von | Kategorie: Anasayfa, Tarih

düsseldorf 2014Tayyip Erdoğan, alışıldığı gibi önce kükredi, sonra duruldu ve son günler geriye çark ederek ‘’biz bu süreçten geri adım atmayız’’ demesini de unuttu, yuttu gitti. Öyle adım attı ki, benzerlerini geride bıraktı. Elbette bu tartışmaları yaparken, diplomatik gösterileri de ihmal etmiyor. Zavallı halk ne yargılıyor, ne tartışıyor, ‘’bu dünyadan fayda yok’’ diyerek, herkes ‘’öbür dünyada yer etmenin’’ (Pontuslu sanatçı Volkan’ın dediğine bakılırsa; ‘’oburide şupheli’’) derdine düçar olmuş. Başbakan ve yardımcıları, siyasi değil, İslami kelime ve cümleleri gündeme taşıyorlar. Kendilerini alabildiği kadar zorlayarak, ne kadar sokuşturabilirlerse, kardır diyorlar. Böylece, TC’nin gelmiş geçmiş yöneticilerinin ve hatta onlardan daha ileride nutuklarla, kendi görüş ve çıkarlarını savunuyorlar.

Sık sık ‘’civar devlet erkanı’’ ile birarya gelen Tayyip bey, Kürdistan’ı biçimsel sınırlarla, çizgilerle parçalamış ve birbirleri ile yıllardır ortak davranan 4 bölge devletinin göstermelik işlerini, diplomasiden din kardeşliğine, İslama getirip dayattı. Bunlar ki, bölgenin 4 devleti, aralarında yıllardır olmadık anlaşma, atraksiyon, işgüzarlık, ticari işler vb.. ile sık sık yanyana gelmişler, ayrılmışlar. Biz bunları çok iyi tanıyoruz. ‘’Bağdat Paktı’’ mı dersiniz, ‘’Cento’’lar mı? Suriye, İran, Irak, Türkiye ve de ‘’belirsiz’’ Pakistan da, bütün dünyada tartışılan İslami Örgütler’in barındığı, lojistik destekler aldıkları kaleler olarak bulunuyorlar. Kürtler için hep yan yana gelmişler, getirilmişlerdir. Kürtler’in bugünkü durumlarının hemen tüm esbab-ı mucibesi bunlardır. Son derece ilkel, anti-demokratik, katakullici, entrikacı, devlet demeye bin şahit ister bunlar için..

Peki, ilişki gerekmez mi, gerekir. Diplomasi, barış, hepsi gerekir.Üstelik öyle sıradan şeyler varki, geç kalınmış. İşte sorun burada. Herşey konuşuluyor, ama.. dedinmi, akan sular duruyor. O ‘’ama’’ var ya ! Bunlar, bölgenin zorla devlet olmuş -yapılmış da diyebilirsiniz- devletleri hesap vermeden, bölgede birşey olmaz. Olsa da, çok zor ve biçimsel olur. Türkiye’nin bizi, Kürtleri barışa, kardeşliğe vb.. ters göstermesi ise tam bir düzenbazlık. Biz bütün ailelerimizi, mal varlıklarımızı, ömrümüzü, gençliğimizi, özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kan ve irinle buralara gömdük. Son yıllarda herşeyimiz, milyarca paralar ve taşımmaz mallarımız da buralarda, özellikle Suriye’de gömülü. Hiçbir şey olmamış gibi, herşey tertemiz edilmiş, iz bırakılmamış, ilişki götüren ‘’amcalar, kardeşler’’ de ortada yoklar, ama yarın öbürgün gelirler. Çünkü hala para emiyorlar. Gidin bakın, Bekaa da, Halep ve Şam’da, Lazkiye’de son 25 yılın bir tek izi yok! Hiçbir şeyden eser yok. Şehitlerin mezarları bile ortada yok. Aracı , tefeci birkaç kişi ortada dolaşıp duruyor. Yani, Kürt ‘’profesyonelleri’’.

Şimdi Tayyip bey, günah savar gibi, sanki kendisi yıllarca bir yerlerin kadrosu değilmiş gibi, son 5-6 yıl uydurması ve ‘’bizim iktidarımız’’ gibi keyfi vaazlarla bunları çağırıyor, oralara kendisi ya da emir komutasındakiler gidiyorlar, bölgede ‘’barış’’ için olmadık laflar ediyorlar, ama utanmıyorlar. Her lafın başı ‘’milletim’’, ‘’halkım bilir’’ oluyor. Sanki millet, halk onun babasının malı.. İleride oy kaybı ya da desteğin azalması halinde, bu ‘’millet’’ olmadık laf yiyecektir. Cahil, vefasız ve değmez oluverecektir birdenbire..

Hep böyle oldu, tarih yağ çekme ‘’as solistler’’i , ‘’sanatçılar’’ı ile dopdolu. ‘’Kimler geldi, kimler geçti’’ bu zavallı halkın, milletin üzerinden.. Bu başbakandan daha dolu laflar eden ve yalnız başına kalan liderleri unutmamak gerekiyor!

Osmanlıdan, dinden, imandan söz ediyorlar ama, Kürtlerin içinden geçtiği boğazı tartışmıyorlar. Bu öyle kolay atlanacak, üzeri örtülecek şey değil. Türkiye’deki faili meçhuller kadar, Suriye, Irak ve İran’da da benzerleri var. Kim sorumlu belli değil.(…)

16 .9.2009’da yaptıklarıyla anılan, tam bir diktatör olan ve hesap da vermeyen Esat’ın miras yollu devleti işgal eden oğlu Beşar geldi, ‘’komşuyla’’, iftar sofrasında dertleştiler. Zaten bugünler bakanların, yöneticilerin, başbakanın tek işi iftar sofraları, bayramlar ve Allah lafını sık sık geçirme.. Hemen herkesi Allaha emanet ediyor. Tayyip, ‘’komşunun gelişi’’nde çoşmuştu; ‘’Bizim Suriye ile çok yakın ilişkilerimiz var, dünyada bu kadar ortak noktası olan iki ülke daha yok’’, diyordu. Buyrun!

Peki neymiş bu ortak noktalar, yalnız‘’İslam alemi oluşları’’ mı? Daha daha.. Aslında, esas ortak nokta; Kürtler. Cetvelle bir çizgi çekmişler, yarısı orada, yarısı burada kalmış Kürt ailelerin. Başbakan ise, 40 yıl, hatta daha fazla zaman sonra faaliyetleri sıralıyor; ‘’7 yılda buralara geldik, sorunları çözdük’’ diyor. Güldürme Tayyip efendi, sen bilmiyorsan MİT’e sor, nasıl olsa sana bağlı. Askerlere sor, bugünlerde aranız iyi. Tarikata sor, Erbakan’a sor, ötekilere.. Ama nedense, 20 yıla yakın PKK’nin Suriye’de oluşuna karışmıyor. Be birader, bunca yıl ‘’teröristler’’ için, bir sınır ötesi de oraya yapsaydın ‘’Allah aşkına’’..

Dediğimiz gibi, bu devletlerin ortak yanları Kürtler. Ayrıca başbakanın dediği gibi, kimse ile hiç bir dostlukları kalıcı değil. Uluslararası gelişmeler, çıkar ilişkileri karşısında öyle çark ediyorlarki, sorma gitsin! Buna Libya ile ilişkiler, Yunanistan, İran, Irak, Pakistan, Rusya, Ermenistan, Avrupa ülkeleri vb.. hemen hepsi dahildir. ‘’Van münite’’ kahramanı, devleti soyup soğana çevirmiş, kendisine ‘’en büyük müslüman adam’’ gibi ödüller de veriliyor, verdiriliyor! ‘’Deliler’’ ve de ‘’pexaslar’’la işleri iyi idare ediyor. (…)

Son konuşmalarında komşusu ve din kardeşi Beşar’la muhabbet ederken, Lazkiye’yi Magosa’ya bağlayacaklarını da söylemiş. Be mübarek, Kıbrıs’taki işgali önce kaldır, eğer Türkler varsa, onları Türkiye’ye azınlık ve diğer uluslar için önerdiğin alt/üst kimlik vb.. şeklinde kabul et, sonra orayı/ burayı birbirine bağla. Hem de oraya taşıma unsur yığdınız, adamların ülkesinde ‘’cumhuriyet kurdunuz’’. Dışarıdan öyle gülünç oluyor ki, sorma gitsin. ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’’! Herşey, TC’ye teslim ve şimdi de Ortadoğu liderliğine (!) oynuyor. (…)

Bu, Kürtleri parçalayarak kendi alanlarında tutan devletler, kan, irin, işkence, zulüm, vb.. kokuyor ve kokuları dünyayı sarmış. Ama, Kürtler buralardan söz etmiyorlar. Ortadoğuda tüm entrikalar buradalardan pazarlandı. Bizim evimizi yıktılar, bizi 100 yıldır özgürlükten, bağımsızlıktan, demokrasiden vb.. mahrum bıraktılar, şimdi de oynuyorlar. Ama, Kürtler işlerine geleni konuşuyorlar, kimse Suriye’yi gündeme taşımıyor. Analizlerde, küfür ve eleştirilerde orası yok (!) Bazılarına göre Irak, bazılarına göre de İran. Türkiye son günlerde ‘’ülkemiz’’, Tayyip bey de ‘’başbakanımız’’ oldu..

(…)

Birkaç madde içinde, tartışmalardaki yanlışı belirlemek gerekiyor.

1. Bu program iktidarın dediği gibi, onun uydurduğu bir program değil ve AB’nin Türkiye’ye dayattığı ya da istediği zorunlu bir sürecin programıdır. Kapsamı daraltılıp, büyütebilinir. Ama, bu programı uygulamak, gerekli kamuoyu yaratmak, vb.. İslamcı Hareket’in, bugünkü iktidarına, yani Tayyip bey ve adamlarına denk düştü.

2. TC’nin bugünkü hükümeti, çoğunluk iktidarı olduğu için, karar alma ve uygulama olanakları fazla.

3. Muhalefet de görevini yapıyor, onların bağırıp/çağırmaları bugün başlamış değil. Günlerdir, tartıştırılan programa uygun gelişiyor. Hatta AB sürecini de protesto etmişlerdi.

4. Sonra, hep birlikte geri adım attılar, bir kılıf buldular; ‘’milli mutabakat’’. Bu, TC’de her zaman kurtarıcı bir simittir. Ve son öneride de, programın hayat bulmasına kadar bağırıp çağıracaklar, daha sonra bunda da anlaşma kendiliğinden olacak. Kimse merak etmesin.

5. Her üç kesim de, kendi programını ve devletin birlik / beraberliğini öne sürüyor. Biri Laik, diğeri İslamcı (tartışma ve yorumlarda ‘’Ilımlı İslam’’), öteki de milliyetçi (yorumlarda takılan adıyla ‘’Türk/İslam Sentezcisi’’), ama hepsi Kemalist.

(…)

Şurası bir gerçek, başbakan yok dese de, Kürt Sorunu var.. ‘’Kürt Açılımı’’, evrilip çevrilip; ‘’..adına ister Kürt Sorunu değin, ister açılım deyin, ister demokratikleşme.. bu sorunu çözmeliyiz’’e gelmiş, getirilmiş durumda. Açık olan, tartışılan Kürt Sorunu değil. Gecikmiş, geciktirilmiş bir demokratikleşme, AB ve Uluslararası bölge çıkarlarına endeksli İslami öncülük süreci vb..’dir. Kimse sorunlu bir Türkiye istemiyor. Özellikle, Sarkozi bunu dile getirdi, ‘’..Her tarafın Kürtlerle çevrili, bu sorunu çöz gel, AB’ye taşırsan olmaz, vb..’’dedi. Mercel, ‘’imtiyazlı ortaklık’’ dedi. Sorunsuz gel, ‘’bizde milyonlarca Türk/ Kürt var, vb..’’ kaldıramayız dediler. İktidarın ‘’yeni yetme kadrolar’’ı, bütün bu değerlendirmeleri, AB sürecinin zorunlu demokratikleşmesini, vb.. öneri ve zorunlu programları dile getirmiyorlar. Tersine, özerk, ulaşılmaz, yalanlarla süslü şeyleri öne sürüyorlar. Hep İspanya ve İtalya başbakanlarını örnekliyorlar. Kabadayılık ta benzer örnekler ya, onun için..

İktidar bir şey daha yapıyor, süreci istediği gibi anlatıyor. Büyük oranda tarihsel eksik bilgileri öne sürüyor. Oysa, ‘’dindar kadrolar’’, yıllardır Türkiye’de iktidardalar ya da ortaktırlar. Her sürecin vebali onların da üzerlerinde. Süreçte, MSP (Milli Selamet Partisi) var, MNP (Milli Nizam Partisi) var, Saadet/ Fazilet Partileri var, vb.. Ama, bir kez Kürtlerden, onların haklarından bahsetmediler. Şimdi ‘’biz bunu gündeme koyduk’’ demekteler. Bu, açıkca abartma ve yalandır, tarihsel sürece de terstir..

Ayrıca, Türkiye’de iktidar koltuğundan kimler geldi, kimler geçti.. Ecevit, Mesut Yılmaz, Süleyman efendi, Özal, Erbakan vb.. Bunların arasında ‘’…Çözüm Diyarbakır’dan geçer’’ deyip, yalnız başına kalanlar oldu. Şimdi, CHP ve MHP liderlerine, ‘’kariyeriniz yok okumuyorsunuz’’ demek ‘’biraz ayıp’’ oluyor. Onlar, devletin ‘’has mı has kadrolar’’ı. Ülke içi, ülke dışı ‘’okuyorlar, kariyerleri’’ de var, ‘’staj da’’ yapıyorlar, herşeyleri var anlayacağınız!

Üstelik, yeni ‘’program’’ çerçevesinde çok Türk olmaktan kıvanç duyduğunu ve böyle bir sürecin tartışmasız varisi olacağını dolaylı yollardan açıklamaya çalışan, ‘’Dersim’’li yeni meşhur ‘’Kemal’’ de CHP’nin başına geldi, getirildi.. Hoş ‘’Tunceli’’ de Kemal çok! Döneme, çıkar ilişkilerine, bozulan, başka yerlere çekilen ‘’Kürt açılım programı’’nın Tayyip bey’le birlikte üstü kapatılmaya çalışılıyor. Kavga/döğüş göstermelik anlayacağınız. ‘’Yeni Ortadoğu düşleri’’ ve uluslararası ilişkiler bağlamında, iktidar ve ana muhalefet partileri iyi oynuyorlar, her ihtimale karşı birbirlerinin tabanına da hitap etmeyi ihmal etmiyorlar! İkisi de‘’biraz’’ümmetçi. Hem de Kemalist Ümmetçiler..

‘’Kürt Sorunu’’ var mı, evet var. Daha geçen yıllar, ‘’seversen sev, mecbursun, yoksa git’’diyerek övünen başbakan ‘’Kürt Sorunu’nu nasıl çözecek? Atatürk, ‘’bu memleket Türk ve Kürtlerden müteşekkil bir heyeti mecmua’’dır demişti. Dedelerimizi bile görmedik, ölüleri, kemikleri bile nerede belli değil. Ondan sonra İsmet Paşa ve şürekası, Atatürk’ü de baştacı ederek, esas Kemalizm’i dokularımıza kadar işlediler. Bu, ‘’Dersimli hemşehrilerimiz’’in ‘’hal ve gidiş’’lerinden besbelli..

Evet, ‘’Kürt Sorunu’’ var ve son derece ciddi. Yeni bir şey de değil. Bunun belli örgütlere, kişilere mal edilmesi de yanlış. Bütün bir ömrümüzü verdik, hayatımız olmadı, ailelerimiz dağıldı. Şimdi, Van’lı, Muş’lu, Diyarbakır’lı vb.. hemşehrilerimiz ve bazı ortalığı doldurmuş herşeyi bilen ‘’araştırmacı yazar’’ ve ‘’siyaset bilimci’’ler ucuz yoldan iktidar partilerini ya da başkalarını destekleyerek nutuk atıyorlar, rant kapışıyorlar.. Utanmıyorlar, bu pazardan en çok da, şimdiki iktidar partisi ve onun etrafındakiler nemalanıyor. Şimdi, iktidar partisi kendisine Kürdistan’dan bazı Kürtler yaratmış. Bunlar şimdiye kadar neredeydiler, geçmişleri ve şehirsel, köysel, aşiretsel vb.. ne oldukları da pek belli değil! (Aşağıda, bunlara yeri geldiğinde tekrar değineceğiz.)

‘’Kürt Sorunu’’ yalnız Türkiye’de değil, Ortadoğu’yu kapsayan bir ulusun sorunu. Bu sorunun çözümü, en azından bir Kürt Devleti’ne tekabül etmeli ve bir uçtaki komünistlerden, öteki uçtaki milliyetçilerine, dincilerine, iyi/ kötü her düzeydeki gruplarıyla bir bütünlük arzetmelidir. Yani, ulusal program hedefleri, bağımsızlıktan özerkliğe kadar hepsini kapsıyor. Yıllarca söyledik, yine söyleyelim; Bazı parçalardaki çözümler, uluslararası çıkarlar, dünya ve bölge konjonktürü ve zenginliklerinin paylaşımı, vb.. hemen hepsi, ulusal programlarda değişiklikleri getirdi, getirebilir. Ama, iktidarın dediği gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt Sorunu’nun çözümü değildir, belki onun programatik hedeflerinden bazılarının tartışılması, tartışılabilmesi demektir. Gecikmiş ve zorunlu uygulamalarda, Türkiye’nin kendi çıkarlarının adı Kürt Sorunu’nun çözümü koyulamaz.

Eğer, Kürt Sorunu ve çözümü, programatik olarak Türkiye’de tartışılıyorsa, o zaman bunun adının açık ortaya konulması gerekir. Daha önce de birçok kez söyledik. Program açıklanmalı ki, kimin neyi tartıştığı, mutabakat ne için isteniyor belli olsun. Sonradan, ‘’herkesle görüştük şuna karar verdik’’ denilmesin. O zaman mutabakat da olmaz.

Demokrasi nutku atmak için, özel görevlendirilme ya da Allahın iyi kulu olma, kendinden mündemiç haklar sahibi olduğunu iddia etme, vb.. gerekmiyor. Demokrasi’nin, ortak anlayış içinde ve en önemlisi de döneme denk düşen yanları üzerinde anlaşmak gerekir. Bu da, olmazsa olmaz bir koşula bağlanması ile mümkündür, bu hukuktur ve onun güvencesi altında bir adalet anlayışının varlığıdır.

‘’1000 yıl birlikte yaşayanlar’’ın, ‘’din kardeşleri’’nin birliğini, demokratik olarak ortak noktaya vardırmanın boyutu, Kürtlerle Türkleri, dini, mezhebi ayrı olanları, herkesi bağlayıcı bir hukuk olması gerekiyor. Bu hukuk, Türk ve İslam motifinin yasal olarak, Anayasal düzenleme ile ortadan kaldırılması, hayatın ortaklığa dönüştürülmesi ile mümkündür. Her şey ancak bununla, mutabakat isteğini meşru kılar.

Çok uluslu bir toplum kapsamında; Kürtler’in, Türkler’in, Rumlar’ın, Ermeniler’in, Çerkezler’in, Boşnaklar’ın, Pontuslular’ın, Süryaniler’in vb’nin, hemen hepsinin Anayasal güvencesi, kimseye öncülük tanımadan vatandaşlık bağlarından geçmektedir. Bu hayati ve önemli koşul, Türk devletinin; bütün devlet ünite ve kademelerinden Türk olgusunun kaldırılması, egemenliğin başta Kürt Ulusu ve diğer halklar, dini azınlıklarla bölüşmesinden geçer. Bu öneriye terörizm, bölücülük denemez. Çağdaş devlet olmanın esası budur. Bu konuda mutabakat devleti yönetenlerden gelmelidir.

En başta Anayasal bir değişiklik zorunludur. Eğer, bir ‘’Kürt Sorunu’’ varsa, bu söylem bazı hesaplara, çıkar ilişkilerine, bazı programlara yaslanmıyorsa, bunun muhtevası içinde çözümü gerekir. Kürdistan’daki hedef ve istemleri karşılamasa da, böyle bir süreç tartışılır. Çözümü istenen ‘’Kürt Sorunu’’ daha önceki süreçlerde olduğu gibi üstü örtülerek, tarihe havale edildiği zaman çözüm olmaz. Kürtler Kürtçe konuşsunlar, sorunun çözümü değildir. Zaten konuşuyorlar, konuşacaklar. Bu nedenle, Türkler olarak öne sürülen ‘’tek devlet, tek millet, tek din, tek dil, tek bayrak vb…’’ gibi söylemler terkedilerek, egemenlik başta Kürtlerle bölüşülmelidir.

Bunun, hukuksal ve uluslararası anlaşma ve sözleşmeler karşısındaki güvencesi, ancak böyle oluşabilir. Bu hukuki güvence anayasanın değiştirilmesi ile mümkün olabilir. Devletin temel yasal çerçevesi değiştirilmeden olmaz. Anayasa’nın ‘’değiştirilmesi bile önerilemez’’ hükümleri değiştirilerek, ‘’tek dil, tek millet, tek bayrak vb..’’ kaldırılıp, kollektifleştirilip, demokratikleştirilerek ortaklık sağlanabilir. Çözüm denen olgunun esası burada yatmaktadır.

Bu değişikliğe bağlı olarak, Kemalizm mantalite olarak terkedilmek zorundadır. Hem laik, hem de ümmetçi Kemalist kanatlar tasfiye edilerek, Türk, İslam ve Atatürkçü motifler, devlet yapısından çıkarılmak zorundadır.Tarihsel süreci ifade eden ve yazımı da üzerine konulmak koşuluyla, bazı alanlarda kalması dışında, tüm Mustafa Kemal’in heykelleri kaldırılmalıdır.Hayatın her alanında,diğer dillerin de,başta Kürtçe olmak üzere uygulanabilir olması sağlanmalı, tarihsel süreci ifade eden olgular diğer dillerde de sunulmalıdır.

Son dönemde, ‘’Demokratik Toplum Kongresi’’nin kamuoyuna açıkladığı programda belirtilen, ‘’iki dilli yaşam , özerk bölge statüsü’’ bütün boyutlarıyla hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda, başta Kürtçe ana dilde eğitim uygulanmalı, hayatın her alanında düzenlemeler yapılmalıdır. Kürt Dil Kurumu, Konservatuarı gibi kurumlar kurulmalıdır. Devlet kurumlarındaki formlar, fatura, bilet, vb.., noter, banka, belediye gibi kurumların ilişki metinleri Türkçe ve Kürtçe iki dilde basılmalıdır. Bütün kara, deniz, hava yolları pano ve şiltleri iki dilde konulmalı, dini ibadet Kürtçe de olmalı, mevlüt ve ezan Kürtçe de okunmalıdır. Üniversitelerde Kürtçe bölümler açılmalıdır.

Devlet televizyon ve radyolarında programlar iki dilde olmalıdır. Özel TV’lerin ömrü uzun değil(!), aniden çark edebilir ve de ters yöne geçebilirler. Hem de, sistem içi dayanamazlar (!). Devletin istihbarat, ordu, polis üçlüsü kurum ve kuruluşlarındaki anlayış, anti-Kürt yapı kaldırılmalı, Kürtler düşman olmaktan çıkarılmalıdır. Milliyetçi eğitime son verilmeli, bütün alan, köy, kasaba, şehir adları aslına dönmelidir. Şartlandırmalar ortadan kaldırılarak, en başta tarihi olay ve olgular gerçekliklerine kavuşturulmalıdır. (…) (Yukarıdan beri açıklanan uygulamalarla ilgili daha önce de yazmıştık, Bak / ‘’Kuzey Kürdistanlı Aydınlar ve Somut Programlar’’ )

Hükümet çelişkilerle dolu söylemler dile getiriyor. Örneğin, ‘’Türk’’ bağlayıcı vatandaşlıktır, değiştirilemez. Anayasa’da Kürt ulusu ya da Kürtlerin ortak kurucu oldukları yollu hükümler yer alamaz güvencesi de veriyor. Kime veriyor, TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)’ya. Devletin yanlış yaptığını söylüyor, ne zaman ve nasıl yaptığını açıklamıyor. Bu soyut kalıyor.. Son 20/30 yıl geçmiş değil ki, henüz netleşmemiş sonuçlarıyla ve açıklanmamış arşiv, bilgi ve belgeleriyle bu süreci yaşıyoruz..

Başbakanın başdanışmanı olmuş, Kürtlerin hemşehrisi sayılan birileri, geçmişini açıklamıyor, bizlerin ödediğimiz bedelleri söylemiyor. Ama diğerleri gibi, örneğin; Mehmedev /Putin benzerliğindeki gibi, başbakanı ağız, yüz, el hareketleri ve söz kesmeler ile aynen taklit ediyor. ‘’Anayasaya hüküm koyamayız, kimse korkmasın, bizim yapacağımız şeylerle vatan bölünmez’’ diyor. ‘’Vatanın birlik ve beraberliği esastır’’ tekrarını da yapıyor. Ve cumhuriyetin kuruluşundan beri, Kürt Ulusu’nun inkarı üzerine kurulu, bıktığımız, bir ‘’bölünme fobisi’’ haline gelmiş, ‘’ birlik ve beraberliği bozma’’ konusunda, tehditkar uyarılarını da eksik etmiyor.

Ardından, iş alışılmış yağ çekmeye geliyor. ‘’Böyle bir başbakan ve cumhurbaşkanı gelmez, kadir kıymetlerini bilelim’’. Oysa, Türkiye ne kadrolar taşıdı, ne kadar Türk olduğunu söyleyen bürokrat yaşadı, sorma gitsin. İçişleri bakanı da, eski A. Aksu, B. Arınç’ta, diğer başkan yardımcıları da, yıllar önceden hemen hepsi tanıdığımız yüzler(!). Bizim gençlik yıllarımızın CHP’lisi, Kemalist biri de, şimdi ‘’Kültür ve Turizm Bakanı’’ olmuş.(…)

Yalnız bunlar mı, birçok tarih ‘’prof.’ları, gazeteci/yazar takımı, en önemlisi de nerede olduklarını bilmediğimiz, şimdi yaratılmalarına özen gösterilen kendi Kürtleri, siyasetçi vb… de TV’lerde, gazete sayfalarında boy gösteriyorlar. Devletin, hükümetin, cemaatlerin programlarına cila çekiyorlar. Aslında, Kürtlerin inkarı üzerine doktora yapmış, ‘’prof’’ olmuş olanların tümünün bu ünvanları iptal edilmelidir. (…)

Yukarıda sıraladığımız takımdan olanların bazıları Üniversite de, bazıları da siyasi mücadelemizde bize neler çektirdiler, o zamanları bilen bilir! Yıllardır bir özür bile dilemediler.. Sanki, böyle el oğuşturmayla, yalakalıkla, gizli/kapaklı pazarlıklarla dünyada gelinmeyecek yer varmış gibi? Böyle davranışlarla her yere gelinir, hele

‘’Allahın izniyle’’ haydi haydi gelinir!

Uzun vade de yapılacak değişiklikler, hemen hepsi Asimilasyon amaçlıdır. Bu konuda söz de veriliyor, ‘’ bize parti dayanmaz, Allahı izniyle kısa sürede hepsini alırız’’. Eee herşey Türk! Bürokraside, devlet işlerinde, bankacılıkta, orduda, vb.. değişen yok. Türkçe ile, herşeyi siler süpürürüz anlayışı egemen. Bu mantalite değişmeden, yapılacaklar ya da değişiklik olarak göstermelik şeyler işe yaramayacak. MHP’de, başka bir yerdeğmiş gibi konumlandığı, aslında bilinen muhalefet mevziinden ‘’söz bir allah bir, ben bunlardan hesap sormazsam namerdim’’ diyerek hedef şaşırtıyor !

‘’Ergenekon’’un Kürt ya da ‘’Doğu ve Güneydoğu’’ (Kürdistan) dosyası da açılmıyor, açtırılmıyor ! Zaten, esas sorunda burada. Acele ‘’çözüm/mözüm’’le işin üstü kapatılıyor. Çünkü, Kürdistan’da açılacak dosya, ‘’Ergenekon’’ ya da ‘’Gladyo’’nun yargılanması, ‘’tasfiyesi’’ olsun; birçok bürokratı, valiyi, kaymakamı, daha alt yöneticiyi, asker komutanı, emniyetçiyi vb.. gündeme getirecek, içine almak zorunda kalacaktır.. Kürdistan’daki Faili meçhuller ortaya çıkacak, bütün uygulamaların altından Türk Ordusu, MİT, JİTEM, Askeri İstihbarat, Emniyet Teşkilatı vb.. çıkacaktır..

Eğer, böyle bir kapsam tartışılmaz ve yargılanmazsa, üstü örtülürse, daha önceleri de olan, ama son 30 yıldır Kürdistan’da, ‘’oralar’’da uygulanan vahşeti tartışmak, gündeme taşımak çok zor olacaktır. ‘’Demokratikleşme’’ adıyla ortalıkta dolaştırılan programlara cila çekmeye özen gösteren ve üst düzeyde nemalanan taallukat, ‘’eski solcu,devrimci de olsalar, yeni neoliberal ya da demokrat ta kesilseler’’; yapılmak istenen devleti ve orduyu aklamak, dışarıdan ‘’organizeli’’ ve ‘’ithal’’ yoluyla, çok ‘’övülerek’’ transfer edilmeye, yerleştirilmeye çalışılan, başta Türk ve İslam programlara kapı aralamaktan başka birşey değil. Buna herkes inansın, daha önceki değerlendirmelerimiz ve tespitlerimize yapıldığı gibi, önce şartlı karşı çıkıp, on yıl bekleyip, zaman geçirip, sonra hak vermeye hiç gerek yok(…).

Çünkü, İstihbarat örgütü, hem de ‘’Milli İstihbarat’’ olarak; ‘’vatan ve milleti koruma görevi’’ni programlarla, bunların uygulamalarıyla; özellikle ‘’provokasyon, psikolojik savaş, bilim ve araştırma’’ vb.. daireleriyle, ‘’taşeron örgütler’’ kurarak, kullanarak; en çok da, üzerinde olduğu şeyin asıl unsurlarıyla uygulamaya sokar.. Dünyadaki uygulama böyle. Madem dünyaya ‘’benzemek’’ istiyorlar, doğal olarak her konuda da benzeyecekler!

O nedenle, ‘’Ergenekon’’un Kürdistan dosyası açılınca, bölgede faaliyet gösteren 5 istihbarat örgütü birimlerinin ve bunlara bağlı geniş muhbir ağı ve korucuların, itirafçı vb.. unsurların faaliyetleri ortaya çıkacaktır. Bunların sayıları da en azından 1 ya da 1,5 milyon unsuru kapsayacaktır. Hatta, bölge sorumlu ve görevlilerinin büyük bölümünün Kürt olmalarıyla, o dönemlerin emir/komuta yapan içişleri bakanları, istihbarat başkanları, emniyet müdürleri, ordu, kolordu, jandarma il-ilçe komutanları, vb.. de karşımıza çıkacaktır.

Eğer korkmuyorlarsa, eğer samimi iseler ‘’Ergenekon’’un Kürt dosyasını açarlar. O zaman Doğu’ların, Belli’lerin, Balbay’ların, Mali’lerin, Özkan’ların, Küçük’lerin ve saymakla bitmez benzerlerinin kim tarafından görevlendirildikleri de ortaya çıkar.. Örgütlere girenler, sokulanlar, taşeron örgütler, eylemler, vb.. hemen hepsi açılır. Çünkü, ‘’Ergenekon’’ önünde engel, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürdistan sorunu ve oralardaki devlet uygulamalarıdır. Bunlar son derece provokatif, vahşi, hukuk ve insanlık dışıdır..

Eğer, söylediklerimiz, tesbitlerimiz doğru çıkmaz ve birçok şey deşifre olmazsa, o zaman biz de söz özeleştiri veririz. Değilse, ‘’gazeteci-yazar, siyaset adamı, prof, strateji uzmanı, araştırmacı, vb..’’ olarak televizyon ekranlarını, gazete köşelerini, ‘’çalıştay, açılış törenleri, iftar sofraları vb..’’ yerleri işgal edenlerin hemen hepsinin, hereket noktaları da belli olur! Haklı çıkacağımız gün gibi açık, tarih bu tür sahnelerle dolu, Kemalizm’in masa başında tasarlanmış ve organize olmuş bir millet, vatan, bayrak, vb.. anlayışının nerelere geldiği ve ona nelerin uydurulduğu gözler önünde..

Bu bağlamda, Kürt Sorunu ve çözümü olarak konuşulan olgu, Türkiye’deki toplumsal değişim ve gelişmelere bağlı olarak kendi toplumsal muhtevasının dinamikleri üzerinde bir çözümü değil, biçimsel bir tartışmayı içeriyor. Toplumsal değişim ve gelişmeler, soyut olarak ele alınamazlar. Kürt Sorunu’nda değişim için en önemli dinamik, bu konudaki devlet mantalitesinin ortadan kaldırılması ve sorunu tarihsel süreç bakımından kendi dinamiklerinden hareket ederek tartışmak gerekiyor. İşte, o zaman, öneri bir değişim ve gelişme midir anlaşılacaktır.

Peki çok sözünü ettiğimiz mantalite nedir? Bu, herşeyin Türk olduğu bir garip anlayıştır.. Türk hep iyi, Kürt ve ötekiler kötüye örnektir. Filmlerde, tiyatroda, gösterilerde de böyle. Televizyon sipikerleri, programların sunucuları, bir şey oldumu, ağız birliği yaparcasına aynı sözler ve kişilerle Kürtleri kötülüyorlar..

Herşey Türk olmaya enteresan bir/iki önemli örnek verelim. ‘’Annadolu Ateşi’’ diye bir faaliyet, dünyanın her yerine başta Kürt olmak üzere, Çerkez, Pontus, vb..’nin folklorunu Türk olarak taşıyor. Sözde bilinçli bir çalışma. Hiç bir oyunun kaynağı, ait olduğu kültür, dil vb.. belli değil.. Bunu yapma görevi de bir Kürde (!) verilmiş. Çıkar sağlama, nemalanma o biçim..

‘’Kürt cenahı’’ndan başka bir örnek de, Türklükle yıllardır övünen, bundan kıvanç duyan ve bazı olaylar cereyan edince ‘’bölücülüğe’’ karşı vatan koruyucu kesilen, ‘’imparator’’ namlı Tatlıses ve benzerleri de; yalan/yanlış ezberledikleri bir, bilemedin iki Kürtçe parça ile işi idare edip, Kürtçe Türküleri, folklorik değerleri, pazarlıya pazarlıya bitiremediler.. Türkçeye çevir çevir söyle, albüm yap. As solist ol.. Okuma yazma bilmeden, notaları tanımadan besteleri de ‘’kendim yaptım’’ de.. Hayret birşey.. Bu ‘’şan ve şöhreti’’, diğer Kürdistan parçalarına, bu kez vergiden muaf ‘’büyük iş adamları’’ olaraktan da taşımış bulunuyorlar. (…)

Bu, İstanbul gecelerinin çirkin ve de anlatılmakla bitirilemez yetme‘’sanatçı’’ beyleri, her şey de hak sahibi. Mücadele etmiş birçok insanın ödedikleri ağır bedeller ve ölen, şehit düşenlerin kemikleri üzerinde, bu beyler her yeri kaplamış pano reklamları ile

Kürdistanlılar’ın üzerinde kurulmuş(!) bulunuyorlar. Kürtlerin ne güçlü sesleri var, ama nafile! Hey gidi dünya hey!

Neyse, içi bizi yakar, dışı da eli.. Başa dönersek, son dönemde bu sözünü ettiğimiz mantaliteyi biraz ‘’eğip/büktü’’ gözüktüler, ama yine vatan, millet, bayrak, dil, din vb.. herşey tek.. Anlayacağınız artık hastalık halini almış. Böyle olunca, bu mantalite etrafında, kendi muhtevası dışında Kürt Sorunu’nda değişim ve gelişme ne anlam ifade edecektir?

Gelinen yerde AB üyeliği, Ortadoğu’daki gelişmeler, ulusal ve uluslararası çıkarlar, vb.. nedenlere karşı, ‘’Türkiye’de Kürtler var, öyle olunca dillerini yasaklamıyalım, konuşsunlar’’ gibi biçimsel ve anlam ifade etmeyen bir değişim, Kürt Sorunu’nun çözümü değildir. Zaten Kürdistan’da Kürtçe konuşuluyor. Bu olsa olsa, göstermelik ve geç kalmış bir kabullenme, kendi durumlarını kurtarma eylemidir.

Sorun, Kürt Ulusu’nun varlığının kabulüdür. Bunca mücadele sonucu ve ödenen bedeller gereği, Kürt Sorunu üzerindeki her yasağın kaldırılmasıdır. Bu, mantalitenin değişmesini ve Kürt dinamikleri üzerinde bir değişimi getirir ve tartışılır. Bu da, en başta Kürt dilinin serbeset olmasını, Kürdistan denen bölgenin kabulünü, anayasal değişmeyi, TC’nin başta Türkler ve Kürtlerden oluşan bir toplum olduğunun kabulünü getirecek bir değişim ve gelişim olur..

Türkiye’de toplumsal değişim ve gelişmeler önünde, birbirine rakip gibi gözüken Din ve Laiklik diye iki temel engel var. Bunlar herşeyi kendine uyduruyor. Aslında, hem laiklik, hem de ümmetçilik Kemalist bir mantalite ile ayakta duruyor.. Toplumsal dinamikler bunlara çarparak bölünüyor, değişiyor, esastan ayrılıyor. Her Türk olmayan olgu ve olay karşısında, devlet bu mantaliteyi ustaca kullanıyor. Özellikle Kürt Sorunu karşısında!

Peki, Kürt Sorunu, Türkiye’de demokrasinin önünde engel midir? Hemen belirtmek gerekir ki, böyle bir engel yok. Türkiye demokrasiyi seçmiyor, seçemiyor. Baskıcı, totaliter ve anti- demokratik yapılanma, ısrarla ve özenle korunmaktadır. Osmanlılık, Türklük, kahramanlık, askerlikle ilişkilendirilerek, iç- içe geçirilerek uygulanmakta ve bundan kıvanç duyulmakta, övünülmektedir.

Kürt Sorunu’nun Ortadoğu’daki boyutu yeni birşey değil. Bu konuya yukarıda değinmiştik. 4 devlet içinde yıllardır mücadele var ve bu mücadele Türklerin dediği gibi terörist de değil. Bu tanım kendini haklı çıkarma, yenilgiyi kabul etmeme, orduyu kahraman ilan etme anlayışıdır. Ve en önemlisi de, çözüm taleplerini aşağıya çekebildiği kadarıyla çekip, genel din ve Kemalizm mantalitesini üste çıkarıp, din kardeşliği vb.. düzeyinde çözümler yapıp, işi sürece bırakma, kaybetme ya da uzun vadede anlamsız hale getirme işgüzarlığından başka birşey değil. Yıllardır alışageldiğimiz ya da ‘’bazılarının’’, ‘’demokrasi ve barış’’ benzeri boyamalarıyla, aslında bu genel Türk çözüm anlayışıdır..

Oysa, temel çözüm, Ortadoğu’da Kürt Ulusu’nun kendini ifade etmesi ve bunun da bir devlete tekabül etmesidir. Dünya’da başka da Kürtler gibi kalan ulus yok. Ama, Kürt Sorunu’nun bu temel çözümü, dünyada Türklerin destekledikleri, Türk olarak sunup, savundukları ve bazı devletler önünde bölgeyi değiştirecek, uluslararası ilişkilerde çıkarlara zarar vereceğinden oldukça zor! Ama gerekli.

Ayrıca, Kürdistan parçaları birbirine yabancılaşmış, ayrı örgütlenmiş, içinde bulundukları devletlerin durumlarına uyarlı haldeler. Merkezi bir devlet, bu açıdan da zor. İran ve Irak’ta belli çözümler var. Suriye, alışılagelmiş durumu ile, belki bir ölçüde bazı kültürel sorunları çözer. Kaldı Türkiye. AB sürecine uygun da olsa, bir çözümün önünden tüm engeller kalkmalı. Tersine, Kürt Sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesi için zorunludur ve olmazsa olmazıdır. Buna engel olan ise, Türkiyenin durumudur.

Artık bir devlet oluncaya kadar, Türkiye’de haritalarda Kürdistan yazılmalı, Kürtleri din kardeşi filan değil, ulus kabul etmelidirler. Kürtçe ikinci dil sayılmalı ve eşit uygulamalara sokulmalıdır. Ana dilde eğitimden korkulmamalı, mücadelenin meşruiyeti kabul edilmeli, Kürtler taraf kabul edilmelidir. Nüfus kütüklerinde Kürt denilmeli, Atatürk, bayrak, and içmeler, istiklal marşı vb.. ya iki ulusu ve diğerlerini (Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Çerkezler vb..) ifade etmeli ya da kaldırılmalıdır. Diğerleri de, Türk olanların yanına konulmalıdır. Vb….

Kürdistan’dan muhbir ağı, gereksiz ordu birlikleri kaldırılmalı, polis gücü karakollara inhisar ettirilmelidir.. Koruculuk, Jitem vb.. ile 5 istihbarat örgütü, hemen hepsi kaldırılmalıdır. O zaman ‘’din kardeşi’’ olabiliriz, AB kriterleri uygulanır, demokratikleşme de olur. Şurası gerçek, Kürt Sorunu, kökten ya da kısmi de olsa, söylediğimiz gibi çözüme ulaştırılmadan Türkiye’de demokrasiden bahsedilemez.

Kürtler konusunda Türkiye herşeyde gecikmiştir, şimdi iktidar partisi, kendi programına uygun Kürtleri önüne katmaya uğraşıyor. Kürt Sorunu, çözüm değil çözümsüzlük sürecine sokulmuıştur. ‘’Açılım’’ her açıdan kapanmıştır. En aşağılara çekilen programlar sadaka olarak verilmek istenmekte ve Kürt Hareketi bir bütün olarak tasfiye edilmeye uğraşılmaktadır. Kürdistan’da açılan pazar büyük. Diğer parçalar da, çıkar ilişkileri ve içinde bulundukları durum, vb.. nedenlerle, Türk programı, uygulamaları ve tasfiye hareketinin arka bahçesi durumundalar.

Sonuçta, gerçekleri söylemek ve ulusal çıkarlarımızı koruyup, kollamak ve bu tasfiye eylemi önünde durmak işin bir yanı.. Bazıları bu öneriye gülüp geçecekler, ama bir gerçek, son derece de zor bir yan. Diğer taraf da, alışılmış ve yılların verdiği rahatlıkla, rantçıların, çıkar gruplarının; 1925, 1938, 1960, 1970 ve sonraları önemli tarihsel dönemlerde yaptıklarına benzer gibi olacaktır. Bu yanda ummadığınız birçok unsur yer alabilir, yamanabilir.. ‘’hayırlısı’’ Allahtan !

Devletin sinsi uygulamalarının esasında, Türk Ordusu’nu kurtarma, kahramanlaştırma, iktidarı güçlendirme vb… amaçlarla bir tasfiye olacağı kesin gözlemleniyor. Pazarlıklar da bunu gösteriyor ! Oysa, ‘’kahraman’’ Türk Ordusu, birçok ilave güçler ve istahbaratlara, dış kaynak, desteklere karşın yenilmiş durumda. Teorik, ideolojik, programatik ve çok sözü edilen cumhuriyetin ‘’kurucusu ve kollayıcısı’’ olması da fayda etmedi. ‘’Demokrasi’’ bağlamında da hali kalmamış bir durumdadır.(…)

İşte, tüm bu nedenlerle, gelinen bu sürecin üstü oyunla örtülmek istenmektedir. Bunda, yalnız TC. ve ordusunun değil, bölgede birçok kişi, kurum ve kuruluşun da çıkarları var. Bunları tartışmak, gündeme getirmek istediğimiz için, bize tüm kapılar ardına kadar da kapalı,

kendimizi ifade etmeye bile fırsat vermiyorlar. ‘’Devrimcilik’’, ‘’Kürtçülük’’, ‘’senelerce mücadele etmiş olma’’, çok ‘’güç’’ bu dezgahın içinde ya da destekleyicisi.. (…)

Yukarıdan beri sıraladığımız nedenlerle, dönemi iyi hesap edip, güçbirliklerini artırmak, belli programlarda ve yerde durmasını bilmek ilk akla gelenler. Değilse, oynanan oyunun altında hepimiz birlikte kalacağız. Tarihsel diğer süreçlere benzer ertelemeler gündemde. ‘’Dersimli Kemal’’le ittifak arayışlarından, AK Parti’nin yedeğine alınmaya kadar neler neler.. Elbette bunun önünde de durulacak, hedeflerimizi, programlarımızı tam karşılamasa da, tasfiyeye engel olmak ve altında kalmamak gerekiyor.

Yıllardır cezaevlerinde, dağda, ülke dışında mülteci olarak yaşlanan, binlerce şehit ve faili meçhullerle belli bir programa evet diyerek, tasfiyenin önünde durmak, bir Kürt Cephesi oluşturarak, savunmak gerekiyor . (…) Elbette bu ‘’yetmez ama, yine de evet’’ de değille karıştırılmasın. Bu, taraf olmak, kabullenilmek ve pazarlık sonucu durduğumuz bir durak olarak kabul edilmeli ve savunulmalıdır. Utanmamak gerekiyor.

Sloganlar da epey değişmiş, ‘’Îstenbol xweş e, kebap jî xweş e’’ ( İstanbul güzel, Kebap da güzel) ile gösterilen adresler, çıkar ilişkilerinin ‘’Kürt Sorunu’’nu nerelere hapsedildiğinin geldiği boyutu gösteriyor! Evet, bu yerde, bütün ömrümüzü bağladığımız, herşeyimizi uğruna verdiğimiz özgürlük ve bağımsızlığımız için yine de, ‘’her çiyayo mireno, namûs nê mireno’’ diyelim. Bu tekerleme bizim ‘’deli Yaşar’’ımıza aitti. Tanıyanlar bilir, ama o aradabir (…) ; ‘’Wellah namûs zî mireno’’ da derdi…

Ocak/2011

— * —

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar