Türkiye’deki 22 Temmuz 2007 acele genel seçim sonuçları üzerinde bir gezinti I

14. Juli 2015 | Von | Kategorie: Araştırma

 

Mümtaz Kotan –

düsseldorf 2014

 

 

Giriş-

Gerçekten değişen birşeyler var mı? Nasıl olsa ‘’Allah herşeye kadir’’. Ümmetçi Kemalizm’in bir şahlanışı bu. Bize göre, ‘’çoğunluk’’ safsatasına sığınılarak koparılan şamatanın arkasında, yalnız ve yalnız Kürt Sorunu’nu nasıl boğarız komploları var. Bu genel devlet programına, bir de Güney Kürdistan’ın hazmedilmemesi, Kuzey Kürdistan Mücadelesi’nin terörizm ile özdeşleştirilerek savunmasız bırakılması için gerekli provokasyonları da eklememiz gerekiyor. Bunda zerrece tereddütümüz yok.

Programlanmış bu süreç, şimdilik AKP iktidarı ile geçileceğe benziyor. Başbakanlarının herşeyi kendileri ile başlatmasına ve kabadayılığına bakmayın, elbette bu iktidarın yıllara dayalı bir geçmişi ve örgütlülüğü var. Kadroları da tarikat ve cemaatlerden yetişme. Hem de iyi yetişme. Her ne kadar Hoca Erbakan bunlara ‘’Acemi Oğlanlar’’ dediyse de, ona bakmayın ve bunu ‘’zamana uyarlı bir taktik’’ sayın.

Geçmiş süreci, şöyle bir gözlerimizin önüne getirip, özellikle Kürdistan açısından olan bitene bakarsak çok şey görebiliriz. Yalnız Hizbullah eylemlerinin bile ne kadar can aldığı ortada. Buna zemin hazırlayanların, itirafçılar ve korucuların, Özel Harekat Timleri’nin yaptıklarını bir düşünün. İstihbarat örgütlerinin provokasyonlarını, çalışmalarını, polisin ve askerin bölgedeki operasyonları ile, şimdilerde bir ucu yine Kürdistan’da olan çetelerin sorumlu oldukları olayları, nereye sığdıralım. AKP’nin hem geldiği geçmiş sürecinin sorumlularının ve hem de son 5 yıllk iktidarının payı, sorumluluğu büyük.

Yani, Kürdistan’daki dinci hareket yılların örgütlenmesi. Üstelik son çete görüntüleri Türkiye dışında eğitim gördüklerini, eylemlere katıldıkları ve şimdi de hükümetin ‘’Türk Elkaidesi’’ olarak sunmaya çalıştığı yanları da var. Yani, Türk olsun da ne olursa olsun, onların teröristi de herşeyi de kabul edilebilir. Ama, neden bu örgütlenme yapılmış, ucu nerede onu açıklamıyor başbakan. panik içinde ne dediğini de bilmiyor, sallıyor, ‘’biz Avrupa’dan bilimi, tekniği değil, onların ahlaksızlıklarını aldık’’ gibi zırvalara giriyor. Soruyorlar, alınan hangi ahlaksızlıklar? Eğer böyleyse o ahlaksızlıklarla başınız belada mı?

Oysa, onlarin batı teknolojilerini kullandıkları gün gibi açık. Başı kapalı bayanlar da, türban dışında her yerleri ile teknoloji donanımlı. Milyonlarca Türkiye’den insan yaşıyor dışarıda. Bunların çoğunluğu da Avrupa’da. Kredi alıyorlar, taşınmaz mallar ediniyorlar, bütün teknik araçları var ve başbakan Tayyip her nedense bütün bunları inkar etmede beis görmüyor. Ve en önemlisi de dinci akımın bütün versiyonları oralarda tam örgütlü. Paralar oradan akıyor kendilerine. Bu ispatlandı. Kendisi ve ailesi, yakınları yada partisinin üst kademe yöneticileri ve aileleri Amerika’da, Avrupa’da okusalar, yaşasalar; burslar alsalar, mastırlar, doktoralar yapsalar da, oralardan yine ahlaksızlığı mı alıp getiriyorlar? Birçok şey gibi bu ahlaksızlığın tarifi de mutlaka yapılmalıdır.

Son günlerdeki olaylara da kısaca değinmeden geçmeyelim. Şu Gaziantep’te olan bitene bir bakın. Ne ‘’operasyon’’ ne ‘’operasyon’’. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. İstanbul’da yeni ‘’öğrenilen’’ çeteler her yeri sarmış! ‘’Ergenakon Operasyonu’ ve ‘’başındakilerle kıçındakiler’’. Hayret bir şey! Her nedense hatırlara gelen çete operasyonundaki zanlılar, ‘’biz yıllardır bunun yapıyoruz,ortalıkta dolaşıyoruz, İstanbul emniyeti , Genel Kurmay, Özel Harekat biliyor ve Bakan Aksu da biliyordu’’ deseler ne olacak? İçimizde onlardan da elemanlar var, ama onlar ortalıkta gözükmüyor deseler ne olacak? Bunlar komplo teorileri midir? Hayır, tamı tamına birer gerçek. Kimin nerede ve nasıl sorgulandığı da belli değil ve basına kapalı operasyon aynı zamanda. Ne olur ne olmaz, belki üstü örtülür yada harcanacak bir ‘’tayfadır’’.. Çünkü, Türkiye’de günlük açıklamalar zamanla kontrol dışına düşüyor. Yarın, mahkeme safhalarında (eğer çıkarırlarsa!) ‘’bayram değil seyran değil, bu operasyon da nereden çıktı’’ deseler ne olacak? Diyarbakır’daki gizlenemeyen bombalama eyleminin bile onlara ait olduğu söylentileri yayılıyor ve suçlandıkları örgütlerinin Diyarbakır’daki temsilciliklerinden, üyelerinin varlığından da söz ediliyor!

Neyse, bu kısa ve keskin girişten sonra başa dönelim. Bu konuları ‘’çoğunluk’’ elde ettiği söylemiyle ortalıkta doalaşan başbakanın ‘’her şeye kadir’’ tavırlarından ötürü kısaca açıkladık, daha geniş ve detay irdelemek gerektiğini de belirtelim.

Acele Temmuz ‘’Seçimleri’’ nin arka bahçesi.

Bilindiği gibi, Temmuz/2007 Erken Seçimi alel acele yapılıp, yaptırılıp diyelim, ardından bir şamata ve savaş tamtamları yaratıldı ki görmeyin, seçim sonuçları karambola gitti. Biz söyleriz, ederiz, unutulur güme gider diye düşünenler yanılıyor, bir gün bir yerlerden herşey çıkar ortaya. Hemen seçim ertesinde çok önemli gördüğümüz için, bir değerlendirme yapmıştık, ama o günlerin vaveylası içinde açıklayamamıştık. Daha sonra açıklamak istediğimiz zaman, hala ‘’Kuzey Irak’’ demeye büyük özen gösterdikleri Güney Kürdistan’ın işgali görünümünde gündeme getirilen ‘’biçimsel’’ eylemler ortalığı sardı. Türk diplomasisi ve siyasasının alışılmış tantanaları ile olmadık bir kamuoyu oluşturuldu ve ‘’kıyamet’’ koparıldı. Her zaman olduğu gibi giderek dozunu kaybederek, yine unutulmaya, yalanların üzeri örtülmeye bırakıldı. İşte, tam da o sırada www. Lekolin. com’a de saldırı yapılarak site çökertildi. Büütün bu gelişmeler, yeni söylemler ve ‘’sınır ötesi’’ dedikleri abartma askeri gösteriler vb.. dolayısıyla ‘’erken seçim ve sonuçları’’nı tartışamadık. Oysa, bu sorunun, Kürdistan açısından mutlaka değerlendirilmesi gerektiği için, yeni bazı katkılarla yeniden kaleme aldık. Son derece önem arzediyor, üzerinden birkaç ay geçmiş olsa da, şu ‘’meşhur‘’ ‘’genel seçimler’’ üzerinde durmalıyız diye düşünüyorum.

Hem TC bataklığının ve hem de iktidara gelmeye çabalayan, başka yerlerde programlanan, yıllardır söylenen adıyla ‘’ılımlı İslam’’ve onun ele/ avuca sığmayan ‘’kadrolarının’’ anlaşılması açısından bu gerekli. Gerçekten, ne olduğu bir türlü anlaşılmayan şu son genel ‘’erken seçimler’’ neyin nesiydi diye sormadan edemiyoruz? Herşey böylesine birkaç ayda olup bittiye getirilebiliyorduysa, neden buna gerek duyulmuştu? O zaman da çoğunluk vardı, oysa herkes şimdi ‘’çoğunluktan’’ dem vuruyor. Haklardan, kalkınmadan, yasaklardan konuşan konuşana. Hani, ‘’devletin kestiği parmak acımaz’’dı. Ne oldu? Biz, bütün bir ömrümüzü, gençliğimizi yasaklarla geçirmiştik Türkiye’de. Bugün ortalıkta bazı konularda tozudumana katan AKP kadrolarının bazıları, o günden bu yana büyük varlıklar elde ederek keyiflerine bakmışlardı. Merak ediyorum, nasıl bir bedel ödemişlerdi acaba?

Kürt Ulusu’nun inkarı üzerine kurulu sömürgeci devletin; şiddeti, terörü, baskı, zulüm ve zorbalığıyla bugünlere geldik. Hala bunlar bitmedi, devam ediyor. Nice şehitler verdik. Faili meçhul cinayetler, talan ve göçlerle, ülkemiz yakılıp, yıkıldı, harabeye çevrildi. Dağda yaşı ellisine dayanan insanlarımız ve cezaevlerinde yaşlanan çocuklarımız var. Kimse bizim özgürlüklerimizden söz etmedi, etmiyor. Herkes Kürt Sorunu önünde Misak-ı Millici.. Üzerimizde böylesine kanlı, haksız ve zalim uygulamalarla buralara geldiğimiz için, başbakan beyin aklına her geleni diline havale edişi, ilgimizi pek çekmiyor.

Hani, yırtınarak ‘’başörtüsü için insanların çektiği bu eziyete ne gerek var?’’ söylemleri, yalaka takımının ilgisini çekebilir. Rantçıların, nemacıların, çıkar şebekelerinin; aile, kardeş, çocuk kayırmacılarının ilgisini çektiği besbelli. ‘’Değneğin iki ucu da bok’’ diye bir laf var, iki arada bir derede kalmak gibi. Bir taraf laik, diğeri ümmetçi. İkisi de Kemalist. İkisi de Kürt ve Kürdistan düşmanı. Birine karşı diğerini tutmak, desteklemek Kürtlerin işi olamaz. Kürtlerde biraz namus varsa, TC Devleti ve onun neresinde olurlarsa olsunlar kadrolarından hesap sormak zorunlulukları var. Yoksa tarih olmaz ve yerine oturmaz. Tayyip bey de bunun böyle olduğunu öğrenmeli. ‘’Yırtınmalar’’la ‘’yasaklar olmasın’’ diyerek demokrasi havariliği yapmakla, Türkiye’de demokrasi olmaz. Eşi emsali görülmemiş böylesine bir pazarlık, atraksiyon, kandırmaca ortamında ve taraflar arasında Kürt Sorunu’nu nereye ve nasıl oturtalım? Hiç lafı bile edilmese, ettirilmese de, devletin tüm panik ve tantanasının arkasında bu sorun durduğu açık.

Kamuoyu’nun yanıltılması ve AKP destekçiliği.

2007 Temmuz/ ACELE Genel Seçim Sonuçları, sanki önceden belli değilmiş ya da istenmeyen sonuçlar elde edilmiş gibi bir çok yoruma tabi tutuldu. Hele hele‘’demokratlar’’, ellerinden geldiği kadarıyla sonuçları bir yerlere yıkmaya başardılar. Seçimlerden önce tersini söyledikleri ve ‘’gelincik tarlalarında’’(bayrak mitingleri), ‘’sus- pus oldukları’’ halde, seçim sonrası bambaşka şeyler yazıp, konuşmaya başladılar. . Elbette, tümünü bu belirlemeye katacak değiliz, ama ‘’demokratlar’’ın çoğu memleketin ‘’asıl sahipleri’’ sayılıyorlar. Üstelik, demokratlığı da, sahipliği de kendileri tayin ediyorlar. Aynen başbakanları gibi, hani, her aklına geleni söyleyebiliyor ya! Sonunda kuvvetli bir sigortası da var, işine gelmediğinde bütün yollar ’’harama’’ kapanıyor!

‘’Babasının malı gibi’’,Güney Kürdistan’a (Kuzey Irak diyerekten) ‘’sınır ötesi operasyonlar’’ düzenletiyor. Başkalarının topraklarında oldum olası gözleri olan TC Devleti’nin hayallerini, yalnız savaşa uyarlı Genel Kurmay’larında tozlu ve kirli dosyaların arasında, hala Musul /Kerkük ‘’renkli sinemaskop filmi’’ süslüyor! Başka bir yerde söz etmiştik, bu hayallerinin imkansızlığını bildiklerinden, Kıbrıs benzeri ‘’Kuzey Irak Türk Cumhuriyeti’’ dayatmacı ve art niyetli amaçlarının görünür yanında, orada ‘’garantör devlet olma’’ biçiminde sunuyorlar. Irak’taki ‘’keşmekeşi’’ sihirli değnek ile çözme olanakları olduğunu söylüyorlar. Ama, ‘’Ortadoğu Projeleri’’ başka şeyler istiyor onlardan! Belki birgün bunlar da açıklanır kamuoyuna!

Bu, son derece tehlikeli ve oyun olduğu her halinden belli gösteriler karşısında, ‘’Türkiye’nin demokratikleşmesi’’ programının peşine takılı ‘’demokratların sayısını çoğaltmak gerekir’’ diyenlerden de çıt yok. Üstelik, son günlerde ‘’her yerde sahne alan’’ ve sayıları kendiliğinden oldukça artan ‘’demokratlar’’ bir yana, ‘’tayin yollu’’ ve her konuda tartışmasız ‘’uzman’’ olanlar ile bazı ‘’yorumcular’’ da, AKP’ye akıl babası olmaya ve zırvalamaya başladılar. İşi, ‘’AKP Diyarbakır’da belediyeyi alırsa, PKK biter’’ e getirdiler.

Bu, ‘’demokrat, uzman ve yorumcu’’ tayfasına uzun ve belgesel cevaplar vermeye, onları deşifre etmeye olanaklarımız var. Ancak, tartışmaya çalıştığımız konunun bütünlüğünü bozmamak için kısa belirlemelerle geçiyoruz.

TC Devleti sömürgeci bir devlettir. Bunu artık anlayalım beyler. Kürdistan’da yaptıkları ortada, saklayacak bir yanları kalmadı artık. Onu, AKP iktidarı yada başkasıyla allayıp/ pullayıp bir yerlere oturtma gayreti nafile. Kürdistan’da herşey onların. Daha önce de belittik, seçim de devletin orada. İşgal ve ilhak etmişler. Askeri, polisi, yalakası, yağcısı, aydınları, herşey onların. Hala cezaevlerinde yatan, ölen, sakat kalanlar, dağda olanlar ve sürgündekilerle, ömrümüz boyunca herşeyimizi onların ellerinden alma mücadelesine yine devam ediyoruz. Anlaşılır olarak, haklı bir mücadele bizimki. Onların tarih boyunca yaptıkları ise haksız. Hala, Diyarbakır Belediyesi’ni bir devlet partisinin alması ne demek?

Yeri geldiğinde reklam gibi, özerk bölge statülerinden, yerel yönetimlerin oradaki unsurlarca yönetilmesinden vb.. dem vuruyorlar. Ama, her ne hikmetse ‘’aklanmış paklanmış bir parti’’nin belediyeleri Kürdistan’da almasını temenni ediyorlar. Hem de son günlerde Kürdistan için özel bir öneme sahip Diyarbakır gibi bir şehir ve orada olanlar karşısında belediyesinin alınmasını salık veriyorlar. Helal olsun! Böylesine açık, danışıklı bir dövüşün ortaklarına, bir çift sözümüz var; bir kere Diyarbakır Belediyesi’nin AKP yada başka bir devlet partisinin adayı tarafından alınmasıyla (Ki, başbakan bunlara ‘’Kürt kökenli AKP’’liler diyor! Hatta işi ileri götürerek ‘’benim milletvekillerim’’ de dedi.) PKK bitmez. İkincisi bilinçli yaratılan ve başka amaçlara hizmet ettiği kesin olan ‘’terörle’’ Kürtler’in Mücadelesi’ni birleştirmek, aynı göstermek son derece ayıptır. Eğer utanma ve ar duyguları varsa tabii. Bu aynı zamanda çok büyük bir haksızlıktır. Terörist olan TC Devleti’dir. Yüreklerinden atıyorsa ve danışıklı dövüşmüyorlarsa, bir minnetleri, sözleri yoksa, bu devletin niteliğini belirtirler.

Kürt Hareketi bütün eleştiri ve eksiklerine, yanlışlarına karşın 80 yıldır hiçbir zaman terörist olmadı. Bunu, bir savunma, milliyetçilik yada ulusal siyaset gereği manevra saymayın. Gerçektir bu ve Kürdistan’daki mücadele sömürgeci devlete, onun ordusuna karşıdır. Aklımızı başımıza devşirelim. Kürdistan’daki mücadeleye terörist diyen anlayış, giderek onun bitmesini hayal eden bir anlayıştır. Bunu gündeme taşıyanlar ve zorlayanlar bıkmışlardır. Pişmanlar ordusunun birer neferleridir onlar. Artık Avrupa’da sarmıyor, oralardan taşınacak kimse de kalmadı. Konuyu dağıtmayalım, zorumuza gittiği için soruna kısaca değindik.

‘’Demokratlar’’a gerektiği cevapları verdik, veririz. Aynen ‘’Türk soluna’’, Akdeniz ‘’Komünistleri’’ne verdiğimiz cevaplar ve onları yenilgiye uğrattığımız gibi, sığınmacı ‘’demokratlar’’ı da Kürt Hareketi mutlaka yenecektir. Onların yemlenmelerine, rant ve kariyer toplamalarına engel olmak namus borcudur. Bu nedenlerle, işlerine gelmediği için bizim tecritimizde de anlaşmalılar! ‘’Pazara’’ sokmamak için ellerinden geleni arkalarına bırakmıyorlar. Biz ise, hala piyasa ekonomisinden ‘’habersiz’’ yada çok ‘’romantik’’ olarak ‘’demokratlar’’ın bazılarını Kürt Cephesi’nde tutmaya özen gösteriyoruz, hatta ellerimizle arkamızda saklamaya çalışıyoruz. Herhalde, herşeyi ile bir ulus olduğumuz bilinci, galebe çalıyor!

Ayrıca, eğer dürüst insanlar ve samimiyseler, bitmenin, bitirmenin yerine öneri getirmelidirler. Değilse, Kürt Sorunu yok deyip işin içinden çıkmalıdırlar. Canlı her metabolizmanın bitirilmesi bir cinayettir. Kıvırtmanın gereği yok, ‘’Namuslular namussuzlar kadar cüretkar olmalı’’, İnönü de söylemiş olsa, hoş bir laf. Bunlar, ‘’demokratlar’’, yıllardır Kürtlerle ilgili tek kelime etmediler. Bedel ödemediler, birgün bir yerlere bile yürümediler, devlet katlarından her olanağa da sahipler. Hırant Dink için yaptıklarının yarısını bile yapmadılar Kürtler ve Kürdistan için. ‘’Sınır ötesi operasyon’’lar oluyor, bombalar yağıyor, yağdırılıyor diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlar, ‘’Kuzey Irak’ta PKK kampları BBG (Biri Bizi Gözetliyor) Evi gibi’’ (Genel Kurmay Başkanı’nın belirlemesi) kavramlara bile karşı çıkmadılar. ‘’Gelincik tarlalarında’’ bayrak sallamanın kimlerin bir yerlerine değdiği belli. Neleri ve nasıl görmezlikten geldikleri görülüyor, herhalde kimse kör değil. Bu ‘’yorgun demokratların’’sayısı çoğalsa, çoğalmasa ne olur. Zaten danışmanlıktan bir yerlere kapak atan atana. Üniversitelerde yardımcı doçentlikler, doktorluk ünvanları ve gazetelerin köşelerine tüneyen tüneyene. Tarihsel olarak da yanlış ve kasıtlı, eksik bilgilerle birçok şeyin oluşmasını sağlıyorlar. Ansiklopedilerden tutun, filmlerdeki tarihsel olgulara, roman ve şiirlerdeki konuların tümüne kadar yanlış tartışıyor, tartıştırıyorlar. Kemalistlerin yaptıkları yalana ve Genel Kurmay’a dayalı tarih oluşturma eylemini, bu kez bunlar görüyorlar..

Hepsi birbirine benziyor. Aynı terbiye, aynı davranış, kendini ifade ederken ayağı kalkmak ve kaba kuvvete başvurmak, işlerini böyle çözmek, hakaret etmek vb.. Dünyanın açlık sınırındaki ülkeleri arasında olan bir ülkenin başbakanı da ‘’demokratları’’na benziyor. Son derece sorumsuz, kabadayı ve hatta terbiyesiz söylemleri ile, esasen onun kendisi kural tanımaz ve açıkça parlamenter sisteme de müdahale etmektedir.Tabii parlamenter sistem sayılırsa! Bu müdahalelerinin sayısız örnekleri var. Son seçimler sonrası mecliste milletvekillerine yaptığı baskılar bunun en somut örneğidir. Partisi içinde tam bir ceberut ve neredeyse halkın vekillerini çıkar ilişkilerinde köşeye sıkıştırmış bir yöneticidir. Birilerinin dediği gibi ‘’Türkiye’de liderler sultası’’nın somut örneği Tayyip’tir. Partililerden, devlet görevlilerinden, başka yerlerdeki kadrolardan ona en ufak bir tavır, gelecek seçimi, bakanlık koltuğunu, yakınlarına sağlayacakları çıkarları, terfi vb..’yi ortadan kaldırabilir. Bunlar açık seçik görülüyor, birçok uygulamada da ortaya çıkıyor. Her vekil ona yağ çekmeden ve onu tanık göstermeden, onun onayını almadan söz etmiyor, edemiyor. Hepsi, ‘’başbakanımızın dediği gibi, açıkladığı gibi ‘’deyimlerle konuşuyorlar. Ki, bazı bakanlıklar uzmanlık alanları olduğu gibi, bazı işler de başbakanı aşan kariyer konusu. Ne demokrasi, söyleme gitsin. Çıkarlar silsilesi içinde, Avrupa’nın da bunu görmesi (bazı ülkelerin) mümkün değildir.

Seçimin değiştiremiyeceği olgular ve geçmiştekilerle benzerlikler.

Son genel seçimle, hayat pahalılığı mı değişti? Demokrasi sorunu tartışılır oldu da, sınırları mı genişledi? Irza geçmeler, adam öldürmeler, trafik sorunundaki keşmekeş, kuyruklar, hiç bir şey değişmedi. En önemlisi de Kürt Sorunu, hala inkar üzerine idare ediliyor. Cami avluları kalabalıklaştı, asker biraz hizaya geldi gözüküyor, ama çok ödün verilerek. En azından tank/tüfek ve cephane eksikleri tamamlandı, eskimişler yenilendi. Velhasıl bir alış veriş, şimdilerde herkes memnun. ‘’Sınır ötesi’’ şamatası ile de, bir askeri tatbikat ve deneme yapılıyor. Yıllardır çözümlenmemiş ve tartışmaya sokulmamış sorunlar da, birdenbire ortaya serildi. Bu gelişmelere karşın, böbürlenme o biçim. Biz dediler mi, akan sular duruyor. Siz şu Türk medyasındaki görüntülerine bakın. Üstelik halkın dertlerine bir de su sorunu eklenmiş. Hem de başkent sokakları köy yerine dönmüş durumda. Peki bu hazin görüntülere rağmen övünmeler niye?

Seçim, birçok sorunu kamufle etmek ve gözlerden uzak tutmak için, siyasi zemini sindirmeyi sağladı. Sadece imaj tazelendi, bir de devletin Avrupa önündeki vitrinini süsledi. Arka bahçe zaten vardı, o biraz daha boyandı. Bunlara ihtiyaç vardı, çünkü son günler şamata çok fazlaydı ve artık utanma sürecine girilmişti. Oysa, bunun çok önceleri de vardı. ABD’ye gidip demeç veren yalnız Erdoğan değil, onun hocası da çok önceden oralardan demeçler vermişti. Arkasına ABD ve onun gibi bazı güçleri alan yalnız bunlar değil, yatırımları ve parası dilden dile dolaşan başka cemaat liderleri de var.

Biraz geçmişe uzanalım, Tayyip’in RP’nin İl Başkanı olduğu dönemler. Hani işine geldiğinde ‘’ben il başkanıyken Kürtlere yardımlar gönderdim’’ diyor ya, işte o zamanlar!

Erbakan, 1994’te ABD gezisinde, oradan bir takım şeyler söylüyordu;

‘’Ordu Refah’tan yana, partimiz iktidara gelirse Türkiye’de askeri darbe olmaz’’.

(Bak: Kasım 1994 tarihli Milliyet gazetesi.)

Bu çıkışlar o zamanlar Urallardan Atlantiğe ‘’Avrupa Evi Projesi’’nin karşısında geliştirilen Müslüman Birliği için Erbakan ve partisinin ortaya fırlatılması harekatıydı. Erbakan ABD gezisinde hızını alamamıştı,

‘’Cumhuriyeti biz kurduk, biz yücelteceğiz. İstiklal Savaşı’nı Sütçü İmam, Rıdvan Hoca

başlatmıştır. RP, İstiklal Savaşı’nda ortaya çıkan cevherin kendisiidir. Cumhuriyeti

yönetecek olan da bizleriz. MGK Milli Görüşle (Refah Partisi’nin görüşüyle)

çalışacak.RP’nin iktidara gelmesinden Silahlı Kuvvetler rahatsız olmaz, tam tersine, RP

iktidarına en fazla ordu sevinecek’’ tarzında demeçlerine devam ediyordu.

(Bak:17 Aralık 1995 tarihli, Milliyet gazetesi.)

Yeri gelmişken o zamanlara damgasını vuran bir konuya da kısaca değinmekte yarar var. Fransız İstihbaratı’na yakınlığı ile anılan El Arabi El Vatan adında bir dergi de Erbakan’la ilgili bazı iddialarda bulunmuştu. Türkiye ile ABD arasında anlaşmalar olduğu ve bunun gizli yanını ifade içinde ‘’Amerika’nın onayıyla Erbakan Halife olacak’’ demişti. Yani, Türkiye, Ortadoğu’yu tutan ve orayı da aşarak, bütün İslam alemi için bir liderliğe soyunuyordu. Bu soyunma ‘’İslam Dinarı, İslam Natosu, İslam Pazarı vb..’’ yaratacaktı. Bunun iz düşümleri yok değil. Şimdi de, Erdoğan etrafında kıyafetleriyle, paraları ve ‘’yatırımları’’ ile Araplar’ın toplamaya başladıkları görülüyor. Birkaç tane heryerleri kapalı hanumları, sayıları belli olmayan çocukları, hizmetçileri ve bavulları ile İstanbul’da ağırlanan Arap Şeyhleri’nin sayıları artmaya başladı. Ortadoğu’ya, Avrupa’ya ve başka yerlere de bu ‘’muhabbetler’’in görüntülerini bir kart olarak sunmaya çabalıyorlar. Atatürk’lerini ziyaret etmeyen ‘’resmi’’ görüşmecilerin askerleri nasıl rahatsız edeceği belli. Ordu ile aralarının nasıl olacağı zamanla görülecek.

Anlayacağınız, Amerika gezileri öyle Tayyip’in kendine hava vererek kamuoyuna sunduğu ve ele geçmeyen geziler değil. Öncesi var, sonrası da olacak. En dikkat çekici yan, Erdoğan’ın da ABD’den gelir gelmez orduya yağ çekmeyi ihmal etmediği oldu. ‘’Şanlı ordudan, şehitlerden, kurtuluş savaşı vb..’’den bahsederek, iktidarının birçok pazarlıklar üzerine oturduğu sinyallerini vermiş oldu.

Erbakan döneminde de, Erdoğan RP’de yalnız İl Başkanlığı görevi yapmadı, MKYK Üyesi , İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan’lığı görevlerinde de bulundu. Hem İl Başkanı hem de diğer görevlerde bulunduğu sıralar konuştukları ilginç.

Bir röportaj dolayısıyla sorulan soruya bakın nasıl cevap vermiş;

‘’Soru: –70 yıllık tarihin sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin temel problemleri neler? 70

yıllık tarihin taşıyıcısı Kemalizm, gelinen noktada kendini yenileyebilir mi? Toplumsal

sorunlar karşısında yanıt verebilecek bir çekim merkezi olabilir mi?’’

Erdoğan, o günün koşullarında bu soruya uzun cevap vermiş, kısaca bizi ilgilendiren kısmı şöyle;

‘’(…)Bir diğer sorunumuz askeri bağımsızlığımızın da tehlikeye girmesi.NATO’nun baskısı

(abç) elimizi kolumuzu bağlıyor. Bir diğer sıkıntımız da milli bütünlüğümüzün tehlikede

olması. Bunu şu şekilde açayım; resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor, bu yapısıyla da

milli bütünlüğü koruması mümkün değildir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nda 27 etnik

grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubunda varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye

Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir. Bir inanç

Birlikteliği (abç) bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir. Aksi takdirde milli

bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir.

‘’Örneğin, Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler…’’ sorusuna da,

‘’Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi (abç)benzeri birşey yapılabilir’’ demiş.

Ve böyle bir hakkın meşruluğu konusunu da,

‘’Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık (abç) içerisinde hayır’’ diye cevaplamış.

‘’Biz kendi kimliğimiz, kendi bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak

istiyoruz derlerse?’’ sorusuna da,

‘’Onu meşru olarak görmüyorum’’ diye cevap vermiş.

Bir soruda şu,

‘’Burada zikredilen milli tanımı, İslamın ümmet kavramıyla (abç) çelişik gözükmüyor

mu? Ayrıca bütünlüğü için çalışmaya uğraştığınız bu sınırlar içerisinde sizde

söylediniz, değişik etnik yapılar ve dinsel gruplar var. Bunları hem ümmet çerçevesinde

hem de milli devlet içinde nasıl düşünebiliyor sunuz?’’

Bu soru üzerine Tayyip esasa geliyor;

‘’Ümmet kavramı içinde düşünmüyorum ki, İslamın devlet planı (abç) içinde

düşünüyorum. ‘Adil Düzen’ diye tanımladığım bir devlet çerçevesinde ele alıyoruz.

Ümmet içinde zaten Hıristiyan’ın, Yahudi’nin olması söz konusu değil. Ama bu ümmet,

(abç)Hıristiyan’la da, Yahudi’yle de kendi hukuklarını (abç) belirleyerek yaşayabilir ‘’.

(Yukarıdaki alıntılar için bak: ‘’2. Cumhuriyet Tartışmaları, Metin SeverCem Dizdar’ın röportajları,

Başak yayınları, 1993 Ağustos, Ankara, Sah: 422 vd.)

Türk başbakanı, şimdi de bas bas ‘’tek din, tek devlet, tek milletten’’ söz ediyor. Bu memleketi böldürtmeyiz diyor, Kürt Sorunu’na terör diyor ve ilginç kavramlar da üretiyor. ‘’Kürt kökenli AKP’li milletvekilleri’’, ‘’benim milletvekillerim’’ de diyor. Kürt Ulusu, Kürt Dili, Kürtlerin kendilerini ifade etmeleri ise hak getire. Güney Kürdistan’a Kuzey Irak diyerek ve alışılmış geleneksel ABD ziyaretlerinde kapı arkalarında ‘’halifelik’’, ‘’Türkiye’nin liderliğinde Ortadoğu’’, ‘’İslam Alemi, İslam Nato’su, İslam Pazarı vb..’’ yi pazarlığa yatırmayı da ihmal etmiyor. Güney Kürdistan’da kan ve gözyaşı, olmadık entrika ve saldırılar karşısında, büyük direnmeler sonucu oluşmuş; üstelik bölge statüsünde bir hükümete de, aşiret, gericilik, işbirlikçilik, bizden korkmalıdırlar vb.. yakıştırmalarla laf da atıyor.

Toplumsal alışkanlıklar ve halkın bilinci.

Burası Türkiye, burada demokrat olmanın da , doğru konuşmanın da, herşeyin bedeli ucuz. Senelerce uğraşıp kariyer yapmaya, meslek edinmeye, uzman olmaya gerek yok. Siyasete de herkes soyunabiliyor, yöneticiliğe de. Bunun için herkes, her şey söyleme hakkını da, karalama ve dedikodu yapma ustalığını da istediği gibi kullanıyor. Karşıdakini, 1500 yıllık ‘’Osmanlı yapımı’’ alavere/dalevere ile, katakulliler, entrikalar ile yenmek büyük marifet. Bu, toplumun bütün kesimlerine iyiden iyiye sinmiş, somut bir davranış biçimi haline gelmiş. Türkiye’deki Kürtler’in, özellikle aydın kesiminin bir bölümü de bunu çok başarılı kopyalamışlar. Bunlar da, yukarıda sözünü ettiğimiz pişmanlar ordusunun, şimdi neferleridir. Taklit konusunda hiç eksik bırakmıyorlar. Bundan, bu beladan kurtulmak yürek istiyor, vefa, adalet duygusu, güven, namus ve erdem istiyor. Zor iş hakkıyla ortada olmak. Esas sonuçlar rakamlarda değil, bu söylediklerimizdedir. Türkiye’de aklaki bozulma, etik dalgalanma ve değer çürümesi öyle bir noktaya gelmiş ve getirilmiş ki, insanların kendilerini ifade etmeleri için aşılması zor kalın, istinat duvarları örülmüş vaziyette.

Üstüne üstlük, Türkiye’de halkın, daha doğrusu ‘’böyük milletin’’ bilinç düzeyi de bu vurgun pazarının tuzu biberi oluyor. Türkiye’de seçmenin bu pazarda lafı bile olmaz. Böyle bir çıkmazı tıkayan ve bilen, kullanmada ‘’usta’’ olan o kadar adam var ki! Olanaksızlıklar, yoksulluk, günde iki dolar ile geçinmek zorunda kalan insanların, her şeye okey dememesi için bir neden yok. Hele hele seçimlerden çok önceleri basının işgüzarlığı ve bedava reklamları ile depolanan, stok edilen ‘’hediye’’ torbalarının, yardım paketlerinin varlığı iç geçiriyor! Sözde bunlara, ‘’gönüllüler’’ cabadan para yatırıyorlar! Ve güvenlik, insanın güvenliği, geleceği her zaman ve her yerde tehdit, şantaj altında. Linç edilmemek için korunmak son derece zor. Birine bir baskı oluşturmak gerektiğnde onun en yakınlarının bundan nasiplerini fazlasıyla almaları da alışılmış, gelenek halini almış durumda. Bu nedenlerle, güçlü olanı, kendine zarar gelmeden idare etmenin yolunu ‘’halkımız’’ her zaman bulabilmiştir! 22 Temmuz erken seçimleri de, idare-i maslahat ve ‘’idare edilen’’ düzeylerden biridir. Hem de, bu seçim, çok kötü bir zeminde gerçekleşmişti. Geçmişi bir yana bırakın, en azından şu son 25 yıllık alt-üst oluşun hazin öykülerini, Kürt Toplumu’nun, Kürdistan’ın bir bütün olarak imha edilişini, yıllardır o bir türlü tarifini yapamadığımız, kimsenin ağzından düşürmediği ‘’demokrasinin’’ yada ‘’insan haklarının’’ neresine ve nasıl sıkıştıracağımıza yeteneklerimiz ve elimizdeki ‘’reçeteler’’ elvermiyor.

Bu nedenle, ‘’kimin elinin kimin cebinde olduğu’’ hiç belli de değil. Dolayısıyla, Türkiye’de seçmenin bilinç düzeyi son derece zayıf ve istikrarı da yok. Bir dönem oy verdiğini başka dönem alaşağı ediyor. Bir çok oy tepki oyu ya da adamın adamını seçme oyu. Programlara, teoriye, yapılana, en önemlisi geleceğe vb.. oy vermek hak getire. Bir zamanların Ecevit’i de her sıkıştığında, ‘’halkımız böyle istedi’’ demişti. Kıbrıs ‘’fatihi’’ olduğu zamanlarda da ‘’karaoğlan’’ lakabından gurur duymuştu. Yıllar, Kıbrıs’taki işgal ve ilhakın, haksız ve adaletsiz çıkışın adının da, başka yerlerde konulduğunu ortaya çıkardı. Demek ki, Türkiye’de , herşeyi ‘’halkımıza’’ havale etmek siyasetin genel bir karakteri durumunda. ‘’Halkımız’’ Ecevit gibi, Mesut Yılmaz’ı ve Özal’ı da, İnönü ve Demirel’i de, hemen hepsini yalnız başlarına bırakabildi. Çoğunluk şamataları ile işbaşına gelenler azınlık hakları savunucuları olarak terki mekan ettiler.

Şimdi, şu son ‘’İslami Meclis’’te bağımsız adaylıktan seçilip gelmiş Mesut bey, ‘’her şey Diyarbakır’dan geçer’’ doğru söylemi ile tek başına anılmaya değmez mi?Avrupa Birliği’nin yolunun da, çok övünen bu son başbakan ile mi, yoksa başkalarıyla mı açıldığı daha iyi anlaşılır böylece. Kimin ne kadar emeği olduğunu bile inkar edip, Tayyip efendiye yol açan ‘’halkımız’’, bir gün onu da tepetaklak edecektir. Medya aracılığı ile bu işleri kamuoyuna kabul ettirenler de, kenardan manzarayı seyretmeye zaten alışıklar. Üstelik acı tebesümlerle. Diğerleri biraz utangaçlardı, belki bazı yerlere karşı sözleri vardı yada başka nedenlerle (!) fazla konuşmadılar. Ama İrecep, her dönüşünü ve kıvırışını süsleye püsleye sunmayı becebileceği için, yalnız kalışını da süsleyecektir. Belki yalnız kalmaz, çünkü onun tekke ve tarikat bağlantılarında, İslam aleminin dergahlarında adam bulunur!

Yani, seçmen hiç de söylendiği gibi yetkin değildir. Diğer ülkelerle karşılaştırıldığı zaman anlaşılır ki, kime ve niçin oy verdikleri belli olmaz . İstikrarlı bir kitle, tercihleri, örgütleri sık sık değişmeyen bir kitle, kendi içinde muhalefet yapabilen, ama dışa dönük kesin taraf olduğu bir yapılanması, niteliği olan bir kitle yok.En önemlisi programlara oy veren bir kitle yok. Günübirlik çıkarlar, reklamın etkinliği, adam kayırma, akrabalık, hemşehrilik, medyanın oluşturduğu kamuoyu, aile reisinin tercihi, vb.. Şimdi bir de etkili neden eklendi tercihler arasına, o da din. ‘’İnanç Birliği’’, Ümmet.. Herşeyin havale edildiği tanrı katına, vekalet çıkaran çıkarana. Herkes Allah’ın vekili Türkiye’de. Bu da, yeni bir kardeşlik açıklaması. Din kardeşi oldun mu, baba, anne, aile, hiçbir şey pek sorulmuyor. Bağla başını, uzat sakalı, görünür biçimde cami avlularında dolaş. Tanrına şükret. Bu noktalar son derece önemli, yani topluca ‘’halkımızın’’ bilincine tekabül eden noktalar!

Anlayacağınız bu aceleden gündeme getirilen seçimlerle, neyin çözümlendiği belli değil. Muhterem Gül yine aday oldu, ‘’Keseryani’’ ile anılmaya başlandı, Allahına şükrederek gidip ‘’köşke’’ oturdu. Öncekinden daha az oyla ve üstelik hiç itiraz edilmeden ittifakla Cumhurbaşkanı oldu. Şimdi, daha düşük aritmetikle Anayasa değişiklikleri tartışma konusu. Düne kadar düşman kardeşler AKP ve MHP, her nedense, hangi pazarlık ve konularla anlaştıkları henüz açık değil, ‘’hukuksal’’ olarak ‘’yasakları savmaya’’ karar vermişler.

Başı açık yada kapalı, Kürdistan’da da uygulansa bizi pek ilgilendirmiyor. Kürt kadınları şunu bilmeli, özgür olmayan toplumların kadınlarının özel ‘’inanç’’ özgürlüğü kullanmaları pek anlam ifade etmiyor. Ayrıca yaratılmak istenen bu kültür bizim kültürümüz değil, Arap kültürü ve İslama yansımış değerler toplamı. 9 yaşındaki, 13 yaşındaki kız çocukları alı koymak, onlarla evlenmek, çocuk yapmak bu geleneğin ürünü. 4 eşli 40 küsur çocuklu Arap Şeyhleri’nin gezilerinin sorun olması ve protokolde zorluk çıkarmaya başlaması durumunda suçu yine İslami gelenekte aramak gerekiyor. Kadının toplumsal yaşamdan uzak duruşu, salt evde görevli oluşunu yalnız ‘’Allah’’a bağlamak doğru olmaz.

Meclis aritmetiğinin tarihsel anlatımı ve demokratikleşme.

Geçen dönemim meclis aritmetiği aşılamadı dedik, üstelik bir ‘’muhalif’’ daha girdi mübarek meclise! Nedir bu mübareğin adı; ‘’Türkiye Büyük Millet Meclisi’’. Ne büyük, ne büyük. Yeni giren muhalifte ne muhalif! ‘’Miliyetçi Hareket Partisi’’. Kendisini kurtlara benzetmeye büyük özen gösteren genel başkanları, siyaseti çok ucuz söylemlerle yapıyor ve hem de çok kabadayı! ‘’Devlet’’ in birçok ünitesinin vurucu kadrolarında örgütlü ve liderinin ağzından ‘’5000 şehidin bezenmiş bayrağı’’ ile gelip, ‘’devletin başına devlet gelecek’’ sloganı ile geldi oturdu. ‘’Şehitler Ölmez, vatan Bölünmez’’ sloganının da sahibi bunlar. Anti-Kürt ve anti-demokratik özü ve yapısı ile somut bir hareket. Bazılarının dediği gibi ‘’derin devlet’’in de kurucu ögesi. Aslında, bize göre TC’nin kendisi derin, ondan ayrı derin devlet aramak gerekmiyor. Özellikle, Kürdistan açısından böyle, bunu da belirtmiş olalım.

Son seçimle TC’nin Meclis aritmetiği daha da karmaşıklaştı. AKP zaten iktidardı. Milletvekili sayısı o zaman da, bütün sorunlarda olmasa bile çözücüydü. Tersine şimdi, çözücü olmayan bir meclis aritmetiği var. Çünkü, yıllardır bütün muhalefete karşın kutsal bir kitap gibi savunulan Anayasa ‘’elleneceği’’ için, biraz fazla oy gerekiyor ve de ortak. Bu nedenle, birbirlerine verilecek ciddi tavizler ve çıkarlar çok fazla. Ama, AKP’nin belli oranda oyunu arttırdığı da bir gerçek. Bu da, birçok somut ve bilinen nedene dayanıyor, yeri geldiğinde üzerinde gerekli biçimde duracağız.

Herkes bilmeli, Kürtler AKP’ye de, CHP ve diğer devlet partileri gibi karşı olmalıdırlar. Bunlar sömürgeci bir devletin somut siyasal kurumlarıdır ve onun genel siyasi yapısından ayrı yöntem koyamazlar, bağımsız davranamazlar. AKP de Kemalist’tir. Hem de hasından. Kürtler, hangi nedene dayalı olursa olsun, bu parti ve kadrolarının gelişimini destekleyemezler, din kardeşliği vb.. hemen hepsi Kürt ve Kürdistan Sorunu’nun boğulması eyleminin somut göstergeleridir. Ümmet anlayışı, bizim ulus sorunumuzun çözümüne, milliyetçiliğimize, ayrı bir toplum oluşturmamıza karşıdır. Bir baş belasıdır. AKP damdan düşer gibi gelmedi, bir geçmişi, bir dayandığı temel var. Bugün ona yüklenen görevin nedeni bellidir, bazı yerlerin iknası zor olduğundan, bu görev biraz sallantılı oluyor

‘’Mustafa Kemal’de sembolleşen idealleri, bugün Refah savunuyor. Genelkurmay da bunun

farkında.. Erbakan’ın bir sözü var; Atatürk yaşasaydı Refahçı olurdu, diye. Bugün Kuva-yı

Milliye ruhunu sürdürmeyi göze alan kim var? Refah. Misak-ı Milli ülküsünü kim

sürdürüyor? Refah. Kuva-yı Milliye ruhunu ve Mustafa Kemal’de sembolleşen idealleri

bugün Türkiye’de Refah savunuyor. E, Genelkurmay da bunun farkında olmayacak

adamlardan oluşmuyor!(…) Bundan sonraki darbe hayırlı (Refahçı) olur!’’

(Aktüel Dergisi, 26 Mayıs 1994, nakleden: Cengiz Özakıncı, ‘’İrtica’’ 1945-1999, Otopsi yayınları, Mayıs

1999.)

‘’Erbakan: ‘Atatürk yaşasaydı mutlaka Refahçı olurdu’ diyor’’.

(Ruşen Çakır, Milliyet, 29.11.1994. Yage. Sh:166)

Kuşkusuz, böyle olabilirdi. Çünkü, Atatürk pragmatist biriydi. Ama, büyük ihtimalle ordudan yana da dururdu, yani, ‘’hem nalına vururdu, hem mıhına’’.

‘’Refah Partililer, ‘Türk’ü Kürt’ü yok hepimiz Müslümanız’ diyor. İşte bu sözler,

Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in kullandığı bağımsızlıkçı üslûptur. Evet,

Refah partisi, bir Mustafa Kemal söylemi tutturmuştur’’

( Fatih Çekirge, Hürriyet. Yage,Sah:167.)

‘’Refah Partisi Genel başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, partisinin iktidara gelmesi

durumunda Türkiye’de bir askeri darbe olmayacağını söyledi.. Erbakan, Türk Silahlı

Kuvvetleri’nin Refah’tan yana olduğunu belirtti. Ordu Refah Partisi’ni istiyor, dedi’’.

(Turan Yavuz, Milliyet, 21.10.1994, Wasington. Yage, Sh:168.)

‘’27 Mayıs (1994 yerel seçimleri) sonucundan sonra, adil düzene ( Refah Partisi

yönetime)geçene kadar Türkiye’de huzur ve istikrar olmaz. Halk buna karar verdi.’’.

Bu belirlemeler bugünkü ‘’Beyaz Parti’’nin (AKP) söylemlerinin aynısı. Devam edelim;

‘’RP İktidara gelecek, geçiş dönemi sert mi, yumuşak mı, tatlı mı olacak, kanlı mı?..‘’

Erbakan, 13 Nisan 1994 ‘te RP Meclis Grup Toplantısı’nda Milletvekillerine böyle seslenmiş.

(Milliyet, 16.12.1995, ‘’Önce Erbakan Söylemişti’’. Yage, Sh: 175.)

Erbakan, basına verdiği demeçlerde açıkça,

‘’Rap rap sesleriyle geleceğiz’’ diyordu.

(Musa Ağacık Milliyet, 7.5.1995.Yage, Sh.177.)

Bu tür belirlemeler çoğaltılabilir. Bugün iktidardaki AKP ve lideri ise, yukarıda değindiğimiz gibi, o dönemin RP il başkanı, MKYK Üyesi, büyük şehir belediye başkanıydı. Aynı tekkeden yetişmiş, Erbakan’ın dediği gibi ‘’acemi oğlanlar’’dan biriydi. Tıfıl görünümü ve yeni bıyıklarıyla taktik planda ‘’Ilımlı İslamın’’ yeni temsilcilerinden biri olarak Erbakan’la arası da ‘’açılmış’’lardan biriydi. Onları destekleyen, oyunu planlayan ve Arap sermayesinin Türkiye’ye akışını hızlandıranlar bu gelişmeleri başbakanın ‘’kabadayılığı’’na peşkeş çekerler miydi? Bu iş yılların bir devamı ve planlanmış bir hareketin devamıydı. Evet, bu da başlıbaşına Kemalizm’in diğer versiyonları gibiydi. Biraz daha akıllıca öneriler ve ilgi çekici uygulamalarla yoluna devam ediyordu.

Bugün, geçmişteki kadronun devamı olan AKP hareketinin en başındakinin, yani başbakanın geçmişteki söylemleri nelerdi diye düşünmeyin, hemen hemen aynı. Birkaç kısa belirleme yapmak son derece önemli olacak.

Bugün gelinen noktada, AKP Ümmetçi Kemalizm’in en somut göstergesi. Kürt Sorunu’nu tartıştırmak yerine, tersine İslam sentezinde din kardeşliği altında daha da ezip büzecek. Yapıyor da. Bu nedenle ona karşı durmak zorundayız. Ona onay vermek, Avrupa programlarını desteklemek de değil. Çünkü, Avrupa’nın Kürt Sorunu’nu çözücü programı yok, bunun altını bir kere daha çizelim. Biz Ortadoğu toplumuyuz, sorun orada çözülecek. Avrupa Birliği’nin ‘’demokratikleştirme’’ programını Kürt Sorunu’nun tartışılır hale gelmesine dayandırmakta yanlış, tersine Türkiye tartışmayı tam yasaklandı. Üstelik teröre bağlayarak. Yani, sorunlu bir Türkiye AB’ye alınmaz. Tepki budur. Türkiye’yi almakla AB; Suriye, Irak, İran ve Kafkaslar’la komşu olacak, bunu kaldırabilir mi?

O nedenle, Türkiye’de ‘’Doğu ve Güneydoğu’’ olarak ısrar ederek haritalara geçirdikleri Kürdistan’a bölgesel özerkliğin tüm koşulları verilmelidir. İlk olarak ve ivedi buradan başlayarak Kürt Sorunu bir çözüme ulaşabilir. Devlet de, hükümet de Kürtleri muhatap almayı öğrenmek zorundalar. Ancak, sorunlar böyle çözümlenebilir. En başta hakların kabulü gerekir ve bunlar bağış yada hibe yoluyla ele alınamazlar.Ayrıca, zorunlu yada kendiliğinden göçlerle batı bölgelerinde oluşan Kürt kolonilerine de ulusal/kültürel özerklik temelinde gerekli haklar tanınmalıdır. Eğer, bu halk birlikte yaşamayacaksa, o zaman böyle bir öneriyi de demokratik saymak ve çözüme de demokratik yollardan ulaştırmak gerekiyor. En azından bir refarandumla halkın isteği somutlaştırılmalı, buna baskı ve zor da uygulanmamalıdır.

En aşağı talep ve programlarla bugün, Kürtlerin Türkiye’de diğer bölge devletlerindeki gibi kendini ifade etmesine ve bazı hakları kullanabilmesine bile AKP karşıdır. Buna rağmen , Kürtler’in ona niçin oy verdikleri pek anlaşılmıyor. Kim gelirse gelsin, ne kadar ‘’bağırırsa bağırsın’’, AB kurallarını ve ‘’müktesebatı’’nı uygulayacak. AKP’nin bu konuda özel yanı yok. Yani, yapılanlar Av. Birliği açısından zorunlu ve en gelişmemiş devletlerin bile yaptıkları sıradan şeyler. Üstelik Türkiye’de zamanı geçeli yıllar olmuş. Ama, AKP iktidarı bu yapılması zorunlu ve zamanı da geçmiş sıradan şeylerin uygulanmasını faaliyet olarak sunmayı başarıyor. ‘’Halkımız’’ da ‘’bütün bunları’’ ona oy vermek için bir zemin yapabiliyor.

Türkiyenin değerleri, gücü, bütçesi, neyi ne kadar yapacağı bellidir. Uluslararası ilişkileri ve sermayesi de bellidir. O nedenle, ‘’hava yapma’’ya gerek yoktur. En küçük sorunların nasıl hal olduğu belli! Nihayet, açlık sınırında ülkeler arasında.

Şunu açık belirtelim, sözünü ettiğimiz erken seçim söylendiği ya da kamuoyunun oluşturulduğu gibi bazı sorunları aşmadı, istenilseydi seçime gitmeden, bu kadar masraf ve efor sarfedilmeden de Cumhurbaşkanlığ vb.. gibi sınırlı sorunlar çözümlenebilirdi. Ayrıca, son derece ilkel bir seçim atmosferi yaratıldı ve kampanyası yürütüldü. CHP ile de, o zaman anlaşılabilirdi ya da tarafları, bizim tabirimizle ‘’ikiz kardeşleri’’ birileri, son dönem de dahil, her zaman olduğu anlaştırabilirdi! Niye anlaşamadıkları şimdi belli oldu. Seçim kampanyası ile birçok sorunun tartışmadan alıkonulması ve görünmeyen yerlere çekilmesi sağlandı. Hiçbir ‘’tıkanıklık’’ aşılmadı. Birçok sorun, yine aynen tekrarlanıyor, ama erken seçimden söz edilmiyor.

Birazda Türkiye geneli seçim sonuucu rakamlara bakalım.

2002 Genel Seçimi’nde;

Toplam Seçmen sayısı; 41 milyon 407.015’ti .

Kullanılan oy ; 32 ‘’ 753.386,

Geçerli ‘’ ; 31 ‘’ 510.007,

Katılım oranı ; % 79.1

Buna göre 9 milyondan fazla seçmen oy kullanmamış.

Gümrük kapılarında ise,

Geçerli 113.782 oy var.

Peki, bu 9 milyon oy kullanmayan seçmen nerede ve niçin kullanmamışlar oylarını?

2007 Genel Seçimleri’nde ise;

Toplam Seçmen Sayısı; 42 milyon 628. 359,

Kullanılan oy ; 35 ‘’ 983.801,

Geçerli ‘’ ; 35 ‘’ 017.315,

Katılım oranı ; % 84.

Buna göre, 6.644.558 kişi oy kullanmamış. 2002 ila 2007 arasında ki 5 yıl içinde seçmen sayısında 1. 243. 379 artışı da hesap edersek, oy kullanmayanların sayısı hemen hemen geçen dönem kadar.

Yine soralım, bu kadar fazla oy kullanmayan, seçmen sayısının neredeyse yakalaşık beşte biri oranındaki sayıya ulaşan kişinin neden oy kullanmadığı belli mi? Bunlar çoğunlukla büyük merkezlerde kaydı olmayan Kürtlerden oluşmaktadır. Ya da aranan ve Türkiye’de olmayan Kürtler. Kullanılmayan oyların 1. 390.823’ü ise Kürdistan’da kullanılmamış.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Schreibe einen Kommentar