Türkiye’deki 22 Temmuz 2007 acele genel seçim sonuçları üzerinde bir gezinti II

14. Juli 2015 | Von | Kategorie: Araştırma
1020 Mümtaz Kotan-

 

İktidar partisinin sarıldığı sloganın arkasında başka şeyler var.

AKP, ‘’acele’’ ( ‘’erken’’ seçim/2007 Temmuz) seçimden önceki son meclis aritmetiğinin gösterdiği gibi, gerekli milletvekili çoğunluğuna sahipken, birden seçim diye tutturmuştu. Esas amaçlarını gizleyip ‘’Millete gidelim, onlar karar versin’’ demişti. Birçok nedene bağlı olarak, oylarını daha önceki seçime göre artırmıştı, ama bu kez bir öncekinden az sayıda milletvekiliyle meclise gelmişti. Durumdan memnun görünüyor, övünüyor, övünüyordu. Daha üst programlardaki gizli amaçlarını, ‘’halk bize yetki verdi’’ye getirerek, yavaştan yavaştan (!) gündeme taşımaya başladı. Cumhurbaşkanı’nı seçtirdi, o zaman da seçebiliyordu. Ardından YÖK, Türban derken, şimdi İmam Hatipler vb. de gürültü ve şamata içinde sıraya girmiş durumda.

Ümmetçi Kemalizm’in uzun yılları kapsayan programı alana inmiş durumda. Diğer Kemalistlerle aralarında sen, ben meselesi ‘’alışılmış’’ kavga yöntemleri ile sürüyor. AKP, yasama ve yürütmeyi ‘’halkın kararı’’na dayanarak ele geçirmiş gözüküyor, kala kala yargı kaldı. Onu da tayin ve terfi ‘’yoluyla’’ ayarlamaya çabalıyor. Bunu yapıyor, ama kuvvetlerin varlığını da Anayasa hükümlerine karşın gizliden gizliye kabullenmiyor. Herşey onun işine geldiği gibi olsun istiyor. DTP (Demokratik Toplum Partisi)’nin kapatılması onları ilgilendirmiyor. Orada hukuk önemli değil. Halkın desteği önemli değil. Muhalefet de öyle. Bir konuda yarıştıkları gizlenemiyor. Mustafa Kemal’i övme yarışı almış başını gidiyor. Bir de tarihe yalan /yanlış bilgilerle sahiplenmeyi kimse ötekine kaptırmıyor.

(Lekolin’nin Notu:Ümmetçi Kemalizm için ayrıca bak: Mümtaz Kotan’ın, Şubat/2004 tarihli, 23 sayfalık, ‘’K. Kürdistanlı Aydınların Vahim Durumu, Güncel/Somut Programlar ve Kemalist Ümmetçilik Üzerine’’, başlıklı yazısı. Bu broşür , lekolin. com’da da yayınlanmıştı.)

Neyse. Son günlerdeki yalancı iktidar/muhalefet şamatasını bir yana bırakıp, tartıştığımız soruna gelelim.

Aslında, dünyanın uygar sayılan ülkelerinde, Avrupa ülkelerinde, birçok yerde seçimlerde programlar tartışılır, seçime katılan partiler yada adaylar, en azından ‘’şunu şunu yapacağız’’ derler. Benim programım şudur derler. Ama gel görki, Türkiye’de senin eşin, anan, senin bacın, kardeşin, çocukların ya da villalar, gemiler, şu bu, tartışılıyor. Bunlar üzerine seçimde kavgalar/gürültüler koparılıyor. Bu kadar üçkağıt için neden hukuk gündeme gelmiyor, getirilmiyor bir türlü anlaşılmıyor. Hemen bütün kullanılacak yanlar seçime saklanıyor. Gizli işler, bu kadar bedavadan para kazanmalar, vurgunlar, rüşvetler gündemde yok. Bedavadan para kazanma, başkalarını enayi yerine koyma insanlar arasında önemli ayrıcalıktır ve bununla çok kaba biçimde, küfürlü övünmeler geçerlidir

Türkiye’de.

Ve en önemlisi kabadayılık insan yaşamının olmazsa olmazı haline dönüşmüş. Maalesef Türkiye’de ‘’millet’’ bu söylemlere oy verdi, veriyor. İşte, Tayyip Erdoğan da ‘’egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ demeyi elinden bırakmıyor, ama yalnız kendisi için. Açlık, yoksulluk, yaşam güvenliği, sağlık, vb.. sorunların tümü bir tarafa bırakılmış. Özel hayatın ‘’keyf veren’’ yanları tartışılarak, üste çıkarılarak, olmazsa kavga edilerek, dahası mafyaya pay verip onu devreye koyarak, herşey, ama her şey güllük gülüstanlık gösterilip çözümlenebiliyor! Böyle bir ülkenin, ‘’Allah selamet versin’’, kıyıları, köşeleri de övülmüyor değil!

Geçtiğimiz ‘’erken’’ seçimde iktidar partisinin en önemli sloganı ve mağduru oynamasının söylemi ‘’egemenlik milletindir, biz çözüm bulamadığımız yerde ona gideriz, yeterli sayı yok, cumhurbaşkanı seçemiyoruz’’ ya da ‘’parlamenter sisteme müdahale var, bunu halk çözsün, referandumla cumhurbaşkanı seçelim’’ vb.. oldu. Üstelik başbakan , yukarıda sözünü ettiğimiz sloganın meclisin başkanlık divanının arkasında ( ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ sloganının kayıtsız /kuyutsuzunu unutmuşuz, pardon…) yazılı olduğunu seçimlerde bas bas konuştu. Gel görki, kendi egemenliğini eleştirilerden bile uzak tutmaya büyük özen gösteriyor. Dayanamıyor, bağırıyor.

Biz, onlara sıradan başörtüsü gibi, dini yanlar gibi, inanç meselesi gibi konulara inerek cevap verilmesini gerekli görmüyoruz. Çünkü, onların diğer Kemalistler’den temel konularda farkları yok. Onlar da ‘’vatan ve milletin bölünmezliği’’ni temel ilke edinmişler. Biri laik Kemalist ise, diğeri ümmetçi Kemalist. Biri dinci, öteki ulusalcı. ‘’Tek din, tek dil, tek devlet, tek millet’’i esas almışlar. Biri millet kardeşliği, diğeri din kardeşliği ile malûl. İkisi de ırkçılığa giden bir milliyetçilik hayranı. Bu nedenle, onların eleştirileri başka yerde duruyor. Özellikle Kürtlerin, bunu çok iyi bilmeleri gerekiyor.

Siyasal parti çalışmalarının, seçim çalışmalarının ‘’barış, demokrasi, kardeşlik, özgürlük vb..’’ düzeyindeki sloganlarının altını doldurmak, Kürt Sorunu açısından son derece önemlidir. Bu da, Türkiye’de iktidar ve muhalefetteki partilerin Kemalist yanlarının teşhirini zorunlu kılıyor. ‘’Vatan ve Milletin bölünmezliği’’ üzerine yeminler ve ‘’Anayasa’ya bağlılık’’, ‘’Kürt Sorunu’nun çözümü’’ yönünde hem iktidar partisinin ve hem de Kemalizm’in teşhirinde önemli engellerden biridir.

Son Newroz gösterilerinde, insafsız ve adaletsiz saldırıların, vahşi, ölümüne adam döven polis ve askerlerin yabancı bir ülkeyi işgal manevraları hala gözlerimizin önünde. Bir iki alan hariç, genel olarak adeta terkedilmiş şehirleri andıran Newroz alanlarının darmadağınık, kırık/dökük ve yaralılarla dolu cadde ve sokaklarında, üstelik de ‘’şehitler ölmez vatan bölünmez’’, ‘’vatan sana canım feda’’ sloganlarını tekrarlıyan asker, polis ve ne oldukları belli olmayan ‘’özel güvenlik güçleri’’nin merasim yürüyüşü’yle dolaşmaları ürkütücü birşey!

Kendilerine yönelik herşeye bağıran başbakan ve diğer sorumlular işlerine gelmedimi seslerini çıkarmıyorlar. Kürdistan’daki bu açıkça gözdağı olan asker, polis gösterileri ve adam dövmeler, dünyadaki örnekleri gibi her nedense basında yer almıyor, emir ve komuta altındaki Televizyonlarda da çok küçük istisnalar dışında gösterilmiyor. Herhalde, ‘’demokrasi ve hukuk mücadelesi’’ açısından hükümet ve başbakan bunları önemsemiyor! Bunların altındaki provokasyonu, çete işlerini ve daha ilerisini ‘’değerli komutanlarının (!)’’ ‘’hatırına’’ veriyor, ses çıkarmıyor!

Zaten İktidar, Kürdistan ve Kürtler’le ilgili uygulamalarda gayet sessiz. Her nedense ‘’yasaklarla uğraşıyoruz’’ diyen hükümet, Kürtlerle ilgili hiç bir yasağı savmıyor, ortadan kaldırmıyor. Eğer öyle olsaydı, Kürtler kendilerini ifade edebilir, her türlü kararı da alabilirlerdi. Egemenlik biraz da Kürt Milleti’nin olurdu! (…)

Gelelim ‘’Parlamenter sistem’’e müdahale sorununa. Bu sisteme esas müdahaleci olan AKP ve özellikle onun genel başkanıdır. Şunun altını çizelim, Türkiye’de hiçbir zaman egemenlik milletin olmadı, bu hep uyduruldu. Milletin eni /boyu da belli değil hani. Üstelik, egemenlik, tarifi ve açıklaması da çok değişken bir kavram. Başta, Türkiye’de herkesin adı Türk. ‘’Türk Milleti böyük millet’’ ve sözü edilen egemenlik ona atfediliyor. Ama, egemenlik o ‘’zavallı milletin’’ adı öne sürülüp, aslında ‘’görünmeyenin’’dir. Zaten diğer uluslar, halklar hep inkar ediliyor, yok sayılıyor. İşte, sisteme esas müdahale, işin aslı burada. Çözüm için ilk adım bunu gündeme taşımakta yatıyor. Çünkü, TC Parlamentosunda egemenlik, kayıtsız /koşulsuz ‘’Türk Milleti’’nindir. Dolayısıyla bu meclis, yani ‘’TBMM’’, ne demokrattır ne de temsil gücü vardır. Açıkca ırkçı ve milliyetçi özler üzerine kuruludur. Nihayet, daha da ötesi, faşist partilerin ve anlayışların elemanlarının kafa kafaya tokuşmaya da mekan tuttukları bir yer olmuştur.

Diğer ulusları inkar ve red var, bu yöntem genel bir davranış biçimi olmuş durumda. Herkesi Türk göstermek için harcanan çaba anlatılamaz. Bütün değerler de kendilerine mal edilmektedir. Böylesine bir ‘’millet egemenliği’’ söz konusu. Arkasında bir korku da gizli. Birşeyler kaybolacak, elden gidecek, başka değerler ortaya çıkacak, egemenliğin başkalarıyla bölüşülmesi zorunlu olacak diye ödleri patlıyor. Bunun için haksız, adaletsiz, acımasız ve hayasız uygulamalar Kürt Ulusu üzerinde yapılmaktadır.

Hem herkes Türk, hem de TV. haberlerinde, filmlerde ya da örneklemelerde mafya tiplemelerine, kötü adam sunumlarına, çirkinliğe ya da gelenek göreneklerin eleştirisine Kürtler örnek gösteriliyor. TV. programlarının o acayip sunucuları, ‘’kırro’’ kavramını Kürtleri anlatmak için keyifleri istediği gibi kullanıyorlar. Hayret bir toplum. İlginç bir ahlak.’’Doğu ve Güneydoğu Anadolu’’ ismi taktıkları Kürdistan bölgesinden haberlerde ‘’bozuk Türkçe’’ ile konuşuyorlar da diyorlar. Aslında, herşey biçilen ‘’Türk Milleti’’ ‘’kotu kotu konuşuyo’’ biz ne yapalım. Kürtlerin ana dilleri Türkçe değilki.

Bize ‘’kırro’’ lakabı takmalarını çocukluğumuzdan beri hep duyardık. Bunu Türkiye’deki devrimci mücadele ve üniversitedeki olaylar sırasında, 1965-69 yıllarında ‘’devrimciler’’in ve Kemalistler’in bazıları da bizlere söylemişlerdi. Hatta, ‘’sosyalist parti’’ kongre ve toplantıların bu lakabı yüzümüze söylemekten çekinmeyenler olduğu gibi, bazı gazetelerin ‘’büyük baş yazarları’’ ile ortalığı karıştırmakta usta olan bazı ‘’Prof.’’ ve ‘’Marksistler’’in de kullandıkları lakaptı bu. Bunları sıraya koysak, burası yetmez.

Kürtlerin, kültürlerinde ya da yaşamlarında, Türkler tarafından ona yakıştırılan, mal edilmeye çalışılan gelenek/ görenekler, yapılanmalar, değerler yoktur. Kürtler, övmek gibi olmasın, Ortadoğu ve Mezopotamya’nın en eski kalkıdır. Çok gelişmiş kültüre, entellektüel birikime sahiptir. Kürt toplumu, baskıcı, kaba, horlayıcı değildir. Uzlaşmacı, demokrat, komşularıyla iyi geçinen, kin ve husumet duyguları ağır basmayan bir karaktere sahiptir.

Bütün uluslar, halklar, dini gruplarla çok rahat uyum sağlayan ve aynı zamanda direngen bir yapısı vardır. Bunca yıl ağır baskı, asimilasyon altında, 4 parçaya bölünüp, sömürgeleştirilen Kürdistan toplumu, kendi kültürünü, dilini, geleneklerini korumuş, ulusal varlığını yaşatabilmiştir. Bizim insanlarımız eğri /büğrü de değiller. Biz fiiziki olarak kimsenin durumunu yadırgamayız, kınamayız, ancak tüm bozuklukları Kürt olarak lanse etmek de kasıtlı ve ahlaki olmayan bir tutumdur.

‘’Kürt kökenli mafya’’dedikleri Kürtlerin bazıları da, başlarına kurşun sıkılarak faili meçhul cinayetlere kurban gittiler. Hiç sorgulanmadı bu cinayetler. Onların Kürt hareketine yardım ettiği söylemleri vardı. Bazılarını tanıyoruz, yurtsever unsurlardı ve öyle ailelerden gelmekteydiler. Bu politikanın altında da Türk ırkçılığının hazin öyküleri yatıyor. Bir türlü hizaya gelmiyorlar, ama kardeşlikten de dem vuruyorlar. Biz, Kürtler bir ulusuz ve bizim herşeyimiz olduğu gibi mafyamız da olacak, son derece doğal. Buna da siz ‘’Kürt kökenli mafya’’ diyebilirsiniz!

Eğer, kötüye örnek olsun diye bir gösterim yapılması gerekiyorsa, Türk TV’lerinde ‘’kahramanlık’’ gösterileri için sunulan filmlerdeki ordu-polis-istihbarat-mafya beraberliğinin yarattığı, vahşi, acımasız, ilkel ve ‘’ölümsüz’’ tipleri sunmak daha geçerlidir. Böylece, ne idüğü belirsiz Türk mafyası’nı tanıtmak da daha kolay mümkün olabilir. Sanmayın ki, yapılanlar, yaptıklarınız anlaşılmıyor. İşgal altında tuttuğunuz ülkemizdeki sömürgeci uygulamalarınızla herşeyimizi harap ettiğiniz apaçık. Bu bağlamda Kürt mafyası’nı da hunharca katlettiniz.

Bunun temel nedeni, yapılan işlerin yolunu size dönük kesilip, Suriyeye vb..’ye çevrilmesidir. (…) Bunda, yurtsever ve ulusal nedenlere dayalı ve bölgedeki mücadelenin etki alanındaki bazı zorunluluklar, ailesel ilişkiler vb.. de gözardı edilmemelidir. Her halükarda sizin bir bütün olarak Kürdistan toplumuna dönük programlar peşinde olduğunuz besbelli. İşte, genel çıkarların yarattığı maddi ve siyasi panik ile o alanı boşaltıp, yerine Türk Mafyası’nı yerleştirdiniz. Çünkü, bazı işleri ‘’resmen’’ devlet adına yapmanız olanaksız. Hoş sizin için sorun değil, herşeyde olduğu gibi yapar ve bir gerekçe de bulursunuz ya! Ama, bütün dünyada her devletin bu tür ilişkileri, ‘’bazı işler için’’ koruyup kolladığı geyet açık!

Türkiye zaten devlet olarak yukarısına kadar çeteleşmiş, mafyalaşmış.

Sizin, Elazığ, Bingöl, Urfa, Antep ve Malatya’daki ağırlıklı yapılanmanız, Türk mafyasının yerleştirilmesi eyleminiz de yukarıdaki tespitlerimizi doğruluyor. Ayrıca, hepsi anti-Kürt bu yapılanmanın içinde Kürt kökenli bakan, milletvekili, tüccar vb..nin de olduğu, yada yardım ettikleri de ortaya çıktı. Bu yapılanmanın MHP destekçisi olduğu, Jitem bağlantılı ve istihbarat ilişkileri (beş istihbarat birimlerinin hepsi) içinde itirafçı, korucu yerel unsurları da taşıdığı net biçimde görülüyor. Şimdi bu politikanızla, Güney Kürdistan’ın (Hala, Irak’ın Kuzey demeğe çaba sarfettiğiniz yer) başına musallat olmaya büyük özen gösterdiğinizi biliyoruz. Burası müsait değil, ama bunları tartışmak ve Kürt toplumunu duyarlı kılmak gerekiyor.

Başa dönersek, anlayacağınız, egemenlik fukara halkın değil, görünmeyen malum güçlerindir. Bunun içinde kimler var kimler! Parti genel başkanlarından, ‘’bilim adamları’’na, gazetecilere, iş çevrelerine kadar çok isim bu görünmeyen egemenlik gücünün tam ortasındadır. Hatta ‘’Kürt kökenli’’ bakanlar, genel başkan yardımcıları, sanayicileri de sayabiliriz. Bütün bunlar, sağdan /soldan arada bir kendilerini değişik ‘’dılıflarda’’ gösterip geri çekiliyorlar. Mafyasından tutun, rantiyerine, Jitemcisine ve hırsız/ polisine kadar hemen herkes bu görünmeyenin içinde olmaya hevesli ve adeta can atıyor. Ama ‘’Türk’’ olduğu için konuşulmuyor. Sorun burada ve egemenlik aslında bu takımın.

O nedenle parlamentonun başkanlık divanının üstüne ‘’Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’’, (‘’Egemenlik Milletindir’’) yerine, belli olmayan millet yerine, başka güçlerin olduğu yazılmalı. Bu da mümkün olmazsa, bizim çocukluğumuzda bir anlam veremediğimiz bir anımıza göre, Abdulah dayının bakkal dükkanındaki takvimin üstünde yazılı olduğu gibi, ‘’Allahın Dediği Olur’’yazmak gerekiyor. Bu da, rengarenk olan ve her aklına esenin milletvekili olduğu meclise gidecek en iyi slogan olur. Herkes de, böyle istiyor. O zaman çabaya, mücadeleye de gerek kalmaz, mübareğin dediği olur, iş biter.

Eee, ‘’Allah’’da bu günlerde, iktidara taviz karşılığı oldukça bol. Bir yere değil her yere, dükkanın her yerine, yaz yazabildiğin kadar. TV sunucularının ağzı onunla açılıyor, onunla kapanıyor. O süs püsün içinde, o nemenem makyajların altında ‘’Allahla’’ oturup ‘’Allahla’’ kalkıyor insanlar. Korkuların büyütülebildiği kadar büyütüldüğü bir zamanı yaşıyor Türkiye. Sohbet konuşmalarında bazı Prof. ve doçentler, doktorlar neler söylüyorlar, neler! ‘’Öbür dünyada dükkanların çok büyük olduğunu söyleyenlerden tutun’’, ‘’acayip korkular salanların’’ bini bi para..

Ama, Recep Tayyip ve arkadaşları hiç birşeyden kormuyorlar. Öbür dünya ayarlanmış, bu dünyada da işler tıkır. Onlara ‘’yüce mevla’’ büyük güç atfetmiş ve ‘’herşeyi’’ düzeltecekler. Başbakan onlardan, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı vb.. Kala kala Genel Kurmayı ayarlama kalıyor. O işle de ‘’meşguller’’ ister istemez. Bundan öncekilerle çok haşır/neşir oldular zaten. Muhabbet o biçim! Şimdi de, başbakan her vesileyle ‘’Genelkurmay başkanım’’ deyip duruyor. Hayırdır İnşallah! Ama, Genel Kurmay Başkanı’na kimse birşey yapamıyor. Onun durumu gündeme gelince yargı tartışılmadı, bir sürü insanı susturdular, görevden aldılar ve yargılamaların üstünü örttüler. Zavallı halk olayları takip edemiyor ki!

Ne kaldı devleti yüzeysel de olsa ele geçirmeye, bazı yargı kurumları vb.. Üniversiteler. Eee, bazı yargı kurumlarının başına tayin ve terfilerle ‘’acayip’’ adamlar da getirdiniz mi, gel keyfim gel! Zaten getiriyorlar. Üniversite de öyle olacak. Nasıl olsa ‘’halkımız’’ istiyor. Bizi çoğunlukla iktidar yaptı diyorlar, başka bir şey demiyorlar. O halk, bir torba makarna ile bir torba unun derdine düşmüş.. Yukarılarda gezinip, bilimsel olmayan ve hesapsız kitapsız atmalardan vazgeç desek, geçmezler. ‘’Vahi yollu’’ yetkiler gelmiş ya!

Neyi düzeltiyorsun be adam.Yukarıda da belirledik, bütçen belli, olanakların belli, dış borçların belli, her şeyin ortada Tayyip efendi. Herşeyi kabadayıca nasıl değiştirireceksin? Belediye başkanlığı döneminde el/hak her şeyi değiştirmişsin! Paralar, altınlar hep cep ellezine olmuş. Bu kadar ‘’vatancı’’ olmana ve ‘’batıdan tekniği, bilgiyi değil, ahlaksızlıkları aldık’’ demene karşın, çocukların hep dışarıda tahsil eylemişler, masraf etmişler. O ahlaksızlıkların ithal yollu geldiği AB’nin yakasından da düşmüyorsun.

Buraya bir parantez açalım. ‘’Vatancılık’’ın Çanakkale toplu çıkartmasından aklımıza geldi. Hani şu son günlerde ne olduysa, AKP’nin o çıkartması yok mu, bir felaketti. Hem ‘’vatancılık’’ oynadılar bir iki perde, hem de Mustafa Kemal’cilik! Helal olsun! Başbakan ve Cumhurbaşkanı (birinci sıraya başbakanı yazdık, ama protokole uyarmı uymazmı bilemiyoruz, ama sıralamada Tayyip önce geliyor!) Gül ve ötekiler, hem tarihsel olarak abartılı açıklamalar yaptılar ve zaman zaman yalan/dolan da söylediler. Neydi o ‘’ya resullullah! ‘’

Gül, ‘’ burada büyük orduları dize getirdik, savaş kaabiliyeti ve gücü yüksek bir askeri hareket …’’ten söz ederek, M. Akif’e getirdi işi. Zaten başbakan M. Akif’in yorumu dinsel yana yakın kelimeleri içeren uzun mısralarından şiir okudu. Hemde şeddeli! Her ikisi de Mustafa Kemal’i yere göğe sığdıramadılar. Şehitleri Gazi Mustafa Kemal’le bir arada andılar. Üstelik, Mustafa Kemal şehit olmamıştı ve orada da değildi! Ayrıca, herşey Türk’tü. ‘’Çanakkale geçilmez’’de dediler. Kim geçmek istemişte geçememiş, yıllar önceki bir savaş bugün gündeme niye böylesine tantanalı oturtuluyor. Kime mesaj veriliyor, neyin üstü örtülüyor!

Bütün bu şamatalar ‘’18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi’’nin yıldönümünde oluyordu. Tayyip bu savaşı ‘’Allah yoluna gavurları yendikleri bir savaş’’ olarak anlatmaya çalıştı. ‘’ Bir Millet doğuyor’’, ‘’ Bir Vatan kuruluyor’’ vb..de dedi. Yani, Tek vatanı, tek milleti ifade etti. Böylece tek dil de yerini almış oldu, vatan ve millet olunca dil de olur. Bir eksik vardı, o da tek din.. Nasıl olsa Allah yoluna şehit olunmuş, gazi kalınmıştı. Böylece tek din de anlatıma katılmıştı. Eğer olmadıysa, onu da bu tarihsel yalan panaromasının içine nasıl olsa birgün sokarlar.

Neyse. Esasa gelelem. Görüldüğü gibi ‘’Egemenlik Milletin’’ değil, Allah adına birilerinin. O nedenle, Meclis Divanı’nın arkasına ‘’Allahın Dediği Olur’’ yazmak iyi bir slogan olur. Zaten, herkes herşeyini Allah’a ısmarlıyor. Hep Allahın izni ile diyorlar. Onun izni olmadan ya da onun adına dindar kişiler, partiler, tarikatlar, en önemliisi Amerika’dan buralara ağlamaklı fetvalar veren ‘’Hoca Efendiler’’ tek ve vazgeçilmez egemen olacaklardır. Diğerleri de bu slogana itiraz etmezler. Böylece meclise de bereket dolar! Zaten bereketli, herkes milletvekili olabiliyor. Böylece, insanların ömürlerinin sonunda ‘’halka hizmet, temsilci olmak’’ temel bir olgu olarak yerleşir. Maşallah! Görmüyor musunuz, ne acayip milletvekilleri var bu dönem, sorma gitsin. Allah bin bereket versin!

Bütün bir ömür harcayacağınız efor, kariyer, bilimsel çalışma, mücadele, velhasıl toplumsal olarak yararlı olunabilecek bir nitelik hiç anlam ifade etmiyor. Niteliksiz, gereksiz unsurların doluştuğu bir meclis ‘’Egemenliğin kayıtsız/kuyutsuz Millete-Türk Milletine- ait olduğu’’ gerekçesi ile her kararı alabilir. Bunu başbakan da böyle yorumluyor. Her partide bu tür unsurlar var. Bağımsız gelenlerden bazıları, bütün bir ömür bizden kaçan, dümenine bakan, bizlere bölücü diyen, saldıran vb.. saymakla bitmez. Şimdi de ömür boyu emekli milletvekili maaşı alacaklar. Hey gidi dünya. Üstelik bazıları Kürtçü de.

Milletvekilliği pazarı

Milletvekilliği zengin olmanın, rahat yaşamanın, katakullinin, iş takibi, mafia ortaklığı, rantçılığın, hemen her şeyin elde edileceği namütenahi bir meslek. Fevkaledenin fevkinde bir iş. Onun için herkes koşuşturuyor. Olmadık laflar ediyor. Seçilir seçilmez de kılık/ kıyafet düzeltiyor. Seçilmeden pek kıyafet hazırlığı yok, masraf olmasın istiyorlar! Ve mafia’dan tutun, polise, orduya, istihbaratlara kadar devleti yöneten bütün cepheler ve cenahlar oraya adam sokabilmek ve ‘’iş takibi’’ yapabilmek için yarışıyorlar! Hele hele iktidar partisinin yada koalisyon ortaklarının milletvekili oldunmu, deyme giitsin.

Oysa, milletvekilliği zor bir iş, başka ülkelerde milletvekillerinin özel hayatları bile yok, görev süresince hep denetim altındalar. Türkiye’de, yukarıda sayılan ortaklıklar dışında, bir de Ankara’da, İstanbul ve İzmir gibi yerlerde, daha kaçamak, modaya uyarak kız/karı araklama, garsoniyerler tutma huyları da gelişiyor. Bir de sabahtan akşama kumar oynama alışkanlıkları. ‘’Halkımız’’ eskiden gider vekillerini hep ‘’Anadolu Klüp’’ün kapılarında beklerdi! Orada azılı bir/iki (!) bayan vardı ki, büyük ihaleleri bile birilerine verebilirlerdi, alınmış çok kararı değiştirebilirlerdi. Şimdi bu ‘’mebus’’lar yada ‘’bakan’’lar anılarını hatırlayıp hep iç geçiriyorlardır! Vb..

Velhasıl iyi bir pazar. Milletvekilleri üzerinde yapılmayacak pazarlık yoktur, her zaman da bu pazarlıklar yapıldı. AKP, bu pazarı bir dönem daha kullanacak. Hani bir laf vardır; ‘’Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler’’ ya, onun gibi bir şey bu meclis tantanası. AKP güç kaybeder ve koalisyon dönemleri de başlarsa, transferler çok para eder. Yerinde adam tutmada da çok para var. Birden bire zengin olur birileri.

TBMM böyle istenilen yere çevrilebilen bir kurum. Göründüğü yada söylendiği gibi değil. Dolayısıyla oralara herkes gelebilir ve ummadık yerde de tepetaklak düşebilir. Orası, kabadayıları yada mecliste siyaseti öğrenenleri bir tarafa bırakın, başından azılı siyasetçileri bile yedi, beşpara etti. Kişilikleri bile tartışılır oldu. Lakap aldılar ama, neye yarar başka yerde ‘’baba’’ olsalardı daha iyi olurdu! Bazı kurullar var ki, ona karşı hepsi sus pus, kimse çıt çıkaramıyor, en fazla kendi kendine ‘’homurduyor’’. Hani şu ‘’milli inzibat kurulu’’ var ya! Parlamentoymuş, üniversiteymiş, öteki /beriki hiç önemli değil. Ve devletin donanımlı ‘’istihbarat örgütleri’’ bile kukla hale getirilmiş. Biri diğerine kullanılan beş tane istihbarat örgütü başka neyi anlatabilir? Yani, arkada devleti yöneten kurum ve kuruluşlar var..

Öyle bir militarist devlet bürokrasisi oluşmuş ve oluşturulmuş ki, bu savaş ağalarının, rantçıların ve giderek bazı finans kuruluşlarıyla, sömürgeci sermaye sınıfının fırsatçı unsurlarının, hepsinin arkasında değişik çeşidi ile mafya ortaklığının, değim yerindeyse bir koalisyonunu andırıyor. İşte, bununla gidiyor işler. Sömürü, zulüm, zorbalık, en önemlisi de savaşın araçları olarak rejimin vazgeçilmez yöntemleri oluşmuş ve işin ilginç yanı meşrulaştırılmış da..

Kitleler bu sisteme nasıl ortak olabilir? Bu sistemin egemenliği halkın iradesi içinde olabilir mi? ’’Millet’’in en küçük olaydan, çıkan kanunlardan bile vb.. haberi yok. Herhangi bir konuda yapılan küçük bir ankette bile halk, en ciddi sorunları bilmiyorum diye cevaplıyor.. Ama, medyanın kamuoyunu istediği gibi oluşturarak, kitlelerin herşeyden haberdar olduğu izlenimi vermesi son derece yanıltıcı. Zavallı kitleler, binlerce manipulasyon ve kombinezon ortasında, bir de fukaralıkla, kabadayılığı, kaba kuvvetle işini çözmeyi çıkar tek yol olarak kabul etmiş ve bunu savunuyor da! Belki de bu yanıyla diklenen unsurlar hoşuna gidebilir de!

Türk Parlamentosunun niteliği.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti sermeyenin emir ve komutasından bağımsız hareket edemez, siz başbakanının kabadayılıklarına bakmayın. O ‘’bir belediyeci olarak’’ kendini lanse edip, bu kadar mal mülkü de ona bağlayacak kadar herkesi saf sanıyor. Belediyeciler geldikleri işe, hazır uzman kadro ile geliyorlar yada geldikten sonra zorunlu buluyorlar, kendileri öyle çok ahım/şahım özel bir katkı yapmıyorlar. Dolayısıyla belediyelerde, üstelik iktidar yanlısı belediyelerde ‘’para hareketi’’ çok ‘’bereketli’’dir. İradeleri dışında uzmanlık isteyen yada siyasi o kadar şey var ki, bunlara kuzu gibi uyuyorlar ve uyacaklardır.

Bunu uzatabiliriz. Ancak, bizim geleceğimiz yer Türk Parlamentosu’nun niteliğidir. Bu parlamentonun, (aslında meclis demek daha iiyi!) temel bir görevi vardır ve buna uyacaklarına tüm milletvekillleri de yemin ederler. O da Kürdistan ve Kürtleri yok sayan bir görünmeyen anlaşmaya uymak, çalışmaları buna uydurmaktır.Bu parlamento vatan ve milletin korunması için çalışır. O Millet Türk Milleti’dir ve Vatan da zorla, pazarlıklarla, vb.. oluşturulmuş Türk Vatanı’dır. Dolayısıyla en başta Kürtleri ve diğer ulus yada halkları, dini cemaatleri ortadan kaldıran, asimile eden bir tarihi sömürgeci mantığa dayalıdır. Bu hiç değişmedi. Üstelik korkuya ve global gelişme ve değişmelere uyarlı daha da usturuplu uygulamalarla devam ediyor.

Peki bu sömürgeci parlamentoya karşı ne yapılabilir? Hiç tartışmaya mahal bırakmadan söylersek, durum gayet açıktı, bu Parlamentonun teşhiri ve bununla mücadele gerekiyor. Bu niteliği değişmeden demokratikleşmesi, Avrupalılaşması, Ortadoğululaşması maddeten mümkün değildir. Ceberrut bir devlettir ve bu meclis bunu meşrulaştırmaktadır. Kürdistan’ı haksız yere işgal ve en büyük parçasını uluslararası gelişmelerin sonuçlarına uygun ilhak etmiş, sömürgeleştirmiştir. Oradan özellikle bizim için, Kürtler ve Kürdistan için baskı, terör, asimilasyon kararları çıkarıldı ve çıkarılacaktır da. Bunun açık ifade edilmesi gerekiyor. Değişmesi gerekiyor. Bunu deşmedinizmi, Türkiye’de her programı tartışabilirsiniz!

Güney Kürdistan’da (onların hala Kuzey Irak dedikleri ve hasretle işgal edip, garantör devlet olmak istedikleri, Musul ve Kerkük vasiyetlerinin onları rahatsız ettiği gerçeğini ustaca kamufle edip, başka atraksiyonlar peşindeler..) Kürt Parlamentosu Kürtleri temsil ediyor, önünde Kürt bayrağı dalgalanıyor. Kürtler Sürgünde Kürdistan Parlamentosu kurdular. Bunlar gibi başka meclisler, kurumlar da var. Ama, Türkiye’de bu tür bir meclis olmadığı ve Türkler’le Kürtler’in ortak bir kurumu da mümkün bulunmadığına göre, Türk meclisi içinde nasıl bir mücadele verileceği asla tesadüflere bırakılmamalı, bununla ilgili program mutlaka açıklanmalıdır. Yoksa, Türk Parlamentosunun kuralları içinde Kürt milletvekili olunamaz.

Bütün bunların yapılabilmesi bir kadro işi, siyasal refleks işidir. Güçlü, bağımsız, siyasal bir örgütle, yukarıda da değindiğimiz gibi yapılacak en açık iş sömürgeci Türk Parlamentosu’nu teşhir etmek ve egemenliğin Kürtlerle paylaşılmasını sağlamaktır. O zaman Türk Parlamentosu’nun durumu değişir, onun içinde olmanın bir hukuku oluşur.Kürtlerin siyasal örgütlerini diğerleri gibi tartışmasız parlamento zeminine getirebilmeleri zorunlu ve vazgeçilmezdir. İşte tüm bu nedenlerden Tükiye’de seçimlerin sonuçlar ne olursa olsun adaletsiz ve hukuksuzdur. Bu kitlelere net biçimde duyurulmalı, meşrulaştırılmamalıdır. Diğer partilerin pazarlıklarının altında, Kürt hareketinin terörle özdeşleştirilmesi ve yeni yöntemlerle asimilasyon, Güney Kürdistan’ın talan edilmesi vb.. gizlidir. Böylesi işlevleri yasallaştıran bir kurumun, Türk Parlamentosu’nun içinde nasıl çalışılır? Bunu kitlelere açıklamak, göstermek gerekiyor.

Bütün bu gerçekler karşısında, milletvekili olma hayalleri, rant, çıkar bölüşümü, bir yerlere bağımlılık vb.. nedenlerle bu parlamentonun meşruiyeti savunulamaz. ‘’Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için’’ ‘’büyük Türk Milleti’’ önünde yemin etmek ve ‘’rozet’’ takmak sorunun nerede ve nasıl tartışıldığını açık göstermektedir. Onlar ise, bakın parlamentomuzda Kürtler de var diyorlar. Ama adını da koymuyorlar. Güç gösterisi ile de sorunları çözemeyiz. MHP karşıtı bir duruş, parlamento içi değil, Türkiye’nin genelinde bir duruştur, o da diğerleri gibidir. Eğer MHP, Jitem’de, orduda ve devlet bürokrasisinde vb.. kadrolaşmışsa, AKP de, devletin başka bir kesiminde örgütlüdür. Bu yeni de değil, çok uzun bir süreci kapsamaktadır. Örneğin, İstihbarat örgütü, Emniyet Genel Müdürlüğü vb.. seviyesinde örgütlüdür. Ayrıca, bu örgütlülükle de yetinmeyecek, yaygın bir taban bulmaya hem de yavaş yavaş devam edecektir, etmektedir. Ana muhalefet partisi CHP de devlet bürokrasisinin bir kesiminde, ordu da ve MİT’te örgütlü.

Bütün bu örgütlülüklerin, siyasal partilerin aralarında çıkar kavgası var. O nedenle MHP’ye bakış ta diğerleri gibi olmalı, hedef şaşırtmak ve bazı odakların istediği gibi Kürt Sorunu’nun önüne MHP’yi koymaları yerine, parlamentonun geneli üzerinde teşhir ve tavır sergilenmelidir. Kimse ortaya atılıp, ‘’ben bedel ödedim’’ diye hava yapmamalı. Tersine bugün, rant toplayanlar en az bedel ödeyenlerdir. Eğer, bazı şeylerin tartışılması yapılıyorsa bu korkudan ve çıkar ilişkilerindendir. Bunun gibi, eğer bazı şeylerin üzerine uzun atlama yapılıyor ve tartışılmıyorsa, bu da yine korkudan ve çıkar ilşikilerindendir.

Allah kimsenin özel malı değil. Din olayı siyasetin tartışma alanı değil. İnançlar yasal güvenceye bağlanmıştır, bu düzeyde kullanılmalıdır. Bunun gibi diğer inançlar ve dinler de özgürdür. Kimse tapulu mal olarak din ve inanç özgürlüğünü kullanamaz, yasaklayamaz, satamaz, öne süremez, kendisine dini yoldan payeler çıkaramaz. Bazıları da AKP dindardır ya da laik değil şamatası ile başka şeyler yapmak istiyorlar. Türkiye’de zemin o kadar kaypak ki, her dönem ters yerler ve kişiler desteklenebilir ve diğerleri övüle övüle halsiz bırakılıp, alaşağı da edilebilir. Soran, sual eden de olmaz. Şimdi, köşesinde oturup, duran nice unsurlar, zamanında, hem de yakın zamanda, Türkiye’nin tartışmasız yöneticileriydiler, karar organlarını yönetiyorlardı, liderdiler. Kendilerine neredeyse tapınılan bu unsurların susmalarının, anılmamalarının bir hikmeti sebebi mutlaka vardır!

Ani ve İlginç bir müdahale.

Sözüm ona demokratik seçim oluyor, daha doğrusu Türk başbakanı öyle diyor ve çoğunluk oyu benim, her istediğim olur gözüyle işlere bakıyor. Muhterem meclis toplanıp daha başkanını vb.. seçmediği dönemler de bile herşeyi biz tayin ederiz mantığı başından belli. Ve ardından bakanlar kurulu listesi cumhurbaşkanına onay için gönderiliyor, eski cumhurbaşkanı kabineyi onaylamıyor, yenisine bırakıyor.. Yeni cumhurbaşkanının seçilmesi de garanti gibi, erken seçimden önce olmaz deniliyordu, daha az sayıyla iktidar olan AKP cumhurbaşkanı olayına kendi adayı açısından seçilmiş gözüyle baktığı ve kulisler yürüttüğü günlerdi. (Nitekim, dinci yorumculara göre bir tarikat mensubu ‘’mümin’’ nihayet cumhurbaşkanı oldu.) İşte bu günlerde, bir de sık sık başbakan ‘’parlamentoya, parlamenter sisteme müdahale vb..’’den söz edip duruyordu. Dahası var, ‘’demokratik’’ seçimlerden birkaç gün geçmiş, milletvekili olanların rozet takma, hazırlık tantanaları vardı, heyecan doruktaydı, manzara hazindi. Bu ‘’hazin manzara’’olayını başka bir yerde ve özellikle ele almak gerekiyor. Geçelim.

Tam bu aralar, ‘’halk çoğunluğunun oylarını almış’’ ‘’demokratik iktidar’’ her nedense birdenbire aceleden bir yönetmelik piyasaya sürdü. Zaten bu ‘’kabadayı’’ iktidarın bütün uygulamaları böyle ‘’aniden’’ gelişiyor! Çok ilginç olduğu için sözünü ettiğimiz yönetmeliği buraya almak gerekiyor.

28 Temmuz 2007 tarihli Anka Ajans’ın özel haberi şöyleydi;

‘’DTP’li milletvekillerine Apo’yu ziyaret yasağı’’ getiriliyordu. Aslında, tüm cezaevleri için bir yasaktı bu.

Haber devam ediyordu;

‘’Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’te değişiklik yapılmasına dair yönetmelik’’ ‘’Resmi Gazete’’de yayınlanmıştı.

Yönetmeliğin 40. Maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmişti:

‘’Milletvekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek tespitlerde

bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak

amacıyla yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla

yerine getirilir. Milletvekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir.

Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Üçüncü Kısım, Beşinci Bölüm,

Dördüncü Kısım, Dördüncü ve Beşinci Bölümleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele

Kanunu’nda yer alan suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ile bunların ceza infaz

kurumunda barındırıldıkları bölümler, yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili

komisyon üyeleri tarafından komisyon kararı ve görevi çerçevesinde ziyaret edilebilir’’.

Eski yönetmelik de ise, milletvekilleri tüm mahkûmlarla açık görüş yapma hakkına sahipti.

Eski yönetmeliğin ilgili maddesi şöyleydi:

‘’Milletvekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek tespitlerde

bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak amacıyla

yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla yerine

getirilir. Milletvekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir’’.

Yönetmelik değişikliğinde dikkat çeken bir diğer madde de, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüleri ziyaret edecek kişiler hakkında kolluk güçlerine araştırma yapma yetkisinin verilmesi oldu.

Yönetmeliğin birinci maddesinde yapılan değişiklik şöyle oldu.

‘’Hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılanlar dışında kalan üç ziyaretçisinin adı ve

soyadı ile bilmesi hâlinde adresini ceza infaz kurumuna kabulünden ve kendisine bu

hususun tebliğ edildiği tarihten itibaren 10 gün içinde bildirir. Bu ziyaretçiler, ölüm, ağır

hastalık, doğal afet, hükümlü ve tutuklunun nakli ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını

ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu hâller dışında değiştirilemez.

Ceza infaz kurumu yönetimince, gerekli görülmesi hâlinde bildirilen ziyaretçiler hakkında,

ziyarette bulunmalarında sakınca bulunup bulunmadığı konusunda kolluk aracılığıyla

araştırma yaptırılır. Sakıncalı görülenlere ziyaret izni verilmez ve yeni ziyaretçinin

bildirilmesi istenir’’.

İktidarın aceleye getirilmiş değişikliklerinden biri de bu. Son derece ilginç ve hukuki de değil.Ama, başbakan yasakları savacaklarını bağırıp duruyor. Konuyu dağıtmayalım ve bu enteresan değişikliği de vurgulayıp geçelim!

İktidar partisinin ve ‘’Erken’’ seçimin Kürdistan sonuçlarının rakkamları.

Seçim sandıkları, ne yazık ki sistemleri demokratik kılmıyor. Eğer böyle olsaydı birçok diktatörü kolayca demokrat sayabilirdik. Bu nedenle, Türkiye’deki seçimler , özellikle Kürtler açısından kandırmacadan başka bir şey değil. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kürdistan’da seçim her zaman devletin olmuştur. Kürtler de, bu panayır içinde, ‘’efendilerini ne yazık ki hep kendi oylarıyla seçmişler’’, seçiyorlar. Böylece onlara, bizi sömürge olarak tutmaya devam edin diyerek, onay veriyorlar. Bunun başka adı yok. Tayyip ise, buna demokrasi diyor ve kitlelerin oyunu aldığını, iktidar olduğunu öne sürüyor. Bakalım kim haklı çıkacak!

Kürdistan’daki seçim yüzdeleri ve oy oranları sonuçları çok ilginç. Şimdi bunlara kısaca bakalım.

Bunlara girmeden, Kürdistan’ın Türkiye sınırları içinde kalmış olan Kuzey Kürdistan parçasını ve coğrafi yapısındaki 25 ili alfabetik olarak belirlemek istiyorum.

hsr

Adıyaman, Ağrı, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Erzincan, Elazığ, Erzurum, G.Antep, Hakkari, Iğdır, K. Maraş, Kars, Kilis, Malatya, Mardin, Muş, Siirt, Sivas, Ş. Urfa, Şırnak, Tunceli, Van.

Evet, 25 il alfabetik sıraya göre bunlar. Bunların bazıları son dönem il oldular. Örneğin, Ardahan, Iğdır . İkisi de önceden Kars’ın ilçeleriydi. Batman Siirt’in ve Şırnak ta Mardin’in ilçesiydi. Yeni il olan bu ilçelerin siyasi, stratejik durumları vb.. nedenleriyle, daha geniş idari, askeri vb.. yönünden güçlendirilmeleri amacıyla il yapıldıkları açık. Buralarda askeri birlikler çoğaltıldı, idari durumları genişletildi. İstihbarat ilişkilerinin kapsamı da, il düzeyinde büyütülmek zorunda! Yeni İllerin stratejik imajları da önemli, öyle sıradan değil. İkisi Güney Kürdistan yolu üzerinde, ikisi de Ermenistan sınırlarında. Kilis ise, Suriye yolu üzerinde, Antep’in sınır ilçesiydi. Dediğimiz gibi, bu yeni iller de, ötekiler gibi sömürgenin vazgeçilmez yönetim aygıtı içinde, özel statülere kavuşturuldular!

-AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi)’nin aldığı oy miktarı,

çıkardığı milletvekili sayısı :

* AKP, 25 Kürdistan ilinin tümünde 3. 049. 333 oy almış. 90 milletvekili çıkarmış.

Tayyip’in söylemiyle ‘’Kürt kökenli AKP’liler’’

* Bingöl(3), Elazığ (5), Kilis (2) ve Ağrı (5) da, liste halinde tüm milletvekilliklerini ( 4

ilde toplam 15 milletvekiliği) almış.

* Ağrı’da bağımsız adayların (Ağırlıklı DTP yanlısı) 39.669 oyu boşa gitmiş. Ağrı da

kullanılmayan oy oranı ise çok yüksek, 52. 923. Bağımsızların aldıkları oy ile

kullanılmayan oyların toplamı AKP’nin aldığı oya (103.362) yakın duruyor.

*Aynı biçimde Elazığ’da ‘’Ağar bey’’in boşa giden oyları ( 56.141) da asımsanmayacak

oranda.

1020

-AKP’nin en çok milletvekili çıkardığı İller ve aldığı oy :

* Ş.Urfa/ 11 milletvekilliğinden 9’unu almış. Aldığı oy; 266.408. (Kullanılmayan oy;

101.236.)

* G.Antep/ 10 ‘’ 7’sini ‘‘ ‘‘ 328.956. ( ‘‘ 132.182.)

* Diyarbakır/ 10 ‘‘ 6 ‘sını ‘‘ ‘‘ 190.313. ( ‘‘ 203.130. )

* K. Maraş / 8 ‘‘ 6 ‘sını ‘’ ‘’ 317.445. ( ‘’ 100.615.)

* Erzurum / 7 ‘’ 6 ‘sını ‘’ ‘’ 251.939. ( ‘’ 77.597.)

* Malatya / 7 ‘’ 6 ‘sını ‘’ ‘’ 242.386. ( ‘’ 99.995.)

* Van / 7 ‘’ 5 ‘ini ‘’ ‘’ 163.142. ( ‘’ 101.545.)

* Adıyaman/ 6 ‘’ 4 ‘ünü ‘’ ‘’ 157.207 ( ‘’ 53.674.)

Görüldüğü gibi en çok oyu Antep (Gazi) ve Maraş (Kahraman)’tan almış. Urfa (Şanlı)’da sırada. Bu iller, ‘’Kahraman ‘’, ‘’Gazi’’ ve de ‘’Şanlı’’ olduklarını ‘’maşallah’’ göstermişler. Helal olsun! Allah onların yardımcısı olsun! Artık bu iller, bir iki ‘’görünen’’ yatırımı hak etmiş sayılırlar!

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar