Türkiye’deki 22 Temmuz 2007 acele genel seçim sonuçları üzerinde bir gezinti III

14. Juli 2015 | Von | Kategorie: Araştırma

1026

 Mümtaz Kotan-

Bağımsızların durumu-

Sömürgeci parlamento Kürtler tarafından meşrulaştırıldı mı? Evet, hem de çok. Üstelik yakın zamanda yapılan bir yanlış bizi buralara getirdi. HEP (Halkın Emek Partisi) örneği ortada .Çok geçmedi, her ne kadar ‘’hafızayı beşer nisyan ile malül’’ olsa da, o dönemi hatırlayanlar var. O günlerde bu yolda doğru yapanlar da oldu, boşuna kahraman olanlar da. Hep söyledik, ama fayda etmedi.

HEP, devlet partilerinden kısmen ve giderek çoğunlukla kopuşun Kürtler açısından, Kürdistan’a dönük muhalefetin radikalleşmesi döneminde ortaya çıkıyor. Yani, bazı talepleri öne sürse, radikal söylemler dile getirse de, açıkça ‘’durun yahu, nereye, beni de bekleyin’’ demeye getiriyordu. O tarafa, bu tarafa bir biçim verilip ortaya sunuldu, onu takip eden potansiyel ve kadrolarla nitelik değiştirip, nihayet kırmızı ışıkta durmuştu. Kötü durdu, yaktı /yıktı, altından kalkılmayacak şeyler, tortular bıraktı. Bu dönemin finalini kutlayanlar, ipi göğüsleyenler ise, biraz olsun (biraz değil, aslında epeyce) Avrupa’da filan da kahraman olmadılar değil.

Neyse, O sürece de kısaca bakalım. Kanımca, o zaman Kürt muhalefeti daha rahat ve net sloganlarla hareket ediyordu. HEP ise, siyasi çizgi bakımından yerine oturmuş değildi. Tersine, varolan Kürt muhalefetini düzen içine çekme hesabının zemini olmaya çabalıyordu. Bu aynı zamanda bir kullanılmaydı ve gereken uzlaşmayı da yaratmıştı. Bazıları, oluşturulan bu yarı/legal alandan rant toplamaya başlamışlardı. Savaş tacirliğinin amansız köprülerinde, dağdaki gerilla ile bağlantılı oldukları izlenimiyle, haraç almayla kendilerini görevli sayanlar türemişti. Bazıları da, fırsatları ganimet bilip, milletvekili olmanın yolunu tutmuşlardı. El/hak hepsi de çok iyi başardılar.

Devlet ve sistem, o kadar zor durumdayken ve Kürt muhalefetini sistemin dışına attığı bir yerde, kritik noktada birden bire, nedeni belli olmayan biçimde CHP’den kopuşan SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) ile HEP (Halkın Emek Partisi) ittifakı oluşmuştu! Ve yukarıda belirttiğimiz, Kürt muhalefetinin arkasına gizlenen bazı unsurlara Türk Parlamentosu’nun yolu açılmış oldu. Kürt mücadelesi ya da muhalefetinde, hiçbir niteliği ve misyonu olmadığı halde, daha sonraları meşhur olanların ve hiç kimseye pas vermeyenlerin birden damdan düşer gibi ortaya çıkmalarının hikayesi böyle başlıyor. Üstelik, SHP ile olan bu evlilik uzun da sürmedi. Yapılan ‘’ittifak’’taki Kürt Sorunu’nun gündemi ya da sloganları bir kenara atılıp, miilletvekilliğinin dezgahı kuruldu.

SHP, HEP milletvekili olanları kendi listesinden aday göstermek için büyük çaba gösterdi ve bunu başardı da. Bütün eleştirilere rağmen, bunların bazıları samimi, bazıları ise göstermelikti. HEP-SHP ittifakı kurulduktan sonra, ‘’bazıları’’nın güç gösterileri anılmaya değer!. Bazı ‘’Kürt kökenli’’lerin milletvekili olmaları bir yana, bu ‘’ittifakla’’ Kürdistan’da silinmiş bir parti ve anlayış yeniden canlandı, diriltildi ve ortaya sürüldü. Hem de, parlamentoda ‘’temsil krizi’’ni aşması sağlandı. Bugün CHP’nin durumunu hayretle karşılayanlar bilmeli ki, Türkiye’de çok partili sisteme geçişten beri, CHP Kürdistan’dan oy almadı, alamadı. Bugün yeni bir durum yok. Anlayacağınız, Kürtler listelere girince ve ‘’ittifaklar’’ kurulunca bu tür partiler Kürdistan’dan oy alabiliyorlar. AKP’nin durumu da, döneme denk düşen bazı ‘’değişim ve gelişmelerle’’ birlikte, beş aşağı, beş yukarı diğerleri gibidir. Yalnız, ‘’Kürt kökenli’’ AKP’liler, ‘’milletvekilleri’’ sayı olarak biraz daha fazla gibi!

Ama, bu ittifakın (HEP/SHP) bedeli çok ağır oldu. Hala bu sürecin sonuçları devlet lehine sürüyor. Kürtler kendilerini sömürge tutan ve bütün uygulama ve yasaları yapan sömürgeci parlamentonun meşrulaştırılmasının aracısı oldular, meşrulaşmasını sağladılar. 1995 sonuna doğru bozulan koalisyon hükümetine HEP’liler de güven oyu verdiler. Şimdi ise, kimse, Avrupa, Ortadoğu’daki durum vb.. ile bu yanlışı, bu vahim yanlışı hatırlamak istemiyor. Hatta, o günkü hükümetin Kürdistan’daki uygulamalarını uzaktan, hiç haberleri yokmuş gibi seyreden HEP’lilerin, SHP’den istifa etmeleri için olmadık dalevereler de tezgahlanmıştı..

Sonuçta, oyunlar sökmedi ve öyle bir yere gelindiki, anlamak istemeyenlere Türk Parlamentosu’nun niteliğini açıkça gösteren uygulamalar gerçekleşti. Daha sonra, bu kez DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, ağır cezalarla yargılandılar ve ceza aldılar. HEP’i kapatan Anayasa Mahkemesi, daha çok ‘’Türkiye Partisi’’ olan DEP’i de kapattı. ‘’İttifakçılar’’ teker teker DEP’lileri terkettiler ve bu uygulamada hiçbiri DEP’lileri savunmadı, korumadılar. Şövenizm şahlanmıştı, onlar da sonunda vatan ve millet savunucusu kesilmişlerdi. Kim bu konuda bağırıyorsa o paçayı kurtarıyordu. Kürt cephesinde de bu tür birlik ve beraberlik nutukları başladı.

Bir kısım milletvekili cezaevine, diğerleri sürgüne gittiler. Onları terkedenler ise, rantçılığa, alavere/dalavereye vb.. devam ettiler.

Şimdi, süreçteki yanlışların ağır bedelleri de ödenerek, son derece ciddi değişim ve dönüşümler dahil olmak üzere, Güney Kürdistan’daki gelişmelere kurulan tezgahlar ve AB müktesebatını ‘’haklı çıkarma uğruna’’ Türk Parlamentosu’nun çatısı altına bağımsız giden, ama partileşen bir yapılanma var. Fakat sallanıyor, ne kadar da Türkiye’nin çıkarları için bazı söylemler olsa da, ağır suçlamalar altındadır bu yapılanma. Ve oraya uymuyor, dıştalanmak isteniyor. Bu nedenle, yine, yeni ‘’ittifaklar’’ peşindeler. Bu sefer ki, seçim vb.. ‘’ittifakı’’ da değil hani. ‘’Kürt Sorunu’’ ile ilgili hükümetin, AB isteklerine uygun (ya da sürecinin devamı için gerekli) ‘’demokratikleşme’’ gösterisi amacıyla en aşağıya çekilecek programına destek verme ve kendisini legal olarak parlamentoda meşrulaştırmak içindir.

Türkiye partisi olma, Türk Parlamentosu’nu meşrulaştırma, AB’yi kucaklama vb.. ile dağdaki gerillayı, legal Kürt oluşumunu ulusal bir politikadan mahrum bırakma sonucu doğuracak bu atılımın anlaşılması Kürtler ve Kürdistan açısından son derece önemlidir. Hala, 2008’lerde de, ulusal politika yerine gizli/kapaklı pazarlıklar peşinde olmak, kendi açılarından açıklanabilirdir! Belki ‘’zorunlu’’ da sayılabilir. Ama, en azından Kürt Sorunu bakımından köşeye sıkışmış bir Türkiye’ye ‘’nefes aldırmanın’’, ‘’kahramanlık gösterileri yapması’’na olanak tanımanın bize çok zarar vereceği gün gibi açık. Bu aşamada açık ve net politikalarla Kürtler, bütün koşulların kendi lehlerine olduğunu bilmelidirler. Başkalarının alanlarında ‘’işgüzarlık’’ yerine, çözücü, birleştirici ve dağdaki, cezaevindeki, sürgündeki insanlarına nefes aldırıcı somut politikalar üretmek zorundadır. Yoksa, parlamentodaki mücadeleye, legal zorunlu gelişmelere, seçime dönük yapılması gerekenlere karşı olmak ya da bunları yok saymak açısından değil bu söylediklerimiz.

En önemlisi de Kürtlerin, legal illegal kurum ve kuruluşlarının ve dağdaki, sürgündeki mücadelesinin muhatap alınmaması için ne gerekiyorsa yapılıyor. Türkiye’de, alışılmış ve bizim çok iyi tanıdığımız yöntemlerle, her Kürt oluşumuna, gelişimine terörist damgası vurmanın bir adı var, o da ne kadar az verirsem kardır, asimilasyona ve inkara devam mantığıdır. Bunun gibi Güney Kürdistan’daki otoritemiz, haklı ve meşru oluşumlarımız da çok saygısız kavramlarla gündeme getiriliyor, dıştalanıyor, işlerine geldiği gibi sunularak, yalan/yanlış haberler yayılarak tanıtılmaya çalışılıyor.

Şurası unutulmamalıdır, çözüm ve görüşmelerde, Kürtlerin kurum ve kuruluşlarının muhatap olması zorunludur. Dünya’daki gelenek ve kabullenilmiş yöntem de budur. Tarafların anlaşacağı ve kamuoyuna ortak deklere edilen uygulamalar, herkes için yararlı olacaktır. İşte, bu nedenlerle, önemli kurum ve kuruluşlarımızdan biri olan siyasal partilerimiz de açık, net politikalar oluşturmalıdırlar. Son seçimde bağımsızların (daha sonra, birkaçı hariç, DTP’nin) AKP önündeki durumları da, bu bağlamda son derece önemlidir.

Bağımsızlar ‘ın kazandıkları iller ve aldıkları oylar.

Burada özellikle, bağımsız olarak kazandıktan sonra, DTP (Demokratik Toplum Partisi)’ye geçen milletvekillerinin durumu üzerinde duracağız. Bilindiği gibi, bunlar dışında, Kürdistan İllerinden kazanan iki bağımsız milletvekil daha var.Oy durumuna geçmeden, yeri gelmişken bir konuyu da belirtelim ve altını kalınca çizelim. DTP’ye geçen ve grup oluşturan bağımsız milletvekilleri de, DEP dönemi milletvekillerinin tavırlarından daha geride bir davranış göstererek, yeminlerini ettiler ve parlamento da işe böyle başladılar. Oysa, koşullar da onların lehineydi, Türkiye’nin geldiği nokta da onlara bir takım somut öneriler yapmayı mümkün kılıyordu!

Bu bağımsız milletvekillerinin hepsini bir kaba koymak olmaz. İlişki ve bağlantıları ‘’bu anda’’ bir kenara, içlerinde Kürdistanî olan, yurtsever nitelikleri iyi olan unsurlar da var. Ama, seçimin ve dönemin zorunlu sonucu ya da fırsatların dayatması ile milletvekili olanlar da var. Ne olursa olsunlar, Türkiye’nin bölünmezliği ve üniter devletin bekaası ve Türk milletinin soyut kapsamı vb.. için yemin ettikten sonra, bağlı oldukları partinin ‘’Türkiye partisi’’ olması zorunludur ve bu yolda hareket etmeleri gerekiyor. Hangi eylemleri kamuoyuna açık yansır ya da nasıl muhalefet ederler bunlar son derece önemli!

Kişisel çıkışlar ise, taktik ya da stratejik, samimi ya da gösteriş olarak her milletvekili için mümkün ve var da. Ayrıca, bu kadro, parlamentonun niteliğini değiştirecek güce de sahip değil. Kala kala, bazı programlarla ‘’terörist te demeden’’, Kürt hareketini gerek AB müktesebatı içinde meşrulaştırmanın aracı olmak ya da belli haklar temelinde ittifaklar yaparak, güç olarak varlığını ortaya koymak kalıyor. Ve de meclis aritmetiğinin dengeleri içinde ve ortadoğunun durumuna uygun anayasal, yasal değişiklikleri sağlamanın ötesinde birşey olması da son derece zor. Bu da olursa yine iyidir.

Bağımsızların son genel seçimde Kürdistan İllerinden aldıkları toplam oy sayısı:

891. 094.

Bu oyla 23 Milletvekili çıkardılar.

21’i DTP’ye katıldı ve mecliste gurup kurdular. Ayrıca İstanbul 3. Bölge’den Sabahat Tuncel (cezaevinden) 88.858 oy alarak bağımsız kazandı ve DTP’ye geçti.

Diğer ikisi de bağımsız duruyorlar. . Bunlar, Sıvas’tan eski MHP kökenli ve BBP (Büyük Birlik.Partisi) genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile ‘’Tuncelili’’ meşhur Kamer Genç.

– Kürdistan illerinden kazanan 21 DTP’li bağımsızın oy çokluğun göre durumları

şöyle:

*Diyarbakır 4 MV (Millet Vekili).

Aldıkları oy toplam: 200.747

Seçilen 4 bağımsızın aldıkları oy, 190. 313 oyla 6 MV çıkaran AKP’den fazla. Ayrıca, kullanılmayan oylar: 203.130, bu da AKP’ nin aldıklarından fazla. Bağımsızlarla kullanılmayan oyların toplamı: 403.877.

* Mardin, 2 MV. Oy toplamı: 84.021,

Kullanılmayan oylarla – 67. 300 – bağımsızların oylarının toplamı: 151. 321’den az oy alan AKP 105. 535- 4 MV. çıkarmış.

* Van, 2 MV. Toplam oy: 70.229

Kullanılmayan 101. 454 gibi büyük bir oy var. Bağımsızlar iki kişi toplam 70.229 oy almışlar. AKP buradan 163. 142 oyla 5 MV. çıkardı.

* Şırnak, 2 ‘’ ‘’ 68.198

* Batman,2 ‘’ ‘’ 61.696

* Ş.Urfa, 2 ‘’ ‘’ 53.934

AKP, 266. 408 oyla 9 MV. çıkarmış, bağımsızlar toplam: 88.539 oy almışlar ve 2 MV çıkarmışlar. Kullanılmayan oylarla –101. 236– bağımsızların oyu AKP’ye yakın.

* Muş, 2 ‘’ ‘’ 47.248

* Siirt, 1 ‘’ ‘’ 23.331

* Bitlis, 1 ‘’ ‘’ 18.664

* Iğdır, 1 ‘’ ‘’ 17.307

* Hakkari, 1 ‘’ ‘’ 15.354

* Tunceli, 1 ‘’ ‘’ 11.515.

-Diğer iki örnek CHP ve MHP’nin durumu.

CHP’nin Kürdistan’dan aldığı toplam oy: 515.890. Çıkardığı milletvekili sayısı: 8. Bu milletvekillerinin illere göre dağılımı şöyle;

* Adıyaman / 1 Milletvekili,

* Ardahan / 1 ‘’

* Erzincan / 1 ‘’

* G. Antep / 2 ‘’

* K. Maraş / 1 ‘’

* Malatya / 1 ‘’

* Sivas / 1 ‘’

MHP’nin Kürdistan’da aldığı toplam oy 403.489. Çıkardığı milletvekil sayısı : 4. İllere

göre dağılımı şöyle;

* Erzurum / 1 Milletvekili,

* G. Antep / 1 ‘’

* K. Maraş / 1 ‘’

* Kars / 1 ‘’

– 25 Kürdistan ilinin toplam seçmen sayısı, kullanılmayan oy ve milletveklliklerinin partilere dağılımı.

Toplam seçmen sayısı: 6. 994. 690.

Kullanılmayan oy : 1. 447. 837

Milletvekili sayısı : 125

Partilere göre dağılımı:

AKP: 90 / DTP (bağımsızlar): 21 / CHP : 8 / MHP: 4 / diğer bağımsızlar: 2

‘’Erken Genel Seçim’’ üzerine sonuç olarak.

Başta, bütün tantana Kürdistan’daki direnişi, mücadele ve duruşu düzen içine kanalize etmek, AB ‘’müktesebatı’’na uydurmak olarak görünüyor ve bunu da büyük oranda el/hak başarıyorlar. Bu seçimde Kürt hareketi büyük oranda düzen içine çekildi, bunda dönemin, AB’nin, Ortadoğu’daki geleişmelerin etkisi açık. ‘’Türkiyeli’’leşme başarılmış sayılabilir. Seçimlerden en çok bu yönde yararlanıldı. Devletin esas programı işliyor. Uygulanan anti demokratik yöntemler ise iktidar partisine yaradı. O, parlamenter sisteme müdahale deyip duruyor, ama DTP ve bağımsızlarla ilgili parlamentodaki durum bir vahşet. Kimin kime müdahale ettiği belli! Devletin Kemalist mihveri ile, askeri ve polisiye militarist örgütlenmesi arasına sıkıştırılan Kürtler, AKP’nin isteklerini dayattığı bir zemin olma durumuında kalmaktalar.

Yazdıklarımızdan çıkardığımız temel sonuçlar olarak, devletin yapmak istediği üç temel olgunun altını bir kez daha çizelim;

– Kürt Sorunu’nu terörle özdeşleştirmek,

– 80 yıllık cumhuriyet döneminden beri gelen asimilasyon ve jenosidi, değişik biçim ve muhtevada yeni döneme yaymak ve devam etirmek için yeni modeller oluşturması.

-Güney Kürdistan’da oluşan statüyü bozmak ve rahatsızlık vermek.

Seçim döneminde altı ilde olağanüstü hal, sınırda savaş tamtamları, ‘’Kuzey Irak’a’’ ha girdk ha gireceğiz şamataları, ‘’aramalar / taramalar’’, ‘’şehitler’’, bayraklı gösteriler ve görüntüsüz, sadece Genel Kurmay fotograflarıyla basının oluşturduğu ilginç kamuoyu vb.. İşte bu şartlarda AKP tercihi, kullanılmayan kapsamlı oylar, seçmen olamayan kitle ve dağıtılan torbalarla kazanılmış bir seçim olarak ‘’erken seçimi’’ özetleyebiliriz. Türkiye bu biçim ve muhtevaya o kadar alışmış ki, yakın tarihe bir göz atsanız hemen hemen sayısız ‘’erken seçim’’ bulabilirsiniz!

Bütün bir cumhuriyet boyunca, 80 yıldır önce tek parti, sonra da çift parti (‘’çok partili dönem’’), hep Kürdistan mücadelesini ezmek ve tartıştırmamak için, kendi iç çelişkilerini ertelemek, göstermemek için seçimler yapmışlardır. Atatürk’ten başlayın, İnönü, BayarMenderes dönemleri, 27 Mayıs Darbesi sonrası, koalisyonlar dönemi, Demirel , Ecevit, Özal,Erbakan vb.. hemen hepsi aynı tarz, aynı biçim ve muhtevada seçim poliitikası izlemişler ve bu devletin politik hedefleri, ‘’vatan ve milletin bölünme tehlikesi’’ne karşı bir baraj olarak oluşturulmuştur.

Seçim denen olay, her ne kadar ‘’egemenlik kayıtsız koşulsuz milletindir’’ denilse de, Şimdi yine, zamana ve mekana ( AB koridorlarına, Arap Sermayesine ve Ortadoğu İilslam Sentezine, Din kardeşliği, yeşil kuşak oluşturma, Ortadoğu’ya halifelik, sultanlık vb…) uyarlı ve temelinde Kürt Sorunu’nu barajlamak, aşağılara çekmek, hatta sessiz sedasız kapak altı etmek giibi Türk anlayışa bağlı yoluna devam ediyor. Yoksa, milletin temsilcilerini seçme olayı değil, bu giidişle olmayacak da.

Hepsinde Kürt ve Kürdistan yasak. Güney Kürdistan’ı boğalım, bizim şanımıza şerefimize yakışmaz diye vaveyla koparıyorlar. Mazlum bir halkın mücadelesi hala kabullenilmiyor. Hatta, bazı aklı evveller, orada da bir ‘’Kuzey Irak Türk Cumhuriyeti’’ kuralım diye, Kıbrıs misali sorunu oldu bittiye getirmek için akıl veriyorlar. Önce kabadayılık edenler arasında başbakan ve genel kurmay başkanı da vardı. Biz ‘’aşiret reisleri ile görüşmeyiz’’le işe başladılar. Ama şimdi ne olduysa, ‘’eh, olumlular, idare eder’’ demeye başladılar.

Hele tarih sayfalarının kirli ve tozlu yerlerindeki yaptıkları gibi ‘’ajanlık gösterileri, gazetecilik işgüzarlıkları’’ çok gülünç. Haberleri verirken sipikerler bile emir komuta altında hareket ediyorlar ve esas duruşta bağırarak haber yapıyorlar. Bir de, ABD bizim garantör olduğumuzu kabul etsin diyenlerde var. Ancak, biz orayı koruruz da diyorlar. Hem orada, bizim Kıbrıs’taki gibi ırkdaşlarımız da var demeyi de ihmal etmiyorlar. Sınırda ve sınır ötesinde olmadık şeyler yapıyorlar. Ortamı gererek, panik yaratıyorlar. İşte Türkiye’de iktidar olgusu bu gizli saklı politik hedefleri kapsıyor ve oluşturuyor.. Bir türlü Türkiye’de şu kadar Kürt var, hakları var, mücadeleleri meşrudur, biraya gelip, onları kabullenerek tartışalım diyen yok.

3-4 bin Kürt köyünün yerle bir edilmesi, yaşanamaz hale getirilen bir alan ve buralardan zorunlu olarak Türkiye’nin batı bölgelerine, Avrupa vb.. alanlara göç eden milyonlarca Kürdistan’lı dururken, Türkiye’de iktidarı belirleyecek bir seçim sathı mealinde bu konuda tek kelime edilmiyor. Ama başka yerlerdeki vatandaşlarının haklarını korumayı, iç politikada kullanmayı ihmal etmiyorlar. Kürdistan’da sayıca gereksiz ve çok miktarda bulunan askerin sayısını daha da fazlalaştırarak sınıra yığmak, ne anlama geliyor? Anlaşılmıyor!

Bütün bunlar demokrasi aldatmacasıdır. Avrupalılar bunu açık göreceklerdir. Çünkü, sorunlu bir Türkiye var, üstelik bu sorun Kürtlerle de var ve en önemliside budur.. Böyle bir devletin orada ne işi var denilecektir elbette. Çıkarlar üst üste düşebilir, bazı raportörler yanlış bilgiler edinebilir ve verebilirler. Türkiye’de bir yerlere yerleşmiş ve keyiflerine diyecek olmayan bazı unsurların bağlı oldukları siyasi görüşleri çerçevesindeki bilgilerine itibar etmek bir anlam ifade etmez. Hele, istihbarat düzeyindeki bilgiler Türkiye’yi hiç bir biçimde yansıtmaz.

Türkiye’de; imha, saldırı, kitlelere ateş açılması, bombalama, alanları boşaltma, sürgün, katliam, cezaevlerinde işkence, hemen hepsi var.. Ve bu Kürdistan’da sistematik hale gelmiş, getirilmiştir. İşte, böyle durumda olan bir kitlenin kurtuluş aradığı yer’in iktidarını tartışıyoruz, niteliğini değil. Ehvenişeri tercih edenler, her evde bir ölü, bir cezaevi tutuklusu ve bir sürgün olan Kürdistan’ın, talep ve mücadelesini istedikleri yere çekmeye çabalıyorlar, bu ciddi sorun yaratıyor.

İşte bu nedenlerle, kışlalara bağlı ve ‘’anadan doğma’’ asker olan bir kitlenin, Türk seçmenin seçim bilinci ve yaptığı tercihle, yanıp/yıkılmış ve belirttiğimiz halde olan bir alanın, Kürt insanının seçim tartışmaları bir anlam ifade etmiyor. Birinde bağlı ve bağımlı bir bilinç ve anlayışla varken, diğerinde korkunun örgütlenmesi ve kendini savunma içgüdüsü var. Yoksulluk da üstüne. Ayrıca, buna siz, Kürdistan’daki 5 istihbarat örgütünün ilkel ve muhbir yaratma anlayışıyla faaliyetlerini ve kitleyi pasifize ederek ne hale getirdiğini, yaptıklarını, doğrudan ve dolaylı baskılarını da ekleyiniz.

Bundan önce uygulananların korkuları, hala bazı insanların kursaklarında, bilinçlerinde sessiz bir kine ve öfkeye dönüşmüş durumda. Bazı şeyler unutulmuyor. Seçilenleri bile yargılayıp yıllarca cezaevinde yartırdılar ve siyasetten men ettiler. O oynanan oyunlar insanı utandırıyor. Bunu tartışmadan, uygulanan askersel ve devletsel yöntemleri görmeden, sorunu oradaki bazı unsurların durumlarına, yanlışlarına, eksiklerine ve bağlı göründükleri siyasete yorarak, kolaycılık yapmak gerekmiyor. Onları da, iç sorunları olarak Kürtler tartıştılar, tartışacaklar da. Ama sorunun üstü örtülemez, devlet terörünün adı mutlaka konulmalıdır.Bugün de bu devlet terörü üstü kapalı aynen uygulamadadır. AKP, arınmış/urunmuş ve her şeyi Allaha havale ederek işin içinden çıkamaz.

Bütün bu uygulamalar, bölgedeki birçok sıcak savaş içinde kayboldu gitti. Kafkaslar’da, Çeçenistan’da, Irak’da, İran’da, Balkanlar’da, Yugoslavyada vb.. olanlar, Türkiye’deki zulmü, işkenceyi tartışmadan alıkoydu. TC, bu durumda olanakları hep kendi lehine kullanarak, uluslararası ilişki ve bağımlıklar ve NATO gibi örgütlenmeler vb.. nedenleriyle, Kürt Sorunu’nu kamufle etti. Bu, kamufle olacak bir sorun değilki. Türkiye’nin demokratikleşmesi ya da Türkiyede ‘’demokratların sayısınıa artırarak’’ üstesinden gelinecek iş değil. Ayrıca, Türkiye demokratikleşmek zorunda, bu onun kendi sorunu. Bizimki başka bir sorun. Avrupa bunu anlamalı. Bizim ki terör değil. Bunu kabul edemeyiz.

Bizimki, haklı/ meşru bir mücadele ve direnmedir. (…)

Türkiye’deki uygulamalar, özellikle Kürdistan’a yönelik olanlar, o dönemin iktidarlarının şahsi tasarrufları değil ki. Bu nedenle, AKP ye pirim verip, onu bu işlerden bağımsız saymak diye bir sorunumuz olamaz. Onun getirdiği, getireceği demokratik muhteva ise sınırlıdır ve bu döneme denk düşmesi, dünya kamu oyu bakımından utanılacak boyutlardadır. Onu övmeye gerek yok ki. Bütün genel kurmay başkanları, bütün polis şefleri, her yıl baharla birlikte ezeceğiz tantanası yaptılar, köklerini kesin kazıyacağız dediler, bölgede olmadık çapta askeri operasyonlar oldu. Bunlar, AKP iktidarının da uyguladığı doğal şeyler. Şimdi bile, gereken yapılacak diyor, ama Kürtler bunlara karşın bunu farklı algılıyor ya da algılatılıyorsa, çok tehlikeli bir boyut var demektir. Bu da Ümmetçi Kemalizm’dir ve diğerlerinin ikiz kardeşidir. Geçmişi de vardır, geleceği de beş aşağı/ beş yukarı bellidir! Üstelik dünya İslam terörünün ve uygulamalarının akıl almaz boyutlarının yeni patentlerinin yerleştirilmesi çabalarıdır. Sistem içi Kürt Sorunu’nun çözümü nasıl olur bilinmez. (…)

Bitirmeden birşeyin altını da çizelim. Bugün artık, Türkiye’nin arkasında eskisi gibi, çıkarları onun bölge durumuna endeksli bir savaş bloku da yok. Ya da somut olarak gözükmüyor. Tercihler başka yönlere kaymış, kaydırılmış durumda. Irak’taki, İran’daki tercihlerin, ABD ve Rusya’nın, Çin’in ya da ötekilerin pazar kapışmasının başka yönlerde olduğunu gösteriyor. Türkiye, şu anda yanlız başına, ama bazı bağlantıları var. Çünkü, uluslararası ittifak ve kuruluşlar var, ekonomik ilişkiler var, bunlar ha deyince ortadan kalkmıyor! NATO gibi örgütlenmeler çok değişiklik olmuş olsa da, bazı yükümlülükleri hala koruyor.

Bu nedenlerle, Türkiye’nin yeni bir savaş cephesine ihtiyacı var. Kuruluşu, yapısı, ordusu, kitlesel ideolojisi, Kürtlerin durumları, çevre koşulları vb.. onun böyle durmasınna göre uyarlanmış. Türkler için savaşsız bir hayat olmaz. Bunu için, vargücü ile bazı olayları, Kürtleri vb.. kullanarak bunu yapmaya uğraşıyor. Yeni savaş cephesi oluşturmaya büyük özen gösteriyor. O nedenle, en başta bir iç koalisyon gerekiyor ve buna uyarlı en iyi düzlemin seçim, parlamento seçimleri olduğu besbellidir. Bunu da ‘’milli birlik ve beraberliğe’’ bağlayarak, işine geldiği zaman bunu propaganda ederek gündemi sıcak tutmaya çalışıyor. Çünkü bu seçimler gerçek yöneticileri belirlemiyor. Savaş cephesi için yeni bir yapılanmayı sağlamaya yarıyor. İktidar olanlar da bu amaca uygun kendi tezgahlarını yürütmeye çalışıyorlar, götürebildikleri kadar götürüyorlar, işleri bitince de bir kenara atılıyorlar.

Velhasıl, aklımıza gelen ve yüzümüze karşı bıkmadan usanmadan 80 yıldır söylenen ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’, ‘’Vatan Sana Canım Feda’’, ‘’Her Türk Asker Doğar’’, ‘’Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez’’ deseniz, yukarıdan beri anlattıklarımızı özetleyebilirsiniz!

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar