Mümtaz Kotan -‘’Kürt Açılımı’’, ‘’Demokratik Açılım’’a çevrildi, derken…..I, ocak 2011

24. April 2016 | Von | Kategorie: Tarih

düsseldorf 2014‘’Kürt Açılımı’’, ‘’Demokratik Açılım’’a çevrildi, derken giderek Türkiye’de alıştığımız yere geldi / getirildi; ‘’Milli Birlik Programı’’oldu çıktı.

Günlerdir Türkiye’de konuşulanlar bu başlıklarda verilmesi düşünülen, tabir caizse ‘’sadaka’’ ya da arkasında duran başka uluslararası çıkarların, büyük proje ve programların, bölgedeki dengeleri alt üst eden, ulusal, ahlaki herşeyi ve daha ötesinde tüm değerlerimizi çiğneyen, ‘’yeni duruş ve yapılanmalar’’ın ele geçirdiği en iyi kalkanlardan biri. Tabii bu programın sunuş dönemi, Müslüman anlayışın, iktidarın, ‘’Mübarek Ramazan’’ı ve yaklaşan ‘’hac mevsimi’’ni vb.. cilalamasını da içeriyordu..

Giderek program ‘’üç aşamalı’’ da oluverdi, ‘’kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli bir süreç’’ imiş, bunu da ‘’hazmettire hazmettire yapacaklar’’mış.Tartışmalar her ne kadar ‘’demokrasi’’ ya da ‘’çözüm’’ laflarını içerse de, başta iktidar olmak üzere ‘’muhalefet’’le birlikte birçok çevrenin, ‘’dediğim dedik anlayışı’’nın zemin bulduğu bir ortam oluşturdu ve bunu kamufle etmek üzere de olmadık gösterilere, biçimsel davranışlara ve de en önemlisi övünmelere yol açmış durumda. Bir de buna “halk oylaması”nı “referandum”u olmadık ve insanın utandığı kavramlarla sürdürülen kampanyayı eklediler. (Kısmi ve şekli anayasa değişikliklerini içeren bu tantananın üzerinde de ayrıca durmak gerekiyor.) (…)

İslami Hükümet bu açılıma (son olarak adı ne oldu belli olmayan) öncülük ediyor, öyle görünüyor. Hem, önceden elinde olan, ama açıklamadığı programıyla, zaman zaman aralarda laf da sokuşturarak, sözde görüşmeler yaptı, kamu oyu oluşturdu ve malum ‘’medya’’yı, ‘’araştırmacılar’’ı ve ‘’yazarlar’’ı da arkasına aldı. Ki, bunlar en önemli görevi yerine getiriyorlar, ‘’borazanlık’’ yapıyorlar. Buna çok ihtiyaç var, ‘’program’’ böyle tartışmaya açılabilir ve kamuoyu bunlarla oluşturulabilirdi ancak. Ve bunların aralarındaki kavga ve atraksiyonlar o kadar biçimsel ki, insanın gülesi geliyor. Hepsi de bir yerlere, birilerine göbeğinden bağlı ve bağımlı. Arada bir, hükümet ya da başbakan ve yardımcıları tarafından o ‘’yerler’’e de ‘’göndermeler’’ var! Elbette ki, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘’borazancılar’’ dan, ordunun, Kemalizm’in, vb.. yanını şartsız / tercihsiz tutarak ‘’açılım’’a muhalif duranlar dışında; sınırlı da olsa, etkili olmasalar da, bir kısım yazar ve araştırmacı, medya mensubu olduğunu da belirtmek gerekiyor.(…)

Eskinin, kimseye söz ettirmeyen ‘’solcu’’ ya da ‘’komünist’’leri, ‘’faşistler’’i, şimdi TV’leri ve gazetelerin vazgeçilmez (!) danışmanları. Bunu hangi entelektüel birikime, tarihsel niteliğe, araştırma kapasitesine vb.. göre yapıyorlar, hayret doğrusu. Herkes herşeye kadir, hepsi de olan bitenden aynı düzeyde haberdar. Bunlardan, isimlerinin önlerinde kariyer kısaltmaları olan, başta Kürtler olmak üzere, Çerkezler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar’ı, Süryaniler’i vb… inkar ederek, onların değerlerini Türk sayarak; üstelik bilimsel muhteva olarak eksik/aksak doktoralar vermiş, hatta Prof. vb.. olmuş zatı muhteremler de var. Eğer geçmiş ve yanlışlar biraz kabul ediliyorsa, en başta bunların kariyerleri iptal edilmeli, Prof’lukları düşürülmelidir. Birçok unsur cezaevinde derbeder olurken, acı çekip, işkence görürken, dağlarda ölürken, mülteciliğin acısını içine atarken, vb.. bunlar oturup kariyer yapmışlar, Prof, Doç, Yar. Doç, vb.. olmuşlar. ‘’Helal’’ olur mu?

İşte bu, üç kağıtçıların gösterilerine benzer ‘’bul karayı al parayı’’ düzenbazlığında, medya ve yazarlar babında desteğin; iş adamlarını eleştirirken birileri eleştiri dışı, yöneticilerin birileri istisnadır, polis şefleri, ordu mensupları arasında günah keçileri vardır hep, üniveriste de öyle, siyasal partiler de öyle. Vb.. Oyunun oyuncuları bu’’takım ve taklavat’’ın, kimden oldukları senelerdir belli değil. Türklerin, Osmanlı mirasçısı anlayışlarının, halk içindeki tabiriyle ‘’piç veled-i ibnü zina’’ denilebilecek takım. Ama, ‘’11’’i de tamamlıyorlar, ‘’yedekleri’’ de var hani. Başbakan bunları iyi tanıyor! Sık sık, tanıdığını ifade ediyor da. ‘’Bu şehri Stanbul ki, bi misli bahadır’’ dan değil yalnız, tarikat idare-i maslahatından da tanıyor bazılarını. O nedenle de kendisine hep, ‘’sayın başbakanımız’’ diyorlar ya. Bu herşeyi ‘’o bilir’’e tekabül ediyor. ‘’Maşallah’’, doğuşundan başbakan adam sanki!

‘’Bi sengine yekpare Acem mülkü fedadır’’ dedikleri İstanbul ‘’münasebet-i insanisi’’nden, çok senli/benli olmuşlar, muhabbet o biçim. Fırsat bu fırsat, hepsi de adlarının altına ‘’araştırmacı yazar’’ yazmış, ama neyi araştırdıkları belli değil pek! Ama, İstanbul’da, bir köşe başında yarım saat dursanız, her gün, bilemediniz 15 günde bir ‘’araştırmanız’’ olur hani! İnsan biraz namuslu olur, Türkiye’nin tarihini doğru koyar. Herkes son 25 yıllık gizli/ kapaklı, istihbarat ve ordu kontrollü, polis sigortalı hayatın neresini, nasıl araştırdıklarını gerçekten merak ediyor!

Başbakan, kurulan ve kendisinin de en etkin, belki de en üst yöneticisi olduğu dönemi, en aşağıya çeken ve Kürtlerin -daha doğrusu PKK’nın- şahsında, bu dönemi, Kürt direnişini de diğerleri gibi, yerle bir etmek için kolları sıvamış gözüküyor. Bu mücadeleyi, stratejik olarak bir yere, bir şeye bağlayarak yendiğini ifade edip, faili meçhul binleri, dağda ölen binleri, sakat kalanları, aileleri ve cezaevlerini çeken insanları vb.. her zaman olduğu gibi tarihe gömmeye hazırlanıyorlar. Böyle bir hain anlayışla, ‘’din kardeşlerimize, vatandaşlarımıza haklarını veririz’’ edebiyatının arkasına da sığınıyorlar. Bu tezgahın ne kadar karanlık, korku dolu ve pazarlıkçı olduğunu bilmemek için, ahmak olmak gerekir.

Hem de arada bir ‘’ bazı kavramların kullanılmasında hassasiyetimizi koruyacağız’’ vb.. diyerek, sonunda ‘’Üniter devletimiz korunacak, Türkiyenin dili Türkçedir, teröristi muhatap almayız, demokratik ve ekonomik çözümler yapacağız, süreçten taviz yok, biz yaparız vb..’’ de diyor başbakan. Hükümet adına arkasına genel kurmay başkanını, devlet erkanını ve danışıklı olarak başka biçimlerde‘’muhalif’’ görünen başta CHP, MHP ve ötekilerini de alaraktan, başbakan ve malum yardımcıları ortalıkta dolaşıp duruyorlar. Bu

yardımcıların en benzer ve artistik yanı da, başbakanın önünde esas duruşları ve yalanı sistemli kullanış biçimleridir. Daha önceki, ‘’marangoz atölyelerindekine benzer’’ düzeltilmiş bazı başbakan ya da cumhurbaşkanları gibi, belli programlar içinde yetişmiş, yetiştirilmiş oldukları her halükarda gözüküyor. Siyaset sahnesinde esameleri olmamış, hiç gözükmemiş bu yardımcılar, elle konulmuş gibi, hazırlanmış görevlere ‘’uzman’’ olaraktan getirilip oturtuluyorlar. Ve bu unsurlar, tarikat karakteriyle, siyasete‘’yetiştirilme biçimleri’’arasında karma ‘’tipler’’ olduklarını gizleyemiyorlar. (…)

Yeri gelmişken, arkaya alınmış genel kurmay başkanına da (her ne kadar şimdilerde emekli olduysa da..) değinelim kısaca. Herşeye ahkam kesen, karışan biri olarak kendinde birçok hak görüp diyorki, ‘’terör ağaları’’ndan, ‘’siyaset ağaları’’ndan milleti kurtarmak gerekir. Ama, en başta ‘’terör’’ ağası bizleriz, muharebesiz ve zafersiz göğsümüze birçok bröle, madalya takmışız demiyor. Mazlum Kürt halkının vebali boynumuzda asılı, asıl terörü biz yaptık, yapıyoruz demiyor.

Yürekleri sıksa da, adı ‘’ergenekon’’ konulan, aslında bütün NATO ülkelerinde programlı kurulmuş, ordu kaynaklı gladyonun gecikmiş tasfiyesine zemin hazırlayan davanın, şu Kürdistan dosyalarını bir açsalar, açabilseler.. O zaman, ‘’Ergenekon’’ atraksiyonunun altından neler çıkar neler, hep birlikte görürüz.. Ama, açmayacaklar, açamayacaklar. Birçok uygulamanın ordu kaynaklı, kararlı ve uygulamalı olduğu ortaya çıkar çünkü. İstihbaratların, (Kürdistan’da, As. İstihbarat, Jitem, Milli İstihbarat, Emniyet Teşkilatı, vb.. birden çok İstihbarat var.) polisin (çok çeşitli gruplarıyla) bütün uygulamalarda parmağının bulunduğu, siyasi kanattaki çok unsurun (buna Demirel’i, Özal’ı, Aksu’yu, Ağar’ı, Erbakan, Çiller ve ötekileri, hemen hepsini katabilirsiniz. Her kararda imzaları var, yetkileri çerçevesinde uygulamaların tümüne katılmışlar) sorgulanmaları gerektiği vb.. vazgeçilmez olur. Silivri’de yargılananların meşhurları her gün mahkemeye “ ben görevliydim…Bekaa’ya da görevle gittim, bize emir verenleri getirin vb.. yoksa beni yargılayamazsınız” diye bağırıp duruyorlar. Tartışmasız üstü örtülmek istenen, korkulan önemli bir yan da, Kürdistan’daki durum, uygulamalardır.. (…)

Böylece, JİTEM’den, askeri istihbarata, ordu birliklerine ve bölgedeki korucu başlığına terfi ettirilen bazı ağalara kadar, bu kurum ve kuruluşların, kişilerin nasıl bölgede terör estirdikleri, kıyıdan köşeden her ‘’Kürtçü’’ gördüklerini, gerilla ‘’akrabası’’ olanları, siyasetle uğraşanlarla ‘’yakınlıkları’’ saptananları vb..’ni sorguya çektikleri, işkence ettikleri ortaya çıkar. Dağlık yerlerde jandarmayla, şehirlerde polisle ortak çalıştıkları, göz boyadıkları vb.. herşey netleşir. Eğer, genel kurmay başkanı ben samimiyim diyorsa, açsınlar Kürdistan’daki uygulamaları görelim. Komutanlar, emniyet müdürleri, vali ve kaymakamların, nahiye müdürlerinin, muhtarların vb..’nin uygulamaları tartışma konusu olur ve dava edilmesi gereken olgular arasına katılır. Aracı gazeteciler, avukatlar, doktorlar, bürokratlar, esnaflar vb.. saymakla bitmez unsur, yargılanmak zorunda kalır ve en önemlisi de emir/komutanın nereden geldiği anlaşılır. Kürdistan’daki bunca faili meçhul da böylece belki aydınlanır. Zaten genel kurmay başkanı da, ‘’bizim haberimiz olmayan uygulama olamaz’’ diyor.

Tarihte, Türk Ordusu ve devletinin döküldüğü ideolojik kalıp, Kemalizm’in geleneği budur ve 70 yıldır boynumuza geçirilmiş bir ilmektir bu ve buna dönük övünmelerle doludur. (…) Yalnız Kürtler için değil, diğer uluslar içinde bir zulüm, boyunduruk ve baskı aracıdır ordu.

İşte, gerçekleştirdikleri 26 Ağustos ‘’Zafer Haftası’’ buna somut örnektir. Rumlar için yapılmış bir uygulama övünülerek sunulmakta ve aradan geçen bunca zamana karşın aynı hırs, öfke ve yalana dayalı kutlanmaktadır. Sözde, Mustafa Kemal, ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdenizdir İleri’’ demiş, ama ‘’hernedense’’ ‘’kahraman ordular’’ Ege’ye gitmişler. Adını ‘’büyük zafer kutlamaları’’ koydukları ve gerçekleştirdikleri törenler, savaş halindeki bir toplumun hezeyanını, ibret gösterilerini yaratmıştı. Tiksindirici anti-demokratik konuşma ve davranışlarla, hiç milim değişmemiş bir Türkiye görüntüleri ortaya çıkmış ve olaylar geç kalmış bazı çözümlerin alkışlanması derekesine gelmiş, getirilmiştir.

Tarihsel süreç içinde, Yunanlılar, Ermeniler,Yahudiler, Kürtler ve ötekilerine karşı oluşturulan böyle ‘’kahramanlık haftaları’’, bana bazılarının dedikleri gibi, ‘’tarihte kalmış’’ bizim mütevazi önerilerle 21 Mart Newroz’la birlikte ilan ettiğimiz ‘’sömürgecilikle mücadele haftaları’’mızı anımsattı. Bütün varlığımızla, tehdit, şantaj, tutuklama, gözaltılar, işkencelerle bu önerilerimiz reddedilerek, cezalara düçar olduk. O zamanlar, TC. başbakanı ve arkadaşları tarikat yemliğinde ‚Allaha şükür ediyorlardı. Din kardeşliği söylemleri ile ulusal varlığımızı inkar ertmenin yollarını, ara sokaklardaki trafiğini yönetiyorlardı. Şimdi de, ‘’milletimizin NEVRUZ bayramı (bahar bayramı olarak) kutlu olsun’’ da diyorlar. Oradan bugünlere geldiler, ’’ana yollara , asfaltlara indiler’’ bu kez. (…)

Biz de onların önlerine bazı faqi ve melalarımız ile, Kürt din adamlarımızla, din kardeşliği değil, ulusal varlığımızın tümü ile çıkmıştık.. Bizim eğitimli din adamlarımız, bizimle olanlar bölücü ve Kürtçü olarak ne camilere ne de mescitlere sokulmuyorlardı. O zamanlar ‘’ din kardeşi ‘’değildik. Hey gidi dünya, şimdi İslam iktidar oldu, başbakan hala son 6-7 yıldan söz ediyor.. Kürtlerin ulusal NEWROZ bayramını bile boğmak ve Kürtler’e ait göstermemek için yapmadıkları şaklabanlık kalmıyor. Göstermelik birçok sözüm ona ‘’Türk’’ törenler.. Ateş yakıp üzerinden biçimsel ve gülünç biçimlerde atlayan bakanlar mı (bu yalaka bakanları başka yerde ve konularda tartışırız inşallah !) dersiniz , o’’Türki Cumhuriyetler’’in ilginç, ilkel ve programlanmış ’’Nevruz’’ gösterileri.. İnsanı tiksindiren, ama bizim yıllardır alıştığımız ve yakından bildiğimiz ’’Türk’’ gösteriler ve dolaylı inkar, kabullenmeme, başkalaştırma, vb…

Neyse, başa dönelim. Adını koymadıkları, hep değişebilen hayali soyut program; ‘’destekleyin, ülke zorda, milli birlik gerekir, kan dursun, analar ağlamasın’’ gibi, kısa sürede inkara yönleneceği belli ve nitekim uydurma gerekçelere bağlanarak, alışılmış cilalarla üstü örtülerek herkese dayatıldı. Koşan koşana, ortalığı rantçılar, ‘’nemacılar’’ doldurdu, fırsat kollayan birçok unsur bazı dezgahlarını hemencecik açıverdiler, demokratikleşme süreci desteklenmeli diyen diyene. Bize de ‘’e daha ne bekliyorsunuz’’ gibi alıştığımız ve ömür boyu şahsen bıtkınlık veren dayatmaları, babalarının malı gibi önümüze koydular. Ne gelişmeler varmış ta haberimiz yokmuş, ‘’pabucumuzun hırsızı’’ olduk. Açıktan, hükümet çevreleri ya da program görevlileri, herkese ‘’mecbursunuz, mutabakat şart diyorlar’’.

Bu, ‘’Allah’ın yeni yeryüzü vekilleri bir daha gelmez’’ diyorlar, anlaşılan bunca emek, açıklanması zor ödenen bedeller, sayıları belli olmayan faili meçhul cinayetler, cezaevlerinde, dağda yaşlanan insanlarımız, boşalan köyler, yakılan ormanlar, milyonlarca insanın yerini yurdunu terkedip göçetmeleri, mülteci bir ulusun anlatılmaz ailesel travması, psikolojik, pedagojik, sosyolojik vb.. sonuçlarının yarattığı vahim bir tablo, topyekûn direnen bir ulusun geriye bıraktığı bir resim bu.. Ve daha nice pazarlık, Kürdistanı kapsayacak biçimde insanları zan altında bırakan muhbir ağı, polis, asker ve istihbarat işgalinin hazin hikayesi budur. Ama, ne olduğu belli olmayan programı ‘’destekleyin, analar ağlamsın’’ diyorlar hala. (…) Anlaşılan ‘’işimiz Allah’a kalmış’’. Aşağıda, kısa sürede ne hale gelen, ‘’Kürt Açılımı’’ programını ve inkarın inkarını hep birlikte göreceğiz.(…)

Ne için mutabakat? Kiminle, ne kadar, nereye kadar? Taraflar kim, tek taraf Kürtler mi? Terörizm suçlamasının odağı Kürtler gösterilince, kabullenme de onlardan gelecek! En önemlisi demokratikleşme dedikleri, demokrasi dedikleri, destek arama ya da ‘’paket’’ için eleştiri yapacakları da, desteklemeyeceklerini de baştan belirliyor ve suçluyorlar.

Görülmemiş biçimde Kürtlerin milliyetçilerini; faşistlerle, ordu /polis şefleriyle aynı kaba  koyarak, % ‘de de verdiler ve ‘’Kürt milliyetçileri de % 2 civarında’’ymış! Tabii bunu da, dinci akım açısından, hem de Kürt Mücadelesi açısından geçmişlerini çok iyi bildiğimiz, nerelerden buralara geldiklerini unutmadığımız, yakından tanıdığımız ‘’hemşehrilere’’ ve bir/iki ‘’yalaka bakana’’yaptırıyorlar..

Üniversite de ‘’Allahları’’ Atatürk olan ve CHP sıralarından, talebe federasyonlarından gelme bazılarının, şimdi iktidar saflarında ne kadar ‘’demokrat’’ ve ‘’dindar’’ olduklarını ibretle seyrediyorum. Bu takım o zamanlar ayrı saflarda vuruşuyorlardı. ‘’Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer’’ demişler ya, işte öyle. Bugün başbakanın ‘’zoraki’’ yardımcılığında olan bazı kadrolar, o zaman faşist kanatta yer alıyorlardı. Şimdi, CHP den gelenlerle de kuzu sarması beraberler.. İşin bir kuralı, ahlaki, insanı boyutu yok. Çıkarlar manzumesinin uydurduğu bir sıradan ‘’gerekçe’’ herşeyi hallediyor.

O zamanlar ‘’faşistlerle, dincilerle’’ (azınlıkta olsalar da, içlerinde Kürtler de vardı ) yapılan ittifaklarla, CHP karşısında, bazı öğrenci cemiyetleri alındığında, ilk defa Üniversitelerde, Kürtlerin, ‘’sosyalistler’’in (genellikle TİP –Türkiye İşçi Partisi- içindekiler) yönetime gelmelerinde, kendilerini ifade etmelerinde yapmadıklarını bırakmayanlar doldurmuş piyasaları. Bunlarla eşit koşullarda oturup konuşsak, çok geniş bir perspektif ve olaylar zinciri ortaya çıkar ve herkesi hayretler içinde bırakır. Şunuda eklemek gerekiyor, biz o günler ‘’bölgeci’’ydik, giderek ‘’bölücü’’ olduk ve şimdilerde de ‘’terörist’’ oluverdik. Velhasıl devlet etrafında ve hükümet ekseninde pazar büyük, öyleki çıkar ilişkilerinde kapan kapana. Bu da, küçük bir anekdot !. (…)

Kemalizm’in ümmetçi başbakanının, şimdilerde kenardan/köşeden, ‘’görevi’’ gereği adını koymadan sahiplenmeye çalışır göründüğü sorun için, biz o yıllardan başlayarak büyük mücadele verdik, ‘’Allah için’’ ya da İslami açıdan, süreç içinde bize bir destekleri olmadı. Herşeye karşın, Kürt Hareketi, Kemalizm”i resmen yendi. Bu bilinsin, basın/ yayın düzeyinde, gençlik kesiminde, siyasi çalışmalarda vb.. bunu biz, Kürt aydınları başardık. CHP’ye gelince, onu biz çok iyi tanırız, aralarından birinin Dersim’li olması (Dersim yalnız bir bölgesel isim değil, tarihsel, toplumsal önemi vce anlamı var. Hep gizlenmiş ve hala gizleniyor.) devletçi, Atatürkçü, orducu mantaliteyi değiştirmez. Döneme, yeni uluslararası ve bölgesel programlara uyum ve istihbarat kaynaklı oluşturulan vitrinler, oralara konulan siluetler, yeniymiş gibi zorla kamuoyuna deklere edilen sloganlar, biçim verilen yüz, el ve mimik hareketleri vb.. makyajlar, medya işgüzarlığı herzaman yapıldı. (…)

Kürtler, CHP, ordu, polis, bürokrasi vb…’ne karşı her zaman durdular. Elbette, bu duruş ve amansız mücadelede topyekûn değil. Yalakalar, kaçak vuruşan, karşı olan, devletten yemlenen, çıkar grupları hainler, çahşlar da var.. Çok doğal, mücadele devletle birlikte, onun yanındaki Kürtlere karşı da verildi, esas zor olan da bu.. İşin enteresan tarafı, sonraları bu takım/taklavat baş köşeye oturuverdi ya da oturtuldu! Bugün de bütün Kürdistan parçalarında böyle! Ama, biz ‘’iyi aile çocukları’’nı örgütlemedik, bir ulus olarak bizimde yalakalarımız, hainlerimiz, entrikacılarımız, devletin as elemanları olanlarımız, vb..’lerimiz elbette var. Onlarda beraber geldiler buralara kadar.

Özetle, CHP ve devlet partilerinin Kürdistan’da ya da Kürtlerin yoğun oldukları metropol ve diğer bölgelerde az destek almaları, başbakanın marifeti değil, bizim hayatımız boyunca kişisel ve ailesel mücadelelerimizin, Kürt Hareketinin başarısı. … Ama, Türkiye’de siyasi ve toplumsal hafıza o kadar zayıf ki, inkar, uydurma bilgi yayma, yalan istenildiği gibi kullanılmaktadır. Öyle ki, bu bilimsel yöntemler açısından da böylesi bir duruş ve anlatım vazgeçilmez olarak sürmektedir. (…) Burada konuyu dağıtmadan kısa bir açıklama yapalım, Türkiye devlet olarak, bütün uluslararası toplantılar, AB, BM ve benzeri yerlerdeki konuşmalar, resmi açıklamalar, hemen hepsinde yukarıda söylediğimiz gibi gerçek dışı söylemlere, yalan/yanlış tarihsel bilgilere, inkara vb.. başvurmaktadır. Kabadayılık ve kızgınlık gösterileri yapmaktadır. (…)

Başa dönersek, sözde çözmeye çalıştıkları ve kendilerine göre adlandırdıkları ‘’Kürt Sorunu’’ içinde radikaller denilen, milliyetçi denilen vb.. gruplar çoğunluktur, tersine devletin Kürtleri, ‘’demokratikleşme’’ (pardon ‘’Türkiye’nin demokratikleşmesi’’ni isteyen) isteyenler azınlıktadır. Üstelik Türkiye’de yeni bir güç daha var ve program ona yaslandırılmak isteniyor. O da Pişmanlar Ordusu’dur. Bu büyük ve tehlikeli güçten hiç söz etmiyorlar. Hemen birçok aydın (Türk ‘’Solu’’ndan olanlar da dahil) bu ordunun gönüllü neferi, misyoneri olarak ‘’Allah’a şükür’’, ‘’hali vakti de yerinde’’ can hıraş çabalıyorlar. Bunlara devletin her türlü desteklenmesi söyletiliyor, yaptırılıyor ve ‘’demokrat’’, ‘’sosyalist’’ olarak hükümet ve devlet programlarına cila da çekiyorlar, meşrulaştırıyorlar. Tabii sert eleştirilerle hedef de şaşırtıyorlar. ‘’Kürtçülük’’ de yapıyorlar, nasıl olsa ortalık boş. ‘’Yazlıklar, kışlıklar o biçim’’.(…)

Bir konunun altını kalınca çizmek gerekiyor, tartışmalar ve kamu oyunun yanıltılması, ‘’araştırmacı, yazar, gazeteci, siyaset adamı vb…’’ patentli birçok unsur tarafından ısrarla sürdürülüyor. Hiçbir şey olmamış, tarihsel süreçler yaşanmamış, damdan düşer gibi bir ‘’demokratikleşme süreci’’ zorla kabullendirilmek isteniyor. Bu tartışmaların altı boştur, çünkü, bunu yapanlar ya da kendilerine bu tür tartışmalar yaptırılanlar, bir kere çoğunlukla bedel ödememiş unsurlardır, hakları yoktur. Olguyu bilecek yetenek ve kapasitede değiller, entellektüel birikimleri de düşük düzeyde, zamanı kurtarma, işlerine geldiği gibi ya da programlanan uygulamanın ‘’konuşlandırılması’’ için çabalıyorlar.

Ve bu unsurların çoğunluğu mücadeleden pişman olmuşlardır, kapaklandıkları yerlerdeki izin ve icazet gün gibi açık. Bunun gibi mücadeleyi hayatlarında iş edinmemiş, edinmişseler de

gelip geçici bir gösteriş olarak terk etmişler, en önemlisi de mücadeleyi yıllarca kabul etmemişlerdir. Ortaya çıkışları haksız ve adaletsizdir. Bize ise, kandimizi ifade etme olanağı vermiyorlar, her düzeyde ve örgütlenmede, doğruların savunucularının tasfiyesi el birliği ile gerçekleşiyor, suçluyorlar üstelik.

Bu takımın bilgileri de eksiktir ve işi başka yerlere çekiyorlar.. Yapılan, devletin ortak programının cilalanmasıdır. Hepsi için olmasa da, genellikle bu dönem ortalığı saran destekçiler böyleler. En ilginci de, olayların adını koymadan tartışıyorlar. Hangi ‘’Kürt Sorunu’’, hangi ‘’Demokrasi’’, hangi ‘’Barış’’, vb.. olduğu belli değil. Kürt Mücadelesi her yanıyla son derece zor ve büyük fedakarlık isteyen bir mücadeledir. Demokrasiye her yerinde ihtiyaç vardır ve bunu özenle korur, savunur. Bu mücadeleye bilinçle girdin mi Türkiye’de, hayatınla ödersin, bütün ömrünü alır. Geriye dönüp baktığında hiçbir şey kalmadığı başından bellidir. O nedenle, ağlamaya, sızlamaya, suçlamaya gerek yok. Bunu da kendine dönenlere söylemek gerekiyor, ama ‘’özel görevliler’’e değil! (…)

Eğer, demokrasi olacaksa, bir kere bu bazılarının izin ve icazeti ile olmaz, olamaz. Adalet ve hukuk zorunludur. Adaletsiz ne güç kabul edilebilir, ne hak ve ne de özgürlük. Önerilene, program ya da açılımlara; eştiri, katılmama, muhalefet olacaktır, mutabakat niçin zorunlu olsun ki? Bu bir dayatmadır, Türkiye’de tarihsel süreçte çok kez tekrarlanan ve neredeyse tedavisi zor bir hastalık gibi, sık sık karşımıza çıkan bir davranış ve anlayıştır. Tayyip bey ve yandaşları (!) bunu iyi yapıyorlar! Ne de olsa tarikattan yetişme, vaaz konusunda usta sayılırlar. Bütün siyasi söylemleri vaaz’a çeviriyorlar. Dönemi, zamanı kurtarma ve olanları ikna esastır. Sonrası ‘’Allah kerim’’! Bu anlayış diktatörlere mahsus, dediğim dedik bir anlayıştır. Bu da, Tayyip bey ve avanesinde o biçim var. Yukarıda da değindik ya, bütün bakanlar, milletvekilleri, partililer vb.. hemen hepsi, ‘’başbakanım bilir’’ diyorlar. Başka kimse bilmez mi? Neredeyse, kurtarıcı bir ‘’peygamner’’ gibi. Yağ çekme, ele ayak oğuşturma, yalakalık vb.. genel bir davranış halini almış. Çok sınırlı bir grup belki bunun dışında tutulabilir.(…)

Ayrıca, ‘’fırsat/ filan’’ da yok, bu programları böyle göstermek de son derece ayıptır. Kürt Ulusu’nun mücadele programı ve hakları, istekleri var. Ödenen bedel küçük değil. Haklılığı, meşruiyeti tartışılamaz. Öyle sıradan değil, başta AB’nin ve zorunlu demokratikleşme sürecinin yaratacakları başka programlar, fırsat olarak Kürtlerin önüne konulamaz. 1980 müdahalesini yapanlar Bodrum’da sefa sürüyorlar. Darbecilerin yapmadıkları kalmadı, adları sokaklara verildi, yargılanmadılar. İhanetle suçlanarak asılan başbakan, yargılanan cumhurbaşkanın bugün adları havaalanlarına, üniversitelere verilmiş, heykelleri dikilmiş, kutlanan adamlar durumundalar vb.. Bunlarla ilgili uygulamalara, onlar tarihte kaldı, geçmiş denmiyor, özür dileniyor zaman zaman. Ama Kürtler olunca, geçmişi kurcalamayalım deniyor hep. Niçin?

Kürt cenahında da benzerleri yaşanıyor. (…) Her zaman olduğu gibi, son otuz yıldır Kürdistan’da yer yerinden oynarken, kıllarına bile dokunulmayan ve sıfırdan mal mülk edinenler, para babası kesilenler fırsattan yararlandılar, başka biçimler içinde hala yararlanıyorlar.Üstelik, bağıran çağıran, ‘’ali kıran baş kesen’’ edasıyla ortalıkta dolaşan kimlerin ‘’fırsatlar’’dan yararlandıkları, herşeyi ‘’ganimet’’ bildikleri açık, ortada.

Kardeşsek, hele hele ‘’din kardeşleri’’nin, ‘’birlikte 1000 yıl yaşamış olanlar’’ın, bizim dedelerimizin çoğunluğunun mezarları, ne oldukları ortada yok. Kanları yerde kaldı. Şeyh Sait, Seyit Rıza, C. Halıt, Rıza, Kamil, Yusuf Ziya begler; Abdullah, Felemez Ağalar; vb.. saymakla bitmez. Bizim dedelerimiz- babalarımız, hemen hepsi için devletin yanlışları geçmişte kaldı deniliyor. Öyleyse, niye onların adını da bir sokağa vermiyorsunuz. Hiç olmazsa Kürdistan’da adlarını levhalara koyun. Menderes’ten, Evren’den, M. Kemal’den, bilmem kimlerden daha çok adları konulması gerekmez mi?

Doğduğumuzdan beridir sürgün, horlanma, itilip/kalkılma, işkence, cezaevleri ile hayatımız geldi, geçti. Bu nasıl kardeşliktir? En azından muhterem, şanlı devletiniz özür dilesin, anlaşılsın samimi olduğunuz, yanlış nerede ve nasıl yapılmışsa açıklansın, bilinsin. Hiç olmazsa çocuklar milliyetçi, militarist yetişmesin. Çünkü, bu yanlışların bazı sahipleri, utanmadan bu süreci yıllardır desteklediler, desteklemektedirler. Şunu da ekleyeyim, daha yeni şeyler de var. (…) Bazı arkadaşlarımız, sanatçı ve yazarlarımızın, mülteciliğin sahipsiz ve kahırlı ortamında öldükten sonra, Avrupa’nın bazı ülkelerinde oluşturulan mezarları da öylesine duruyor. Yıllar sonra oluşturulan ‘’yeni programlar’’a uyarlı onların mezarlarını biçimsel ‘’ziyaretler’’ de, -o da bazılarının- siyasal nemalanmayla özdeş sayılmalı ve samimi olmadığı bilinmelidir. (…)

Şimdi, ‘’açılımı’’ yakından ilgilendiren, önemli, ilginç, çok somut bir örnekle devam edelim. Bilindiği gibi, Balkanlarda yeni ‘’devlet’’ler, oluşumlar gerçekleşti. Avrupa Birliği’nin programları içerisinde bu devletçikler, kendilerine çeki düzen vermeye ve standartlara uymaya büyük çaba gösteriyorlar. Örneğin, Makedonya, Bosna/Hersek, Arnavutluk, Kosova, vb.. Türkler ise, bunlardan bazılarını, örneğin Bosna/Hersek’i, Kosova’yı vb.. sunmaktan bıkmadılar. Büyük abartılarla oralardaki ‘’Türkler’’e göndermelerle, onlar için özel haberler ve gösteriler yapıyorlar. Buralar Türk ‘’iş adamları’’n ın yatırım alanlarına dönüştürülmüş durumda.. (!) Türk Cemaati olarak ‘’haklar’’ı savunuluyor, resmi görüşmeler ve Avrupa’dan çok, Türkiye’ye bağlılıkları tartışılıyor.

Osmanlıdan kalma zorbalık, vurma/kırmalar yerine, onların ‘’üstün kültürleri’’ sunuluyor, oralardaki diğer kültürler, sanat eserleri, vb.. hep arka plana itiliyor. Neredeyse, bütün dünya

Türk! Olmadık şeyler duyuyoruz. Onların Türk olmalarını dayatıyorlar. Bütün TV kanalları ‘’Türk’’ ve yapılan filmler Osmanlının, geçmişin balkanlardaki görüntüleri üzerine, ilkel kültür sunuşlar yapıyorlar. ‘’Medeniyetler Birleşmesi’’, ‘’Farklılıkların Kabulü’’, ‘’Ortak Kültürler’’ vb.. kavramların son günlerdeki ‘’ağlamaklı sunuluşlar’’ının altında hep sahte kabuller ve vazgeçilmez milliyetçilik var. Bu da, oralardaki halka, yıllarca uygulanmış eşitliksiz, zorba ve tahakkümcü uygulamaların görünmeyen gayrı/resmi, gizli adıdır.

Bu uygulamaların en tipik örneklerinden biri de Kıbrıs’ta gerçekleşti. İşgal ve ikhaktan, uydurma devlet teşekkülünden önce, oraya da insan taşıyıp yerleştirdiler. Yarısı Kürt ve diğer uluslardan bir cemaatla devlet kurdular, hala TC. işgal ordusu orada ve diretiyorlar. İstanbul Rumları’nı, Yahudiler’i, Ermeniler’i, Ege Rumları’nı, Çerkezler’i, Pontuslular’ı kovarak, boşalan alana ‘’Türk Yurdu’’ dediler. Türkmen, Gürcü, Kazak, Arap, Afgan, vb.. uluslardan insanları getirdiler ya da nüfus mübadelesinden gelen unsurları karışık biçimde buralara yerleştirdiler. Bunlara ‘’Türk kimliği’’ verdiler, dinlerini ‘’İslam’’ olarak belirlediler. Gelip yerleşenler, yıllar sonra ‘’Türk olmaktan övünür’’ duruma geldi, getirildi. Yoksa, başlarına gelecekleri düşünün.

‘’Türk Yurdu’’ böyle kuruldu, ‘’tek Devlet, tek Ulus, tek Dil, tek Din’’ vb… gibi vazgeçemiyecekleri Kemalist yapı, birçok ulusun kan ve gözyaşları üzerinde, atanmış ‘’bilim adamları’’nca ‘’bürolar’’da, ‘’laboratuarlar’’da böyle hazırlandı. Kemik yapıları, kafa tasları ölçümleri, vb.. çalışmalar övünülerek açıklanmaya ve herkesin ‘’Türk’’ olduğunu ispat gerekçesi olarak ortaya sunuldu. Tersi bütün tarihsel veri, bilgi, fotograf, sanat eseri, vb…ise, ortadan kaldırıldı, tasfiye edildi. Tarihe diğer uluslar için yasak konuldu. Bu anlayış, ideolojik olarak, siyasal olarak eğitim aracı haline getirildi. Yıllar sonra gerçekleri hatırlayanların sayıları azalmış, ama gelinen yerde altından kalkamadıkları ve başaramadıkları gün gibi açık. Bunun en somut örneği Kürtlerdir. Ermeni, Rum önerileri de onları sarsmaktadır..(…)

Türk araştırmacıları, tarihçileri herşeyi Türk olarak ispatlamak için olmadık maskaralık yapıyorlar, yalan söylüyorlar. Böyle bilimsel çalışma mı olur? Hani başbakan arada bir söylüyor ya, ‘’yani kadınlar başını örtse N’olur, Kıbrıs’ta Türkler devlet olsa N’olur, Bosna’da, Kosova’da devlet olsa N’olur?’’ Bu nasıl kardeşlik! Ortadoğu’da ‘’Kürtler de bir devlete tekabül etse ne olacak?’’ desek.. Başbakan ve ötekiler bunu duydu mu, yerlerinde duramıyorlar. Oranın süsümü bozulacak? Yok, orası ‘’Kuzey Irak’’! Yırtınıyorlar, bu memleketi böldürtmeyiz. Bölünse ne olacak, zaten biçimsel duruyor. Suriye devlet, Irak devlet, İran devlet, Türkiye’de ‘’büyük devlet’’, ama 40 milyonluk, ülkesi işgal edilmiş, biçimsel sınırlarla ayrılmış, dört parçaya bölünmüş ve yıllardır mücadele eden bir ülkenin bu durumu açıklanmak zorundadır. Niçin Kürdistan olmasın? Kürtlerden başka, bir devleti olmayan, yeryüzünde bir ulus da kalmadı.

Aslında, Mustafa Kemal, Azadi Örgütü’nün lideri Cıbranlı Halit Beg ve arkadaşlarına evet demişti. ‘’Türkiye Cumhuriyeti, Türk ve Kürtlerden oluşan bir heyeti mecmuadır’’ da diyordu. Anlaşılmış sayılırdı, Kürdistan olacaktı. O zaman, ‘’kardeş kardeş’’ yaşayacaktık bölgede. Ortadoğu’daki bazı biçimsel ‘’Cumhuriyetler’’, ‘’mafia devletler’’i de olmayacaktı belkide. Ama durmadılar, alışılmış ve halen süren komplolarla Azadi Örgütü lider kadrosunu ortadan kaybettiler, mezarları bile yok. Niçin, Türk tarihçileri bunu sorgulamıyorlar? Ondan sonra da, zorla dayatılanTürk Devleti. (…)Genel kurmay başkanı, biz bir milletiz, ayrılmayız diyor. Tarihten haberi yok, Mustafa Kemal’den haberi yok, bu ne biçim bir söylem. Bazıları, biz Irak’ın parçasıyız, Suriye’nin, İran’ın parçasıyız ve Türkiye’den ayrılmayız deseler de, bunun maddi, tarihi, siyasi, vb.. bir anlamı yok. Kardeşlik değil, döneme denk düşen yeni bir yalancılık bu. Hele hele, son otuz yıldır yapılmayan yok en azından Kürdistan’da.. (…)

Yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı ‘’Açılım’’ filan yok,olan da kapandı. Avrupa’ya entegrasyon ve Kürt Sorunu’nu örtme, orduyu, devleti haklı çıkarma, yapılanları kapatma vb.. anlayışlarla sorun tartışmadan da düştü. Zaten, başbakan da, son günlerde ‘’bu devlet projesi’’ demeye başladı! Yukarıda da belirttik, ayrıca dış kaynaklı istek ve programlar da gündemi zorluyor. (…)

devamı için alttaki linki tıklayın!

http://www.lekolin.de/?p=631

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar